Trump, tüm ulusları terörist kötü güçlerle savaşmaya çağırdıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220329-trump-t%C3%BCm-uluslar%C4%B1-ter%C3%B6rist-k%C3%B6t%C3%BC-g%C3%BC%C3%A7lerle-sava%C5%9Fmaya-%C3%A7a%C4%9F%C4%B1rd%C4%B1
Trump, tüm ulusları terörist kötü güçlerle savaşmaya çağırdı
Trump, Beyaz Saray'da düzenlenen Hanuka resepsiyonunda konuşurken (EPA)
ABD Başkanı Donald Trump, dün, Sidney'de bir Yahudi Hanuka festivalinde 15 kişinin vurularak öldürülmesinden günler sonra, "radikal İslamcı terörizme" karşı uluslararası savaş çağrısında bulundu.
Trump, Beyaz Saray'da düzenlenen Hanuka resepsiyonunda, "Tüm uluslar radikal İslamcı terörizmin kötü güçlerine karşı birleşmeli ve biz de bunu yapıyoruz" ifadelerini kullandı.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi: Yeni dünyada “mutlak silah” olarak teknolojihttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220398-abd-ulusal-g%C3%BCvenlik-stratejisi-yeni-d%C3%BCnyada-%E2%80%9Cmutlak-silah%E2%80%9D-olarak-teknoloji
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi: Yeni dünyada “mutlak silah” olarak teknoloji
Nvidia CEO'su Jensen Huang, Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte (AFP)
Marco Mossad
ABD, 4 Aralık 2025 tarihinde, Kongre'nin talepleri doğrultusunda, dış politika, ekonomi, ulusal güvenlik, savunma ve uluslararası ilişkiler alanlarında devletin genel yönelimini özetleyen bir referans belgesi olarak ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni yayınladı. Bu strateji, geleneksel olarak Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) Hazine Bakanlığı'na, Dışişleri Bakanlığı'ndan teknoloji devlerine kadar ABD kurumlarına yol gösteren bir pusula görevi görüyor.
Stratejinin yer aldığı belge, ABD’nin güç inşasının temel direği olarak teknolojiye ne kadar önem verdiğini ortaya koyan ilk belge değilse de Beyaz Saray'daki herhangi bir yönetim tarafından yayınlanan en ciddi ve önemli siyasi belgelerden biri. Çünkü etkileri teorik çerçevenin ötesine geçerek gücün kavramının pratik olarak yeniden tanımlanmasına kadar uzanıyor.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin bu yeni versiyonu, ABD’nin gücünün öncelenmesinde açıkça niteliksel bir değişim olduğunu yansıtıyor. Geleneksel askeri güç ve diplomatik nüfuz, artık ön planda değil, bunun yerine teknoloji genel stratejik denklemin merkezine yerleştirildi. Belge, ABD'nin karar alma çevrelerinde, 21. yüzyılda güç dengesinin yalnızca uçak gemisi veya askeri üs sayısıyla değil, teknolojik üstünlüğün anahtarlarına sahip olmak ve devletin inovasyon, üretim ve bilgi zincirlerini kontrol etme kabiliyetiyle belirleneceği yönünde artan bir farkındalık olduğunu ortaya koyuyor.
Mutlak silah olarak teknoloji
Strateji, teknolojiyi ekonomik, askeri, finansal veya jeopolitik açıdan ABD'nin uluslararası sistemdeki konumunu belirleyen ‘mutlak silah’ olarak ele alıyor.
Strateji hem açıkça hem de dolaylı olarak yapay zeka (AI), yarı iletkenler, ileri enerji teknolojisi, siber altyapı ve uzay gibi alanların kontrolünün artık sadece teknolojik üstünlük meselesi değil, en üst düzeyde ulusal güvenlik meselesi olduğunu savunuyor.
Bu araçlara sahip olan ve bunların geliştirilmesi ve düzenlenmesini tekelinde tutanlar, gelecekteki küresel düzenin kurallarını şekillendirebilecek, büyüme eğilimlerini kontrol edebilecek ve diğer ülkelerin kararlarını etkileyebilecek. Dolayısıyla teknoloji bu stratejide izole bir teknik sektör veya ayrı bir ekonomik dosya olarak değil, küresel ekonominin yönetilmesinden ittifakların kurulmasına, çatışmaların yönetilmesine ve hatta ABD’nin uluslararası sistem üzerindeki hegemonyasının sürdürülmesine kadar Amerikan gücünün çeşitli alanlarına nüfuz eden yapısal bir unsur olarak yer alıyor.
ABD’nin yeni güvenlik stratejisi vizyonunda teknoloji, artık sadece gücü destekleyen bir araç değil, Amerikan gücünün gelecekte inşa edileceği temel ve şiddetli teknolojik rekabet ve hızlı stratejik değişimlerin olduğu bir dünyada ABD’nin konumunu korumak için anahtar rol oynayan bir unsur haline geldi. Yine bu stratejide teknoloji ayrı bir başlık veya bağımsız bir sektör olarak değil, endüstriyel ve finansal ekonomiden dış politikaya, jeopolitiğe ve son olarak da militarizasyon ve askeri üstünlüğe kadar bu yeni stratejinin çoğu temasının iç içe geçmiş bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Yeni strateji, teknolojiyi ABD’nin ekonomik, askeri, finansal ve jeopolitik gücünün temel silahı olarak ele alıyor.
Bu ağır vurgu, ABD’nin teknolojiye sadece destekleyici veya ikincil bir unsur olarak değil, kapsamlı gücünün temel aracı olarak ne kadar güvendiğini açıkça yansıtıyor.
Stratejiye göre ABD ekonomisi teknolojik liderliğe dayanıyor. Ulusal güvenlik, dijital üstünlüğe, aynı şekilde askeri caydırıcılık geleneksel silahlara olduğu kadar artık yapay zeka, otonom sistemler ve siber uzaya da bağlı.
Yeni stratejinin açıklandığı belge boyunca teknoloji, ekonomi, siyaset, jeopolitik, militarizasyon ve askeri üstünlük gibi birbiriyle ilişkili çeşitli alanlardan bahsediliyor ve ABD yönetiminin teknolojiye verdiği önemi ve onu kapsamlı gücün temel bir aracı olarak ne kadar kullandığını açıkça yansıtıyor.
Belge, teknolojiyi ABD'nin ekonomik, askeri, finansal ve jeopolitik gücünün merkezi silahı olarak ele alırken yapay zeka, mikroçipler, enerji teknolojisi, siber sistemler ve uzayı kontrol edenlerin gelecekteki dünya düzeninin özelliklerini şekillendireceğini açıkça belirtiyor.
Dolayısıyla, teknoloji bu stratejide izole bir teknik sektör olarak değil, ekonomi, siyaset, jeopolitik, militarizasyon ve ABD'nin uluslararası sistemdeki hakimiyetinde aktif ve mevcut bir unsur olarak yer alıyor. Belgeyi özetleyecek olursak teknolojinin artık destekleyici bir araç değil, gelecekte ABD'nin gücünün temeli haline geldiğini söyleyebiliriz.
Siyasi gücü yönetmek ve yeniden şekillendirmek için bir araç
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi, Amerikan siyasi düşünce yapısı içinde teknolojinin konumunda açık ve köklü bir değişimi yansıtıyor. Teknoloji artık kamu politikasına yardımcı veya tamamlayıcı bir unsur olarak değil, siyasi karar alma sürecinin ayrılmaz bir parçası ve yurt içindeki iktidar kavramının yeniden tanımlanmasının ve yurt dışındaki nüfuz ve iktidar araçlarının yeniden şekillendirilmesinin dayandığı ana sütunlardan biri olarak görülüyor.
Yapay zeka ve dijital yapıları yalnızca modern teknolojiler olarak görmeyen bu strateji, bunları siyasi alandan ayrı, izole bir teknik konu olarak değil, devlet yönetiminin bir yönetim unsuru ve gelecekte şekillenecek uluslararası sistemin temel belirleyicisi olarak ele alıyor. Yurt içinde, strateji, devletin karşı karşıya olduğu tehditlerin artık klasik anlamda geleneksel veya askeri nitelikte olmadığı, aksine bunların büyük bir kısmının artık dijital alanda yoğunlaştığına dair artan bir farkındalıktan kaynaklanıyor.
Siber saldırılar, bilgi savaşı, dijital platformlar aracılığıyla kamuoyunu etkileme girişimleri, kritik altyapıyı hedef alma ve hackleme, devletin iç istikrarının özünü etkileyen doğrudan siyasi çatışma araçları haline geldi.
Böylece, yapay zeka, yalnızca üretken bir teknoloji veya ekonomik verimliliği artırmanın bir aracı olmaktan çıkıp, erken izleme yeteneklerini, gelişmiş analizi, tehdit tahminini ve krizlere hızlı tepki vermeyi destekleyerek devleti korumak için bir siyasi ve güvenlik aracına dönüşüyor. Böylece siber güvenlik ve yapay zeka, yalnızca ayrı sektörel politikalar veya sınırlı teknik programlar olmaktan çıkıp, iktidar sisteminin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
NVIDIA CEO'su Jensen Huang, NVIDIA Grafik İşlem Teknolojisi Konferansı'nın açılış konuşmasını yaparken (AFP)
Bu değişim için modern devlette egemenlik kavramının kapsamlı bir şekilde yeniden tanımlanması gerekiyor. Devlet artık yalnızca coğrafi sınırlarını korumakla ilgilenmiyor, aynı zamanda verilerini, dijital ağlarını ve algoritmalarını da koruma sorumluluğunu da taşıyor. Çünkü bu unsurlar üzerindeki kontrol, kamusal alanı kontrol etmek ve yönetmek için bir ön koşula dönüştü. Böylece stratejide yansıtılan siyasi vizyonda teknoloji, yüksek derecede karmaşıklık, değişkenlik ve hızlı değişimle karakterize edilen bir iç ortamda, kontrol ve düzenleme aracı ve güvenlik gereklilikleri ile özgürlüklerin korunması arasındaki hassas dengeyi yönetme aracı haline geldi.
ABD, ülkenin dijital altyapısını inşa etmek ve modernize etmek amacıyla bir dizi karar ve önlem aldı. Bu önlemler arasında, gelişmiş yapay zeka modellerini barındırmak ve işletmek için kurumsal kapasitenin genişletilmesi de yer alıyor.
Bu yaklaşım stratejik metinler veya genel teorik çerçeveyle sınırlı kalmamış, sürekli bir icra yoluna dönüştü. Washington’ın çeşitli devlet kurumlarında yapay zeka kullanımını yaygınlaştırma çabasını yansıtan yeni bir duyuru yapılmayan hafta neredeyse geçmiyor. ABD yönetimi, bu teknolojinin devlet kurumlarına entegrasyonunu hızlandırmayı amaçlayan geniş kapsamlı girişimler ve eylem planları açıkladı. Bu girişimlerin en öne çıkanlarından biri, Donald Trump'ın başkanlığı döneminde başlatılan Ulusal Yapay Zeka Planı’ydı. Bu plan, yapay zekayı hem askeri hem de sivil sektörlerde kurumsal bir çalışma ayağına dönüştürmek, onu doğrudan ulusal güvenlik meseleleriyle ve diğer uluslararası güçler karşısında ABD ekonomisinin rekabet gücüyle ilişkilendirmek amacıyla formüle edildi.
Başkan Trump'ın 11 Aralık Perşembe günü imzaladığı, yapay zeka modellerinin kullanımını ve geliştirilmesini sınırlayan yerel düzenlemeler yapmaya çalışan eyaletlere federal kısıtlamalar ve yaptırımlar uygulayan son başkanlık kararı, bu değişimin niteliğini daha net bir şekilde ortaya koydu. Buna göre Beyaz Saray artık yerel düzenlemeleri yapay zeka alanında ulusal üstünlüğe yönelik doğrudan bir tehdit olarak görüyor ve bu sektördeki karar alma sürecini merkezileştirerek federal politikanın tek referans noktası olmasını sağlıyor. ABD yönetiminin yapay zekayı yalnızca teknik bir proje olarak değil, eyalet düzeyinde herhangi bir yavaşlamadan veya parçalanmadan korunması gereken stratejik bir araç olarak gördüğü açıkça anlaşılıyor.
Kurumsal geçiş sürecinin tamamlanması
ABD sahnesinde tüm bu adımların yanında ülkenin dijital altyapısını inşa ve modernize etmek, gelişmiş yapay zeka modellerini barındırmak ve işletmek için kurumsal kapasiteyi geliştirmek, ayrıca bilgi güvenliği ve veri koruma politikalarını gözden geçirmek ve güncellemek amacıyla bazı kararlar ve önlemler alındı. Bu adımlar, ABD’li yetkililer arasında yapay zekanın artık ertelenebilecek bir teknik konu veya daha sonra ele alınabilecek bir gelecek seçeneği olmadığı, aksine yönetimin temellerini, ulusal güvenlik gerekliliklerini ve Amerikan ekonomisinin küresel liderlik konumunu sürdürme yeteneğini doğrudan etkileyen günlük bir öncelik haline geldiğinin açık bir şekilde kabul edildiğini gösteriyor.
Pentagon’un ‘GenAI.mil’ platformunun kurulduğunu duyurması, bu hızlanan gidişatın pratik ve doğrudan bir yansıydı. Bakanlık, askeri, sivil veya yüklenici tüm çalışanlarına güvenli bir yapay zeka aracı sunarken bu aracın, günlük iş akışlarına derhal entegre edilmesi gerektiğine dair üst düzey liderlerin açık talimatlarını da ekledi.
Bu karar, askeri yönetim araçlarına yönelik basit bir teknik güncelleme veya iyileştirme olarak yorumlanamaz; aksine, yapay zekanın çeşitli düzeylerde karar verme, stratejik analiz, planlama ve operasyon yönetiminin günlük ritminin bir parçası haline getirilmesine yönelik tam bir kurumsal dönüşümü ortaya koyuyor. Bu eğilim, dijital enerji, bulut bilişim ve yapay zeka modellerinin düzenlenmesi alanlarındaki paralel hareketlerle bir araya geldiğinde, Washington'ın sınırlı bir teknik deneyde bulunmadığı, devletin, kurumlarının doğasının ve operasyon araçlarının kapsamlı bir stratejik dönüşümünü yönettiği açıkça gözlemlenebiliyor.
Dışarıdan bakıldığında, bu strateji teknolojiyi uluslararası sistemi yeniden düzenlemenin merkezi bir aracı olarak ele alıyor gibi görünüyor. Bu, sadece doğrudan askeri veya ekonomik kullanımlar yoluyla değil, aynı zamanda küresel standartların ve çalışma kurallarının dayatılması yoluyla da gerçekleşiyor. ABD, yalnızca teknolojik ürünleri veya dijital çözümleri ihraç etmekle kalmayıp, yapay zeka, siber güvenlik, bulut altyapısı ve ileri teknolojiler alanlarında Amerikan standartlarına dayalı entegre bir dijital yönetişim modelini de ihraç etmeyi amaçlıyor. Bu mantığa göre bu standartları kabul eden ülkeler otomatik olarak Amerikan sistemine entegre olur ve ekonomik, siyasi ve teknolojik ağlarının bir parçası olurken, bunları reddeden veya bunlara uymayan ülkeler hem siyasi hem de teknolojik olarak marjinalleşir.
Rekabet, küresel tedarik zincirleri üzerindeki teknik veya ticari bir anlaşmazlıktan, uluslararası sistem içindeki bağımlılığın doğası üzerine yapısal bir çatışmaya doğru kayıyor.
Bu çerçevede ABD için Çin, stratejide yansıtılan siyasi vizyonda en önemli teknolojik rakip konumunda. Pekin ile rekabet, geleneksel bir ticaret çatışması veya pazar payı anlaşmazlığı olarak değil, küresel teknolojinin geleceğini tanımlama, işleyiş kurallarını belirleme ve yönetim standartlarını belirleme gücüne sahip olanın kim olduğu konusunda yapısal bir çatışma olarak sunuluyor. Bu da Washington’ın ileri elektronik çipler, hassas teknoloji, ve yapay zeka sistemlerinin ihracatına uyguladığı katı kısıtlamaları açıklıyor. Söz konusu kısıtlamalar, Çin'in teknolojik yükselişini yavaşlatmayı ve önümüzdeki on yıllarda uluslararası dijital sistemde belirleyici veya düzenleyici bir güç haline gelmesini önlemeyi amaçlayan uzun vadeli bir siyasi stratejinin parçası.
ABD ve Çin arasında, NVIDIA'nın gelişmiş H200 bilgisayar çipleri ile ilgili yaşanan tartışma, bu bağlamda derin bir siyasi önemi ortaya koyuyor. Washington’ın bu çiplerin ihracatına kısmen de olsa kapı açmayı kabul etmesi, yüzeysel olarak Çin'e uygulanan teknolojik sınırlama politikası içinde taktiksel bir esneklik ifadesi gibi görünüyordu. Ancak Çin'in bu hamleye verdiği temkinli yanıt, kısa vadede daha yüksek maliyetlere katlanmak veya daha düşük verimlilik seviyelerini kabul etmek anlamına gelse bile, Amerikan teknolojisine olan uzun vadeli yapısal bağımlılığını azaltmaya dayalı farklı bir stratejik yaklaşımı yansıtıyordu. Çatışmanın artık yalnızca yasaklar, izinler ve ihracat kısıtlamalarıyla değil, stratejik ayrışma ve bağımsız ve uygulanabilir teknolojik sistemler kurma becerisiyle ilgili daha derin bir mantıkla yönetildiği aşikar.
Paralel teknolojik alan
Bu anlamda rekabet, küresel tedarik zincirleri üzerindeki teknik veya ticari bir anlaşmazlıktan, uluslararası sistem içindeki bağımlılığın doğası üzerine yapısal bir çatışmaya dönüşüyor. ABD, teknolojiyi ekonomik ve dijital ekosistemi içinde entegrasyonu dayatmak için bir araç olarak kullanıyor ve ülkeleri ve şirketleri kendi standartlarına ve altyapısına bağlıyor.
Buna karşılık Çin, alternatif standartlar ve üretim zincirlerine dayalı paralel bir teknolojik alan oluşturarak bu entegrasyonu kırmaya ve stratejik kırılganlığını azaltmaya çalışıyor. Bu değişim, uluslararası sistemin küreselleşmenin hâkim olduğu on yıllar boyunca süren karşılıklı bağımlılık aşamasından, ekonomik ve teknik ilişkilerin ulusal güvenlik ve jeopolitik rekabet hususlarına göre yeniden şekillendirildiği, siyasi güdümlü teknolojik parçalanma olarak tanımlanabilecek yeni bir aşamaya geçişini yansıtıyor.
ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi kapsamında gerçekleşen ikili görüşmenin ardından Gimhae Uluslararası Havalimanı'ndan ayrılırken (Reuters)
Bu açıdan bakıldığında, teknoloji ABD stratejisi içinde yalnızca ayrı bir teknik veya ekonomik konu olarak değil, politika kendisini yeniden yapılandırmak için merkezi bir araç olarak görülmeli. Yurt içinde teknoloji, kamusal alanı yeniden düzenlemek, dijital alanı kontrol etmek ve devletin kontrol ve yönetim kapasitesini güçlendirmek, dış politikada ise ittifakları yeniden şekillendirmek, düşmanların hareketlerini kısıtlamak ve yeni uluslararası düzenin kurallarını ve normlarını dayatmak için kullanılır. Bu vizyona göre teknoloji artık sadece siyasete hizmet eden bir araç değil, siyasetin yeniden şekillendirildiği ve derin ve hızlı stratejik dönüşümler geçiren bir dünyada güç dengesinin belirlendiği yapısal bir çerçeve haline geldi.
Yapay zeka ve teknolojinin ABD ulusal güvenlik stratejisindeki yeri, ekonomik büyümeyi destekleyen basit araçlar olmaktan çıkıp, ABD ekonomisinin yeni biçiminde dayandığı gerçek motor olmaya doğru ilerliyor. Strateji, teknolojiyi diğer sektörlerden ayrılabilen ayrı bir üretim sektörü olarak değil, ekonomik büyümenin dayandığı, yatırım modellerinin oluştuğu ve ABD pazarının rekabet gücünün ulusal ve uluslararası düzeyde belirlendiği görünmez bir altyapı olarak ele alıyor. Buradan yola çıkıldığında yapay zeka, yarı iletkenler, ileri enerji ve bulut bilişim ekonomisinden bahsetmek, ABD ekonomisinin çevresi veya marjları hakkında değil, ekonominin kalbinde yer alan konular hakkında konuşmak anlamına geliyor.
Strateji içindeki teknolojiye yaklaşım, ayrıntılı bir nicel ekonomik analizden ziyade, öncelikle politik ve stratejik nitelikte.
2025 yılında yayınlanan ekonomik göstergeler, bu teknolojik dönüşümün boyutunu açıkça ortaya koyuyor. Fortune dergisi tarafından yayınlanan bir analize göre yapay zeka teknolojileriyle ilgili veri merkezleri ve bilgi işlem altyapısına yapılan yatırımlar, yılın ilk yarısında ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) büyümesine yaklaşık yüzde 92’lik bir katkıda bulundu. Dijital altyapıdaki bu hızlı büyüme olmasaydı, ekonomik büyüme neredeyse sıfıra düşecekti. Bunun yanında, teknoloji sektöründe uzmanlaşmış önde gelen araştırma şirketlerinden biri olan Forrester Research tarafından yayınlanan bir rapora göre ABD'nin bilgi teknolojisi harcamaları 2025 yılında yaklaşık 2,7 trilyon dolara ulaştı. Bu rakam, teknolojinin çağdaş ABD ekonomisinin ana dayanaklarından biri haline geldiğini açıkça gösterdi.
Elektronik çipleri temelini oluşturan yarı iletken sektörü, ABD’de istihdam ve endüstriyel büyümenin de önemli bir itici gücü haline geldi. Bu sektör, 2025 yılına kadar tedarik zincirleri, mühendislik tasarımı, lojistik ve ilgili endüstrilerde milyonlarca dolaylı istihdamın yanı sıra yüz binlerce doğrudan istihdamı destekliyor. Bu anlamda, çip ekonomisi artık sadece bir yüksek teknoloji endüstrisi değil, aynı zamanda işgücü piyasasını, yatırım hacmini, ihracatı ve ekonomik güvenliği etkileyen entegre bir ekonomik sisteme dönüşmüş durumda.
ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, ülkenin ekonomik ve güvenlik geleceği vizyonunda teknoloji ve yapay zekaya merkezi bir yer verse de belge bu sektörün gerçek büyüklüğünü veya ABD ekonomisi üzerindeki doğrudan etkisinin boyutunu açıklığa kavuşturan ayrıntılı sayısal veriler veya ekonomik göstergeler sunmuyor. Teknolojiyi egemen bir araç ve yeniden sanayileşme, tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlama ve ABD ekonomisinin kapasitesini artırma için temel bir dayanak olarak ele alan strateji, teknolojiyi egemen bir araç ve yeniden sanayileşme, tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlama ve uzun vadeli rekabet gücünü artırma için temel bir unsur olarak görüyor, ancak kesin finansal ayrıntılara girmeden genel eğilimleri özetleyen genel bir rehber olmaya devam ediyor.
Strateji, teknolojiyi ayrıntılı nicel ekonomik analizlerden ziyade, öncelikle siyasi ve stratejik bir bakış açısıyla ele alıyor. Yapay zeka, otonom sistemler ve ileri teknolojilerin geliştirilmesi gerektiğini vurgulasa da ne kadarlık bir yatırım yapılması gerektiğini belirtmiyor ve kesin finansal oranlar veya tahminler sunmuyor. Ekonomik boyuta değindiğinde bile, ticaretin yeniden dengelenmesi, ulusal sanayinin desteklenmesi ve inovasyonun korunması gibi kavramlara odaklanmakta, ancak ABD’deki teknoloji ekonomisinin gerçek ağırlığını yansıtan net rakamlar vermiyor.
Rakamların kasıtlı olarak yer almaması, teknolojinin ekonomik itici güç olarak öneminin küçümsenmesini değil, kapsamlı bir ekonomik rapor sunmaktan ziyade kamu politikasına rehberlik etmeyi ve ulusal öncelikleri belirlemeyi amaçlayan ulusal güvenlik stratejisinin doğasını yansıtıyor. Dolayısıyla bu sektörün gerçek etkisini ölçmek için bağımsız raporlara ve analizlere güvenilmesi gerekiyor. Örneğin, veri merkezi yatırımlarının 2025'in ilk yarısında ABD ekonomik büyümesinin ana itici gücü olduğunu veya bilgi teknolojisi harcamalarının aynı yıl rekor seviyelere ulaştığını gösteren veriler, ABD ekonomisinin özünde teknoloji odaklı bir ekonomi haline geldiğini teyit ediyor.
Askeri eksen
Amerikan stratejisi, teknolojinin modern askeri gücün özü haline geldiği ve askeri üstünlüğün artık geleneksel silahların büyüklüğüne veya savaş platformlarının sayısına bağlı olmadığı, daha çok savaşı yönetebilen ve onun hızını ve seyrini belirleyebilen akıllı yeteneklere sahip olmaya bağlı olduğu yönündeki net bir vizyona dayanmıyor. Bu bakış açısına göre üstünlük sadece silahın türüyle değil, aynı zamanda geliştirilme hızı, modernizasyon esnekliği ve devletin ileri teknolojiyi rakiplerini geride bırakacak bir hızda askeri sistemine entegre etme kabiliyetiyle de ölçülür. Bu yüzden belge, yapay zeka, insansız sistemler, uzay ve ileri düzey bilgi işlem teknolojilerini, ABD ile Çin arasındaki güç dengesini yeniden şekillendirmede kritik unsurlar olarak ele alıyor.
ABD Başkanı Donald Trump imzaladığı bir başkanlık kararını gösterirken (AFP)
Strateji, Çin’in tehdidinin sadece silahlı kuvvetlerinin sayısal genişlemesinden değil, aynı zamanda ordusunun yapısal dönüşümünün doğasından da kaynaklandığını, operasyonel yapısının yapay zeka ve insansız sistemler etrafında yeniden şekillendirildiğini belirtiyor. Bu değerlendirme, Pentagon’un Çin'in askeri gücü hakkındaki 2023 yılı raporunda yer alan bulguları da destekliyor. Söz konusu rapor, Pekin'in, Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun modernizasyonunun temel direği olarak, keşif, elektronik savaş, ateş kontrolü ve insansız araçların geliştirilmesi dahil olmak üzere, savaş sistemlerine yapay zeka entegre etmek için büyük yatırımlar yaptığını teyit ediyor. RAND Corporation tarafından geçtiğimiz ağustos ayında Çin ordusunda insanlı ve insansız sistemlerin entegrasyonu konsepti üzerine yayınlanan bir çalışma, Pekin'in hız, dikkat dağınıklığı ve çoklu saldırı eksenlerine dayalı taktiksel üstünlük elde etmek amacıyla, manevra yapabilen ve insanlı platformlarla koordinasyon kurabilen insansız hava araçları (İHA) filolarını kullanmaya dayalı yeni bir operasyonel model oluşturmaya çalıştığını gösterdi. Çin'in bu eğilimi, gelecekteki askeri kapasitesinin temel bileşeni olarak yapay zeka ve otonom araçlara dayanan bir savaş tarzına yöneldiğini yansıttı.
Stratejinin açıklandığı belge, teknolojik üstünlüğün korunmasının, özellikle elektronik çipler ve hassas bileşenler alanlarında bağımsız ve dayanıklı bir savunma sanayi tabanına sahip olmaktan ayrılamayacağını vurgulayarak son buluyor.
Ancak, yatırımın büyüklüğünden daha önemli olan, kullanımın niteliği. Çin, İHA’ları sadece destek aracı olarak geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda üst düzeyde özerk çalışan, birbirleriyle iletişim kuran ve savaş alanında kolektif taktik kararlar alan savaş filoları oluşturmak için de çalışıyor.
Strateji, ABD’nin bu düzeyde yarı özerk operasyonları nispeten daha yavaş bir hızda geliştirdiğini ve bunun da askeri yetenekleri için benzeri görülmemiş bir zorluk oluşturduğunu kabul ediyor. Ortak eylemde bulunabilen binlerce akıllı İHA’nın varlığı, savaş kurallarını kökten değiştiriyor, daha zayıf ve daha yavaş tehditlerle başa çıkmak için tasarlanmış geleneksel savunma sistemlerinin etkinliğini sınırlıyor ve savaş alanında yoğunluk ve esnekliği belirleyici faktörler haline getiriyor.
Bu teşhise dayanarak, strateji ABD’nin caydırıcılığını güçlendirmek için bazı pratik önlemler öneriyor. Bu önlemlerin başında, yüksek riskli ortamlarda çalışabilen otonom hava, deniz ve kara sistemlerinin geliştirilmesini hızlandırmak ve akıllı araçlar ve İHA filoları konusunda Çin’in sayısal üstünlüğüne yetişip bu açığı kapatmak geliyor.
Strateji ayrıca, uydular, radarlar, uçaklar ve çeşitli sensörlerden elde edilen verileri algoritmalarla yönetilen tek bir operasyonel tabloya entegre edebilen ortak ağlar kurarak komuta ve kontrol sistemlerinde yapay zeka kullanımının genişletilmesini ve Washington'a potansiyel rakiplerini geride bırakan bir karar alma hızı kazandırılmasını öngörüyor.
Bu strateji, uzayı artan askeri rekabetin merkezine yerleştiriyor. ABD, navigasyon, iletişim, erken uyarı ve istihbarat toplama amaçlı kapsamlı ve karmaşık bir uydu sistemine güveniyor ve ABD ulusal istihbarat raporları, bunun dünyanın en büyük askeri uzay altyapısı olduğunu belirtiyor. Öte yandan tahminlere göre Çin, askeri veya çift kullanım amaçlı yüzlerce uydu kullanıyor ve anti-uydu sistemleri, sinyal bozma teknolojileri veya uzay sensörlerinin yüksek hassasiyetli hedeflemesi yoluyla ABD'nin uzay varlıklarını bozma yeteneklerini hızla geliştiriyor. Bu yüzden strateji, uzayda caydırıcılığı güçlendirme ve ABD'nin askeri operasyonlar yürütmek ve 24 saat boyunca hayati bilgiler toplamak için kullandığı uyduları koruması gerektiğini vurguluyor.
Stratejinin açıklandığı belge, teknolojik üstünlüğün korunmasının, özellikle elektronik çipler ve hassas bileşenler alanlarında bağımsız ve dayanıklı bir savunma sanayi tabanına sahip olmaktan ayrılamayacağını vurgulayarak son buluyor. Yapay zeka, uzay ve ileri düzey bilgi işlem teknolojilerine dayalı bir askeri yarış, temel tedarik zincirlerinin kısmen düşmanın etki alanı içinde olması veya jeopolitik baskıya maruz kalması durumunda başarıyla sürdürülemez.
Bu anlamda, ABD’nin stratejisi 21. yüzyılda güç kavramının ‘teknolojinin artık sadece silahları iyileştirmek veya etkinliklerini artırmak için bir araç değil, silahın kendisi haline geldiğini’ gösteren net bir tablosunu sunuyor. Akıllı sistemleri, uzayı ve orduların dijital altyapısını kontrol edenler, önümüzdeki on yıllarda küresel gücün şeklini ve dengesini belirleyecek.
Sidney saldırısının failine cinayet ve terörizm dahil olmak üzere 59 suçlama yöneltildihttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220391-sidney-sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1n-failine-cinayet-ve-ter%C3%B6rizm-dahil-olmak-%C3%BCzere-59-su%C3%A7lama
Sidney saldırısının failine cinayet ve terörizm dahil olmak üzere 59 suçlama yöneltildi
Naveed Akram'ın Bondi Plajı saldırısı sırasında çekilmiş fotoğrafı (Avustralya medyası)
Avustralya polisi, Bondi Plajı’nda düzenlenen saldırının şüphelisi Naveed Akram’a, aralarında terör suçları ve 15 kişinin öldürülmesi de bulunan 59 suçlama yöneltti.
Yeni Güney Galler Polisi, şüphelinin mahkemede ‘ölüme, ciddi yaralanmalara ve kişilerin hayatlarını tehlikeye sokmaya yol açan davranışlarda bulunmak, dini bir davayı savunmak ve toplumda korku yaratmak’ suçlamalarıyla karşı karşıya kalacağını açıkladı.
Suçlamalar arasında ayrıca, 40 kez ‘kasten yaralama’ ve yaralanmalarla bağlantılı olarak bombalı saldırı girişimi de bulunuyor. Şüphelinin, bir binaya bomba yerleştirerek zarar vermeye çalıştığı belirtiliyor.
Polisin yaptığı açıklamada, ön bulguların saldırının Avustralya’da terör örgütü listesinde yer alan DEAŞ’tan ilham alan bir terör eylemi olduğunu gösterdiği ifade edildi.
Sidney saldırısının kurbanları için ilk cenaze töreni
Avustralya, kitlesel silahlı saldırının kurbanları için ilk cenaze törenini bugün gerçekleştirdi. Büyük kalabalıklar, saldırıda hayatını kaybeden bir hahamı anmak için toplandı.
Saldırıyı gerçekleştiren Sajid Akram ve oğlu Naveed, ünlü plajda Yahudi bayramı Hanuka’yı kutlayan kalabalığa ateş açarak 15 kişiyi öldürdü.
Ölenler arasında 10 yaşında bir kız çocuğu, Holokost’tan kurtulan iki kişi ve saldırıyı durdurmaya çalışırken öldürülen bir çift bulunuyor. Saldırıda 40’tan fazla kişi de hastaneye kaldırıldı.
Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre, beş çocuk babası Eli Schlanger, Bondi Chabad Sinagogu’nda düzenlenen törenle anılan ilk kurban oldu.
Eli Schlanger'in tabutunun cenaze töreni alanına gelişi (EPA)
Chabad Bnei Brak Sinagogu, bugün öğleden sonra 39 yaşındaki Yaakov Levitan için bir başka cenaze töreni düzenleyecek.
Avustralya Başbakanı Anthony Albanese bugün yaptığı açıklamada, “Bugün ve her gün kalbim bu toplulukla birlikte” dedi.
Albanese, yerel bir radyoya yaptığı açıklamada, “Ancak bugün ilk cenaze törenleri yapılacağı için özellikle zor bir gün olacak” diye ekledi.
Panik yayılıyor
Yetkililer, saldırının Avustralya’daki Yahudiler arasında korku yaymayı amaçladığını açıkladı.
Albanese, silahlı iki kişinin (baba ve oğul) ‘nefret ideolojisi’ ile hareket ettiğini belirtti.
Yaakov Levitan'ın tabutu (EPA)
Albanese, saldırının ‘DEAŞ ideolojisiyle motive edildiğini’ ve bu ideolojinin on yılı aşkın bir süredir yaygın olduğunu, bunun da bu nefret ideolojisine yol açtığını söyledi.
24 yaşındaki inşaat işçisi Naveed Akram’ın 2019 yılında Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) dikkatini çektiği, ‘başkalarıyla bağlantıları’ nedeniyle izlendiği ifade edildi; ancak o dönemde yakın bir tehdit olarak değerlendirilmedi.
Albanese, “Naveed ve ailesiyle, çevresindeki kişilerle soruşturmalar yürüttük; ancak o dönemde ilgi çekici bir kişi olarak görülmedi” dedi.
Polis, saldırıdan birkaç hafta önce Akram’ın Filipinler ziyareti sırasında radikallerle temas edip etmediğini araştırıyor.
Manila'daki göçmenlik dairesi, AFP'ye, saldırının faillerinin kasım ayının çoğunu ülkede geçirdiklerini ve son varış noktalarının Davao olduğunu doğruladı.
Mindanao adasının güneyinde bulunan bu bölge, uzun bir isyan ve aşırılık tarihine sahip.
Baba ve oğlu, polis 50 yaşındaki Sajid'e ateş açarak onu öldürmeden önce 10 dakika boyunca sahildeki kalabalığa ateş etti.
Polis tarafından vurulan Naveed, hastaneye kaldırıldı. Yerel basında, salı gecesi komadan uyandığı bildirildi.
Kısa süre önce yayınlanan araç kamerası görüntüleri, Boris ve Sofia Gurman'ın saldırıyı erken aşamada engellemeye çalıştıklarını gösteriyor.
69 yaşındaki emekli tamirci Boris Gurman, saldırganlardan birini silahını almaya çalışırken yere düşürdü. Sajid Akram'ın silahını kısa süreliğine ele geçirmeyi başaran Boris'e, 61 yaşındaki eşi Sofia yardım etmek için koştu. Ancak saldırgan başka bir silah çekerek çifti vurarak öldürdü.
Avustralya liderleri, pazartesi günü, saldırgan babanın altı silah sahibi olmasına izin veren yasaları sıkılaştırma kararı aldı.
Ülke, 1996’da Port Arthur turistik kasabasında silahlı bir kişinin 35 kişiyi öldürdüğü kitlesel saldırıdan bu yana benzer bir olay yaşamamıştı.
O saldırının ardından başlatılan kampanya kapsamında silah geri alım programı uygulanmış ve yarı otomatik silahlara sınırlamalar getirilmişti.
Ancak son yıllarda, Avustralya’da bireylerin sahip olduğu ateşli silah sayısında sürekli bir artış kaydedildi.
Son saldırı, Avustralya’nın antisemitizmle mücadelede yeterli çaba göstermediğine yönelik tartışmaları yeniden gündeme getirdi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Batı ülkelerini antisemitizme karşı önlemleri artırmaya ve Yahudi toplumlarını korumaya çağırdı.
Salı günü televizyondan yayınlanan bir konuşmasında Netanyahu, “Batı hükümetlerini antisemitizmle mücadele için gerekli adımları atmaya ve dünya genelindeki Yahudi topluluklarının ihtiyaç duyduğu güvenliği sağlamaya davet ediyorum. Uyarılarımıza yanıt vermeleri en doğru olanıdır. Derhal harekete geçmelerini talep ediyorum” dedi.
Mossad Başkanı: İsrail, İran'ın nükleer programına yeniden başlamamasını sağlamalıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5220358-mossad-ba%C5%9Fkan%C4%B1-i%CC%87srail-i%CC%87ran%C4%B1n-n%C3%BCkleer-program%C4%B1na-yeniden-ba%C5%9Flamamas%C4%B1n%C4%B1-sa%C4%9Flamal%C4%B1
Mossad Başkanı: İsrail, İran'ın nükleer programına yeniden başlamamasını sağlamalı
İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın başkanı David Barnea (X)
İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın başkanı David Barnea, dün yaptığı açıklamada, İran'ın 12 günlük savaş sırasında Tahran'ın tesislerini bombalamasının üzerinden altı ay geçtikten sonra, İsrail'in İran'ın nükleer programını yeniden başlatmamasını sağlaması gerektiğini söyledi.
Kudüs'te Mossad ajanlarını onurlandırma töreninde konuşan Barnea, "Nükleer bomba geliştirmeye devam etme fikri hala kalplerinde yaşıyor. Amerikalılarla yakın iş birliği içinde, ağır hasar görmüş nükleer projenin yeniden aktif hale getirilmemesini sağlamak bizim sorumluluğumuzdur" ifadelerini kullandı.
Haziran 2026'da görev süresi sona erecek olan Barnea, İsrail'in savaşta yaptığı sürpriz açılış saldırılarını övdü ve bu saldırıların İsrail ajanlarının İran hakkında topladığı istihbaratın boyutunu ortaya koyduğunu savundu.
"Molla rejimi, bir anda İran'ın tamamen açığa çıktığını ve tehlikeye düştüğünü keşfetti" dedi. Barnea, Tahran ile herhangi bir diplomatik çözüme şüpheyle yaklaştığını belirterek, "İran, dünyayı tekrar kandırabileceğini ve kötü bir nükleer anlaşma daha yapabileceğini düşünüyor. Biz kötü bir anlaşmaya izin vermedik ve vermeyeceğiz" dedi.
Batılı güçler İran'ı nükleer silah edinmeye çalışmakla suçluyor ve bunu engellemek için çalışıyor; Tahran ise bu suçlamaları sürekli olarak reddediyor. ABD Başkanı Donald Trump, ilk döneminde, İran'ın nükleer zenginleştirme faaliyetlerini kısıtlayan ve karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öngören 2015 tarihli dönüm noktası niteliğindeki anlaşmadan çekilmişti; bu anlaşmaya İsrail karşı çıkmıştı.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre İran ve Amerika Birleşik Devletleri, Umman'ın arabuluculuğuyla nisan ayında yeni bir anlaşmaya varmak için müzakerelere başladı, ancak İsrail'in 13 Haziran'da İran'a düzenlediği sürpriz saldırının ardından bu görüşmeler aniden kesildi ve 12 günlük bir çatışma başladı. Amerika Birleşik Devletleri daha sonra üç İran nükleer tesisine saldırı düzenleyerek çatışmaya katıldı.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة