2 milyar yıllık kayada hayattaki en eski mikroplar bulundu

2 milyar yıllık kaya örneğindeki çatlaklarda mikrobiyal hücreler tespit edildi (Microbial Ecology)
2 milyar yıllık kaya örneğindeki çatlaklarda mikrobiyal hücreler tespit edildi (Microbial Ecology)
TT

2 milyar yıllık kayada hayattaki en eski mikroplar bulundu

2 milyar yıllık kaya örneğindeki çatlaklarda mikrobiyal hücreler tespit edildi (Microbial Ecology)
2 milyar yıllık kaya örneğindeki çatlaklarda mikrobiyal hücreler tespit edildi (Microbial Ecology)

Bilim insanları 2 milyar yıllık bir kayada, hayattaki en yaşlı mikropları tespit etti. Bugüne kadar bulunan en eski canlı mikrop örneklerini içeren yeni çalışma, yalnızca Dünya'daki değil, aynı zamanda Mars'taki yaşamın da geçmişine ışık tutabilir. 

Yeryüzünün metrelerce altında zaman zaman mikrop gibi organizmaların uzun süre yaşayabileceği ortamlar oluşuyor. Çok yavaş bir hızda gelişen bu küçük organizmalar milyonlarca yıl bile hayatta kalabiliyor. 

Güney Afrika'da yürütülen yeni araştırmaysa daha önce keşfedilen canlı mikroplardan neredeyse 1,9 milyar yıl daha yaşlı organizmaları ortaya çıkardı. 

Çalışmayı yürüten ekip, mikropları Bushveld Magmatik Kompleksi'nde buldu. Güney Afrika'daki kompleks, milyarlarca yıl önce magmanın Dünya yüzeyinin altında yavaşça soğumasıyla oluşmuştu. 

Neredeyse İrlanda büyüklüğündeki alan, dünyadaki en zengin maden yataklarından bazılarına ev sahipliği yapıyor. Ayrıca küresel çapta çıkarılan platinin yaklaşık yüzde 70'i de buradan geliyor. 

Bushveld Magmatik Kompleksi, oluşumundan itibaren büyük ölçüde değişmeden kalması nedeniyle çok eski mikropların yaşamasına elverişli bir ortam sunuyor. 

Araştırmacılar sondaj yaparak yerin 15 metre altından yaklaşık 30 santimetre uzunluğunda, 2 milyar yıllık bir kaya örneği çıkardı. 

Ardından kayanın üzerinde, bir kil tortusu sayesinde çevresinden izole halde yaşayan mikroplar gördüler. 

Microbial Ecology adlı hakemli dergide 2 Ekim'de yayımlanan çalışmayı yürüten ekip, mikropların uzun yıllardır kayada yaşadığını ve sondaj sırasında bu yüzeye gelmediğini tespit etmek adına çeşitli görüntüleme tekniklerine başvurdu. 

Araştırmacılar, DNA'sını boyadıkları mikropların ve onları çevreleyen kil tortusunun protein içeriğini inceledi. Bu sayede organizmaların hem canlı olduğunu hem de 2 milyar yaşındaki kayaya, kendi çalışmaları sırasında bulaşmadığını doğruladılar. 

Tokyo Üniversitesi'nden Yohey Suzuki, başyazarı olduğu çalışmanın bulguları hakkında "2 milyar yıllık kayaların yaşama elverişli olup olmadığını bilmiyorduk" diyerek ekliyor: 

Bugüne kadar canlı mikroorganizmaların bulunduğu en eski jeolojik katman, okyanus tabanının altındaki 100 milyon yıllık bir tortuydu. Dolayısıyla bu çok heyecan verici bir keşif.

Araştırmacılar bu örnekleri daha detaylı inceleyerek Dünya'daki yaşamın kökenleri hakkında daha kapsamlı bilgiler edinmeyi umuyor. Diğer yandan yeni bulguların başka gezegenlerin geçmişine ışık tutması da muhtemel. 

NASA'nın Perseverance aracının Mars'tan, yeni bulunan kayaya yakın yaşlarda örnekler getirmeye hazırlandığını söyleyen Suzuki ekliyor:

Dünya'da 2 milyar yıl öncesine ait örneklerde mikrobiyal yaşamı bulmak ve bunların gerçekliğini doğru bir şekilde teyit edebilmek, bundan sonra Mars'tan gelen örneklerde bulabileceklerimiz açısından beni heyecanlandırıyor.

Independent Türkçe, Popular Science, IFL Science, Microbial Ecology



İnsanlığı yeni ufuklara taşıyacak metal yakıtlı uzay teknolojisi test ediliyor

Bilim insanları, yeni iticilerin yanabilen herhangi bir metalle çalışabileceğini söylüyor (Southampton Üniversitesi)
Bilim insanları, yeni iticilerin yanabilen herhangi bir metalle çalışabileceğini söylüyor (Southampton Üniversitesi)
TT

İnsanlığı yeni ufuklara taşıyacak metal yakıtlı uzay teknolojisi test ediliyor

Bilim insanları, yeni iticilerin yanabilen herhangi bir metalle çalışabileceğini söylüyor (Southampton Üniversitesi)
Bilim insanları, yeni iticilerin yanabilen herhangi bir metalle çalışabileceğini söylüyor (Southampton Üniversitesi)

Bilim insanları metallerle çalışabilen bir uzay aracı iticisini test etmeye başladı. Uzay araçlarının demir ve alüminyum gibi metalleri yakıt olarak kullanmasını amaçlayan bu çalışma, insanlığın daha önce gitmediği kadar uzağa gitmesinin önünü açabilir. 

Uzay araçlarının uzun mesafeler kat etmesinin önündeki engellerden biri yakıt sıkıntısı. Dünya atmosferinin dışına çıktıktan sonra genellikle ksenon ya da kripton gibi nadir bulunan kimyasal elementler itici görevi görüyor.

Birleşik Krallık'taki (BK) Southampton Üniversitesi'nden araştırmacılar bu sorunun üstesinden gelmek için roketlerin uzayda bolca bulunan metalleri kullanabileceğini düşünüyor. 

BK merkezli uzay şirketi Magdrive'la birlikte çalışan ekip, metalleri yakıta dönüştürebilecek bir sistem tasarladı. 

Super Magdrive denen teknoloji, uzay araçlarının yakıt için Dünya'ya dönmek yerine asteroit, kuyrukluyıldız ve uydulardaki metalleri kullanmasını sağlayabilir. 

Güneş panelleriyle enerji depolayan sistem, daha sonra bu enerjiyi yüksek bir voltajda açığa çıkararak metalleri iyonize ediyor. Bu sayede yüksek yoğunluk ve sıcaklıkta bir dizi plazma "mermisi" oluşturuyor. Ardından bu mermiler hızlandırılarak belirli bir yöne doğru itme gücü yaratabiliyor. 

Araçların yeryüzünden havalanmak için yine de kimyasal yakıtlara ihtiyaç duyması bekleniyor. Ancak uzaya çıkan roketin, metalleri bu şekilde yakıta çevirerek yol alması muhtemel görünüyor. 

Halihazırda sistemi laboratuvar ortamında test eden ve çalışmaya liderlik eden Dr. Minkwan Kim "Bu yeni iticiler; demir, alüminyum ve bakır gibi yanabilen bütün metallerden güç alabilir" diyerek ekliyor:

Bu uzay aracına eklendikten sonra araç, mineraller açısından zengin bir kuyrukluyıldıza ya da uyduya inerek ihtiyaç duyduğu yakıtı alıp dolu bir depoyla yoluna devam edebilir. 

Halihazırda uydulara odaklanan Magdrive, uyduları yörüngede tutmak için gereken yakıt maliyetinin kayda değer derecede düşürelebileceğini öne sürüyor. 

Diğer yandan yeni sistemin başarılı olması durumunda derin uzaya yapılacak görevlerde kullanılabileceğini söyleyen Dr. Kim ekliyor:

Bu sistem yeni gezegenleri keşfetmemize, yeni yaşam arayışlarına girmemize, daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere gitmemize ve hiç bitmeyen keşiflere imkan sağlayabilir.

Independent Türkçe, New Atlas, Phys.org