Iraklı arkeologlardan Batı’ya suçlama

Iraklı arkeologlar Batılı heyetleri, kendilerinin Musul’daki keşiflerini çalmakla suçladı.

Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi’ndeki Lamassu heykeli. (AFP)
Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi’ndeki Lamassu heykeli. (AFP)
TT

Iraklı arkeologlardan Batı’ya suçlama

Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi’ndeki Lamassu heykeli. (AFP)
Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi’ndeki Lamassu heykeli. (AFP)

Teysir Halef

Fransız kazı heyetinin birkaç gün önce Irak’ın Hursabad bölgesinde Asur dönemine ait kanatlı bir boğa keşfettiğini duyurmasının ardından Iraklı arkeologların çalışmalarının çalınmasına dair tartışma yeniden hız kazandı. Iraklı ve Suriyeli akademisyenler ve araştırmacılar, tarihî Ninova kentinde eski Musul şehrinin karşı doğusunda ve Musul’un 30 km güneyindeki Nimrud’da dört yıldır faaliyet yürüten Batılı kazı heyetlerinin yaptığı basın açıklamalarının gerçekliğini sorguluyor. Araştırmacılar, son dönemlerde Asur Kralı Eserhaddon’un Sarayı, Kral Adad-nirari’nin Sarayı, Sanherib Sarayı’ndaki el-Maska Kapısı ve daha başka yerler hakkında keşfedildiği açıklanan pek çok şeyin daha önce Iraklı heyetler tarafından keşfedildiğini ve Irak’ın uzman dergisi Sümer’de duyurulduğunu belirtti.

Fransız kazı heyetinin kanatlı boğa keşfiyle alakalı bir açıklama yapmasının hemen ardından arkeolog araştırmacı Amir Abdurrezak, Facebook hesabında bir video yayınlayarak bunun eski bir keşif olduğunu söyledi. Bu keşfin 1992 yılında Iraklı bir heyet tarafından nasıl gerçekleştiğini detaylı bir şekilde anlattı.

Musul Müzesi’nde DEAŞ örgütü unsurları tarafından parçalanmasıyla meşhur olan kanatlı boğa heykeli, Yeni Asur Krallığı’nda gücün sembolüydü. Uzunluğu üç metreye ulaşan heykelin ağırlığı on tondan fazla. Asur şehirlerinin kapı muhafızı olarak görüldüğü için modelleri, dünya çapındaki müzelere yayılmıştır.

Musul Müzesi’nde DEAŞ tarafından parçalanmasıyla meşhur olan kanatlı boğa heykeli, Yeni Asur Krallığı’nda gücün sembolü olarak biliniyor.

Eski keşifler

Fransız Strasbourg Üniversitesi’nde profesör olan Suriyeli akademisyen Dr. Şeyhmus Abdülaziz, Nebi Yunus Türbesi’nin altında kalan Kral Eserhaddon Sarayı’nın 1988 yılında Iraklı arkeolog Abdüssettar el-Azzavi tarafından keşfedildiğini ve Azzavi’nin bu konuya dair Sümer dergisinde (sayı: 45, sayfa: 69) bir çalışma yayımladığını açıkladı. Suriyeli akademisyenin açıklamasına göre bölge, Heidelberg Üniversitesi’nden Alman kazı heyetine teslim edildiğinde, 2015 yılında DEAŞ örgütünün kazdığı tüneller sayesinde duvar resimleri ve heykeller keşfedildi.

Abdülaziz konuya dair şunları söyledi:

Birkaç gün önce ABD’li bir arkeolog tarafından Nimrud şehrindeki Adad-nirari Sarayı koridorunda Asurlulara ait metinlerin keşfedildiği duyuruldu. Bu arkeolog yalnızca, Henry Layard’ın 19’uncu yüzyılda gerçekleştirilen kazılarına işaret etmiş. Ama bilindiği üzere bu pasaj ve metin, Iraklı arkeolog Müzahim Mahmud Hüseyin tarafından 1993 yılında keşfedildi ve Sümer dergisinde (sayı: 48) yayınlandı. Bu pasaj da metnin korunması için toprağa gömülmüştü.

fdcsfegr
Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi’ndeki bir Asur tanrısının heykeli. (AFP)

 

Finansman ve hatalar

Musul Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Amir el-Cumeyli ise sorunun esasında finansman ve finansör kuruluşlarla alakalı olduğunu düşünüyor. Cumeyli, konuyu şu sözlerle değerlendirdi:

İsviçreli Aliph kuruluşu, yaklaşık dört yıldan beri Irak’ta onlarca kültürel miras alanını ve arkeolojik alanı ele geçirdi ve bunlar için milyon dolarlar harcadı. Bunlar, aslında bağışlar. Bu projenin uzatılması bu kuruluşların çıkarınadır. Bu yüzden fonlar bakımından herhangi bir sorun olmamasına rağmen süre ile sahadaki başarıları karşılaştırdığımızda başarı oranı düşük ve mütevazı kalıyor. Pennsylvania Üniversitesi, Aliph kuruluşundan Asur başkenti Ninova’nın kapılarından biri olan el-Meska Kapısı ve Nimrud’da bir kazı için proje aldı. Şimdi her defasında yeni sonuçlar keşfettiğini iddia ediyor. Aslında bu, Iraklı araştırmacıların daha önce 1980’li ve 1990’lı yıllarda keşfettikleri şeylerin tekrar gösteriminden başka bir şey değil. Mesela Iraklı Meyser Said, Nimrud’daki sarayının kalıntılarında Asur Kralı 3. Tiglath Pileser’in tahtının platformunu ve kaidesini keşfetmiş ve zarar görmesin diye geçici bir süreliğine tekrar toprağa gömmüştü. Bir diğer araştırmacı Dr. Behnam Ebu’s-Suf’un Tell-i Tevbe’deki (Tövbe Tepesi) Nebi Yunus Türbesi’nde yaptığı keşiflere dair iddialarını, orada çalışma yürüten Alman Heidelberg Enstitüsü üyeleri de iddia ediyor. Aynı durum araştırmacı Prof. Cüneyd el-Fahri ve onun Nimrud’daki pek çok keşfi için de geçerli. Hatta İtalyan araştırmacı Nicola Marchetti’nin bir yıl önce keşfettiğini iddia ettiği Halzi Kapısı’nın bir yüzünü keşfeden de aslında merhum Dr. Donny George idi.

qswdefr
Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi’nde Asurlular salonu. (AFP)

Cumeyli, bazı uluslararası kuruluşların yaptıkları hataların, DEAŞ’ın verdiği zararlardan hiç de az olmadığına dikkat çekti. Örneğin Amerikan ‘UN mass’ kuruluşu ile İngiliz ‘G4s’ derneği; Suk eş-Şaarin (Huş el-Han/Huş el-Bîa) bölgesinde Ortodoks ve Katolik Süryanilere ve Ermenilere ait kilise kompleksindeki tarihî ve kültürel binaların ve birimlerin üçte ikisini yıkıp geçti. Gerekçeleri ise 2017 yılında, yani Musul şehrinin terörist çetelerin pençesinden kurtarılmasından kısa bir süre sonra mühendislik çalışmaları yapmak ve bölgeyi savaş kalıntılarından, patlayıcılardan ve mayınlardan temizlemekti. Bu çalışmalar, o bölgenin unsurlarının zayi olmasına ve mimari planlarının, tarzının, işlemelerinin, kitabelerinin, sütunlarının ve revaklarının, hatta ibadethanelerin ve sunakların ortadan kaybolmasına sebep oldu.

Iraklıların uzaklaştırılması

Yetkilileri tarafından soruşturulma korkusuyla adının açıklanmasını istemeyen Iraklı bir araştırmacı, kendilerinin bu heyetlerden dışlanması karşısında duyduğu şaşkınlığı dile getirdi. Halbuki onlar, kazı alanındaki tecrübelerinin yanı sıra çivi yazısı metinleri ve antik dilleri tercüme etme, çömlekleri sınıflandırma ve diğer uzmanlıklara sahipler.

Araştırmacı, daha önce sergilenen ve uluslararası düzeyde yayınlanmış antik eserlerin görüntülerinin yayınlandığına dikkat çekti. Mesela Nimrud şehrinde 3. Adad-nirari Sarayı’nda bulunan ve yakın zamanda sergilenen heykel, aslında geçen yüzyılın sonlarında arkeoloji uzmanı Prof. Müzahim Hüseyin liderliğindeki tamamen Iraklı bir heyet tarafından keşfedilmişti.

Kuruluş her defasında yeni sonuçlar keşfettiğini iddia ediyor. Aslında bu, daha önce 1980’li ve 1990’lı yıllarda Iraklı araştırmacılar tarafından keşfedilenlerin tekrar sergilenmesinden başka bir şey değil.

Adad-nirari Kapısı

Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla dergisinden aktardığına göre araştırmacı Müzahim Hüseyin, Irak Eski Eserler ve Kültürel Miras Dairesi’nin Ağustos 1993’te dört hafta boyunca Adad-nirari Sarayı bölgesinde birçok taşınabilir ve taşınamaz antik eser buldu. Bunların arasında mavi Musul mermerinden iki kapı eşiği de mevcut. İki odanın girişi olan bu eşiklerde çivi yazısı metinler de yer alıyor.  

Hüseyin, Kral 3. Adad-nirari’nin sarayından, lakaplarından ve başarılarından bahseden bu iki eşik metinlerini tercüme edip yayınladığını da sözlerine ekledi. İki tercümenin metni şu şekilde:

Birinci eşik: “Kral Adad-nirari; dünyanın kralı/Asur ülkesinin kralı, Tanrı Asur’un çocukluğunda seçtiği ve güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar uzanan benzersiz bir krallık bahşettiği oğul. Benden önce yaşamış en eski kral olan Bilkeb Kabi soyundan olup ‘Enmar Sakk Kokura’ dağını genişleten Güçlü 1. Şalmaneser’in soyundan, Sümer ve Akad ülkesinin kralı 2. Tukulti-Ninurta’nın torunu 2. Adad-nirari’nin soyu Aşurnasirpal’in oğlu, dört bir yanın kralı 3. Şalmaneser’in oğlu, dünyanın/Asur ülkesinin kralı Güçlü Kral Şemşi Adad’ın oğlu. (…)”

sxzdfe
Yakın zamanda Hursabad arkeolojik sit alanında Fransız arkeolog heyeti tarafından tüm kanatları sağlam bir şekilde keşfedilen, mermerden yapılmış bir Asur lamassu (insan başlı kanatlı boğa) heykeli (AFP)

İkinci eşik: Tanrı Asur’un çocukluğunda seçtiği ve kendisine eşsiz bir krallık bahşettiği oğul, dünyanın/Asur ülkesinin kralı Kral 3. Adad-nirari’nin sarayı. O kral ki Asur ülkesine hayat veren çobandır, tahtı sarsılmazdır. Tapınağın hâkimi en güzel ve mükemmel olanı (Tanrı İşar) temsil eden, Tanrı Asur’un himayesine giren ve dört bir yanın yöneticilerine boyun eğdiren kutsal rahiptir. (Kuzeyden güneye (Anadolu’dan Arap Körfezi’ne) ve Suriye’den, Filistin’den, Sur’dan, Sayda’dan, Humri’den ve Edom’dan ele geçirdiği ülkelerin isimlerini zikrediyor. Şam’a yaptığı seferi ve Şam kralına kendi başkentinde ve sarayında boyun eğdirişini, ondan 2 bin 300 talent (ölçü birimi) gümüş, 20 talent altın, 3 bin talent bakır, 5 bin talent demir ile renkli kumaşlar, başka giysiler ve fildişi kakma bir yatak aldığını anlatıyor) Bunlar Şam’da ve kraliyet sarayında ele geçirdiğim sayısız ganimetler. Bütün Kaldea kralları itaatlerini bildirdiler ve armağanlarını sundular. Babil’e, Borsippa’ya, Kuta’ya haraç ve vergi koydum. Hayatım için Tanrı Bel Nabdu ve Nergal adına ziyafet verdim.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Mayaların en eski ve en büyük tapınağı evreni resmediyor

Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)
Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)
TT

Mayaların en eski ve en büyük tapınağı evreni resmediyor

Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)
Meksika'nın güneydoğusundaki Maya anıtlarının tasarımında artı biçimleri önemli bir yere sahipti (Takeshi Inomata)

Bugüne kadar keşfedilen en eski ve en büyük Maya tapınağının, evreni tasvir ettiği bulundu.

Meksika'daki Aguada Fénix kazı alanı, 2020'de ilk keşfedildiğinde büyüklüğüyle arkeologları etkilemişti. 

Yaklaşık 3 bin yıl önce, Maya uygarlığının ilk dönemlerinde inşa edilen yapı 300 yıl kadar kullanılmış. 

Teotihuacan ve Tikal gibi diğer Mezoamerika yapılarından çok daha büyük olan bu tapınak, 9'a 7,5 kilometrelik genişliğiyle Maya uygarlığının bilinen en büyük ve eski mimarisi. 

Arizona Üniversitesi'nden Takeshi Inomata liderliğindeki ekibin bölgede yaptığı yeni çalışmalar, bu yapı hakkında yepyeni bilgileri açığa çıkardı.

Saha çalışmaları yürüten araştırmacılar, LIDAR teknolojisinden yararlanarak bitki örtüsü tarafından örtülmüş yapıları ortaya çıkardı.

Bilim insanları anıtın düzeninin, bir tür iç içe geçmiş artılar şeklinde olduğunu ve uzun eksenlerin yapının merkezine uzandığını saptadı. Yapay bir plato üzerindeki bu merkezin ortasında iki adet iç içe geçmiş artı şeklinde çukur bulunuyordu.

Uzun eksenlerin her birinde toprağa kazılmış bir koridor ve her iki tarafta yerüstüne inşa edilmiş geçitler vardı. 

Bulguları hakemli dergi Science Advances'ta dün (5 Kasım) yayımlanan çalışmaya göre tapınak, Antik Maya uygarlığının evrene dair anlayışının bir tasviriydi.

Inomata bulguları şöyle açıklıyor:

Bu, bir evren veya kozmos modeli gibi. Evrenin temelde bu artı biçimindeki düzene göre düzenlendiğini ve bunun da zamanın düzenine bağlı olduğunu düşünüyorlardı. 

Live Science'a konuşan Inomata, bu alanı kullanan kişilerin "evrenin muhtemelen kuzey-güney ve doğu-batı eksenlerine göre düzenlendiğini düşündüğünü" söylüyor.

Araştırmacılar yapının batı ekseninde yapımına başlanmış bir kanal sistemi tespit etti. Bu kanalların inşasının yarım bırakılması, işçilerin birtakım engellerle karşılaştığına işaret ediyor.

Antik takvimin izleri

Aguada Fénix'in merkezinde iç içe geçmiş artı şeklindeki çukurların tam ortasında gizli bir çukurda çalışmanın en etkileyici bulgularından biri ortaya çıkarıldı.

Araştırmacılar burada yine artı şekilde hizalanmış pigment kalıntıları buldular. 

dfrgt
Renkli pigmentlerin kuzey, güney, doğu ve batıyı temsil ettiği düşünülüyor (Takeshi Inomata)

Inomata, "Burada belirli yönlere göre konumlanmış pigmentler bulduk; kuzeyde mavi, doğuda yeşil, güneyde sarı. Batıdakini bilmiyoruz ama kırmızı bir kabuk var, bu yüzden kırmızı olabilir" diyor.

Ekip ayrıca anıtsal yapının doğu-batı ekseninin, 17 Ekim ve 24 Şubat'ta gün doğumuna göre hizalandığını tespit etti. Bu nedenle tapınağın, Maya takviminin önemli günlerinde ritüel alanı görevi gördüğünü düşünüyorlar.

Eşitlikçi bir toplum

Aguada Fénix'te yapılan çalışmalarda hükümdarları tasvir eden heykeller veya üst sınıflara ait evler bulunmadı. 

Araştırmacılar bu nedenle Aguada Fénix'te toplumsal hiyerarşi olmadığını, eşitlikçi bir toplum yapısının bölgede hakim olduğunu tahmin ediyor.

Ayrıca devasa yapının da işçilere baskı yapılarak değil, gönüllü çalışmalarla inşa edildiği düşünülüyor. Bilim insanlarına göre burayı inşa etmek için en az bin kişi, birkaç yıl boyunca her yıl birkaç ay çalışmış olmalı.

Inomata "İnsanlar geçmişte bazı şeylerin yaşandığına inanıyorlar; krallar vardı ve krallar piramitleri inşa etti. Dolayısıyla modern zamanlarda büyük işler başarmak için güçlü insanlara ihtiyaç duyulur" diyerek ekliyor:

Ancak geçmişe ait gerçek verilere baktığınızda, durumun böyle olmadığını görüyoruz. Yani önemli işler başarmak için gerçekten büyük bir toplumsal eşitsizliğe ihtiyacımız yok.

Independent Türkçe, Science Alert, Live Science, CNN, Science Advances


Alzheimer tedavisinin anahtarı, bu hayvanların kanında mı gizli?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Alzheimer tedavisinin anahtarı, bu hayvanların kanında mı gizli?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Yeni bir araştırmaya göre lama ve deve kanından elde edilen küçük protein molekülleri, Alzheimer hastalığı gibi beyin rahatsızlıklarının tedavisine fayda sağlayabilir ve daha az yan etkiye yol açabilir.

Bağışıklık sistemindeki bir tür antikor olan bu nanokorlar, ilk kez 1990'larda deve, lama ve alpakaları da içeren devegiller ailesinde keşfedildi.

Geleneksel antikorların yaklaşık onda biri kadar olan bu moleküller, başka hiçbir memelide görülmedi.

Kanser gibi hastalıklarda mevcut tedavi yaklaşımları genellikle antikorlara odaklansa da antikor molekülleri vücudun doğal kan-beyin bariyerini geçmekte zorlandığından, bu tedavilerin beyin rahatsızlıklarının tedavisinde sınırlı etkisi var.

Ancak araştırmacılar, çok daha küçük boyutları nedeniyle nanokorların, beyin hastalıklarına karşı daha etkili tedavilere dönüştürülme ve daha az yan etki gösterme potansiyeli taşıdığını söylüyor.

Fransa'daki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'nden (Centre National de la Recherche Scientifique / CNRS) Philippe Rondard, "Devegil nanokorları beyin bozukluklarına yönelik biyolojik tedavilerde yeni bir çağ açıyor ve tedaviler hakkındaki düşüncelerimizi kökten değiştiriyor" diyor.

Trends in Pharmacological Sciences adlı hakemli dergide yayımlanan yeni çalışmanın yazarlarından Dr. Rondard, "Geleneksel antikorlar ve küçük moleküller arasında yeni bir ilaç sınıfı oluşturabileceklerine inanıyoruz" ifadelerini kullanıyor.

df
Hayvancılık Zirvesi'nde ağıldaki iki alpaka samanların üzerinde oturuyor (Hans Lucas/AFP)

Fareler üzerinde yapılan önceki bir çalışma da nanokorların şizofrenideki davranış bozukluklarını giderebileceğini göstermişti.

CNRS'den Pierre-André Lafon, "Çözünürlüğü yüksek bu küçük proteinler, beyne pasif bir şekilde girebilir" diyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Dr. Lafon şöyle açıklıyor: 

Buna karşın kan-beyin bariyerini geçmek üzere tasarlanan küçük moleküllü ilaçlar hidrofobik yapıda ve bu da biyoyararlanımlarını sınırlıyor, hedef dışı bağlanma riskini artırıyor ve yan etkilere yol açıyor.

Bilim insanları nanokorların üretiminin, saflaştırılmasının ve mühendisliğinin daha kolay olduğunu ve geleneksel antikorlara kıyasla hedefe göre ince ayar yapılabildiğini söylüyor.

Öte yandan nanokorların insan klinik deneylerinde beyin bozukluklarına karşı test edilebilmesi için birkaç adıma daha ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar.

Bilim insanlarına göre asıl zorluk, nanokorların taşınmasını optimize etmek ve güvenliklerini sağlamak.

Dr. Rondard, "Nanokorların kendisiyle ilgili de kararlılıklarını değerlendirmek, düzgün katlandıklarını doğrulamak ve bir araya toplanmadıklarından emin olmak da gerekiyor" diyor.

Uzun süreli depolama ve nakliye sırasında etkinliğini koruyabilen klinik düzeyde nanokorlar ve kararlı formülasyonlar elde etmek gerekiyor.

Independent Türkçe


Yunan pirinç üreticilerinin yeni ek gelir kaynağı: Düğün konfetisi

Yunanistan'daki düğünlerde konfeti olarak kullanılan pirinçler bolluk ve refahı simgeliyor (Reuters)
Yunanistan'daki düğünlerde konfeti olarak kullanılan pirinçler bolluk ve refahı simgeliyor (Reuters)
TT

Yunan pirinç üreticilerinin yeni ek gelir kaynağı: Düğün konfetisi

Yunanistan'daki düğünlerde konfeti olarak kullanılan pirinçler bolluk ve refahı simgeliyor (Reuters)
Yunanistan'daki düğünlerde konfeti olarak kullanılan pirinçler bolluk ve refahı simgeliyor (Reuters)

Kuraklık ve artan rekabetle mücadele eden Yunan pirinç üreticileri, ellerindeki ürünleri ek gelir için düğün organizasyonlarına satıyor.

Reuters'ın haberinde, Yunanistan'daki düğünlerde konfeti olarak pirinç kullanma geleneğinin israfa yol açtığına dikkat çekiliyor. 

Çiftçilerin aktardığına göre bu gelenek sebebiyle her yıl yaklaşık 200 ton yenebilir pirinç kullanılmaz hale geliyor. 

Selanik'in 20 kilometre doğusundaki Halastra'da kurulan bir kooperatif hem israfın önlenmesi hem de çiftçilerin ek gelir kazanması için düğünlere kırık pirinç satmaya başladı. 

Kırık pirinçler hasat sırasında, kurutma ya da nakliye işlemlerinde zarar gören tanelerden oluşuyor. Kooperatif, bunları yeniden paketleyip "düğün pirinci" etiketli çuvallarla organizasyonlara satıyor. 

Kooperatifin pirinç üreticileri başkanı Kristor Gatzaras, "Yetersiz beslenme sorunu varken pirinci çöpe atmak yanlış" diyor. 

Avrupa Birliği'nin (AB) üçüncü büyük pirinç üreticisi olan Yunanistan, yıllık 250 bin tonluk üretimin çoğunu ihraç ediyor. Kırık pirinç ise ihracatın yaklaşık yüzde 9'una denk geliyor. 

Sektör, Güney Asya'dan gelen düşük maliyetli pirinçlerin yanı sıra tarım alanlarında son dönemde yaşanan kuraklık nedeniyle büyük darbe aldı. Kırık pirinçlerin düğün organizasyonlarına satılmasının sektörün canlanmasına katkı sağlayabileceği belirtiliyor. 

Girişimi destekleyen 34 yaşındaki çiftçi Vasilis Matziounis, "Birçok zorlukla karşı karşıyayız, maliyetler yükseldi, büyük baskı altındayız" diyor.

İklim değişikliği ve son yıllarda yaşanan kuraklık, başkent Atina'yı 30 yıl sonra ilk kez su kıtlığı tehdidiyle karşı karşıya getirdi.

Yunan hükümeti, ülke genelinde su yönetimini güçlendirmeyi ve Atina'nın su tedarikini güvence altına almayı amaçlayan 2,5 milyar euroluk bir acil durum planını devreye soktuğunu geçen hafta duyurmuştu. 

Independent Türkçe, Reuters, Ekathimerini