How I Met Your Mother'ın yaratıcısından Barney Stinson açıklamasıhttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/k%C3%BClt%C3%BCr-sanat/4774316-how-i-met-your-mother%C4%B1n-yarat%C4%B1c%C4%B1s%C4%B1ndan-barney-stinson-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1
How I Met Your Mother'ın yaratıcısından Barney Stinson açıklaması
CBS'te yayımlanan How I Met Your Mother, 2005 ve 2014 arasında ekranlara geldi (CBS)
How I Met Your Mother'ın ortak yaratıcısı Craig Thomas, Barney Stinson karakterini eleştiren yeni makaleye yanıt verdi.
Dizinin 9 sezonu boyunca Neil Patrick Harris'in canlandırdığı Barney, Ted Mosby'nin arkadaş grubunun 5 üyesinden biriydi ve sık sık çeşitli "oyunlar" yoluyla kadınları tavlamaya çalışıyordu.
Dizi boyunca yavaş yavaş büyüdü
Kadın avcısı karakter dizi boyunca büyüdü, yavaş yavaş hatalarından dersler çıkardı ve How I Met Your Mother 9. sezonuyla sona erdiğinde sorumlu bir baba haline geldi.
Collider'da How I Met Your Mother'ın Barney'nin eylemlerini tasvir edişini eleştiren bir makale yayımlanmasının ardından Thomas, komedinin yayın hayatı boyunca karakteri ele alışını savundu.
"Barney'nin her zaman toksik erkekliğin bir parodisi olarak yazıldığını" ve bu davranışların onaylanmadığını belirten ortak yaratıcı, daha sonraki sezonlarda diğer karakterlerin onun dünya görüşüne meydan okumasıyla Barney'nin geliştiğini söyledi.
Every so often, somebody writes a think piece about how Barney from #HIMYM is problematic. This confuses me, because Barney was always written as a parody of toxic masculinity, not an endorsement of it. I feel sad for all the time the think piece writer wasted not thinking that.
Twitter'dan açıklama yapan Amerikalı senarist ve prodüktör, "How I Met Your Mother'ı izlemek neden artık çok zor?" başlıklı makaleyle ilgili şöyle dedi:
Arada bir, birileri How I Met Your Mother'dan Barney'nin nasıl sorunlu olduğu hakkında bir deneme yazıyor. Bu benim kafamı karıştırıyor çünkü Barney her zaman toksik erkekliğin bir parodisi olarak yazıldı, onu onaylamak için değil. Denemeyi yazanın bunu düşünmeyerek harcadığı onca zaman için üzülüyorum.
Craig Thomas, sözlerini şöyle sürdürdü:
Ayrıca 9 sezon boyunca Barney'nin yavaş ama ölçülebilir bir evrim geçirerek pilot bölümde tanıştığımız dağılmış zamparadan daha iyi bir adam, daha iyi bir insan haline geldiğini gösterdik ancak bu nedense denemelere hiç girmedi.
"Duyarsız, homofobik, saldırgan"
Collider'daki makalede, "bazı sitcom'ların iyi bir şarap gibi yıllanırken, How I Met Your Mother'ın peynir gibi yıllandığı" ifade edilmişti. Ayrıca dizideki mizahın "ırksal olarak duyarsız, homofobik, modası geçmiş ve saldırgan" olduğu da öne sürülmüştü.
Harris'in canlandırdığı Barney, tüm eleştirilere rağmen How I Met Your Mother'ın en unutulmaz karakterlerinden biri olmaya devam ediyor.
Thomas onu özendirici bir figür olarak tasarlamamış olsa da Barney, izleyiciler üzerinde kalıcı bir etki bırakmayı sürdürüyor.
Mario Vargas Llosa’nın ardından: Edebiyat devinin 4 eserihttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/5134841-mario-vargas-llosa%E2%80%99n%C4%B1n-ard%C4%B1ndan-edebiyat-devinin-4-eseri
Mario Vargas Llosa’nın ardından: Edebiyat devinin 4 eseri
Vargas Llosa, ABD'deki Harvard, Princeton ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde dersler vermişti (AFP)
Minerva’nın Baykuşu bu hafta, 13 Nisan’da hayatını kaybeden çağdaş edebiyatın devlerinden Mario Vargas Llosa’nın eserlerinin peşinden giderek, farklı coğrafyalarda yaşanan siyasi ve toplumsal mücadeleleri takip edecek.
Genç yaşında başladığı edebiyat kariyerinde hızla yükselerek önce Peru’nun sonra da dünyanın en çok tanınan yazarlarından birine dönüşen Llosa, 28 Mart’ta 89 yaşına girmişti. Hayatını kaybetmesinin ardından Peru hükümeti 14 Nisan’da bir günlük yas ilan etti. Latin Amerika liderlerinden Avrupalı siyasetçilere kadar birçok isim büyük yazar için taziye mesajları paylaştı.
2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Llosa, Julio Cortazar, Carlos Fuentes ve Gabriel Garcia Marquez gibi Latin Amerikalı yazarlarla adını edebiyat tarihine yazdırdı.
Siyasi görüşlerindeki değişim ve polemikçiliğiyle de adından çokça bahsettiren Llosa’nın 4 eserini inceledik.
Kent ve Köpekler
Llosa’nın 23 yaşındayken kaleme aldığı Kent ve Köpekler hem ülkesinde hem de dünyada büyük ses getirerek Latin Amerikalı yazarın tanınmasını sağladı.
Yazarına İspanyolca edebiyatın en saygın ödüllerden biri olan La Crítica Ödülü’nü 1964’te kazandıran roman, Peru'nun başkenti Lima’daki Leoncio Prado Askeri Akademisi’nde okuyan öğrenciler arasında geçiyor.
Vargas Llosa, "bireyin direnişini, başkaldırısını ve yenilgisini" işleyen romanlarıyla Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu (Can Yayınları)
Anlatının eleştirel tonunu şekillendiren düşünceler, Llosa’nın da iki yıl öğrencilik yaptığı bu askeri okuldaki zorlu deneyimlerine dayanıyor. Zengin ve yoksulların, burjuva ve işçilerin çocuklarının okuduğu akademideki katı hiyerarşik düzen, ayrımcılık ve çeşitli örtbas uygulamaları Peru toplumunun mikrokozmosu olarak sunuluyor.
Yayımlandığında büyük skandal yaratan ve yüzlerce kopyası askeri okulda törenle yakılan eser, bakış açılarını çizgisel olmayan bir anlatım tekniği kullanarak aktarmasıyla William Faulkner’ın Ağustos Işığı’yla Ses ve Öfke’sini de akla getiriyor.
İspanyolcadan çeviren: Roza Hakmen, 448 s., 2024, Can Yayınları
Katedral’de Sohbet
Llosa’nın “Yazdıklarım arasında yangından sadece bir roman kurtarmak zorunda kalsaydım onu kurtarırdım” dediği Katedral’de Sohbet, okuru 1950’lerde Manuel A. Odria diktatörlüğü altındaki Peru’nun çalkantılı yıllarına götürüyor.
General Odria yönetimine yakın olan zengin bir iş insanının oğlu Santiago Zavala’yla babasının şoförü Ambrosio’nun yıllar sonra karşılaşıp Katedral adlı barda sohbete dalmasıyla başlayan roman, dönemin sınıfsal çatışmalarından özgürlük mücadelesi ve esaret altında yaşamanın zorluklarına uzanan bir anlatıya dönüşüyor.
Katedral'de Sohbet, Perulu yazarın üzerinde en çok uğraştığı eserlerinden biri (AFP)
Llosa’nın Lima’daki San Marcos Üniversitesi’ndeyken cunta karşıtı komünist öğrenci grubu Cahuide’de geçirdiği yılların etkisini taşıyan Zavala karakteri, insanlığa karamsar bakış açısıyla anlatının uç kutuplarından birini oluşturuyor. Peru halkını saran teslimiyetçi tavır ve cuntanın yolsuzlukları onun gözünden karanlık bir panorama halini alıyor.
Geçmiş ve şimdiki zaman kipleri arasındaki hızlı geçişleriyle dikkat çeken 800 sayfalık devasa eser, şu dürüst sorunun peşinden uzun bir yolculuğa çıkıyor:
Acaba Peru tam olarak ne zaman çuvallamıştı?
İspanyolcadan çeviren: Süleyman Doğru, 808 s., 2022, Can Yayınları
Dünya Sonu Savaşı
19. yüzyıl Brezilyası’nın derinliklerine inen Dünya Sonu Savaşı, Güney Amerika ülkesinin tarihindeki en kanlı çatışmalarından biri olan Canudos Savaşı’nı (1896–1898) konu ediniyor.
Dini lider ve vaiz Antonio Conselheiro’nun öncülük ettiği bir grup yoksul insanın, Bahia eyaletindeki Canudos köyünde kendilerine ait bir yaşam alanı oluşturması, önce eyalet yönetimiyle sonra da federal hükümetle gerilimin tırmanmasına neden olur. Eyalet yönetiminin talebiyle köye baskın düzenleyen orduyla Canudos sakinleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanır. Uzun süre askerlere karşı direnen köylüler, Brezilya ordusunun dördüncü baskınında neredeyse tamamen katledilir. Yaklaşık 25 bin kişinin öldürüldüğü savaşta Canudos’ta sadece 150 kişi hayatta kalır.
Llosa'nın birçok romanında Latin Amerika'daki diktatörlükler ve savaşlar konu ediniliyor (AFP)
Salman Rushdie’nin “akan kan kadar karanlık” diye nitelediği roman, toplumla iktidar arasındaki çatışmaları, şiddeti ve fanatizmi savaşın her iki tarafına da ışık tutarak ele alıyor. Bu özellikleriyle Dünya Sonu Savaşı, Amerikalı edebiyat eleştirmeni Harold Bloom tarafından “Batı kanonuna” da dahil edildi.
İspanyolcadan çeviren: Süleyman Doğru, 856 s., 2021, Can Yayınları
Teke Şenliği
Teke Şenliği, Dominik Cumhuriyeti’nde 31 yıl hüküm süren ve bu süreçte yaklaşık 50 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan diktatör Rafael Trujillo’nun iktidarında yaşananları ve ona düzenlenen suikastı anlatıyor.
Perulu yazar, birçok romanında bilinç akışı ve çizgisel olmayan zaman gibi modernist anlatı tekniklerini kullanıyor (AFP)
Llosa, kendine has çok katmanlı anlatısını üç hikayeyi iç içe geçirerek kurguluyor. İlk hatta Trujillo’nun has adamlarından birinin kızı olan Urania Cabral’ın gözünden takip ettiğimiz anlatı, ikinci izlekte bizi diktatörün öldürülmeden önceki son gününe götürüyor. Üçüncü ve son hikayeyse Trujillo’ya suikast düzenleyen kişileri ve sonrasında nasıl öldürüldüklerini gösteriyor.
Tarihi olaylar ve gerçek kişiler arasına ustalıkla yerleştirilen kurmaca karakterlerle zenginleşen roman, diktatörlüğün yarattığı travmatik etkilerden iktidarın yozlaşmasına ve toplumsal cinsiyet rollerinin hiyerarşik yapılanmasına kadar birçok önemli meseleyi ele alıyor.
İspanyolcadan çeviren: Peral Bayaz, 552 s., 2024, Can Yayınları
Birçok Latin Amerikalı yazar gibi Llosa da siyasi olarak aktifti. Gençliğinden beri Marksist düşünceye yakın durdu, Küba devrimini ve Fidel Castro yönetimini destekledi. Ancak 1960’ların sonlarına doğru Havana yönetimini eleştirdi ve Kübalı şair Heberto Padilla’nın 1971’de hapse atılmasının ardından kendisini “liberal” diye tanımlayarak sol çizgiden uzaklaştı. Peru’da liberal reformları savunan merkez sağ Demokratik Cephe koalisyonunun liderliğini yaparak 1990’da devlet başkanlığı seçimine girdi fakat yarışı rakibi Alberto Fujimori’ye karşı büyük farkla kaybetti.
Brezilya'da radikal sağcı Jair Bolsonaro'yu Lula da Silva'ya tercih etti. Kolombiya'da solcu Gustavo Petro'nun zaferinden hoşnutsuzluğunu dile getirdi, Şili'de ülkenin en genç devlet başkanı olan Gabriel Boric karşısında sağcı rakibi José Antonio Kast'ı övdü. Arjantin'in “anarko-kapitalist” lideri Javier Milei'ye de destek verdi.
Diktatörlüğün tehlikelerine, fanatizme ve zulme karşı birçok eser kaleme almış bir yazarın komünizmden ultra-liberalizme kayışı her zaman tartışmalı konulardan biri oldu. Siyasi görüşlerindeki keskin dönüşlere rağmen hayatı boyunca edebiyatın öneminde ısrar eden ve onu bir ölüm kalım mücadelesi olarak gören Llosa, kurmacaya atfettiği değeri Nobel Edebiyat Ödülü kabulü konuşmasında şöyle ifade ediyor:
Kurmaca, uygarlığın varlığını sürdürebilmesi, içimizde insanın en iyi yanlarının uyandırılabilmesi ve korunabilmesi için mutlak bir gerekliliktir (…) Edebiyatsız bir dünya, tutkulardan, ülkülerden ya da başkaldırıdan yoksun bir dünya olurdu, insanı gerçekten insan yapan şeyden, kendi olmaktan sıyrılıp düşlerimizin hamuruyla yoğurulmuş bir başkasına, başkalarına dönüşme gücünden yoksun kılınmış bir otomatlar dünyası olurdu.