Yeni Suudi sinemasının tarihindeki kilometre taşları

Başlangıcı güzel, yolu ümit verici

Hayfa el- Mansur’un yönettiği “Vecde” filminden bir sahne (Razor Film Produktion)
Hayfa el- Mansur’un yönettiği “Vecde” filminden bir sahne (Razor Film Produktion)
TT

Yeni Suudi sinemasının tarihindeki kilometre taşları

Hayfa el- Mansur’un yönettiği “Vecde” filminden bir sahne (Razor Film Produktion)
Hayfa el- Mansur’un yönettiği “Vecde” filminden bir sahne (Razor Film Produktion)

Suudi Film Festivali’nin dokuzuncu oturum etkinlikleri, festivalin başarılarına yakışır görkemli bir törenle sona erdi. Sonuçlardan daha önemli olan festivalin nasıl geliştiği, nasıl olduğu ve yarın nasıl olacağı.

Festival her yıl hızla büyüdüğü için doğal olarak sorumluluklar da artıyor. Sorumlulukların artmasıyla birlikte bilgi gerektiren konular çoğalıyor. Şaşırtıcı olan, yönetimin her şeyi hesaplamış, planlarını geliştirmiş ve büyük bir başarıyla uygulamış olması.

Bu büyümenin bir sonucu olarak olabilecek şey, samimiyet kaybıydı, ancak bu, performanslardan sonra günlük görüşmeler yapma isteği ve sinemayla, özellikle de Suudi sinemasıyla ilgili çeşitli türden sohbetlerin yapılmasıyla korunarak hala varlığını sürdürüyor.

Uzak tarih

Suudi sinemasının, herkesin, yetkililerin, eleştirmenlerin, entelektüellerin ve izleyicilerin ilgi odağında olması şaşırtıcı değil. 3 yıl birkaç ay içinde Suudi hükümeti, diğer birçok ülkenin on yılda aynı sonuçlarla -Suudi hükümetinin birlikte yapmayı hedeflediği sinema alanlarının genişliğini de hesaba katarak- atamadığı adımları attı.

Suudi Arabistan Film Komisyonu CEO'su Abdullah Eyaf, bir röportajında şunları söyledi: “Mesele sadece filmlerin finansmanı sağlamak ve filmi yapanlara yardım etmek değil, film endüstrisinin ihtiyaç duyduğu diğer tüm ihtiyaçların en ince ayrıntısına kadar giderilmesi gerekiyor.”

Bu açıklama, çalışmaların, diğer tüm alanlarla paralel gitmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu kısa sürede kurumlar, dernekler, arşivler, iş lojistiği, yönetimler, destek fonları, festivaller kuruldu. Uluslararası şirketlerin dağıtımını yaptığı en son yapımları Suudi halkının izlemesinin önünü açmayı unutmuyoruz. Bunların hepsi bir kerede ve yavaşlamadan veya eksik bırakmadan yapılıyor.

Otuzlu yıllarda gerçekleşen ilk denemelerden bu yana alınan mesafe çok uzun görünüyor. Başlangıçta haber ve belgesel koleksiyonları yapılırken sonra uzun metrajlı filme yönelme oldu. Ardından Yönetmen Abdullah el-Muhaysin dönemi başladı. O, seksenlerde sosyal ortamın koşulları ve bazı etkili din adamlarının konumları nedeniyle filmlerini Suudi Arabistan'da yapamayacağını anladığında, filmlerini sınır dışında çekmeye başladı.

Muhaysin, 1976'da “(İğtiyalu Medine/Bir Şehre Suikast)” adlı filmiyle iç savaş hakkında filmler çeken ilk Lübnanlı olmayan yönetmenlerden biriydi.

Muhaysin’in kariyeri, “Zamanu Samt/Sessizlik Zamanı” adlı uzun metrajlı filmi yöneterek, belgeseller ve animasyonlar yaparak birçok iş ile devam etti. Projesi iddialıydı, ancak etrafındaki dünya değişiyordu ve Muhaysin bir yerde yaşayıp başka bir yerde filmlerini çekebileceğini düşünemedi.

3 Joe Russo (Agbo Production)
3 Joe Russo (Agbo Production)

Yeni Nesil

Ancak sonraki yıllar, bugün yaşadığımız değişiklikleri göstermeye başladı.

Bu yüzyılın ilk on yılında Suudi sinemasının çatısı altındaki en önemli başarılar, Dubai ve Abu Dabi festivallerinde gösterilen ve aralarında Hayfa el Mansur ve Şehid Emin’in filmlerinin de bulunduğu kısa filmler. İkisi de sinemanın önemine inanarak aynı nesilde yer alan sinemanın anneleri. Bu şekilde dikkat çekici kısa filmlerin ardından “Vecde (2012)” filmiyle, uzun metrajlı filmlere adım atma da başarıldı. Suudi sinemasını dünya festivallerine ulaştırmak adına okyanusları açan bu film, Suudi kadınların geleneklerin karmaşıklığından kaçamayacağına dair yaygın inancı alt üst ediyor.

“Vecde” (Muhammed'in Sözü) filminin kahramanı, en az bir yönüyle filmin yönetmeni Suudi Hayfa el Mansur’a benziyor. Filmi izlerken, yönetmenin kendisi hakkında, filmin kahramanı ve bu kahramanın hayalleri aracılığıyla konuştuğu hissine kapılıyorsunuz. Vecde’nin binmeyi arzuladığı bisiklet, Hayfa el-Mansur’un, üzerinde çalışmak ve film çalışması hayalini gerçekleştirmek istediği kamera. Her ikisi de muhafazakar bir toplumda yaşayan kadınlar. Her ikisi de az kişi tarafından destekleniyor ve daha çok karşılarında duruluyor. İkisi de sonunda istediğini alıyor.

Burada ilk göze çarpan şey, kadın yönetmenin betimleyici bir tarzda yazıya (diyaloğu yazmak dahil) hakim olması. Senaryo tek elden yazıldığından diğer herkese hakim görünüyor. Anne kendisi için çizilen profile göre, kadın öğretmenler de kendileri için çizilen profile göre davranır. Filmde, karakterleri zenginleştirmek için bile olsa gri alanlar yok. Filmin yaptığı şey, oynamak için sadece bir bisiklet almayı hayal eden kahramanının hüsrana uğramış ve isteksiz dünyası hakkında bir mesaj iletmek adına bu sistematik durumları kalıp olarak kullanmak. Bu, bir sonraki Suudi filmi “Mükemmel Aday” da gelişen bir durum.

Şehid Emin’in ilk uzun metrajlı filmi, daha az önemli olmamakla birlikte farklıydı. “Seyyidetu’l-Bahr / Denizin Hanımefendisi” (2019) isimli, siyah beyaz çekilmiş, şiirsel sembollerden oluşan bir film.

Uzun metrajlı bu ilk denemede, içinde yaşadığı ilkel toplumdan dışlanmış Hayat adlı bir kızın yetiştirilme tarzını görüyoruz. Hayat on iki yaşında ve annesini filmde sadece ara sıra görüyoruz. Babası, denizkızını memnun etmek için Hayat’ı kurban etmek zorunda kalır. Bunu, ağaçsız ve kumsuz bir kıyı adasında, daha ziyade köyün kıyısına bakan kayalık yaylalarda yaşayan köy halkının balıkçılık seviyesinin artması için yapar. Köy halkının içtikleri ve günlük yaşamlarında kullandıkları suyun nereden geldiğine dair bir açıklama yok.

Bu sert ortamda Hayat, gelenekleri reddederek kendi güdüleriyle yaşıyor. Reddetmiş olması, onun da olan biteni kabul etmek zorunda olmadığı anlamına gelmez. Hayat’ı adak olarak sunma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca o, kendisini, ağ örmek, halat bağlamak, balık tutmak ve balıkçı gemilerinde çalışmak gibi kendini erkek işleri yaparken bulur. Böylelikle film, yalnızca miras kalan toplumsal gelenekleri ve onların kadına yönelik önyargılarını değil, aynı zamanda kadınların bu yaşamı aşıp eşit bir toplumsal aktöre dönüşebilmelerinin tek yolunun da erkek işi yapmak olduğunu gösteriyor. Bu, yönetmenin anlaşma krizinden çıkma önerisi değil. Ancak bu durum, Hayat’ın karşısına bir seçim olarak çıktı.

Abdulmuhsin el Dab`an’ın Ahiru Ziyare/ Son Ziyaret filminden bir ekran görüntüsü (Last Sin Films)
Abdulmuhsin el Dab`an’ın Ahiru Ziyare/ Son Ziyaret filminden bir ekran görüntüsü (Last Sin Films)

Diğer Filmler

Bu iki filmden başka, onlardan çok uzak olmayan, mükemmel hammaddelerin var olduğunu gösteren filmler var. Örneğin Mahmud es-Sabbağ’ın, Berake Yukabilu Berake / Bereket Bereket ile Buluşuyor (2016) ve Umre ve el-Urs es-Sani / Umre ve İkinci Evlilik filmleri; Abdulaziz el Şelahi “Had el-Tar” (2020) filmi ve 2018 yılında yaptığı ilk filmi “Sıfır Mesafe” ve Abdulmuhsin el Dab`an’ın Son Ziyaret (2019) filmi.

Eleştirmenler, "Son Ziyaret"in son yapımlar arasındaki en iyi film olduğunu ifade ediyor. Film şunu anlatıyor: Bir baba, küçük oğluyla beraber, arabayla bir düğüne doğru yolculuk yapar. Yolculuk esnasında baba, erkek kardeşinden aniden babalarının yatalak olduğunu, belki de hayatının son saatlerinde olduğunu bildiren bir telefon alır ve düğün yolculuğuna devam etmez. Baba ve oğlu, çok keyif verecek bir durumdan onunla tamamen çelişik bir duruma geçiş yapar. Baba (Usame el-Kas) ve oğlu (Abdullah el-Fehhad) arasındaki ilişki, bir sınava tabi tutulur. Bu sınav, ilişkilerini istikrarsızlaştırır ve misafiri olacakları eve gerilim katar. Filmde başka erkek oyuncular da var ancak hiç kadın oyuncu yok. Ancak filmin işleniş biçimi, kadınları dışlamayı değil, daha çok bir baba-oğul ilişkisini daha derine inerek incelemeyi amaçlıyor.

Görüntü, çoğu zaman yüz ifadeleri ve bakışları doğru şekilde yönlendirerek metne hizmet eder. Baba, kardeşinin evine geldiğinde, kendi istediğinin, oğlunun isteği olmadığını anlar. Oğul, aile işleriyle bütünleşmek istemez. Baba ve oğlu arasında bir yüzleşme meydana geldiğinde, bu karşılıklı olarak birbirlerini anlamalarına yol açmaz. Aksine genç adamın babasının isteklerini kabul etmesini daha da engeller. Bir sahnede baba oğlundan sabah namazına kalkmasını ister. Oğul ise babasının, kendi evlerinde namaza çağırmadığını, amcasının evinde gösteriş için bunu yaptığını söyler.

Suudi filmlerinde gündeme getirilen meseleler sosyal sorunları gündem ediyor.



Oscarlı yıldız korkutucu Broadway diyetini anlattı

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Oscarlı yıldız korkutucu Broadway diyetini anlattı

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Kieran Culkin artık Oscar ödüllü bir oyuncu olabilir ancak yakın zamanda verdiği bir röportajda hâlâ öğrenci gibi beslendiğini açıkladı.

42 yaşındaki oyuncu, Gerçek Acı'daki (A Real Pain) rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü'nü geçen ay kazanmıştı.

Halihazırda Broadway'deki Palace Theatre'da Bob Odenkirk, Bill Burr ve Michael McKean'le birlikte David Mamet'ın Glengarry Glen Ross'unun yeni bir yapımında rol alıyor.

Succession'daki eski rol arkadaşı Sarah Snook da Oscar Wilde'ın Dorian Gray'in Portresi (The Picture of Dorian Gray) adlı eserinin tek bir kadın oyuncu içeren versiyonuyla Broadway'de sahne alıyor.

Variety için birbirleriyle konuşan ikili, tiyatroda sahne alırken uyguladıkları sağlık rejimlerini anlattı. Snook, alkol ve kahveyi bıraktığını söyleyerek, "Kahveyi çok geç içersem, gösteriden sonra uyuyamıyorum" dedi.

Culkin ise Broadway'deki diyetinin "5 bardak kahve, gösteriden sonra iki viski ve 02.00'da yediği bir çizburgerden" oluştuğunu açıkladı.

Şoke olan Snook uyuyup uyumadığını sorduğunda Culkin "üç saat" cevabını verdi ve uyku apnesi sorunu olduğunu açıkladı.

Snook, meslektaşının beyin sağlığıyla ilgili endişelerini dile getirince, Culkin başını işaret ederek şaka yaptı:

Oh, hayır, bu gitti. Bunun ne zaman biteceği belli. Yakında beni tekerlekli sandalyeyle bir köşeye götürüp kendi kendime konuşmamı izleyeceksin.

Culkin martta Oscar ödülünü alırken yaptığı konuşma sırasında eşinden daha fazla çocuk isteyerek onu dehşete düşürmüştü.

Britanyalı reklam uzmanı eşi Jazz Charton'a iki çocuk daha istediğini söylemişti.

Oyuncu, geçen yılki Emmy ödül töreninin ardından yaşananları hatırlatmıştı; o zaman sahnede, Charton'ın ödülü kazanırsa ona üçüncü bir çocuk sözü verdiğini espriyle anlatmıştı.

Culkin daha sonra izleyicilere bir hikaye anlatmak istediğini söylemiş ve sahne arkası ekibinden onu kesmemesini rica etmişti. Ardından, eşinin Oscar kazanırsa ona bir çocuk daha vaat ettiğini açıklamıştı.

Culkin "Gösteriden sonra otoparkta yürüyorduk... Ve o, 'Aman Tanrım, bunu söylemiştim!' dedi" diye anlatmıştı. 

'Sanırım sana üçüncü bir çocuk borçluyum' dedi. Ben de ona döndüm ve 'Gerçekten mi, ben 4 tane istiyorum' dedim. O da bana döndü ve (yemin ederim, bu olay bir yıldan biraz fazla bir süre önce oldu) 'Oscar kazandığında sana 4. çocuğu vereceğim' dedi.

Aktör, kalabalığın içindeki eşine bakarak "Baskı yok" diye eklemişti.

Ama şu çocukları yapmaya başlayalım, ne dersin?

Sevinç ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla nefesi kesilen Charton, eşinin anlattığı hikayenin çeşitli noktalarında gülerek başını sallamıştı.

2012'de New York'taki bir barda tanışan çiftin Kinsey Sioux ve Wilder Wolfe adında iki çocuğu var.

Independent Türkçe