2025'in ilk çeyreğinde ıskalamamanız gereken 7 dizi

Politik gerilimden tıbbi dramaya, suç dünyasından distopik geleceğe kadar, yılın şimdilik en iyi dizilerini sıraladık

İlk sezonu 8 bölümden oluşan Paradise'ta 51 yaşındaki Emmy adayı James Marsden, ABD Başkanı Cal Bradford'ı canlandırıyor (Hulu)
İlk sezonu 8 bölümden oluşan Paradise'ta 51 yaşındaki Emmy adayı James Marsden, ABD Başkanı Cal Bradford'ı canlandırıyor (Hulu)
TT

2025'in ilk çeyreğinde ıskalamamanız gereken 7 dizi

İlk sezonu 8 bölümden oluşan Paradise'ta 51 yaşındaki Emmy adayı James Marsden, ABD Başkanı Cal Bradford'ı canlandırıyor (Hulu)
İlk sezonu 8 bölümden oluşan Paradise'ta 51 yaşındaki Emmy adayı James Marsden, ABD Başkanı Cal Bradford'ı canlandırıyor (Hulu)

Bir kez daha hayretler içindeyiz zira 2025'in ilk üç ayı göz açıp kapayıncaya kadar geride kaldı bile. Kışın kasvetli aylarında gün geldi koltuk ve battaniyeler en büyük sığınağımız oldu. Tabii diziler de... 

Yılın henüz başında birbirinden iddialı yapımlarla tanıştık. Politik gerilimden tıbbi dramaya, suç dünyasından distopik geleceklere uzanan diziler, izleyicileri ekranlara kilitlemeyi başardı. Gerçekle yalanın iç içe geçtiği tehlikeli dünyalara aralanan kapıları, yumrukların havada uçuştuğu sert ve etkileyici hikayeler izledi. Kimi zaman acil servisin kalp çarpıntısı yapan temposunu iliklerimize kadar hissettik, kimi zamansa her ailenin korkulu rüyası, en sert ve gerçekçi haliyle oturma odamıza kadar girdi. Ekrandaki yazılar çoktan akmaya başlasa da ne gördüklerimizi unuttuk ne de işittiklerimizi... 

Lafı çok da fazla uzatmadan, 2025'in ilk aylarında izleyicisini ekrana bağlamayı başaran dizileri sıralayalım. 

7. Zero Day (Netflix)

Robert De Niro'nun sarsıcı performansıyla izlemeye değer kıldığı Zero Day, 1970'lerin politik paranoya filmlerinden ilham alarak günümüzün en büyük korkularını ekrana yansıtıyor. Eski bir başkanın "vatanı koruma" bahanesiyle totaliter bir denetim mekanizması kurmasını izlerken, gerçekle manipülasyon arasındaki çizginin nasıl giderek bulanıklaştığını görüyoruz. 

jı
Fotoğraf: Netflix

Paranoyanın modern anatomisi diye nitelenebilecek dizi, toplumu bölmek için kullanılan korku politikalarını ve bireysel hakların nasıl yok sayılabileceğini (tanıdık geliyor mu?) ürkütücü bir gerçeklikle ele alıyor. 

Jesse Plemons, Angela Bassett ve Joan Allen gibi usta isimlerin de katkısıyla hikaye, sadece bir siyasi gerilim değil, aynı zamanda insan doğasının karanlık yönlerini de sorgulayan psikolojik bir drama haline geliyor. 

Olay örgüsüne dair bazı detaylar gereksiz yere karmaşıklaşsa da dizinin atmosferi ve sinematografisi bu eksiklikleri dengelemeyi başarıyor. 

Zero Day, paranoya ve korku politikalarını çarpıcı bir şekilde ele alan, uyarı niteliğinde kusurlu ama izlemeye değer bir manifesto.

6. High Potential (ABC/Disney+)

Hacks'le tanınan Kaitlin Olson, High Potential'la sonunda yeteneğini tam anlamıyla sergileyebileceği bir başrole kavuşuyor. Fransız yapımı Haut Potentiel Intellectuel'dan (HPI) uyarlanan dizi, üstün zekası sayesinde polis teşkilatına danışmanlık yapan üç çocuk annesi bir temizlikçiyi merkezine alıyor. 

Olson, karakterine keskin bir mizah ve sıcak bir enerji katarak, dizinin sıradan bir suç hikayesi olmaktan çıkmasını sağlıyor. High Potential, Monk ve The Mentalist gibi klasiklerden ilham alsa da 49 yaşındaki Olson'ın eksantrik ve eğlenceli yorumu sayesinde kendine has bir kimlik oluşturuyor. 

byg
ABC

Senaryo zaman zaman fazla didaktik olsa da, özellikle Olson ve Daniel Sunjata arasındaki dinamik diziyi izlemeye değer kılıyor. Suç çözme süreci tahmin edilebilir olsa da, karakterlerin kimyası ve mizahi dokunuşlar diziyi keyifli hale getiriyor. Derinlemesine yenilik sunmasa da, türün hayranları için eğlenceli ve akıcı bir seçenek sunuyor. High Potential, klasik formüllere dayanırken, Olson'ın enerjisiyle kendine özgü bir çekicilik yakalamayı başarıyor.

5. Asura (Netflix)

Eğer Arakçılar (Shoplifters) ve/veya Canavar'ı (Monster) izleyenlerdenseniz, Netflix kütüphanesine Hirokazu Kore-eda imzalı bir dizi eklendiğinde kalp atışlarınızın hızlanacağını bilirsiniz.

Altın Palmiye ödüllü yönetmenin Asura'sı, 1979'un Japonyası'nda 4 kız kardeşin, yaşlı babalarının ihanetiyle değişen hayatlarını olağanüstü bir incelikle anlatıyor. 

gftgf
Netflix

Japon sinemacının aile dinamiklerine olan derinlemesine bakışı ve insancıl anlatımı, izleyiciyi karakterlerin iç dünyasına davet ediyor. Rie Miyazawa'nın da aralarında olduğu usta oyuncu kadrosu, her sahneyi duygusal bir yoğunlukla dolduruyor. 

Kore-eda'nın ustaca yönettiği dizi, sadece anlatımıyla değil atmosferiyle de nostaljik ve melankolik bir etki yaratıyor. Asura, hem görsel zarafeti hem de karakterlerine duyduğu şefkatle, izleyiciyi derinden etkileyen, yavaş ama çarpıcı bir drama. 

Eleştirmenler tarafından "yılın en iyi Netflix dizilerinden biri" olarak gösterilmesi de bu etkileyici anlatının gücünü kanıtlıyor. Kısacası Asura, yalnızca bir aile hikayesi değil; insan ruhunun kırılganlıklarını ve dayanıklılığını gözler önüne seren şiirsel bir deneyim.

4. A Thousand Blows (Hulu/Disney+)

Tereddütsüz söyleyebilirim ki 2025, Stephen Graham'ın yılı. Peaky Blinders'ın yaratıcısı Steven Knight, A Thousand Blows'da kan, ter ve Londra'nın karanlık sokaklarını bir araya getirirken Graham, performansıyla devleşiyor. 

Knight, A Thousand Blows'la tarihsel suç dramalarına getirdiği kendine özgü sertliği ve stilize şiddeti bir kez daha ekrana taşıyor. 1880'lerin Londra'sında geçen dizi, yalnızca kanlı dövüş sahneleriyle değil, yeraltı dünyasının yozlaşmış dinamikleri ve hayatta kalma mücadelesiyle de izleyiciyi içine çekiyor. 

njhuj
Hulu

Graham'ın yanı sıra Erin Doherty ve Malachi Kirby'nin büyüleyici performansları, hikayeyi klasik bir suç anlatısından çıkarıp karakter odaklı bir dramaya dönüştürüyor. 

Dövüş sahneleri sadece fiziksel değil, aynı zamanda karakterlerin içsel çatışmalarını ve dönemin acımasız ruhunu da yansıtıyor. Dizinin sert diyalogları yer yer klişeye yaklaşsa da oyuncuların güçlü performansları her sahneyi izlemeye değer kılıyor. Zengin-yoksul çatışmasını, göçmen deneyimini ve şiddetin nasıl bir kimlik inşa ederken kullanılan bir araç haline geldiğini ustalıkla işleyen dizi, her yumrukta toplumsal bir öfke patlamasını hissettiriyor. 

Kısa ama etkili 6 bölümüyle A Thousand Blows, uzun vadeli bir hikayenin önsözünü, Peaky Blinders'ın ritmiyle buluşturarak yazıyor.

3. The Pitt (Max/BluTV)

The Pitt, modern televizyonun unuttuğu klasik unsurları ustalıkla geri getiren, etkileyici bir medikal drama. Her bölümü, 15 saatlik acil servis vardiyasının bir saatine odaklanarak, hastane hayatının kaotik temposunu gerçek zamanlı bir gerilimle izleyiciye hissettiriyor. 

Dizi, ne uzun uzadıya duygusal manipülasyonlara başvuruyor ne de yapay bir dramatiklik yaratıyor. Aksine, tıbbi krizlerin aciliyetini çıplak gerçekliğiyle sunarak gerilimi organik bir şekilde inşa ediyor. 

hbh
Max

Noah Wyle, Katherine LaNasa ve Taylor Dearden gibi oyuncuların güçlü performansları, hikayeye inandırıcılık katıyor. Duyguları sömürmeyen, aksine izleyiciyi hikayenin ortasına fırlatan bir yapıya sahip olması, The Pitt'i türdeşlerinden ayıran en büyük özelliklerden biri. Sadelik içinde mükemmelliği arayan anlatımıyla, yalnızca tıp dünyasının stresini değil, zaman baskısı altında insan doğasının nasıl şekillendiğini de gözler önüne seriyor. 

Yayın platformları her geçen gün dizi çöplüğüne dönerken The Pitt, televizyon tarihinin her döneminde kendine yer bulabilecek kadar etkileyici bir yapım olarak parlıyor.

2. Paradise (Hulu/Disney+)

Hayatın Kendisi (Life Itself) ve This Is Us gibi yapımlarla tanınan Dan Fogelman'ın imzasını taşıyan Paradise, izleyiciyi duygusal olarak sarsan sürprizlerle dolu bir politik gerilim ve cinayet gizemi sunuyor. 

Emmy ödüllü This Is Us'ın yaratıcısı, bu kez ABD Başkanı ekseninde dönen sürükleyici bir hikayeye taze bir bakış getiriyor. Sterling K. Brown, görev bilinciyle öfkesini bastıran bir Gizli Servis ajanını ustalıkla canlandırırken, James Marsden şimdiye kadarki en etkileyici performanslarından birini sergiliyor. 

uu
Hulu

Dizi, aile dramını bilimkurgu unsurlarıyla harmanlayarak izleyiciyi beklenmedik olaylarla içine çekiyor. Zaman zaman mantıksal boşluklara düşse de Paradise, hızlı temposu ve güçlü oyunculukları sayesinde ilgiyi kaybettirmiyor. 

Özellikle 1980'ler ve 1990'lar ruhunu yansıtan atmosferi, nostalji sevenler için ayrı bir çekicilik sunuyor. Ters köşeler ve flashback'lerle ilerleyen hikaye, Fogelman'ın izleyiciyi duygusal olarak manipüle etme konusundaki ustalığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Paradise, sürprizlerle dolu ve 2025'in en iyilerinden.

1. Adolescence (Netflix)

Ne demiştik? 2025, Stephen Graham'ın yılı. 51 yaşındaki aktörün 2021 yapımı Patlama Noktası'nda (Boiling Point) birlikte çalıştğı Philip Barantini'yle ikinci işbirliği de bir şaheserle sonuçlandı.

Barantini'nin yönettiği ve Jack Thorne'la Stephen Graham'ın yarattığı Adolescence, yayına girdiğinden beri adından söz ettiriyor ve yılın en çarpıcı ve etkileyici televizyon yapımı olarak öne çıkıyor. 

4 bölümlük bu mini dizi, 13 yaşındaki Jamie'nin bir cinayetle suçlanmasını farklı perspektiflerden ele alarak izleyiciye derin bir psikolojik gerilim sunuyor. Her bölümü Patlama Noktası'nda da olduğu gibi tek planda çekilen dizi, bu cesur sinematografik tercihiyle gerilimi ve gerçeklik hissini en üst seviyeye taşıyor. 

Henüz sadece 15 yaşındaki Owen Cooper, ilk oyunculuk denemesinde tam anlamıyla harikalar yaratıyor. A Thousand Blows'da da Graham'la çalışan Erin Doherty'nin olağanüstü performansı, hikayenin duygusal yükünü daha da artırıyor. Gelelim Graham'a... Britanyalı'nın canlandırdığı Eddie karakteri, bir babanın korkulu rüyasını, öfke, yas ve suçluluk gibi duygularla harmanlayarak mükemmel bir şekilde yansıtıyor. 

jbhbg
Netflix

Televizyon yazarlarından tam not alan dizinin, eleştiri derleme sitesi Rotten Tomatoes'da 100 üzerinden 99 puana ulaşmayı başardığını hatırlatalım. Guardian, Adolescence'ı "on yılların en kusursuz televizyon yapımı" diye tanımlarken Empire, tek plan çekim tekniğini "yılın en sarsıcı televizyon başarısı" şeklinde değerlendiriyor. 

Dizinin sosyolojik boyutu da son derece dikkat çekici. Adolescence, genç erkekler arasındaki toksik masküleniteyi ve Andrew Tate gibi figürlerin etkisini de gözler önüne seriyor. 

İzleyiciyi derinden sarsan, sinematografik cesaretiyle dikkat çeken ve yılın televizyon standartlarını belirleyen Adolescence, suç hikayesi olmakla kalmayıp günümüz gençliğinin nasıl şekillendiğini de derinlemesine analiz eden bir başyapıt. 2025'in ilk çeyreğinde izlediğimiz en iyi dizi olarak zirveye yerleşen bu yapım, sadece bir televizyon başarısı değil, aynı zamanda toplumsal bir fenomen haline geldi. Bazı anlarda seyretmesi kadar unutması da güç olan Adolescence, izleyicinin zihninde uzun süre yankılanan bir deneyime dönüşecek.

Independent Türkçe

 



Başka bir dünya için mücadele edenler: Edebiyattan 5 direniş hikayesi

(Chatgpt / Independent Türkçe)
(Chatgpt / Independent Türkçe)
TT

Başka bir dünya için mücadele edenler: Edebiyattan 5 direniş hikayesi

(Chatgpt / Independent Türkçe)
(Chatgpt / Independent Türkçe)

Tarihin dönüm noktalarında baskıya, adaletsizliğe ve umutsuzluğa karşı duranların hikayeleri edebiyatın en güçlü damarlarından birini oluşturuyor.

Direniş, yalnızca sokaklarda atılan sloganlarda ya da meydanlarda toplanan kalabalıklarda değil; bir yazarın karanlık bir dönemde kaleme aldığı cümlelerde, bir karakterin itirazla attığı ilk adımda da hayat bulabiliyor. Baskının, sansürün, yoksulluğun ya da savaşın kıyısında duran insanlar için yazmak, hem bir tanıklık biçimi hem de bir varoluş meselesine dönüşebiliyor. Edebiyat, bu anlamda yalnızca bir anlatı aracı değil, bazen zamanın ruhuna karşı koyabilmenin ya da başka bir dünyanın mümkün olduğunu hayal etmenin yollarından biri olarak anlam kazanıyor.

Minerva’nın Baykuşu bu hafta, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yurdun dört bir yanına yayılan ve en az 301 kişinin tutuklanmasına yol açan protestolardan ilham alarak tarihteki farklı direniş anlatılarının peşinden gidiyor.

Bu yazıda, dünyanın farklı coğrafyalarından beş yazarın kaleminden çıkan, direnişi konu edinen 5 eseri ele alıyoruz. Her biri, zulme karşı bir duruşun, bireysel ya da toplumsal başkaldırının izlerini taşırken, okuru hem geçmişin acılarına hem de bugünün mücadelelerine ortak ediyor.

İşte dünyaca ünlü yazarların kaleme aldığı 5 direniş anlatısı:

Peter Weiss – Direnmenin Estetiği

1937-1944’teki Nazi karşıtı direnişi ve buna katılan gerçek kişilerin yaşantılarını konu edinen Direnmenin Estetiği, birden fazla türün kesişim noktası niteliğinde. Anti-faşist hareketlerde mücadele edenlerin deneyimlerini tarihsel ve biyografik açıdan ele alan Weiss, kendine özgü üslubuyla bunları “estetikleştirip” kurmaca bir metin oluştururken, ufukta her zaman bir kurtuluş fikrini kerteriz alarak ilerliyor. 

Yer yer gerçeküstücü tekniklere de başvuran yazar, sadece 18'ine kadar yaşadığı Almanya’daki Nazi soykırımlarını değil, tüm Batı kültürünü siyaset ve sanat tarihine göndermelerle okuyarak çok katmanlı bir çalışma yapıyor. 1971-1981’de yazılan ve 10 yıllık bir emeğin ürünü olan üç ciltlik Direnmenin Estetiği, işçi sınıfından öğrencilerin müze ve galerilerde buluşup ettiği sohbetler üzerinden açılarak siyaset ve sanattaki direniş hareketlerini merkezine alıyor. 

sadfrgt
Weiss'ın Direnmenin Estetiği'nden önce 1963'te yayımlanan Marat/Sade oyunu da gözden kaçırılmaması gereken, dikkate değer bir başka çalışma (@literaire20/X)

Berlin’deki Bergama Müzesi’nde başlayan hikayede anlatıcılar, Olimpos tanrılarıyla devler (Gigantlar) arasındaki savaşı ve Bergama’nın kuruluş mitini anlatan Zeus Sunağı önünde sohbet ederler. Sunakta, Grek mitolojisinin ünlü kahramanı Herakles’in olmadığına dikkat çeken arkadaşların gözü, “sebatkar uğraşları ve cesaretiyle canavarları bertaraf edebilecek fani kurtarıcıyı” arar fakat bu figürü “kafalarında yaratmak durumunda kalırlar”. İlerleyen bölümlerde de ortaya çıkacak tarihsel gerçek, okura en baştan sezdirilir: Doğaüstü bir kurtarıcı gelmeyecek, kazanmak isteyen elini taşın altına koyup direnmek zorunda. 

Tapınakların, sarayların, sunakların, tiyatroların ünlü mimarlarının isimleri kuşaktan kuşağa aktarılırken, “mermeri kıran ve koca blokları öküzlerin çektiği arabalara sürükleyen angarya işçilerinin” adlarının unutulup gitmesi de direnişin içsel zorunluluğunu ortaya koyuyor: 

Herakles yeterince silahı ve zırhı olanlara değil, onlara, ezilenlere yardım etmeliydi.

Almancadan çevirenler: Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay, 847 s., 2023, İletişim Yayınları

George Orwell – Selam Olsun Katalonya’ya

1984 ve Hayvan Çiftliği’yle dünya çapında ünlenmeden önce George Orwell, 1936’da 33 yaşındayken tası tarağı toplayıp İspanya’daki iç savaşa katılmaya gider. Pasaport alabilmek için Birleşik Krallık’ta dönemin Bağımsız İşçi Partisi’yle (ILP) iletişime geçer, parti de onu savaş muhabiri olarak ülkeye sokar. Ancak Barselona’ya vardığında ILP’nin Katalonya temsilcisi William McNeil’la iletişime geçer ve ülkeye “asıl gelme sebebinin faşizme karşı savaşmak” olduğunu söyler. 

General Francisco Franco liderliğindeki Milliyetçiler’e karşı verilen mücadele, anti-Stalinist çizgideki Marksist Birleşim İşçi Partisi’nın (POUM) safına katıldıktan sonra cephede yaşadıklarını kaleme aldığı Katalonya’ya Selam, ilk başta ticari açıdan başarısız kalsa da özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde üzerine çokça yazılıp çizilen bir eser oldu. 

csdfgthy
Orwell, distopya türünde ünlü eserlerini vermeden önce İspanya iç savaşında yer almıştı (BBC)

Orwell’ın gerçekçi anlatımına övgüler gelirken, yaşananları taraflı ele aldığına dair de eleştiriler gecikmedi. Kitabının sonlarına doğru da Orwell, böyle bir mücadeleyi tarafsız yazmanın imkansızlığından bahsederek okuru uyarır. Ayrıca katıldığı anti-faşist mücadelede kendisini rahatsız eden yönleri de yazmaktan geri durmaz.

“1930’dan beri Faşistler bütün zaferleri kazanmışlardı, şimdiyse tepelenmelerinin zamanıydı” diyen Orwell, çatışmalarda keskin nişancı tarafından boynundan vurulur ve savaş bitmeden ülkeden ayrılır. Cephede yaşadıkları, faşizm ve totalitarizm karşıtı görüşlerinin pekişmesini sağladığı gibi sonradan kaleme alacağı eserleri de temelden etkiler. 

İngilizceden çeviren: Celal Üster, 272 s., 2021, Can Yayınları

J. M. Coetzee – Demir Çağı

Güney Afrika doğumlu J. M. Coetzee, Demir Çağı’nda kanser hastası beyaz bir akademisyenin gözünden, siyahlara karşı uygulanan apartheid rejiminin korkunçluğunu anlatıyor. 

Doktorlardan yaşama şansı kalmadığını öğrenen klasik edebiyat profesörü, Güney Amerika’dan ABD’ye taşınan kızına göndermek üzere kaleme aldığı mektupta, korunaklı yaşamında ülkesinin içinde bulunduğu karanlık gerçeği nasıl ıskaladığını itiraf eder. 

acdfgtrhy
Coetzee, Demir Çağı'nda kendi has sade üslubuyla apartheidın korkunçluğunu kaleme alıyor (AFP)

Nobel Ödüllü usta yazar, profesörün gözünden siyahların apartheid rejimine direnişini, onların “demirden” iradelerini gösterirken, ülkedeki varlıklı beyazların ikiyüzlü siyasi tutumlarını da açığa çıkarıyor. Coetzee, hayatının sonlarına yaklaşan profesörün hem kendinden hem de ülkesinden duyduğu utancı, kendine has sade cümleleriyle özetler: 

Zaman kahramanlık gerektiriyor; iyi olmak yeterli değil.

Demir Çağı’nda 1980’ler Güney Afrika’sındaki siyasi çalkantıların panoraması, hem özgürlük ve dayanışma vurgusuyla hem de yaşlanma ve ölüm üzerine derinlikli bir sorgulamayla örülüyor. 

İngilizceden çeviren: İlknur Özdemir, 200 s., 2024, Sia Yayınları

Albert Camus – Asturya’da İsyan

20. yüzyıl edebiyatının devlerinden Albert Camus, 22 yaşındayken Cezayir Emek Tiyatrosu’ndaki üç arkadaşıyla birlikte kaleme aldığı Asturya’da İsyan’da, İspanya’nın Asturya bölgesindeki madencilerin 1934’te başlattığı grevin silahlı direnişe evrilişini anlatıyor. 

Oyun boyunca işçilerin eylem planlarını ve devrim düşüncelerini paylaştığı diyaloglar, hükümetin radyodan geçtiği anonslarla sık sık bölünüyor. Metinde büyük puntolarla akışı bölen radyo bültenlerinde, eylemcilerin kiliseleri bombalamasını ve İspanyol Merkez Bankası’na saldırılarını takip ettiğimiz gibi, direniş hareketinin ordu tarafından nasıl kanlı şekilde bastırıldığını da görüyoruz. 

zxcdvfgthy
Asturya'da İsyan, Camus'nün gençlik dönemi eserlerinden (AFP)

Camus ve arkadaşları, Asturya’da İsyan’ı 1935’te kaleme almıştı. Aynı dönemde Nazilerden kaçarak ABD’ye giden Theodor Adorno da 1930’larda kilise ve radyoda vaaz veren faşist demagog Martin Luther Thomas’a yönelik sıradışı bir çözümleme yazar. Demokratik ve çoksesli bir kamusal yapı vaadine rağmen radyonun aslında dinleyiciye hiçbir söz hakkı vermediğine, onu etkisizleştirip uysallaştırdığına dikkat çeker. Aydınlanmanın Diyalektiği’nde de Hitler’in Almanya’nın her yerinde radyolardan yayımlanan konuşmalarına gönderme yaparak, “psikoteknoloji” diye nitelediği radyonun nasıl bir propaganda aracı haline geldiğini analiz eder.

Asturya’da İsyan’a ek olarak Camus’nün direniş mefhumunu hem tarihsel hem de felsefi perspektiflerden incelediği Başkaldıran İnsan da konuyla ilgili kesinlikle okunması gereken eserler arasında. 

Fransızcadan çeviren: Ayberk Erkay, 72 s., 2024, Can Yayınları

Yu Hua – Yaşamak 

Direniş kendini her zaman kitlelerin ayaklanmasıyla veya geniş çaplı protestolarla göstermez. Tarihteki birçok önemli dönemeçte karşılaştığımız insan hikayelerinde, bazen ertesi güne çıkabilme mücadelesinin kendisi bir direnişe dönüşür. 

Çocukluğu, izleri tüm yapıtlarında görülebilecek Kültür Devrimi yıllarında geçen Yu Hua’nın Yaşamak romanı, tam da böyle bir mücadeleyi konu ediniyor. Çin’de iç savaştan başlayarak Büyük İleri Atılım ve Kültür Devrimi gibi siyasi ve toplumsal hareketlerin yarattığı köklü dönüşüm, Şu ailesinin yaşadıkları üzerinden anlatılıyor. 

xscdfgthy
Yu Hua'nın eserinden beyazperdeye uyarlanan Yaşamak da romanla aynı kaderi paylaşarak Çin'de yasaklandı (Jaguar Kitap) 

Bu zorlu yıllarda aile üyelerinin her birinin ölümünü gören ve en sonunda yaşlı öküzüyle yapayalnız kalan Fugui’nin yaşam mücadelesi, bireyin güçlüklere göğüs germe iradesini gösterirken, sözkonusu dönemde Çin toplumunun sosyal hayatına da ayna tutuyor. Tüm ülkenin baştan inşa edildiği bu önemli dönemlerin insanlar üzerindeki etkisiyle tarihi ve siyasi çıktıları arasındaki zengin paralellikler, Yaşamak’ı hem bir direniş hikayesine hem de bir edebiyat sosyolojisi eserine dönüştürüyor. 

Yayımlandığında Çin'de yasaklanan roman, Zhang Yimou tarafından 1994'de sinemaya uyarlandı. Yapıtla adı taşıyan eser, Cannes Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'nü kazanırken, başrol oyuncusu Ge You'ya da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü alan ilk Asyalı aktör olma unvanını getirdi.

Çinceden çeviren: Bahar Kılıç, 210 s., 2019, Jaguar Kitap

Camus, direnen insanın “Hayır” diyerek işe koyulduğunu yazmıştı. Buna başka bir hayata, daha iyi ve adil bir yaşama “Evet” demek de eşlik ediyor. Sabrın tükendiği yerde patlak veren direniş hareketleri, bugünlerde de gördüğümüz gibi haksızlığa uğramış milyonların güçlü itirazına ve radikal değişim talebine dönüşüyor: 

Köle daha önce bir uzlaşma içinde yaşarken, birdenbire ya hep ya hiç’in içine atılır. Bilinç başkaldırmayla doğar.

Independent Türkçe