Ketojenik diyet hastayı epilepsiye karşı koruyor

Ketojenik diyetin epileptik nöbetlere karşı korumasının nedeni mikroplar!

Ketojenik diyet hastayı epilepsiye karşı koruyor
TT

Ketojenik diyet hastayı epilepsiye karşı koruyor

Ketojenik diyet hastayı epilepsiye karşı koruyor

Yağ oranı yüksek ve karbonhidrat oranı önemli ölçüde düşük olan diyetlerin, ilaca dirençli epilepsi türlerine sahip bireylerde özellikle de çocuklarda nöbet görülme sıklığını azaltmada önemli bir etkiye sahip olduğu biliniyor.

Bu diyetin bağırsak bakterilerinde bir değişime yol açtığı net olarak biliniyor olsa da, bu değişikliklerin kesin doğası ve nöbet görülme sıklığı ile olan bağlantısı bir sır olarak kalmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Science Alert sitesinin bilimsel tıp dergisi Cell Reports’tan aktardığına göre, Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi’nden (UCLA) araştırmacıların çocuklar üzerinde yapılan ileriye dönük bir çalışma ve fareler üzerinde yaptığı deneyler sayesinde, yediğimiz gıdaların sindirim sistemimizdeki mikropların fonksiyonlarını nasıl değiştirdiğini ve bunun epilepside rol oynadığından şüphelenilen çeşitli nörolojik fonksiyonları nasıl etkilediğini anlamaya bir adım daha yaklaşıyoruz.

Dünya çapında yaklaşık 50 milyon insan, epilepsi tanısı konan, beyinde tekrarlayan elektrik deşarjı fırtınalarından sıkıntı çekiyor, bu durum, dikkat dağılması ve şiddetli kasılmalara kadar her türlü durumla sonuçlanabiliyor. Çoğu hasta ilaçtan fayda görüyor ancak yaklaşık yüzde 30’u tedaviye dirençli gösteriyor.

Günlük karbonhidrat ve şeker alımını kısıtlayan bir beslenme dengesi olan ‘ketojenik diyet’, 1970’li yıllardan bu yana kilo verme yöntemi olarak tavsiye ediliyor.

Çoğu insan için ketojenik diyetin sağlığa faydaları tartışılırken, yağ oranı yüksek ve karbonhidrat oranı düşük diyetlerin dirençli epilepsisi olan kişilerde nöbet riskini bir şekilde azalttığına dair kanıtlar artıyor.

Bu bağlamda araştırmacılar, tedaviye dirençli epilepsi hastası çocukların yaklaşık yüzde 30’unun diyet uygularken nöbet geçirmediğini, yaklaşık yüzde 60’ının ise nöbet sıklığını yarıdan fazla azaltarak ‘önemli faydalar’ sağladığını gözlemledi.

Bununla birlikte, ne yazık ki diyete bağlı kalmak zor olabilir. Zira çocuklar, ne yiyebilecekleri konusunda seçici olarak yemek yiyebiliyorlar. Ayrıca sindirim sorunlarına ek olarak böbrek taşı riski ve diğer çeşitli yan etkiler de olabilir. Bu nedenle küçük bir grup dışında herkesin yıllar boyunca keto diyetine bağlı kalmaması şaşırtıcı değil.

Araştırmacılar, belirli bir besin kombinasyonunun, nöbet olasılığını azaltan nörolojik değişikliklere nasıl yol açtığını öğrendikten sonra bu kadar özel bir diyete dayanmayan yeni tedaviler yaratmayı umuyor.

Çalışmanın başyazarı UCLA moleküler biyolog Dr. Gregory Lum, “Nöbetlere karşı korumada faydalı mikropların işlevlerini belirlemek, ketojenik diyetin etkinliğini artırmanın veya yararlı etkilerini taklit etmenin yeni yollarının bulunmasını sağlayabilir” dedi.

Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi’nde biyolog Elaine Hsiao’nun laboratuvarında çalışan Lum, bir araştırma ekibi ile fare epilepsi modellerinin bağırsağında bulunan mikroplar, ürettikleri kimyasallar ve hipokampustaki gen ürünleri arasındaki önemli etkileşim ağının ortaya çıkarılmasına öncülük etti.

UCLA Mattel Çocuk Hastanesi’nde dirençli pediatrik epilepsisi olan 10 çocuğun bağırsak biyomları üzerinde keto diyetinin etkilerini araştırdıktan sonra Lum ve ekibi, genetiği değiştirilmiş mikroflorayı araştırdıkları bir deney gerçekleştirdi.

Yaklaşık bir ay boyunca keto diyeti uygulayan çocuklardan toplanan mikroflora örneklerinin, farelerde nöbetleri azaltmada, diyete başlamadan önce toplanan örneklere göre daha etkili olduğu görüldü.

Araştırmacılar ayrıca hem insanlarda hem de farelerde enerji üretimi, amino asit metabolizması ve yağ asidi oksidasyonunun spesifik formlarıyla ilgili metabolik değişiklikleri ortaya çıkardı.

Keto diyetiyle değiştirilmiş bir mikrobiyota alan farelerin, daha önce epilepsiyle ilişkilendirilen hipokampustaki genlerin aktivitesinde de değişiklikler olduğu ortaya çıktı.

Bu değişikliklerin nöbetlere yol açan koşulları spesifik olarak nasıl engellediğini anlamak, diğer ilaçların başarısız olduğu yerleri tespit ederek işe yarayacak ilaçların geliştirilmesini sağlayabilir.

Söz konusu araştırma, bağırsaklarımızda yaşayan birçok organizmanın tüm vücudumuzun nasıl çalıştığının belirlenmesinde nasıl önemli bir rol oynadığının başka bir örneği oldu. Zira nasıl beslenileceğini öğrenmenin zamanı geldi.



Kardiyologlardan uyarı: Yüksek protein diyeti tansiyon ve kolesterolü etkiliyor

Mevcut beslenme kılavuzları genellikle proteinin günlük alınan kalorinin yüzde 10 ila 35'ini oluşturmasını öneriyor (AFP)
Mevcut beslenme kılavuzları genellikle proteinin günlük alınan kalorinin yüzde 10 ila 35'ini oluşturmasını öneriyor (AFP)
TT

Kardiyologlardan uyarı: Yüksek protein diyeti tansiyon ve kolesterolü etkiliyor

Mevcut beslenme kılavuzları genellikle proteinin günlük alınan kalorinin yüzde 10 ila 35'ini oluşturmasını öneriyor (AFP)
Mevcut beslenme kılavuzları genellikle proteinin günlük alınan kalorinin yüzde 10 ila 35'ini oluşturmasını öneriyor (AFP)

Yeni bir çalışma, özellikle günlük kalorinin yüzde 22'sinden fazlasının proteinden geldiği yüksek proteinli beslenme biçimlerinin, ateroskleroz gelişimine yani atardamarların sertleşmesine katkıda bulunarak kalp sağlığı sorunlarına yol açabileceği uyarısında bulunuyor.

Pittsburgh Üniversitesi'nden araştırmacılar hem hayvan hem de küçük ölçekli insan deneylerini kullanarak fazla proteinin, özellikle de et ve yumurta gibi hayvansal kaynaklarda bulunan lösin adlı amino asidin, arteriyel plak oluşumunda rol oynayan temel bağışıklık hücreleri makrofajlarda mTOR sinyalini tetiklediğini keşfetti.

Hakemli dergi Nature Metabolism'de çarşamba günü yayımlanan çalışmanın başyazarı Dr. Babak Razani, "Yaklaşık yüzde 22 kilokalori protein içeren yemekler yemek, protein ve lösinin riski artırdığı eşik noktasına denk geliyor" diyor.

Ancak tüm uzmanlar aynı fikirde değil. Razani'nin ekibinin 2020'de yaptığı bir çalışma, yüksek proteinli beslenme biçimlerini kardiyovasküler hastalık riskinin artmasıyla ilişkilendirmişti.

2023'te insanlar üzerinde yapılan daha büyük bir çalışmada, yüksek ve standart seviyede protein içeren diyetler arasında kardiyovasküler çıktılar açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştı.

Araştırmada yer almayan kardiyolog Dr. Stephen Tang, çalışmanın herhangi bir sonuca varılamayacak kadar küçük ölçekli olduğunu iddia ediyor. Yine de bu çalışmanın, kalp uzmanlarının bitki ağırlıklı beslenme biçimlerine giderek daha fazla yöneldiğine dair artan kanıtlara işaret ettiğine değiniyor.

Medical News Today'e konuşan Tang, "Ben olsam farklı bir şey yapmazdım" diyor. 

Ancak bu çalışma, yüksek proteinin doğru yol olmadığına dair daha fazla kanıt sunuyor. Kardiyologlar genellikle proteine değil, kolesterol ve yüksek tansiyona odaklanır. Bu çalışma, bitki temelli beslenmenin kalp sağlığına iyi geldiğini doğruluyor.

1984'te yapılan bir çalışmada ekmek, sebze, meyve, kuruyemiş, fasulye ve makarna gibi gıdalardan elde edilenler bitkisel protein diye tanımlanmıştı. Bunlardan daha fazla tüketen kadınların sağlıklı yaşlanma olasılığı yüzde 46 daha fazlayken, hayvansal proteinlere bel bağlayanların yaşlandıkça sağlıklı kalma ihtimali yüzde 6 daha azdı.

Mevcut beslenme kılavuzları genel olarak proteinin günlük kalorinin yüzde 10 ila 35'ini oluşturmasını tavsiye ederken, alt sınırı vücut ağırlığının bir kilogramı başına yaklaşık 0,8 gram (enerjinin yaklaşık yüzde 11'i) olarak belirlemek çoğu yetişkin için yeterli.

Amerikan Kalp Derneği de protein niteliğinin kritik olduğunu belirtiyor. Fasulye, mercimek, kuruyemiş, tohumlar ve omega-3 bakımından zengin yağlı balıklar gibi bitki bazlı proteinleri tercih edip kırmızı ve işlenmiş etlerle doymuş yağ tüketimini sınırlandırmayı öneriyor.

Harvard araştırmacıları da aşırı proteinin doğası gereği zararlı olmadığını ancak hayvansal proteine fazla bel bağlamanın bitkisel proteine kıyasla kolesterolü ve ölüm riskini artırabileceğini ifade ediyor.

Independent Türkçe