Yaratıcı gözlemciler: Arap dünyasındaki yaban hayatı fotoğrafçıları

Kılık değiştirmek başarılı yaban hayatı fotoğrafçılığının anahtarı / Fotoğraf: Independent Arabia
Kılık değiştirmek başarılı yaban hayatı fotoğrafçılığının anahtarı / Fotoğraf: Independent Arabia
TT

Yaratıcı gözlemciler: Arap dünyasındaki yaban hayatı fotoğrafçıları

Kılık değiştirmek başarılı yaban hayatı fotoğrafçılığının anahtarı / Fotoğraf: Independent Arabia
Kılık değiştirmek başarılı yaban hayatı fotoğrafçılığının anahtarı / Fotoğraf: Independent Arabia

Daha önce az sayıdayken son yıllarda bu alanla ilgilenen Arap fotoğrafçıların ortaya çıkmasıyla birlikte Arap dünyasında yaban hayatını konu alan fotoğraf ve belgeseller oldukça popüler hale geldi.

Arap ülkelerinin çevresindeki biyolojik çeşitlilik zenginliğine ve geniş çöl alanlarının, koruma altındaki alanların ve kıyı bölgelerinin varlığına rağmen, yaban hayatı fotoğrafçılığı uzmanlığı neredeyse yalnızca yabancılara özeldi.

Son yıllarda pek çok Arap fotoğrafçı bu alanda büyük başarılara imza attı ve tıpkı bu alanda uzmanlaşan uluslararası fotoğrafçılar gibi, onların bazı çalışmaları da yaban hayatı konusunda uzman olan en ünlü yayınlarda yayımlandı.

İzleyici, gördüğü ve belki de dakikalarca ayrıntıları üzerinde düşündüğü görüntüyü, fotoğrafçının onu gördüğü göz kamaştırıcı şekilde yakalayabilmesinin saatler, hatta günler sürdüğünü, ayrıca bu görüntü için son derece profesyonel kamera ve lenslerin kullanıldığını hayal edemez.

İdeal bir görüntünün elde edilmesine yardımcı olan ve vahşi canlıların paniğe kapılmasını engelleyen kamuflaj, gözlem yapılacak yere uygun kıyafetler giyme ve başka çok çeşitli birçok prosedür var.

Arap yaban hayatı fotoğrafçıları gerçeklikleri nasıl görüyor? Karşılaştıkları temel zorluklar neler?

Bu tür fotoğrafçılığı sevenlerin başlıca uğrak noktası olan, vahşi ortam ve biyolojik çeşitlilik açısından zengin, en ünlü yerler hangileri?

XSASDEF
Mısır çevresinde ve koruma alanlarında bulunan yabani kurt / Fotoğraf: Independent Arabia

Mısırlı yaban hayatı fotoğrafçısı ve Mısır Doğayı Koruma Derneği'nin koruma programından sorumlu yetkili Watter el Bahri, şunları söyledi:

Bu alan son yıllarda Arap dünyasında da varlık kazandı. Bu durum, kameralar ve fotoğraf ekipmanlarındaki büyük gelişmenin yanı sıra, bu tür fotoğrafçılığın tanıtılmasına yardımcı olan sosyal medyanın yaygınlaşması da dahil olmak üzere çeşitli faktörlere bağlanabilir. Ayrıca yaban hayatı fotoğrafçılığı da dahil olmak üzere genel olarak görüntü kültürünün yaygınlaşması da bunda etkili oldu.

Watter, "Çöl turizmi ve kuş gözlem gezileri gibi yeni tür gezilerin yaygınlaşması ve bu geziler sırasında yaban hayatının ayırt edici görüntülerinin elde edilmesinin mümkün olduğuna" işaret etti.

Biyoçeşitlilik

Bahri, "Yaban hayatı resimleri birçok çevre sorununa ilişkin farkındalığın yayılmasında ve farklı ortamlarda yaşayan canlıların tanıtılmasında önemli bir rol oynuyor" dedi.

Bahri, Feyyum'daki Karun Gölü ve Sina'daki St. Catherine dahil olmak üzere, Mısır'daki büyük biyolojik çeşitliliğe sahip yerlere dikkat çekti.

Ayrıca, doğal koruma alanlarının yanı sıra Kızıldeniz' deki Vadi el Cemel gibi başka bölgelere de işaret etti.

Faslı fotoğrafçı Abdulgani Meyda ise yaban hayatı fotoğrafçılığına olan ilgiyi sosyal medyaya bağladı.

Sosyal medyanın, takipçilerin beğenisini kazanan belgesel video ve fotoğraflarla çevre bilincinin yayılmasına katkısını vurguladı.Meyda, ülkemizin farklı bölgelerinde yaşayan ve insanların haklarında hiçbir şey bilmediği pek çok nadide kuş ve hayvanın kamuoyuna bu şekilde tanıtıldığını da ifade etti.

xh5y
Afrika baykuşu Fas çölünde yaygın olarak görülmeye başladı / Fotoğraf: Independent Arabia

Meyda, "Başarılı bir yaban hayatı fotoğrafı çekmek için profesyonel bir kamera ve engebeli bölgelerde olabilecek hayvanların veya kuşların nerede olduğunu araştırmak için yüksek fiziksel kondisyonun yanı sıra ciddi bir sabır gerektiğine, çünkü bu işin saatlerce hareketsiz bir yerde kalmayı gerektirdiğine" dikkat çekti.

Faslı fotoğrafçı sözlerine şunları ekledi:

Merce, Zerka, Sidi Boughaba gibi ülkenin kuzeyindeki su kütleleri, Fas'taki yaban hayatı fotoğrafçılarının ülkeyi ziyaret eden göçmen su kuşlarını fotoğraflamak için gittikleri öne çıkan yerler. Bunun yanında fotoğrafçıların kullandığı mekanlar arasında, kuzeydoğuda Melviye Nehri, güneyde Souss-Massa Milli Parkı, Khenifiss Milli Parkı ve Tazekka Milli Parkı da bulunur. Ayrıca Fennek tilkisi (Çöl tilkisi), Firavun Puhu ve Felis margarita cinsi kedi gibi nadir görülen hayvanların bulunduğu çöl alanları da fotoğrafçılık için tercih ediliyor.

En zor tür

Suudi yaban hayatı fotoğrafçısı ve gözlemcisi İbrahim Süleyman el Şevamin, "Vahşi ortamda fotoğrafçılık en zor olanı, çünkü fotoğrafçı, stüdyolarda olduğu gibi kuşun veya hayvanın hareketini tahmin edemez veya ortam aydınlatmasını kontrol edemez. Bunun yerine pozlama üçgeni için canlı bir organizma hareket halindeyken hızlı şekilde deklanşör hızı seçmek gibi uygun ayarların yapılması ve hedefi yakınlaştırabilmek için yakınlaştırma lenslerini kullanma eğitimi gerekir. Aynı şekilde gün batımından önceki veya gün doğumundan sonraki saat olan altın saatte fotoğraf çekmek gerekir" dedi.

Şevamin, yaban hayatı fotoğrafçılığında yapılan yaygın bir hatanın, çevredeki bitkiler, kayalar veya plaj gibi ortamları göz ardı edip sadece hedefe odaklanmak olduğuna dikkat çekti.

xsdcf
Suudiler mevsimlik göç zamanında kuşları bekliyor / Fotoğraf: Independent Arabia

Suudi fotoğrafçı, izleyicilerin, yaban hayatı fotoğrafçılarının spontane fotoğraflarından, özellikle de çevrelerinden ve kültürlerinden olduğu için, etkilendiklerini ve bazılarının, hüthüt toygarı, luha ve sarı kuyruksallayan gibi yerel kuşların isimlerini de bildiklerini belirtti.

Söz konusu fotoğrafçı, vahşi ve doğal çevreyi çevre kirliliği, kaçak avcılık ve yasadışı ticaretin tehlikelerinden korumada bireylerin rolünü ve sosyal sorumluluğu harekete geçirmenin önemine dikkat çekti.

Şevamin, coğrafi çeşitlilik ve kuşların göç hatları üzerindeki stratejik konumu nedeniyle Suudi Arabistan'ın tüm bölgelerinin yaban hayatı çeşitliliği açısından zengin olduğuna dikkat çekti.

Şevamin, "Yaz, el-Baha, Asir ve Taif'in dağlık yaylalarını ziyaret etmek için en uygun mevsim. Sonbahar mevsiminde kıyı bölgelerindeki göçmen deniz kuşlarını izleme imkanı bulunur. Cizan bölgesi ılık havasıyla kış aylarında ideal bir lokasyon olurken, bahar ayları ise ekoturizm için bulunmaz bir fırsat" dedi.

Vahşi belgeseller

Yaban hayatı fotoğrafçılığının Arap dünyasında yaygınlaşması sadece fotoğraflarla sınırlı değil, aynı zamanda son halinin izleyici için göz kamaştırıcı olması adına daha fazla çaba ve birden fazla aşama gerektiren belgeseller de var.

Yaban hayatı belgeseli çekme konusunda uzman olanlar arasında Mısırlı fotoğrafçı Ramazan Munir Avvad da var. Avvad, "10 yılı aşkın bir süre önce yaban hayatını fotoğraflamaya başladığımda, Mısır'ın bu kadar çok biyolojik çeşitliliğe sahip olduğunu fark etmemiştim" dedi.

Avvad, sözlerine şöyle devam etti:

Fotoğraflar ve belgeseller izleyicilerini bilgilendiriyor ve çevre sorunlarına ilişkin farkındalığı artırıyor. Makro lenslerle fotoğraflanan küçük canlıların doğru detaylarını veren bazı fotoğraflar var, böylece izleyici onları tamamen yeni bir vizyonla, ilk kez gördüğü detaylarla görüyor.

Mısırlı fotoğrafçı açıklamalarını şöyle sürdürdü:

Yaban hayatı belgesellerini çekmek sakinlik ve uzun sabır gerektirir, çünkü bazı çekimlerin tamamlanması aylar alır ve ayrıca kamuflaj teknolojisine güvenmeyi gerektirir.

Avvad, bu belgesellerin, sadece sahne veya kliplerden ibaret olmayıp izleyiciye daha çekici gelmesi için drama ile birbirine bağlı bir hikaye şeklinde ilerlediğine dikkat çekti.

sef
Hutira baykuşu Mısır'da yaşayan bir yaban hayatı kuşu / Fotoğraf: Independent Arabia

Avvad, konunun mümkün olan en iyi sonucu elde etmek için hayvanın veya kuşun yerini ve doğasını incelemeyi gerektirdiğini vurguladı.

Avvad, sunulanların çoğu fotoğrafçıların bireysel çabaları olduğundan emek ve maliyete işaret etti.

Ürdün kuşu

Vahşi fotoğraf gezileri sadece vahşi doğada yaşayan canlıların fotoğraflarını çekmekten ibaret değil.

Bununla birlikte, bu canlıların yaşam tarzlarını izlenmesine, düşünülmesine ve öğrenilmesine olanak tanır.

Bir grup fotoğrafçının Ürdün'deki çılgın fotoğraf gezilerinden birinde ilk kez bir kuş görüldü ve gerçekten de ülkede yaşayan kuşlar listesine kaydedildi.

Ürdünlü fotoğrafçı Ramiz el-Temimi şunları söyledi:

Yaban hayatını fotoğraflamak için yaptığımız turlardan birinde, birden fazla gezide üç halkalı bir yağmurkuşu tespit edebildik. Madagaskar ve Doğu Afrika'da endemik olan kuşlardan biri olan kuş, daha önce Ürdün'de gözlemlenmemişti. Hatta gözlemimizden sonra ülkede 436 kuşun yer aldığı kuşlar listesine kaydedildi.

yu5
Ürdün'de üç halkalı yağmurkuşu görüldü / Fotoğraf: Independent Arabia

Temimi açıklamalarına şöyle devam etti:

Ezrak Sulak Koruma Alanı başta olmak üzere, koruma alanları Ürdün'deki yaban hayatı fotoğrafçılarının en çok ziyaret ettiği yerler arasında yer alıyor. Azrak Sulak Koruma Alanı çölde bir vaha ve kuşların göçleri sırasında Akabe Kuş Gözlemevi'nden sonra geçtikleri en önemli ikinci nokta olarak kabul edilmekte. Yaban hayatı fotoğrafçılarının en çok ziyaret ettikleri yerler arasında Dana Biyosfer Rezervi de yer alıyor. Burası, Arap Çölü ve Sudan bölgesine ek olarak Akdeniz ve İran-Turan bölgesinin bulunduğu dört hayati coğrafi bölgeyi kapsar.

Temimi, yüksek ekipman maliyeti, çekim alanlarında kaldıkları dönemlere ait ulaşım ve konaklama masrafları ve fotoğrafçıların da, özellikle bazılarının başka işlerle ilgili olması nedeniyle, uzun bir zamana ihtiyaçları olması da dahil olmak üzere yaban hayatı fotoğrafçılarının karşılaştığı zorluklara dikkat çekti.

Çekim çadırı

Filistinli fotoğrafçı Vesim Devvas ise "halkın dikkatini nesli tükenmekte olan hayvanlara ve kuşlara çekmek ve bu hayvanlara zarar vermemek" için yaban hayatını fotoğraflamanın önemine dikkat çekti.

Ayrıca çoğu fotoğrafçının hikayelerinde aktardığı "kuşları, hayvanları ve çevreyi, kaçak avlanmayı durdurarak, kuş yumurtalarına zarar vermeyerek ve çevrenin temizliğini sağlayarak korumanın gerekliliği" mesajı için övgüde bulundu.

svdfebh
Yıllık göç döneminde 500 milyon kuş Filistin'den geçiyor / Fotoğraf: Independent Arabia

Devvas, "Emir Vadisi, Sanur Vadisi ve Ürdün Vadisi bölgesi dahil olmak üzere biyolojik çeşitlilik açısından zengin Filistin bölgelerine" dikkat çekti.

Ayrıca yıllık göç döneminde üzerinden yaklaşık 500 milyon kuşun geçtiği Ölü Deniz'e bakan Kudüs'ün vahşi doğasına da dikkat çekti.

Filistinli fotoğrafçı, biyolojik çeşitliliği en çok tehdit eden şeyin yaban hayatı açısından zengin bölgelerde kurulan yerleşimlerin artması ve genişlemesi olduğuna dikkat çekti.

Fotoğrafçı, "Geyik, keklik ve saka kuşu gibi nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvanlar ve kuşlar için kaçak avlanmanın durdurulması, ayrıca yuvalardan genç civcivlerin çalınmasının ve evde üremek üzere satılmasının durdurulması" çağrısında bulundu.

Filistinli fotoğrafçı, "Fotoğraflarımın çoğunu toprağın ve çevrenin renklerinden oluşan küçük bir çadırın içinden çekiyorum. Tek bir görüntü elde etmek için saatlerce beklediğim çalışmalarımda da tamamen sakin kalıyorum ve hiç ses çıkarmıyorum" açıklamasında bulundu.

Devvas, başarılı bir fotoğraf çekmenin, profesyonel fotoğraf ekipmanlarına ve özel lenslere sahip olmanın yanı sıra sabır, tecrübe, kuşların davranışlarını incelemeyi ve nerede olduklarını bilmeyi gerektirdiğini" açıkladı.

Independent Arabia, Independent Türkçe



Beynin yaşlanmasında kritik rol oynayan bir protein bulundu

FTL1 proteini, beyin hücreleri arasındaki bağlantıları etkilyor (Pixabay)
FTL1 proteini, beyin hücreleri arasındaki bağlantıları etkilyor (Pixabay)
TT

Beynin yaşlanmasında kritik rol oynayan bir protein bulundu

FTL1 proteini, beyin hücreleri arasındaki bağlantıları etkilyor (Pixabay)
FTL1 proteini, beyin hücreleri arasındaki bağlantıları etkilyor (Pixabay)

Bilim insanları beynin yaşlanmasında kritik rol oynayan bir protein tespit etti. Bulgular, bilişsel gerilemenin yalnızca durdurulabileceğini değil, tersine çevrilebileceğini de gösteriyor.

Yaşlanma süreci özellikle beynin öğrenme ve hafızadan sorumlu bölgesi hipokampusta ciddi etkilere yol açıyor. Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklardaki bilişsel gerilemeler de bu bölgeyle bağlantılı. 

Kaliforniya Üniversitesi San Francisco kampüsünden araştırmacılar, demirle ilişkili bir proteinin bu gerilemede önemli bir payı olduğunu saptadı.

Bulguları hakemli dergi Nature Aging'de yayımlanan çalışmada yaşlı farelerin hipokampusunda FTL1 adlı bu proteinin daha fazla olduğu tespit edildi. Bu artışa paralel şekilde farelerin beyin hücreleri arasında daha az bağlantı vardı ve bilişsel becerileri de gerilemişti.

Araştırmacılar, genç farelerde FTL1 seviyelerini yapay olarak artırdığında, bu hayvanların beyinleri ve davranışları yaşlı farelerinkine benzemeye başladı.

FTL1'in artması beyindeki sinapsların bağlantı kurmasını zorlaştırırken, farelerin hafızası geriledi.

Hayvanların motor becerileri ve kaygı düzeylerinin etkilenmemesi, sözkonusu etkilerin hafıza ve sinaptik işlevlerle sınırlı kaldığına işaret ediyor.

Araştırmacılar yaşlı farelerin hipokampusundaki FTL1 miktarını azaltınca sinir hücreleri arasında daha fazla bağlantı kuruldu. Ayrıca fareler hafıza testlerinde de daha iyi performans gösterdi. Bilim insanları farelerin beyninin adeta gençleştiğini söylüyor.

FTL1 proteini, demir depolama ve metabolizmasında rol oynuyor. Yaşlandıkça bu metabolizmanın değişmesiyle FTL1 seviyeleri artıyor.

Yaşlanma karşıtı çalışmalar yürüten Andrew Steele, yer almadığı çalışma hakkında "Yaşlanmayı yönlendiren bir şey bulmak her zaman ilgi çekici bir şey ve beynimizi genç tutmak, yaşlandıkça sağlıklı ve aktif kalmanın en önemli unsurlarından biri" diyerek ekliyor: 

FTL1 bunda rol oynayan bir faktör gibi görünüyor.

Çalışmanın fareler üzerinde yürütülmesi gibi bazı sınırlılıkları var ve bulguların insanlar için de geçerli olup olmadığını anlamak için daha fazla araştırma yapılması gerekiyor.

Ancak yeni çalışma,  FTL1 proteinini hedef alarak Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklarla ilişkili bilişsel gerilemeyi tersine çevirme potansiyeli taşıyor. 

Independent Türkçe, BBC Science Focus, Science Daily, Nature Aging


İnsanların iki ayak üstünde yürümesini sağlayan iki evrimsel gelişme keşfedildi

İki ayak üzerinde yürümek, insanları (en sağda) diğer primatlardan ayıran temel özelliklerden biri (Wikimedia Commons)
İki ayak üzerinde yürümek, insanları (en sağda) diğer primatlardan ayıran temel özelliklerden biri (Wikimedia Commons)
TT

İnsanların iki ayak üstünde yürümesini sağlayan iki evrimsel gelişme keşfedildi

İki ayak üzerinde yürümek, insanları (en sağda) diğer primatlardan ayıran temel özelliklerden biri (Wikimedia Commons)
İki ayak üzerinde yürümek, insanları (en sağda) diğer primatlardan ayıran temel özelliklerden biri (Wikimedia Commons)

İnsanların evrimsel yolculuğunda, iki ayak üstünde yürümesini sağlayan iki önemli olay yaşandığı tespit edildi. 

İki ayak üstünde yürümek; alet ve silah kullanmaktan yiyecek toplamaya, sanat üretiminden bebek taşımaya kadar pek çok becerinin önünü açtı. Dik durmak, etrafı daha iyi gözlemlemeyi mümkün kılarken insanların gezegene yayılmasını da kolaylaştırdı.

Bu özellik aynı zamanda diğer primatlarda da görülmüyor. Genetik açıdan insanların en yakın akrabası olan şempanzeler zaman zaman iki ayak üzerinde yürüse de genellikle dört ayakları üzerinde hareket ediyor.

Bilim insanları dik yürümenin, pelvisteki en büyük kemik olan ilium sayesinde mümkün olduğunu uzun zamandır biliyor. Ancak bu kemiğin evrimi hakkında yeterince bilgi yoktu.

Harvard Üniversitesi'nden Dr. Terence Capellini ve ekibi, bu kemiğin gelişimini anlamak üzere kapsamlı bir çalışma yürüttü. İnsanlar ve diğer türlerden alınan örneklerle genetik değişimleri saptamaya çalıştılar.

Bilim insanları insan ve farenin yanı sıra diğer primatların embriyolarını inceleyerek iliumun nasıl evrimleştiğine dair fikir edindiler. 

Araştırmacılar fare ve diğer primatlarda benzer şekilde gelişen iliumun insanlarda tamamen farklı bir süreç izlediğini görünce şoke oldu. 

Ekip, insan embriyosunda her bir iliumun başlangıçta omurgaya paralel bir kıkırdak çubuğu olarak gelişeceğini ve ardından bu yöndeki büyümeyi bırakıp ileriye doğru genişleyeceğini düşünüyordu.

Ancak kemik, bir ucu göbeğe doğru öne, diğer ucu arkaya bakacak biçimde omurgaya dik bir çubuk halinde gelişmeye başlıyor. Daha sonra kıkırdak çubuk, iliumun nihai şekline dönüşürken yönünü koruyor.

Dr. Capellini, "Bu bizim için gerçekten çarpıcıydı" diyerek ekliyor: 

İnsan vücudunun hiçbir yerinde, insanların büyüme şeklini tamamen değiştirdiği bir yer yok.

Araştırmacılar ayrıca insan ve farelerdeki iliumun aynı genlerle geliştiğini ancak bu genlerin farklı şekilde çalıştığını da ortaya koydu.

Bu değişim sayesinde insanların, dik yürümek için gereken güçteki kasları destekleyen yeni bir tür pelvis geliştirmesinin mümkün olduğunu düşünüyorlar.

Bulguları hakemli dergi Nature'da yayımlanan çalışmaya göre insan pelvisi, bundan milyonlarca yıl sonra önemli bir değişim daha geçirdi. 

Bilim insanları iliumun, iskeletin geri kalanından yaklaşık 15 hafta sonra kıkırdaktan kemiğe geçtiğini keşfetti. Dr. Capellini, "Benzersiz, radikal bir değişim" ifadelerini kullanıyor.

Ekip bu değişimin yaklaşık 1 milyon yıl önce insan beyninin büyümesinden kaynaklandığını düşünüyor. İkinci yenilik, iliumun yeni şeklini korurken, kadınların büyük beyinli bebeklerin sığacağı kadar geniş bir doğum kanalına sahip olmasını da sağlamış görünüyor.

Dr. Capellini, "Bu değişiklikler olmasaydı, insanların yürümesi muhtemelen mümkün olmazdı ve sonraki beyin boyutu artışlarını hayal etmek zor olurdu" diyerek ekliyor:

İki ayak üzerinde yürümek, atalarımızın önce geniş alanlara, ardından tüm dünyaya yayılmasını sağladı.

Independent Türkçe, Reuters, New York Times, Nature


65 yıl önce Selanik'te bulunan kafatasının sırrı nihayet çözüldü

Kafatası, Petralona Mağarası'nın duvarına yapışmış halde bulunmuştu (Nadina/Wikimedia Commons)
Kafatası, Petralona Mağarası'nın duvarına yapışmış halde bulunmuştu (Nadina/Wikimedia Commons)
TT

65 yıl önce Selanik'te bulunan kafatasının sırrı nihayet çözüldü

Kafatası, Petralona Mağarası'nın duvarına yapışmış halde bulunmuştu (Nadina/Wikimedia Commons)
Kafatası, Petralona Mağarası'nın duvarına yapışmış halde bulunmuştu (Nadina/Wikimedia Commons)

Yunanistan'da yaklaşık 60 yıl önce keşfedilen kafatası nihayet tarihlendi ve hangi türe ait olduğu belirlendi. Bilim insanları bu türün ne Homo sapiens (modern insanlar) ne de Neandertal olduğunu söylüyor.

1960'ta Selanik'teki Petralona Mağarası'nda duvara yapışmış halde bir kafatası bulunmuştu. Alt çenesi eksik olmasına karşın kafatasının Homo cinsine ait olduğu anlaşılıyordu ancak hangi insan türünden geldiği bir türlü belirlenemiyordu.

En çok öne çıkan teorilerse türün Homo sapiens veya Neandertal olduğu yönündeydi. Bazı araştırmalardaysa 200 bin ila 700 bin yıl önce yaşamış Homo heidelbergensis türüne ait olduğu öne sürülüyordu.

Ayrıca kalıntıları tarihleme çabaları da net sonuçlar vermiyordu. Bilim insanları kafatasını 170 bin ila 700 bin yıl gibi çok geniş bir zaman aralığına tarihliyordu.

Ancak Fransa'daki İnsan Paleontoloji Enstitüsü'nden araştırmacılar, etkileyici bir teknik kullanarak kalıntıların kaç yıllık olduğunu saptadı. Ayrıca kafatasının yüksek ihtimalle Homo heidelbergensis'e ait olduğunu buldular.

Araştırmacılar, mağaralardaki özel koşullardan yararlanarak uranyum-toryum tarihleme adlı bir yönteme başvurdu. Bu teknik mağaranın içindeki suyun kayaların içinden sızıp aşağıya damlası ve ilerlerken içindeki mineralleri biriktirmesine dayanıyor. Bu süreçte kayalarda, uranyum içeren ancak toryum içermeyen kalsit tortuları kalıyor. Zamanla buradaki uranyum, toryuma dönüşüyor.

Bilim insanları bu sayede bir örnekteki uranyumun toryuma oranına ve uranyumun bozunma hızına bakarak tortunun yaşını belirleyebiliyor.

Bulguları hakemli dergi Journal of Human Evolution'da yayımlanan çalışmayı yürüten ekip, bu tekniği kullanarak doğrudan kafatasının üzerindeki kalsiti tarihledi. Ayrıca mağara duvarındaki üç ayrı örneğin de yaşını hesapladılar. 

Araştırmacılar kafatasının muhtemelen 286 bin, en az 277 bin yıllık olduğu sonucuna vardı. Eğer kafatası en başından beri mağara duvarıyla doğrudan temas halindeyse 277 bin ila 539 bin, ancak daha sonra oraya bırakıldıysa 277 bin ila 410 bin yaşında olduğunu söylüyorlar.

Ekip makalede bulgular hakkında şöyle yazıyor:

Petralona kafatasının yaşını belirlemek olağanüstü önem taşıyor çünkü bu fosil Avrupa'daki insan evriminde kilit bir konuma sahip.

Kafatası morfolojik açıdan hem Homo sapiens hem de Neandertallerden daha ilkel bir gruba ait görünüyor. Yeni belirlenen yaş aralığına göre bu hominin, Orta Pleistosen döneminde Avrupa'daki erken Neandertal soylarıyla birlikte yaşamış olabilir.

Bilim insanları kafatasının bu dönemde yaşadığı bilinen Homo heidelbergensis'e ait olduğunu tahmin ediyor.

Bulgular daha önce Zambiya'nın Kabwe kentinde bulunan ve 299 bin yıl önceye tarihlenen kafatasıyla ilgili tahminlerle de uyuşuyor.

Londra Doğa Tarihi Müzesi'nden ve iki çalışmada da yer alan Chris Stringer, "Bu fosil Petralona fosiliyle yakından benzerlik gösteriyor ve ben ikisini de Homo heidelbergensis olarak sınıflandırıyorum" diyor.

Independent Türkçe, Science Alert, Live Science, Archaeology News, Journal of Human Evolution