Başarılı çocuklar yetiştirmek için ‘gözden kaçan’ hangi beceriler öğretilmelidir?https://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/4841561-ba%C5%9Far%C4%B1l%C4%B1-%C3%A7ocuklar-yeti%C5%9Ftirmek-i%C3%A7in-%E2%80%98g%C3%B6zden-ka%C3%A7an%E2%80%99-hangi-beceriler-%C3%B6%C4%9Fretilmelidir
Başarılı çocuklar yetiştirmek için ‘gözden kaçan’ hangi beceriler öğretilmelidir?
Özyeterlilik, bireyin hedeflerine ulaşmak için ne gerekiyorsa yapabileceğine olan inancıdır (Reuters-Arşiv)
ABD’de yaklaşık 20 yıldır psikolog olan Dr. Aliza Pressman, yeni ebeveynlere her zaman, çocuklarına ‘özyeterlilik becerisini’ öğretmelerini tavsiye ettiğini söyledi.
Şarku’l Avsat’ın CNBC’den aktardığı habere göre, Dr. Pressman konuya ilişkin değerlendirmesinde, “Özyeterlilik, bireyin hedeflerine ulaşmak için gerekenleri yapma konusunda kendi kapasitesine olan inancıdır. Benlik saygısı ‘Ben harikayım!’ diyebilir. Ancak özyeterlik, ‘Bunu çözmek ve yola çıktığım şeyi başarmak için gereken her şeye sahibim’ der.”
Dr. Pressman’a göre, güçlü bir özyeterlilik duygusuna sahip çocukların kendilerine meydan okumaları ve çaba göstermeleri daha olasıdır.
Başarısızlıkları için dış koşulları veya yetenek eksikliğini suçlamak yerine, kontrolleri dahilindeki faktörlere odaklanırlar.
Araştırmalar çocukların özyeterliliği şu dört kaynaktan elde ettiğini gösteriyor:
1- İşleri doğru yapma deneyimi
Bunun gerçekleşmesi için çocukların doğru seviyede zorlanması gerekir. Onları hazır olmadıkları eğitim deneyimlerine itmek ters etki yaratabilir.
Ne zaman bir şeyi yapamayacakları konusunda endişelenseler, onlara “Henüz o noktaya gelmedin” diyerek gelişen bir zihniyeti teşvik edebilirsiniz.
2-Başkalarının doğru şeyi yapmasını izlemek
Çocukların, en azından bazı özelliklerde (yaş, ırk veya etnik köken, cinsiyet kimliği, ilgi alanları gibi) kendilerine benzer olduğunu düşündükleri kişilerin benzer hedeflere ulaştıklarını görmeleri önemlidir.
Akran modellemenin, eşsiz çocuğumuza tam olarak benzeyen kişilerden gelmesi gerekmez.
Ancak farklı ırk ve cinsiyetten çok daha büyük bir çocuğun bir şeyi başarmasını izlemek aynı etkiyi yaratmayabilir.
3- İşleri doğru yapma geçmişine sahip olduklarını hatırlatma
Geçmişe dair kendimize anlattığımız hikayeler geleceğe dair yeterlilik duygumuzu yaratır.
Araştırmalar, iyimserliğe eğilimli, gelişme zihniyetine sahip ve kendilerine inanan insanların çoğunlukla kötümser akranlarından çok farklı geçmiş deneyimlerine sahip olmadıklarını gösteriyor.
Başarıları başarısızlıklardan daha net bir şekilde hatırlıyorlar.
4-Sakinleşmek
Çocuklar zorluklarla karşılaştıklarında stresli, huzursuz veya endişeli hissediyorlarsa, öncelikle bu fizyolojik tepkiye dikkat etmeden performans sergilemek zor olabilir.
Çocuklarımıza dikkatli nefes alma gibi kendi kendini rahatlatan uygulamaları öğretmek, odaklandıkları her konuda yetkin olmalarına yardımcı olma konusunda uzun bir yol kat etmeyi sağlar.
Çocukların içsel yeterliliğini geliştirmelerine nasıl yardımcı olunur?
1-Onları hemen iyi olmadıkları bir şeyi denemeye teşvik edin
Dr. Pressman’a göre, her zaman mükemmeli aramak yerine, çocuklara çabalayarak gelişme sağlanacağını hatırlatmak gerekiyor.
2-Düzeltmek için netleştirin
Hataları kırmızı kalemle işaretleyip ‘Yine yanlış yaptın’ demek yerine, soruyu yeniden sormayı, yeniden ifade etmeyi, değiştirmeyi, yönergeleri netleştirmeyi ve önceden öğrenilen becerilerin üzerinden geçmeyi deneyin.
Kırmızı bir elmayı işaret edip ‘mavi’ diyen küçük çocuklarda bile, onları düzeltmek yerine, “Ah, evet, yaban mersini mavi ve bu da kırmızı bir elma” diyebilirsiniz.
3-Başardığında net bir şekilde övün.
“İyi iş!” dediğimizde samimi ve spesifik olmalısınız. Çocuklara, onların gerçek çabasını, kararlılığını, yaratıcılığını, bağımsızlığını ve yeterliliğini fark ettiğinizde bunu söyleyin.
4-Stratejiyi belirtin
Dr. Pressman’a göre, çocukların eylem ile başarı arasındaki çizgiyi çizmesine yardımcı olmak gerekiyor.
Çocuklar başarısızlıklarının kalıcı sınırlamalardan kaynaklanmadığını anladıklarında gelecekteki başarılar için bir fırsat doğar.
Günümüzü düşünmek: Byung-Chul Han'ın okumanız gereken 5 yapıtı
Byung-Chul Han, uzun süre Almanya ve İsviçre'deki üniversitelerde ders verdi (Reuters)
Minerva'nın Baykuşu bu hafta, Güney Koreli felsefeci Byung-Chul Han'ın eserlerinin rehberliğinde, insan varoluşunun farklı hallerini keşfe çıkıyor.
1959'da Güney Kore'nin başkenti Seul'de doğan Han, üniversitede metalurji okurken yolunu değiştirerek felsefeyle uğraşmaya başladı. 1980'lerde doğduğu ülkeyi terk edip Almanya'ya giderek felsefenin yanı sıra Alman edebiyatı ve Katolik ilahiyatı alanlarında eğitim gördü.
Freiburg Üniversitesi'nde Heidegger üzerine doktorasını tamamlayan kültür kuramcısı, 20'den fazla kitap ve birçok deneme kaleme aldı.
2022'de yayımlanan Tefekkür Yaşamı'nın kasımda Ketebe Yayınları etiketiyle Türkiye'deki okurlarla buluşması vesilesiyle, Han'ın düşüncesinin farklı boyutlarını ortaya koyan 5 eserini ele aldık.
Tefekkür Yaşamı
Tefekkür Yaşamı hız, eylem ve tüketim üzerine kurulu günümüz toplumunda eylemsizliğin, yavaşlamanın ve derinlemesine düşünmenin imkanlarını sorguluyor.
"İnsan varlığı tamamen etkinlik tarafından emilir. Bu da onu sömürülebilir hale getirir" diyen Han, eylemsizliği bir tembellik ya da erteleme davranışı değil, insan olmanın özü şeklinde ele alıyor. Bu anlamda eylemsizlik, kendisini peşinen verimlilik, performans ve tüketimin hizmetine sunmayan bir var olma halini vurguluyor.
İşleve indirgediği sürece sömürüye de açık olan eylem ve tepkilerin karşısına yerleştirilen eylemsizlik, gerçek mutluluğun anahtarı olarak sunuluyor:
Gerçek mutluluk kendini amaçsız ve yararsız olana, kasıtlı olarak beceriksiz olana, verimsiz olana, dolambaçlı olana, saptırıcı olana, gereksiz olana, hiçbir işe yaramayan ve hiçbir amaca hizmet etmeyen güzel biçimlere ve jestlere borçludur.
Bizi eylemlerin tepkilere, deneyimlerin de yaşanmışlıklara indirgenmediği bir alana götüren bu eylemsizlik düşüncesi, her şeyden önce can sıkıntısına tahammül etmekle ve bazı şeylerin yavaş yavaş olgunlaşması için sabır göstermekle başlıyor.
Almancadan çeviren: Barış Tut, 100 s., 2024, Ketebe Yayınları Palyatif Toplum
Tedaviye dirençli ağrılardan muzdarip hastaların şikayetlerinin dindirilmesi amacıyla uygulanan tedavilere tıpta "palyatif" adı veriliyor. Sıfatın kökeninde Latince "manto" anlamına gelen "pallium" ve "paltoyla örtmek" manasındaki "palliare" sözcükleri var.
Han, bu etimolojik bagajı Palyatif Toplum'da çeşitli izlekler üzerinden açarak, günümüz toplumunu belirleyen acı fobisini (algofobi) merceğe alıyor. Alman yazar ve böcekbilimci Ernst Jünger'in "Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!" sözüyle açılan kitabında felsefeci, acının yorumbilimini yaparak sıradışı bir toplum eleştirisi sunuyor. Algofobinin sadece acıdan kaçınma değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal açıdan bir uyum baskısı ve uyuşma yarattığına dikkat çekiyor:
'Alternatifsizlik' siyasi bir ağrı kesicidir. Muğlak 'orta yol' palyatif bir etki gösterir. Tartışmanın ve daha iyi savlar uğruna mücadelenin yerini sisteme uyma baskısı alır.
Milyarderlerin servetlerini harcağı Silikon Vadisi'ndeki yaşlanmayı geciktirici projeler son dönemde gündemden düşmüyor. Fakat acının ve ölümün bertaraf edildiği bir yaşama artık insan hayatı diyemeyiz:
Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır (...) İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama hayatı pahasına.
Yeryüzüne Övgü, belki de Han'ın en şahsi kitaplarından biri. Kitabın özgün adı Lob der Erde, Mahler'in ölmeden önce bestelediği son eserlerinden Lied der Erde'yi (Yeryüzünün Şarkısı) anımsatıyor. Han'ın kitabı da aynı şekilde melodik; yeryüzüne övgüsü yeryüzünün şarkısına dönüşüyor.
Korece "gizli bahçe" anlamına gelen Bi-Won adını verdiği bir bahçede üç yıl boyunca çalışırken yaşadığı deneyimleri kaleme alan felsefeci, bahçede her şeyden önce zamanı çok daha yoğun deneyimlediğini, toprağın hem canlılığını hem de kırılganlığını keşfettiğini belirtiyor.
Ancak Han'ın eseri bir doğa güzellemesinden ibaret değil. İnsanın doğayla kurduğu ilişkinin geri dönülmez şekilde felakete sürüklendiğini belirten kuramcı, ekolojik krize ve bunun toplumsal-siyasi açmazlarına değinerek şunları söylüyor:
Bugün yeryüzü için her türlü duyarlılığımızı kaybetmiş durumdayız. Artık yer yüzünün ne olduğunu bile bilmiyoruz. Onu sadece uzun süreli kullanabileceğimiz bir kaynak olarak görüyoruz. Yeryüzüne özen göstermek, ona varlığını/özünü geri vermek demektir.
Almancadan çeviren: Nafer Ermiş, 148 s., 2021, İnka Kitap
Psikopolitika
Han'ın neoliberalizm ve iktidar tekniklerini incelediği Psikopolitika, modern toplumda bireylerin nasıl birer "proje" ve "performans öznesine" dönüştürüldüğünü masaya yatırıyor. Neoliberalizmi, "kapitalizmin mutasyon geçirmiş hali" diye niteleyen kültür kuramcısı, iktidarın gözetleme ve denetim işini artık özneye devrettiğini vurguluyor.
Bu rejimin teolojik boyutu, dijitalleşme ve sosyal medyada kendisini gösteriyor:
Like/Beğendim, dijital 'Amin'dir. Like'ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir.
Tüm kaçış noktalarını önceden kapatan neoliberal sistemde bireyin saldırganlığını kendine yöneltmesi "devrimci değil depresif" bir kişilik yapılanması oluşturduğu gibi, siyasi ve toplumsal dönüşümü de açmaza sokuyor:
Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir (...) Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikayet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektöründe yaptığı gibi.
İnsanın "doğru zaman algısını tamamen yitirdiği" savından yola çıkan Zamanın Kokusu, Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'ündeki şu vurucu sorunun etrafında şekilleniyor:
'Zamanında öl!' öğretisi daha yabancı geliyor herkese. Zamanında öl: diye öğretti Zerdüşt. Hiç zamanında yaşamamış birisi nasıl zamanında ölsün ki?
Toplumun bir "diskroni", yani zaman algısının bozulmasından kaynaklanan bir krizle boğuştuğuna dikkat çeken Han, insanların kendi bedenleriyle, çevreleriyle ve olayların akışıyla belirli koordinatlar üzerinden ilişki kurma kapasitesini kaybettiğini belirtiyor.
Felsefeci, en yeninin hüküm sürdüğü bir çağda atomlaşan zamanın karşısına "bulunma ve ikamet etme" düşüncesini yerleştiriyor. Bu düşüncenin en iyi temsilcisi, Çincede "kokulu mühür yazısı" anlamına gelen "hsiang yin" adlı tütsülü saatler. Çin'de 19. yüzyılın sonuna kadar kullanılan bu saatlerin yerleştirildiği kutularda çeşitli şiirler yer alıyor.
"Koku salan zaman akıp gitmez" diyen Han, tütsülü saatlerin zamanla farklı bir ilişki kurma imkanı sağladığı ölçüde su ve kum saatlerinden çok daha etkili olduğunu vurguluyor.
Nietzsche, 19. yüzyılın sonlarına doğru şöyle yazmıştı:
Yaşamın olağanüstü şekilde hızlanmasıyla zihin ve göz, yarım ya da yanlış görmeye ve yargılamaya alışıyor. Herkes ülkeyi ve insanlarını trenin penceresinden gördüğü kadarıyla tanıyan yolculara benziyor.
Bugün bu sözler bize şaşırtıcı derecede yakın. Hem düşünme ufkumuzu genişletmek hem de görüşümüzü keskinleştirmek için Han'ın eserlerini tekrar tekrar okumalıyız.