Kavuşmanın şerefine: İlk 6 sezonun en iyi Black Mirror bölümleri

İlk sezonda yer alan 2011 tarihli Senin Tüm Geçmişin'in yönetmen koltuğunda, suç filmi Beats'le de tanınan Brian Welsh oturuyor (Netflix)
İlk sezonda yer alan 2011 tarihli Senin Tüm Geçmişin'in yönetmen koltuğunda, suç filmi Beats'le de tanınan Brian Welsh oturuyor (Netflix)
TT

Kavuşmanın şerefine: İlk 6 sezonun en iyi Black Mirror bölümleri

İlk sezonda yer alan 2011 tarihli Senin Tüm Geçmişin'in yönetmen koltuğunda, suç filmi Beats'le de tanınan Brian Welsh oturuyor (Netflix)
İlk sezonda yer alan 2011 tarihli Senin Tüm Geçmişin'in yönetmen koltuğunda, suç filmi Beats'le de tanınan Brian Welsh oturuyor (Netflix)

Daha ilk bölümünden seyirciye "Ben senin daha önce izlediğin dizilere benzemiyorum" mesajı verdi. Televizyonun en sıradışı yapımlarından biri olduğunu anında kanıtladı. Teknolojinin karanlık yüzünü çarpıcı bir dille anlattı. İzleyicileri hem düşündürüp hem de iliklerine kadar ürpertti. Ve işte Black Mirror, iki yıllık bir aranın ardından 7. sezonuyla döndü.

İlk olarak Britanya'nın Channel 4 kanalında antoloji formatında ekranlara gelmeye başlayan dizi, üçüncü sezondan itibaren Netflix'e transfer oldu. 7. sezonla birlikte karanlık bilimkurgu hikayelerinden hoşlanan izleyicileri 6 yeni bölüm bekliyor.

Charlie Brooker tarafından yaratılan Black Mirror'ın tüm bölümleri, yakın gelecekteki bir teknoloji, distopik bir toplum ya da kültürel bir takıntının insanların hayatlarını nasıl altüst ettiğini konu ediniyor. Hikayeler genellikle çarpıcı, şoke edici ve kimi zaman şiddet dolu bir finalle noktalanıyor. Ancak Hang the DJ ve San Junipero gibi umut vaat eden istisnalar da var.

Bilindiği üzere dizinin en dikkat çeken özelliklerinden biri de yıldız oyuncu kadrosu. Daniel Kaluuya, Jodie Whittaker ve Letitia Wright gibi isimler dizideki çıkışlarıyla Hollywood'a adım attı. İlerleyen sezonlarda ise Jon Hamm, Miley Cyrus, Will Poulter gibi ünlüler karşımıza çıktı. 6. sezon ise yıldız gücünü daha da artırarak Salma Hayek, Michael Cera, Aaron Paul ve Kate Mara gibi isimleri izleyicilerle buluşturdu. Black Mirror, 7. sezonu için istisna yapmadı ve dünyaca ünlü yıldızları, bizi beynimizden vuran karanlık hikayelerine dahil etti. Awkwafina, Milanka Brooks, Peter Capaldi, Emma Corrin, Patsy Ferran, Paul Giamatti, Lewis Gribben, Osy Ikhile, Rashida Jones, Siena Kelly ve Rosy McEwen bu isimlerden yalnızca birkaçı...

Yapay zeka, sosyal medya ve teknoloji çağında var olmaya çabalıyoruz. Ve Black Mirror belki de hiç olmadığı kadar güncel ve etkileyici. 7. sezon onuruna, dizinin bugüne kadarki en iyi 10 bölümünü sıralamak istedik. Hazırsanız, geri sayıma başlıyoruz...

10. Hang The DJ (4. Sezon 4. Bölüm)

Belki sağa kaydırdınız belki de sola: Modern çöpçatanlık cehennemine hoş geldiniz... Hang the DJ, algoritmaların aşkı yönettiği distopik bir flört ütopyası sunarken Frank ve Amy, 12 saatlik bir deneme süresine tabi tutulan sevimli bir çift olarak karşımıza çıkıyor. 

Hang the DJ, flört uygulamalarının ilişkiler üzerindeki etkisini sorgulayan duygusal bir hikaye anlatıyor. Bölümde, "Coach" adlı yeni bir uygulama, insanları eşleştiriyor ve her çifte bir "bitiş süresi" belirliyor. Amaç, bu sistem üzerinden kişinin ideal ömür boyu eşini bulmak. Georgina Campbell'ın canlandırdığı Amy ve Joe Cole'un oynadığı Frank, ilk eşleştirildiklerinde yalnızca 12 saat birlikte olacaklarını öğreniyor. Ancak kurdukları bağ, bu sistemin gerçekten güvenilir olup olmadığını sorgulamalarına neden oluyor. 

sxcdfghyj
Fotoğraf: Netflix

Her şeyin süreli olduğu bu evrende, sonsuzluğa inatla göz kırpan bir romantizm izliyoruz. Hang the DJ, basit ama etkileyici anlatımıyla izleyiciyi duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.

9. Artırılmış Gerçeklik (Playtest / 3. sezon 2. bölüm)

Black Mirror'ın en çarpıcı bölümlerinden biri olan Artırılmış Gerçeklik, teknolojik korkunun en kişisel ve rahatsız edici hallerinden birini sunuyor. Wyatt Russell, babasının Alzheimer'la mücadelesinden sonra dünyayı dolaşarak geçmişinden kaçmaya çalışan Cooper rolünde etkileyici bir performans sergiliyor. Cooper'ın bir korku oyununu test etmek için girdiği sanal gerçeklik evreni, kısa sürede zihinsel bir kabusa dönüşüyor. 

xcvfg
Fotoğraf: Netflix

Dan Trachtenberg'in yönetmenliğindeki bu bölüm, geleneksel korku ögelerini psikolojik gerilimle ustalıkla harmanlıyor. Dev örümcekler, karanlık evler ve beklenmedik anlarda yüreğinizi ağzınına getiren anlarla ilk bakışta ürkütücü olsa da asıl korku, karakterin bastırdığı travmalarla yüzleşmesinde saklı. 

Gerçeklik ve hayal arasındaki çizgiler giderek bulanıklaşıyor, izleyici de Cooper gibi neye inanacağını bilemez hale geliyor. Bölüm, yalnızca teknolojinin değil, insan zihninin de ne kadar kırılgan ve çözülemez olduğunu gözler önüne seriyor. 

Alzheimer korkusu, annesiyle olan kopuk ilişkisi ve bastırılmış duygular, oyunun içine yerleştirilmiş birer tuzak gibi karşısına çıkıyor. Finaldeki ters köşeyse izleyiciyi bölüm boyunca yaşadığı her şeyi yeniden sorgulamaya itiyor. 

Artırılmış Gerçeklik, teknolojinin bilinçaltımıza müdahale edebilme ihtimaliyle ilgili rahatsız edici sorular sorarken, insan deneylerinin sınırlarını ve çözülmemiş aile meselelerinin ruhsal yükünü de derinlemesine işliyor. 

Tempolu anlatımı, yoğun atmosferi ve sürükleyici kurgusuyla bölümü izlemek kadar, sindirmek de zaman alıyor. Artırılmış Gerçeklik, Black Mirror evreninde korkunun en kişisel biçimini temsil eden, iz bırakan bir deneyim... 

8. White Christmas (2. sezon 4. bölüm)

Tüm Black Mirror bölümleri tek başına ayakta dursa da birçoğu onları ortak bir dünyada birbirine bağlayan gizli göndermeler içeriyor. Bu durum özellikle dizinin Noel özel bölümü White Christmas için geçerli: Senin Tüm Geçmişin'de kullanılan teknolojiden On Beş Milyon Hak'ta (Fifteen Million Merits) seslendirilen şarkıya kadar ilk iki sezondaki her bölüme bir gönderme içeriyor. 

White Christmas, Black Mirror evreninin karanlık ve çok katmanlı bölümlerinden biri olarak öne çıkıyor. Jon Hamm ve Rafe Spall'un etkileyici performanslarıyla örülen bu üç parçalı hikaye, izleyiciyi hem teknolojik hem de psikolojik bir kabusun içine çekiyor. 

gthy
Fotoğraf: Netflix

Referanslar, iç içe geçmiş üç hikayeye yayılıyor. Her detayı yakalayamasanız bile Jon Hamm'in büyüleyici performansından keyif alacağınızdan emin olabilirsiniz.

Bölüm, flört taktiklerinden dijital bilinç kopyalarına kadar birçok distopik fikri ustalıkla harmanlıyor. Anlatılan her hikaye, modern insanın yalnızlığına ve etik sınırların nasıl kolayca aşılabildiğine ayna tutuyor. Bölümün sonunda gelen çarpıcı hesaplaşma ise izleyiciyi sarsıcı bir boşlukla baş başa bırakıyor. 

Soğuk, izole bir ortamda geçen hikaye; yılbaşı temasını kullanarak umut yerine yabancılaşmayı ve suçluluk duygusunu merkeze alıyor. Görsel dili, son derece etkileyici ve atmosferik olan White Christmas, teknolojinin insan ruhundaki kırılganlıkları nasıl su yüzüne çıkarabileceğini çarpıcı şekilde gösteriyor. Haliyle bu bölüm, Black Mirror'ın neden bu kadar çok konuşulduğunun en güçlü kanıtlarından biri.

7. Beyaz Ayı (White Bear / 2. sezon 2. bölüm)

Black Mirror, Beyaz Ayı'yla kült dizi Alacakaranlık Kuşağı'nın (The Twilight Zone) izinden gittiğini hiç olmadığı kadar belli ediyor. Bu bölüm, Black Mirror evreninin en sarsıcı ve en karanlık bölümlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bölüm boyunca hafızasını kaybetmiş Victoria'yı izliyoruz. Genci yaşlısı, çoluğu çocuğu demeden çevresindeki herkes onu sessizce izliyor, bir yandan da telefonlarına kaydediyor. İzleyiciye "Nasıl bir dünyaya düştüm ben?" diye sordurarak başlayan hikaye, zaman kaybetmeden hepimizi bir kabusun tam ortasına sürüklüyor. 

xcdfghty
Fotoğraf: Netflix

Başta bir distopya, hatta bir zombi kıyameti gibi görünen dünya, giderek daha rahatsız edici ve sorgulatıcı bir hale bürünüyor. Maskeli ve silahlı bir adam tarafından takip edilen Victoria'nın hayatta kalma çabası, merhamet ve korkunun sınırlarını zorluyor. Ancak bölümün sonunda gelen çarpıcı ters köşe, tüm anlatıyı baştan sona yeniden yorumlamaya zorluyor. 

Bu bölümde adaletin ve cezanın nasıl bir gösteriye dönüştüğünü izlemek hem dehşet verici hem de düşündürücü. Beyaz Ayı, toplumun şiddete olan kayıtsızlığını ve adalet kisvesi altında yapılan zulmü sert bir dille eleştiriyor. Lenora Crichlow'un performansı, karakterin korkusunu ve çaresizliğini izleyiciyle başarıyla buluşturuyor. 

Bölüm, gerçek suç hikayelerinden beslenerek modern dünyanın linç kültürünü de gözler önüne seriyor. Korkunun yalnızca canavarlardan değil, insanoğlunun vicdansızlığından da doğabileceğini hatırlatıyor. Brooker'ın dehasıyla yazılan bu hikaye, empatiyle eğlencenin ne zaman yer değiştirdiğini sorgulayan bir ayna sunuyor. Özetle Beyaz Ayı, Black Mirror’ın en rahatsız edici ama unutulmaz bölümlerinden biri olarak izleyicinin zihninde uzun süre yer ediyor. 

6. Hemen Döneceğim (Be Right Back / 2. sezon 1. bölüm)

Hemen Döneceğim, Black Mirror'ın en yürek burkan ve insani bölümlerinden biri olarak hafızalara kazınıyor. Hayley Atwell ve Domhnall Gleeson'ın güçlü performansları, hikayenin duygusal ağırlığını derinleştiriyor. 

Ash'in ani ölümü sonrası Martha'nın yaşadığı yas süreci, teknolojinin sunduğu suni tesellilerle daha da karmaşık hale geliyor. Sosyal medya verileriyle oluşturulan yapay zeka, Ash'in bir yansıması gibi görünse de onun yerini asla dolduramıyor. 

xdfg
Fotoğraf: Netflix

Bölüm, dijital kimlikle gerçek benlik arasındaki farkı çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Geride kalanların tutunacak bir şeye ihtiyaç duyduğu o boşlukta teknoloji bir umut gibi parlasa da hiçbir şey aslının yerini tutmuyor. 

Brooker, yasın evrenselliğini yüksek teknolojili bir distopyada yeniden kurgulayarak izleyiciye unutulmaz bir deneyim sunuyor. Hemen Döneceğim, ölümden sonra yaşam fikrini sorgularken, insani kayıpların yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını anlatıyor. Kara mizahı bir kenara bırakan bölüm, derin bir melankoliyle örülmüş bir anlatıya odaklanıyor. 

Hemen Döneceğim, sevmenin, kaybetmenin ve kabullenmenin dijital çağdaki halini büyük bir zarafetle işliyor. Tam da bu nedenle, Black Mirror külliyatında kalbin en çok sıkıştığı yerlerden birini temsil ediyor.

5. Senin Tüm Geçmişin (The Entire History Of You / 1. sezon 3. bölüm) 

Hiç hoşlandığınız kişiden gelen mesajı kelime kelime inceleyip, her emoji ya da her noktalama işaretinden anlam çıkarmaya çalıştınız mı? İşte bu bölüm, bu tür detaylara takılma halinin teknolojiyle nasıl kabusa dönüşebileceğini anlatıyor. Charlie Brooker bu bölümde kalemi, daha sonra Succession'ın yaratıcısı olacak Jesse Armstrong'a devrediyor ve ortaya kıskançlık, güvensizlik ve öfkeyle harmanlanmış acımasız bir ilişki draması çıkıyor. 

cdfgthy
Fotoğraf: Netflix

İlk sezonun "teknoloji verir ama almasını da bilir" temalı final bölümü, insanların anı implantları geliştirdiği bir dünyada geçiyor. "Grain" adı verilen bu teknoloji, kullanıcıların gördüğü ve yaşadığı her şeyi kaydedip tekrar izlemelerine olanak tanıyor. Hikaye, baş karakter Liam'ın, eşi Ffion'la onun eski sevgilisi Jonas arasındaki ilişkiyi sorgulamaya başlamasıyla şekilleniyor. Liam, eşinden şüphelenince bu kayıt teknolojisini kullanarak geçmişte olanları didik didik etmeye başlıyor. Ancak bu teknoloji, çiftin ilişkisini derin bir uçuruma sürüklüyor. 

Bu arada küçük bir not: Robert Downey Jr., bölümün fikrine o kadar hayran kalmış ki 2013'te film haklarını satın almış.

4. Nosedive (3. sezon 1. bölüm)

Günümüzde, özellikle sosyal medyada onaylanmanın hayatın merkezine oturduğu bir çağda Nosedive, Black Mirror'ın pastel renklerle kaplı ama içten içe çürümüş dünyasını mümkün olan en çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. 

Lacie'nin yaşadığı toplumda herkes birbirini 5 yıldız üzerinden puanlıyor. Üstelik bu puanlar, kişinin hayatını doğrudan etkiliyor. Yapmacık gülümsemeler, sahte ilişkiler ve yüzeysel başarılar arasında sıkışan Lacie, sistemin acımasızlığıyla yüzleşiyor. Kendi statüsünü yükseltme arzusuyla çıktığı yolculuk, tüm itibarını kaybedip dibe vurmasıyla sonuçlanıyor. Ancak bu düşüş, Lacie'yi ilk kez gerçekten özgür bırakıyor. Sonunda puan kaygısı olmadan, dürüstçe konuşabildiği bir hayata kavuşuyor. 

fghyj
Fotoğraf: Netflix

Bölüm, onaylanma ve kabul edilme uğruna insanlığımızdan nasıl vazgeçtiğimizi ironik ve dokunaklı bir dille anlatıyor. Nosedive, hem göz alıcı görselliğiyle hem de keskin eleştirisiyle akıllarda yer ediyor.

Netflix'te yayımlanan ilk sezonun açılış bölümü olarak dikkat çeken Nosedive, Hollywood'un güçlü isimlerini bir araya getiriyor: Başrolde Bryce Dallas Howard, yönetmen koltuğunda Aşk ve Gurur'un (Pride & Prejudice) beyazperde uyarlamasıyla tanıdığımız Joe Wright; senaryoda ise The Good Place'in yaratıcısı Michael Schur ve The Office'ten Rashida Jones yer alıyor. Şeker pembesiyle yıkanmış, yumuşak ışıklarla çekilmiş bu steril distopya, gülümsedikçe özgürlükleri elinden alınan insanların hikayesini, telefonunuzu var gücünüzle duvara fırlatma isteğini tetikleyerek anlatıyor.

Black Mirror'ın temel teması olan "teknolojinin insan davranışlarını nasıl değiştirdiği", belki de hiçbir bölümde bu kadar net ve çarpıcı anlatılmamıştı. 

3. USS Callister (4. sezon 1. bölüm)

USS Callister, izleyicisine "Star Trek mi bu?" diye sordurup sonunda şaşkına çeviren bir Black Mirror harikası. Jesse Plemons, sanal evrende Tanrı kompleksine kapılmış bir ezik olarak hem korkutuyor hem düşündürüyor. Ofis arkadaşlarından intikamını, onların dijital klonlarını uzay gemisine tıkıp köle gibi kullanarak alıyor. Ancak oyuna sonradan katılan Nanette, bu çarpık düzeni bozmaya kararlı... 

xcdfgrt
Fotoğraf: Netflix

Hem güldüren hem geren bu dijital distopya, "Yazılımcının canını sıkarsanız neler olur?" sorusuna cevaben geliyor. Kısacası, bu bölüm sizi uzaya fırlatmadan önce ahlak pusulanızı hafifçe sarsıyor.

Önceki Black Mirror bölümlerine kıyasla epey farklı bir yapım olan USS Callister, prodüksiyon kalitesi ve görsel efektler açısından çok daha üst düzeyde. Üstelik dizinin karanlık tonuna rağmen son derece renkli sahneler barındırıyor. 

Charlie Brooker, bu bölümde doğrudan bir saygı duruşu yerine, nostaljik bilimkurgu estetiğini kullanarak hayran kurgusu kültürünü ve erkek egemen güç fantezilerini sorguluyor. 7. sezonun finalinde, USS Callister'ın devamını izleyeceğimizi de hatırlatalım...

2. San Junipero (3. sezon 4. bölüm)

Gugu Mbatha-Raw ve Mackenzie Davis'in başrolleri paylaştığı San Junipero, Black Mirror evreninin karanlık atmosferini ters yüz eden bir istisna. Alışılmadık şekilde umutlu ve duygusal bir anlatı sunan bölümde, Yorkie ve Kelly'nin dijital bir sahil kasabasında başlayan ilişkisi, zamanla derinleşerek aşk dolu bir hikayeye dönüşüyor. 

fghyt
Fotoğraf: Netflix

Bu kasaba aslında, yaşlı insanların ölümden sonra bilinçlerini aktarabildikleri nostaljik bir sanal gerçeklik dünyası. İki karakterin kendi içsel mücadeleleri ve geçmişleri, aşklarını sınasa da sonunda birbirlerini seçiyorlar. Bölüm, sonsuz yaşam fikrini romantik bir umutla ele alıyor. Dizinin tamamına hakim olan umutsuzluk yerine, iyileştirici bir sevgi ve ikinci bir şans duygusu yaratıyor. San Junipero, teknolojinin sınırlarını sorgularken, sevginin zamandan ve bedenden bağımsız olabileceğini de gösteriyor.

Dizinin duygusal derinliği en yüksek bölümlerinden biri olan Emmy ödüllü bölüm, müzikleri, pastel renkleri ve duygusal derinliğiyle hafızalarda yer ediyor. San Junipero, Black Mirror'ın en dokunaklı ve beklenmedik şekilde en mutlu eden bölümlerinden biri.

1. Milli Marş (The National Anthem / 1. sezon 1. bölüm)

Televizyon tarihinde eşine rastlanmamış bir başlangıç yapan Black Mirror, izleyicisine neler sunacağını daha ilk bölümden belli etmişti. Dizinin açılış bölümü Milli Marş, izleyiciyi rahatsız edici bir ahlak testine sokarak cesur bir başlangıç yapıyor. Bu bölümde, kraliyet ailesinin sevilen bir üyesinin kaçırılması sonrasında, Birleşik Krallık Başbakanı'nın canlı yayında bir domuzla cinsel ilişkiye girmesi şart koşuluyor. Bu olay örgüsü ilk bakışta absürt bir kurgu gibi görünse de bölümü izledikçe her detay rahatsız edici biçimde olası hale geliyor. 

fgthy
Fotoğraf: Netflix

Charlie Brooker, bu hikayeyle hem politik sistemlerin kırılganlığına hem de medyanın kitleleri nasıl yönlendirdiğine dikkat çekiyor. Sosyal medyanın gücü, bilgi kirliliği ve kamuoyunun yön değiştiren tepkileri bölümde ustalıkla işleniyor. Başbakan Callow'un verdiği kararlar trajik, ama bir o kadar da anlaşılır biçimde sunuluyor. Bölüm, teknolojik distopyadan çok, insani zayıflıkları ve toplumsal ikiyüzlülüğü öne çıkarıyor. Finalde her şey normale dönmüş gibi görünse de aslında hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. 

Rory Kinnear'ın performansı, karakterin içsel çatışmalarını çarpıcı biçimde yansıtıyor. Milli Marş, Black Mirror'ın odak noktasının yalnızca teknoloji değil, insanın ta kendisi olduğunu kanıtlıyor. Distopik mizahla toplumsal eleştiriyi ustaca harmanlayan bu bölüm, dizinin sınır tanımayan tonunu belirliyor. İzleyeni hem utandıran hem de düşündüren bu başlangıcı kim unutabilir ki? Bize kalırsa hiç kimse...

Independent Türkçe



Düşle gerçek arasında: The Sandman'in ruhunu taşıyan 7 dizi

The Sandman'in başrolündeki Tom Sturridge, Rock'n Roll Teknesi (Pirate Radio) ve Jack Kerouac uyarlaması Yolda'yla (On the Road) da tanınıyor (Netflix)
The Sandman'in başrolündeki Tom Sturridge, Rock'n Roll Teknesi (Pirate Radio) ve Jack Kerouac uyarlaması Yolda'yla (On the Road) da tanınıyor (Netflix)
TT

Düşle gerçek arasında: The Sandman'in ruhunu taşıyan 7 dizi

The Sandman'in başrolündeki Tom Sturridge, Rock'n Roll Teknesi (Pirate Radio) ve Jack Kerouac uyarlaması Yolda'yla (On the Road) da tanınıyor (Netflix)
The Sandman'in başrolündeki Tom Sturridge, Rock'n Roll Teknesi (Pirate Radio) ve Jack Kerouac uyarlaması Yolda'yla (On the Road) da tanınıyor (Netflix)

Neil Gaiman'ın aynı adlı çizgi roman serisinden uyarlanan The Sandman, yalnızca büyüleyici görselliğiyle değil; mitolojiye, rüyaya ve insan doğasına dair anlattıklarıyla da izleyicide derin bir iz bırakıyor. Lord Morpheus'un sonsuzlukla sınanan yolculuğu, evrenin büyük güçleriyle mücadele ederken içsel bir dönüşüme de kapı aralıyor.

Abonelerden gelen tepkilere inat Netflix, popüler dizilerini parçalar halinde yayımlamaya devam ediyor. Tabii bu furyadan çok sevilen The Sandman de nasibini aldı. Dizinin ikinci sezonu üç kısma ayrıldı. İlk 6 bölüm, 3 Temmuz'da izleyiciyle buluştu. İkinci kısım 24 Temmuz'da, özel bölümse 31 Temmuz'da yayına girecek. O halde yeni bölümleri beklerken, bu büyülü evrene benzer tonlardaki başka yapımları keşfetmenin tam zamanı.

Listemizde, yine Neil Gaiman imzalı Good Omens ve Amerikan Tanrıları (American Gods) gibi tanıdık eserlerden uyarlanan yapımların yanı sıra tanrılarla insanlar arasındaki çizgiyi sorgulayan, kadim mitleri günümüzle buluşturan güçlü diziler de yer alıyor. Her biri, tıpkı The Sandman gibi gerçekle hayal arasındaki sınırları zorluyor; evrenin karanlık ve büyülü köşelerinde yeni kapılar aralıyor.

Eğer siz de hâlâ rüya aleminden çıkamadıysanız, bu 7 dizi sizi fazlasıyla tatmin edecek.

Good Omens

Neil Gaiman imzalı Good Omens, tıpkı The Sandman gibi eski mitleri ve dini anlatıları bambaşka bir bakış açısıyla yeniden yorumluyor. Dizinin merkezinde, dünyanın sonunu engellemeye çalışan bir melek ve bir şeytan var: Aziraphale ve Crowley. Birbirinin zıttı bu iki varlık arasındaki dostluk, dizinin en etkileyici duygusal eksenini oluşturuyor. Michael Sheen ve David Tennant'ın uyumu, karakterlerin kimyasını büyüleyici hale getiriyor.

Dizi, kıyameti durdurma çabası etrafında şekillenirken, kadim güçlerin dünyaya müdahalesini insani bir mercekten izlememizi sağlıyor. The Sandman'deki ebediler (Endless) gibi, Good Omens de doğaüstü varlıkları şaşırtıcı derecede insani çatışmalarla resmediyor. Yalnızlık, özgür irade, inanç gibi temalar bu iki dizide de derinlikli bir biçimde işleniyor.

ghyjuık
Fotoğraf: Amazon Prime Video

Dizinin esin kaynağı Gaiman'la Terry Pratchett'ın birlikte yazdığı 1990 tarihli aynı adlı roman; uyarlaması ise fazlasıyla özgün ve zekice. 6 bölümlük ilk sezon, mizah ve mitolojiyi başarılı şekilde harmanlarken, ikinci sezon hikayeyi daha da genişletiyor. Tanrı'nın sesinden iblislere kadar uzanan karakter galerisi, diziyi hem eğlenceli hem düşündürücü kılıyor.

Eğer The Sandman'in evrenini ve anlatım tarzını sevdiyseniz Good Omens kaçırmamanız gereken bir yapım. Tuhaf, büyülü ve bir o kadar da dokunaklı...

IMDb: 8.0
Nereden izlenir: İlk iki sezon Amazon Prime Video'da, üçüncü sezon bekleniyor

Supernatural

Başlangıçta haftalık canavar avlarına odaklanan basit bir korku dizisi olarak başlayan Supernatural, zamanla mitolojik tanrılar, melekler, iblisler ve folklorik yaratıklarla dolu devasa bir evrene dönüştü. Zamanla kült mertebesine ulaşan dizi, tıpkı The Sandman gibi eski ve yeni varlıkların çatışmasına sahne olan bir mitoloji yelpazesi sunuyor. 

Supernatural'ın merkezinde, annelerinin bir iblis tarafından öldürülmesinin ardından avcılığa atılan Winchester kardeşler var. Dean ve Sam'in hikayesi, zaman içinde kişisel kayıpların ve kozmik savaşların iç içe geçtiği karanlık bir yolculuğa dönüşüyor. 

hyuı8
Fotoğraf: The WB

Özellikle Lucifer, Ölüm ve Tanrı gibi figürlerin işlenişi, The Sandman'deki Sonsuzlar'ın varoluşsal temalarını çağrıştırıyor. Dizideki melek-iblis dinamikleri, Gaiman evrenine benzer şekilde siyah-beyazın ötesinde bir ahlaki gri alan sunuyor. Zamanla mitlerin ve inançların günümüzle nasıl evrildiğini sorgulayan yapısıyla Amerikan Tanrıları ve The Sandman'le aynı damarları paylaşıyor. 

Estetik açıdan daha sade bir çizgide ilerleyen Supernatural, karakter derinliği ve evrenin genişliğiyle büyük etki yaratıyor. Öyle ki Dean'in meşhur arabası 1967 Chevrolet Impala, The Sandman'in gotik şatosu kadar ikonik hale geldi. 

Supernatural'ın 15 sezon boyunca evrim geçiren anlatısı, sadık bir hayran kitlesi hatta bir topluluk oluşturdu. Ve final sezonuyla birlikte, 327 bölüm süren epik mitoloji tamamlandı. 

Kısacası Supernatural, Gaiman evrenini sevenler için hem tanıdık hem de özgün bir deneyim sunuyor. Uzun bir yolculuğa çıkmak isteyenlere birebir...

IMDb: 8.4
Nereden izlenir: İlk 7 sezon Amazon Prime Video'da

Amerikan Tanrıları (American Gods)

Neil Gaiman’ın aynı adlı romanından uyarlanan Amerikan Tanrıları, görsel açıdan çarpıcı ve tematik olarak derin bir fantastik drama. 

Dizinin merkezinde, eski mahkum Shadow Moon'un, gizemli Bay Wednesday'in koruması olmasıyla başlayan tuhaf ve büyülü bir yolculuk yer alıyor. Shadow kısa sürede, eski tanrılarla yeni tanrılar arasında patlak veren bir savaşın tam ortasında buluyor kendini. Eski tanrılar mitlerden ve inançlardan beslenirken, yeni tanrılar teknoloji, medya ve tüketim kültürünü temsil ediyor.

cvfbgh
Fotoğraf: Starz

Her iki dizide de karşımıza çıkan ortak noktalardan biri, insanlığın kolektif bilinçaltındaki figürlerin somutlaştırılması. The Sandman gibi Amerikan Tanrıları da bu yolla çağdaş bir mitoloji yaratıyor. İki dizide de tanrılar, iblisler ve hayali varlıklar duygusal, kırılgan ve fazlasıyla insani. Her iki yapım da gerçeklikle rüya, inançla kimlik arasında salınan bir anlatım dili kuruyor.

Dizinin özellikle ilk sezonu stilize anlatımı, şiirsel diyalogları ve derin metaforlarıyla büyük övgü aldı. Heroes, Pushing Daisies ve Hannibal'ın yazarı Bryan Fuller'ın elinden çıkan bu ilk sezon, görsel anlatımıyla The Sandman'in çizgi roman estetiğini anımsatıyor. Ancak yaratıcı kadroda sıkça yapılan değişiklikler, dizinin sonraki sezonlarında tutarlılığı zaman zaman sekteye uğratıyor. Buna rağmen Amerikan Tanrıları, izleyicisine görsel ve düşünsel anlamda zengin bir deneyim sunmayı sürdürüyor.

Tanrılar arasında geçen bu epik mücadele, modern çağda anlam arayışını simgeliyor. Eğer The Sandman'in felsefi arka planını ve varoluşsal sorularını sevdiyseniz, Amerikan Tanrıları sizi de içine çekecektir.

IMDb: 7.6
Nereden izlenir: Yakında Amazon Prime Video'da

Lucifer 

Lucifer, cehennemin efendisini Los Angeles sokaklarına taşıyan sıradışı bir hikayeyle başlıyor. Neil Gaiman'ın evreninden çıkan bu karakter, kendi dizisinde suçla, kimlikle ve aşkın karmaşık doğasıyla yüzleşiyor. Tom Ellis'in karizmatik performansı, şeytana hem insani bir boyut hem de mizah katıyor. 

yjuıo
Fotoğraf: Fox / Netflix

Dizinin merkezinde, Lucifer'la dedektif Chloe Decker arasındaki gerilimli ve duygusal bağ yer alıyor. The Sandman'de Gwendoline Christie'nin karanlık ve soğukkanlı Lucifer'ı varken, burada daha esprili ve içsel çatışmalarla boğuşan bir Lucifer'la tanışıyoruz. İki dizide de Lucifer karakteri benzer mitolojik köklerden geliyor ama anlatım tonları ve dünyaları epey farklı. 

Lucifer, tıpkı The Sandman gibi kozmik varlıkları insani meselelerle buluşturuyor. Cennet, cehennem, melekler ve şeytanlar arasındaki savaş, modern bir suç dramasının içine başarıyla yedirilmiş. İlk bölümlerde daha çok polisiye ağırlıklı ilerleyen dizi, zamanla felsefi ve duygusal katmanlar kazanıyor. İyilik, hür irade ve kefaret gibi temaları sürükleyici bir dille işliyor. 

Mitolojiyle günümüzü buluşturan anlatılar ilginizi çekiyorsa, Lucifer da mutlaka şans verilmesi gereken dizilerden biri.

IMDb: 8.0
Nereden izlenir: Netflix

Penny Dreadful

Penny Dreadful, karanlık gotik edebiyatın en tanıdık yüzlerini bir araya getirerek hem korkutucu hem de büyüleyici bir anlatı sunuyor. Dorian Gray'den Drakula'ya, Frankenstein'dan Van Helsing'e uzanan karakter yelpazesi, hikayeye mitolojik bir derinlik katıyor. 

Tıpkı The Sandman gibi, bu dizi de popüler figürleri bambaşka yorumlarla karşımıza çıkarıyor. Eva Green'in canlandırdığı Vanessa Ives, tıpkı Morpheus gibi kaderle boğuşan gizemli bir karakter. Dizi, insanın içindeki karanlıkla yüzleşme temasını hem görsel hem de duygusal düzlemde işliyor. Gotik edebiyatın ruhunu taşıyan atmosferi, detaylı kostümleri ve stilize anlatımıyla kendine has bir dünya kuruyor. Her bölüm, kimi zaman bir rüya ya da kabus gibi, izleyiciyi hem büyülüyor hem de rahatsız ediyor. 

dfg
Fotoğraf: Showtime

Penny Dreadful, mitler, günahlar ve lanetlerle beslenen hikayesiyle metafizik korkuyu somutlaştırıyor. The Sandman'de olduğu gibi burada da gerçeklik, doğaüstüyle iç içe geçmiş durumda. Dizi, klasik hikayelere sadık kalırken aynı zamanda onları cesurca dönüştürüyor. Zihinsel karanlığı, dini motifleri ve edebi göndermeleriyle çok katmanlı ve zengin bir anlatı sunuyor. Karakterlerin içsel çatışmaları, dizinin duygusal ağırlığını artırıyor. Her ne kadar zaman zaman teatral bir abartıya kaçsa da Penny Dreadful izleyicisi biliyor ki bu da dizinin tarzının bir parçası. Gotik severler ve The Sandman'in evrenini sevenler için kaçırılmayacak, zarif bir karanlık sunuyor.

IMDb: 8.2
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor

His Dark Materials 

His Dark Materials, paralel evrenler arasında geçen hem cesur hem de şiirsel bir maceraya kapı aralıyor. Sör Philip Pullman'ın kült üçlemesinden uyarlanan dizi, özgürlük, inanç ve kimlik gibi evrensel temaları fantastik bir evren içinde sorguluyor. Hikayenin merkezinde, kayıp arkadaşını ararken büyük sırları ortaya çıkaran Lyra Belacqua var. Bu arayış, onu başka dünyalara sürüklüyor ve Will Parry'yle yollarını kesiştiriyor.

frgtyhu
Fotoğraf: BBC One / HBO

Dizinin en güçlü yanlarından biri, kimlik meselelerini ele alış biçimi. Bu yönüyle, The Sandman'in Ölüm ve Arzu gibi kavramsal varlıkları somutlaştırmasına benziyor. Her iki yapım da izleyicisine bilinçle bilinçdışı, mitle bilim, kaderle özgür irade arasında gezinen hikayeler sunuyor.

The Affair'dan tanıdığımız Ruth Wilson ve X-Men: Logan'daki (Logan) performansıyla öne çıkan Dafne Keen başta olmak üzere oyuncu kadrosu dikkat çekici performanslar sergiliyor. Görsel efektleri ve prodüksiyon kalitesiyle dizi, izleyiciyi başarıyla kendi evrenine çekiyor. Ancak bazı eleştirmenler, dizinin anlatısında gereken dramatik ivmeyi yakalayamadığını düşünüyor. His Dark Materials yine de çocukluğun büyülü keşif hissini ve inanç sistemlerine dair cesur soruları taşımayı başarıyor.

Eğer The Sandman'deki mitolojik yoğunluk, metafiziksel anlatı ve görsel zenginlik sizi etkilediyse, His Dark Materials da radarınıza girebilir. Her iki dizi de karanlıkla aydınlık arasındaki ince çizgide yürüyen fantastik birer masal...

IMDb: 7.6
Nereden izlenir: HBO Max

Carnivàle 

Carnivàle, Büyük Buhran'ın tozlu ve kasvetli atmosferinde geçen, karanlık ve büyüleyici bir mitoloji anlatısı. Dizi, mucizevi iyileştirme gücüne sahip genç Ben Hawkins'le karanlık önsezileri olan vaiz Brother Justin Crowe'un paralel yolculuklarını anlatıyor. İki karakterin rüyaları ve güçleri kesiştikçe, iyiyle kötünün zamansız savaşına tanık oluyoruz. The Sandman gibi Carnivàle de kader, özgür irade ve kozmik denge gibi temaları cesurca sorguluyor. Hem Hristiyan mitolojisine hem de gnostisizm ve masonik öğelere dayanan yapısıyla, spiritüel ve felsefi katmanlar sunuyor. 

dfgthy
Fotoğraf: HBO

Görsel dili etkileyici, anlatısı ise zaman zaman şiirsel bir yoğunluğa ulaşarak sembollerle ve metaforlarla örülü bir dünya kuruyor. The Sandman'deki Morpheus'un kozmik yalnızlığıyla, Ben Hawkins'in kaderine terk edilmişliği arasında hissedilir bir bağ var. Her iki dizide de karakterler güçlerinin anlamını çözmeye çalışırken, içsel çatışmalarla yüzleşiyor. 

Carnivàle, yolculuk temasını sadece fiziksel değil, metafiziksel bir arayış olarak da ele alıyor. İzleyiciden sabır isteyen yapısıyla her bölüm bir bilmece gibi ilerliyor. Vakitsiz iptali nedeniyle tamamlanmamışlık hissi yaratsa da dizinin bıraktığı etki hâlâ güçlü ve unutulmaz. The Sandman'in karanlık felsefesinden etkilenenler için Carnivàle fazlasıyla tanıdık ama bir o kadar da eşsiz bir deneyim.

IMDb: 8.4
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor