Mustafa Feki
Bilhassa bölgesel krizler ve Arap bölgesi üzerindeki uluslararası sorunların baskıları sırasında zaman zaman tekrarlanan bir hisse kapılıyorum. Her zaman zannediyorum ki -ve umarım bu sadece bir zandır- Arap politikaları en az bir asırdır, sonunu kimsenin bilmediği iniş çıkış döngülerine tabidir. Kuşkusuz, Filistin davası, genel olarak Arapların ve özel olarak Filistinlilerin geçmiş tüm acı dönemlerindeki ortak etkendir.
Siyonist hareketin Arap topraklarındaki emellerini çevreleyen sorunların, bölgenin geleceği ve halklarının gidişatı üzerinde derin izler bıraktığını itiraf edelim. Arap dünyasını İsrail'siz hayal edebilirsek, sanırım şimdi çok daha iyi bir konumda olurdu. Bu çatışma bölgeyi tüketti ve Filistin davası da Arap dünyasını kalkınma projeleri ve reform programları pahasına onlarca yıl boyunca meşgul etti. Bu durum geri kalmışlığın yerleşmesine, bilimsel araştırmaların gerilemesine ve hatta birçok modern eğitim sisteminin çökmesine yol açtı. Ülkeler ve halkları, kayıtsızlık ve mevcut durumun alternatifsiz en iyi seçenek olduğu yönündeki yaygın bir duyguya yenik düştü. Bu durum, sürekli bir gönüllü teslimiyete, tekrarlanan hatalara, fırsatların ve kaynakların heba edilmesine yol açtı.
Bu noktada, uluslararası koşulların da Araplara, Arapçılığa, İslam'a ve Müslümanlara karşı birleştiğini belirtmek gerekir. Fanatizm, radikalizm, başkalarını sindirme, gerçeği ve gerçekliği çarpıtan haksız etiketler altında birbirimizi korkutma gibi hastalıklarla boğuştuk. İslam bile şiddet, aşırılık ve ötekini reddetme dini olarak damgalandı. Nefretin yaygınlaştığı bir dönemde, kendimizi hiç beklemediğimiz durumlarla karşı karşıya bulduk ve bizi mevcut duruma ulaştıran bazı faktörleri inceleme hakkına sahibiz gibi görünüyor. Ama bunu yaparken çok geç olmadığını, nispeten geç varmamızın hiç varmamaktan kesinlikle daha iyi olduğunu bilmeliyiz. Bu bağlamdaki gözlemlerimizi şu noktalar üzerinden sunabiliriz: İlk olarak, Arap tarihiyle ilgili literatürde, Arapların geçmişe bakan, sürekli geçmişten bahseden ve ona tutunan, aynı zamanda gelecekten kaçan ve gelecek için coşku duymayan bir millet oldukları yönündeki meşhur ifade defalarca dile getirilmiştir.
Buna göre Araplar, bu nedenle bilimsel araştırmaları ve modern teknolojiyi terk ederek, bunun yerine geçmişin mitlerine ve saçmalıklarına tutunmuşlardır. Hamaset dolu şiirler ve mısralar okuyarak, geleceğe dair net bir vizyon olmaksızın geçip gitmiş bir geçmişi yüceltmişlerdir. Dahası Arapların birçok muhalifi de “Araplar sesten ibaret bir olgudur” şeklindeki ünlü sözü tekrarlamış, onların inisiyatif veya olumlu değişim arzusundan yoksun olduklarından bahsetmişlerdir. Kuşkusuz, umutsuzluğa sürükleyen, kadim ve modern Arap tarihine takılıp kalmamıza neden olan bu tür sloganlar, yüzyıllar boyunca süregelen vizyon eksikliğinin ve kafa karışıklığının doğal bir sonucudur.
İkincisi, ister Arap ister yabancı olsun, Batı sömürgeciliğinin etkilerini, durgunluktan ve ihtişam sanrılarından kurtulmak için gereken atılımlar ile ilgili düşünceler üzerindeki açık etkisini unutmamalıyız. Güçlü milletler, dar sınırlar veya kısa vadeli hedeflerle sınırlı kalmayan net bir iradeyle inşa edilir. Bu nedenle, Arap mirasımızın bir gurur kaynağı olduğunu her zaman hatırlamalıyız. Ancak bu, yapay zekâ, ileri bilimsel araştırmalar ve rasyonel düşünce çağıyla ilgilenmeden, sabah akşam kendisinden bahsederek sonsuza dek onu hatırlatmamız gerektiği anlamına gelmez.
Evet, biz Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Heysem'i gelecek için çabalayan, Orta Çağ'ın karanlığında, bazen bize düşmanlık besleyen, bazen de bizimle aynı fikirde olmayan Batı'nın yolunu aydınlatan o uzun Arap ve İslam aydınlar silsilesini yetiştiren milletiz. Arap-İslam medeniyeti hiçbir noktada durmadı; aksine, yükselen toplumların temel bir bileşeni haline gelerek diğerlerini geride bıraktı. Özellikle sömürgeciliğin çöküşünün, Hicaz'da Kral İbn Suud önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişinin ve Arap Yarımadası'na yayılmasının ardından, Arap başkentleri ve şehirlerinin düşünce, bilim ve kültür alanlarında seçkin ve mükemmelliğin simgesi haline gelmesi için dayanışma ruhu ve güçlü bir milliyetçi duruşla hareket etmemizin, çağın ruhuna, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin getirdiği çeşitli avantajlara doğru ilerlememizin zamanı geldi. Bu nedenle, sahip olduğumuz inançlara ve izlediğimiz fikirlere inanarak başımızı dik tutmalı ve diğer uluslarla kıyasıya rekabet etmeliyiz. Birçok Arap ülkesi, ham petrol ihracatının önünü açan ve ekonomik olarak sürdürülebilir miktarlarda petrolün bulunmasıyla, halklarının zenginlik mantığıyla yaşadığı bir refahı deneyimlemiştir.
Üçüncüsü, Doğu uzun bir uykudan uyandığında, Kuzey ve Batı'daki rakiplerinin, kabul görmüş Batılı unsurları reddettikleri için değil, her zaman ve her yerde olduğu gibi, insan bilmediği şeyin düşmanı olduğu için kovmaya çalıştıklarını keşfetti. İngilizler ve Fransızlar, başkalarının topraklarını ele geçirme konusunda uzmanlaşmış ve kamuoyunu etkilemeyi büyük ölçüde başarmışlardı. Zira o dönemde Batı, yaşamın ve ilerlemenin efendisiydi. Bu nedenle İngiltere Nil Havzası ülkelerinin kontrolünü ele geçirmiş, Fransa ise Mağrip ülkelerini tekeline almıştı. Körfez bölgesi ve Arap Yarımadası ise Suudi Arabistan devletiyle bağ kurma hevesinin kaynağı olmaya devam etti. Suudi Arabistan’a gelince, Filistin haklarına sıkı sıkıya bağlı kaldı, nihai çözümü Balfour Deklarasyonu’ndan, günümüzde ırkçı baskılara boyun eğenlere ve terörist sloganları benimseyenlere karşı kullanmaya çalıştığı hedeflerine bağladı.
Dördüncüsü, Araplar arasında nifak tohumları eken ve dünya nezdinde imajlarını zedeleyenler, kardeşlerimizin tarih boyunca hissettiği dışlanmadan faydalananların ta kendisidir. Mısır artık kaynakları yabancılar tarafından yağmalanan ve halkının alın terinin açgözlü fırsatçılar tarafından sömürüldüğü sıradan bir yer değil. Nitekim, Araplar olarak, Arap dayanışmasının gerçek anlamını yeniden teyit etmeye ve ulusal kimliğimizi savunmaya acilen ihtiyacımız olduğu kesin. Son Şarm el-Şeyh konferansında, Arap devletlerinin fikir birliğinde olduklarını, Filistin haklarına daha bağlı hale geldiklerini, toprak bütünlüğüne daha kararlı bir şekilde tutunduklarını ve Batı'nın sınır tanımadığını ve hırslarının sonsuz olduğunu ima eden tüm baskılara, zorluklara ve entrikalara rağmen gelecek nesillerin haklarını koruma konusunda daha dikkatli olduklarını gözlemledik.
Kısacası, mevcut tüm Arap gerçekliklerinin adil bir değerlendirmesine dayalı gerçek bir halk değişimini hedeflemeliyiz. Bölge halklarının siyasi haritasına herhangi bir müdahalenin kabul edilemez bir ihlal ve temelde hatalı bir yaklaşım olduğuna inanıyoruz. Milletler, baskılara, hırslara ve zorluklara rağmen, yalnızca geçmişlerine takılıp kalmazlar, bugünlerinden asla kaçmazlar veya geleceklerini unutmazlar. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre kuşkusuz, bugünün Arapları dünün Araplarından farklıdır ve barışı ve onun adil ilkelerini takip etmenin, geleceği yönlendirmenin ve şekillendirmenin en iyi yolu olduğuna kesin bir şekilde ikna olmuşlardır.
Tüm Arapları ve komşu etnik grupları -Türkleri, Kürtleri ve Farsları- geleceğin, kısıtlamalara, koşullara ve hatta zorluklara bakılmaksızın, net ve birleşik fikirler, sarsılmaz bir kararlılık ve olumlu değişim ve ilerleme için gerçek bir arzu üzerine inşa edildiğini kabul etmeye çağırıyoruz. Kuşkusuz, bilimsel yöntemleri ve modern teknolojiyi benimsemek, tüm ülkeleri ile Araplar için olumlu dönüşümün temel garantisidir. Modern dünyada bilgiye, bilimsel araçlara ve aydınlanmaya yaygın erişim göz önüne alındığında, Arap gençliği ile gelişmiş ülkelerdeki akranları arasındaki uçurumun bugün çok az olduğunu kabul etmek yüreklendirici. Tüm Arap dünyasında Arap gençliği artık modern teknolojinin, çağdaş bilginin ve ileri bilimlerin anahtarlarına sahip. Körfez ülkelerinde ve Arap dünyasının hem doğu hem batısında, bunun sayısız örneğine bizzat tanık oldum. Bu örneklerin hepsi tüm engellere, zorluklara ve medeniyetimiz ile varoluşumuzun temellerinin olumsuz bir şekilde hedef alınmasına rağmen doğru yolda olduğumuzu teyit ediyor.



