Cilalı Taş Devri'nde iklim krizine karşı bulunan "çözüm" açığa çıktı

Bornholm'daki taşlar, Güneş'in eski toplumlar için önemini vurguluyor (Danimarka Ulusal Müzesi)
Bornholm'daki taşlar, Güneş'in eski toplumlar için önemini vurguluyor (Danimarka Ulusal Müzesi)
TT

Cilalı Taş Devri'nde iklim krizine karşı bulunan "çözüm" açığa çıktı

Bornholm'daki taşlar, Güneş'in eski toplumlar için önemini vurguluyor (Danimarka Ulusal Müzesi)
Bornholm'daki taşlar, Güneş'in eski toplumlar için önemini vurguluyor (Danimarka Ulusal Müzesi)

Bilim insanları Cilalı Taş Devri Avrupası'ndan kalan gizemli taşların, güneş ışığını geri getirme amacıyla adak olarak gömüldüğünü öne sürdü.

Danimarka'nın Baltık Denizi'ndeki adası Bornholm'da, üzerinde Güneş ve bitki motifleri taşıyan yüzlerce taş keşfedilmişti. Araştırmacılar büyük bir kısmı koyu renkli şeyl taşından yapılan bu eserlere "güneş taşı" diyor.

MÖ 2900 civarına tarihlenen güneş taşları; hayvan kemikleri, kil kap parçaları ve çakmaktaşı eşyalarla birlikte yere kazılan hendeklere gömülmüştü.

Bir ritüel izlenimi uyandıran bu eylemlerin amacını anlamak isteyen bilim insanları, gömüldükleri dönemdeki çevresel koşulları araştırmaya karar verdi.

Bulguları hakemli dergi Antiquity'de dün (16 Ocak) yayımlanan çalışmada Cilalı Taş Devri'ne ait bu ritüel, bir yanardağ patlamasıyla ilişkilendirildi. 

Volkanik patlamalarda atmosfere yayılan sülfür gibi maddeler güneş ışığını engelleyerek iklimin soğumasına yol açabiliyor. Tarih boyunca pek çok yazılı kayıtta örneğine rastlanan bu durum ekinlerin ölmesine de neden oluyor. 

MÖ 2900 civarından kalma böyle bir olayı anlatan yazılı kayıt bulunmamasına karşın yeni araştırmayı yürüten ekip buz çekirdeklerini kullandı. Zaman kapsülü görevi gören silindir şeklindeki bu yapıların katmanları, geçmişteki iklim koşullarına dair fikir veriyor.

Grönland'dan alınan buz çekirdeklerini inceleyen araştırmacılar, MÖ 2900'den önce ve sonraki ilkbahar-yaz aylarında don yaşandığına işaret eden kanıtlar buldu. Ayrıca Güneş'ten gelen radyasyonun azaldığı ve havanın soğuduğu da tespit edildi.

Buz çekirdeklerinin sülfür içerdiğini de saptayan ekip, iklimdeki değişimlerin MÖ 2910'daki bir yanardağ patlamasından kaynaklandığını düşünüyor.

Volkanik aktivite sonucu güneş ışığının azalması ve ekinlerin ölmesini tersine çevirmek isteyen halkın, güneş taşlarını adak olarak hendeklere gömdüğü tahmin ediliyor.

Bilim insanları, kaybolan güneş ışığı geri döndükten sonra bunu kutlamak veya böyle bir şeyin tekrar yaşanmaması için de ritüelin yapılmış olabileceğini söylüyor.

Kopenhag Üniversitesi'nden arkeolog Rune Iversen, ortak yazarı olduğu çalışma hakkında "Kuzey Avrupa'daki erken tarım kültürlerinde Güneş'in odak noktası olduğunu uzun zamandır biliyoruz" diyerek ekliyor: 

Toprağı işliyorlardı ve hasadı eve götürmek için Güneş'e bağımlıydılar. Stratosferdeki sis yüzünden Güneş'in uzun süre neredeyse yok olması onlar için son derece korkutucuydu.

Independent Türkçe, Popular Science, Live Science, Science Daily, Antiquity



İnsanların 3 milyon yıl önceki akrabasının etle beslenmediği tespit edildi

Australopithecus cinsinin 7 üyesinin dişleri, beslenme biçimlerini açığa çıkardı (Tina Lüdecke)
Australopithecus cinsinin 7 üyesinin dişleri, beslenme biçimlerini açığa çıkardı (Tina Lüdecke)
TT

İnsanların 3 milyon yıl önceki akrabasının etle beslenmediği tespit edildi

Australopithecus cinsinin 7 üyesinin dişleri, beslenme biçimlerini açığa çıkardı (Tina Lüdecke)
Australopithecus cinsinin 7 üyesinin dişleri, beslenme biçimlerini açığa çıkardı (Tina Lüdecke)

İnsanların 3 milyon yıl önce yaşayan akrabalarının büyük ölçüde vejeteryan olduğu ve neredeyse hiç et tüketmediği bulundu.

Pek çok bilim insanı et yemenin insanlığın gelişimi açısından bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor. Büyük beyinlerin ortaya çıkmasını buna bağlayan uzmanlar, hayvanların ilk ne zaman yenmeye başlandığını saptamaya çalışıyor.

Daha önce yapılan araştırmalarda bu tarihin 3,4 milyon önceye kadar uzandığı öne sürülmüştü. Etiyopya'da keşfedilen taş aletler ve hayvan kemiklerindeki kesme izlerinin, Australopithecus afarensis türünün et yediği anlamına geldiği düşünülüyordu. 

İnsanları da içeren hominin grubunda yer alan Australopithecus cinsi, hem insan hem maymuna benzer özellikler gösteriyordu. Australopithecus afarensis'in en meşhur üyesiyse, yaklaşık 3,2 milyon yıl önce yaşayan Lucy. 

Max Planck Enstitüsü'nden bilim insanları, bulgularını hakemli dergi Science'ta dün (16 Ocak) yayımladıkları çalışmada et yemenin geçmişine dair bilinenlere meydan okudu.

Araştırmacılar Güney Afrika'nın Johannesburg kentindeki bir mağarada keşfedilen, Australopithecus cinsindeki 7 kişinin diş kalıntılarını analiz etti. Bu homininlerin, Lucy'nin yakın akrabalarından Australopithecus africanus türüne ait olduğu tahmin ediliyor. 

Bilim insanları bu kişilerin et yiyip yemediğini anlamak için geliştirdikleri yeni bir yöntemi kullandı. Bu sayede diş minesinde korunan çok küçük miktarlardaki organik materyaldeki azotu tespit etmeyi başardılar.

Azot elementinin iki farklı formunun veya izotopunun oranının, aynı ekosistemdeki sırtlan ve leopar gibi etçil hayvanlardan ziyade, antilop gibi otçul hayvanların fosilleriyle büyük benzerlik gösterdiğini ortaya koydular. 

Bulgular, sözkonusu 7 kişinin büyük ölçüde bitkisel bir beslenme biçimi izlediğine işaret ediyor.

Makalenin yazarlarından Tina Lüdecke "Bazı örneklerin taş aletler ve kesme izi taşıyan kemiklerle birlikte bulunmasına rağmen verilerimiz, etin Australopithecus için çok önemli bir besin olduğu varsayımına meydan okuyor" diyor:

Modern insanlar dışındaki şempanze ve babun gibi primatlara benzer şekilde, ara sıra et tüketimi mümkün olsa da verilerimiz öncelikle bitkilerden oluşan bir diyete işaret ediyor.

Araştırmacılar bu kişilerin baklagil veya termitlerle beslenmiş olabileceğini düşünüyor ancak yeni çalışmada yapılan testler bu soruya net bir cevap sunmuyor.

Makalenin bir diğer yazarı Alfredo Martínez-García, bulguların et tüketiminin büyük beyinlerin gelişmesini sağladığı teorisini de güçlendirdiğini söylüyor. Bu düşüncesini Australopithecus'un sonraki homininlerden daha küçük bir beyni olmasına bağlayan Martínez-García şöyle açıklıyor:

Australopithecus'un çok fazla et tükettiğini bulsaydık, daha sonraki hominin türlerinde kafatası hacminin genişlemesinin, et tüketmeye başlamaktan kaynaklanmadığı sonucuna varırdık. 

Bilim insanları yeni yöntemi kullanarak diğer soyu tükenmiş hominin veya insan türlerinin ne kadar et tükettiğini öğrenmeyi umuyor. 

Lüdecke "Kritik sorular hâlâ cevaplanmadı: Et yemeye ilk kim başladı, ne zaman başladı ve ne zaman morfolojik adaptasyonları yönlendirecek kadar önemli bir kaynak haline geldi?" ifadelerini kullanıyor.

Independent Türkçe, Reuters, NPR, Science, Max Planck Enstitüsü