Gizli depresiflerin sayısı bilinenden çok daha fazla

Yeni bir araştırma, daha iyi hasta tanımı yapılmasının yolunu açıyor.

Gizli depresiflerin sayısı bilinenden çok daha fazla
TT

Gizli depresiflerin sayısı bilinenden çok daha fazla

Gizli depresiflerin sayısı bilinenden çok daha fazla

Bir hastanın bağışıklık tepkisinde yer alan gen ifadesini (gen ekspresyonu) değerlendirmek için yürütülen yakın tarihli bir çalışmanın sonuçları, majör depresif bozukluğu (MDB) olan hastaların sayısının şu anda bilinen sayıdan çok daha fazla olduğunu ve hastaların aktif bağışıklık sistemleri nedeniyle hastalığa yakalandıklarının çoğu zaman anlaşılmadığını göstermekte.

King's College London Psikiyatri, Psikoloji ve Nörobilim Enstitüsü'ndeki (IoPPN) ekibin çalışmaları, bu ilişkide yer alan moleküler mekanizmaları tanımlayarak bu hastaların daha iyi anlaşılmasının yolunu açıyor. Söz konusu çalışmalar, bu bozukluğun tedavisine ve yönetimine daha doğru bir yaklaşım sağlamaya yardımcı olabilir.

Translational Psychiatry dergisinde yayınlanan araştırma, MDB olan birçok kişide aktif bir bağışıklık tepkisi olduğunu gösteren önceki bulgulara dayanıyor.

Önceki araştırmaların çoğu, C-reaktif protein (CRP) gibi enflamatuar proteinlerin seviyelerine odaklandı ve depresyonu olan kişilerin yaklaşık yüzde 21 ila yüzde 27'sinin aktif bir bağışıklık tepkisine sahip olduğunu, ancak CRP seviyelerinin bu bağışıklık tepkisinin tam resmini yakalayamadığını buldu.

Çalışmanın ilk araştırmacısı Luca Sforzeni Çarşamba günü enstitünün internet sitesine yaptığı açıklamada şu sözlere yer verdi: "Bu kanıt, aktif bağışıklıkla ilişkili depresyon bilgimize katkıda bulunuyor. Bu bağışıklık değişikliklerine sahip depresif kişilerin standart antidepresan ilaçlara yanıt verme olasılığı daha düşüktür ve durumlarına göre özel ilaçlara, özellikle de bağışıklık sistemini hedef alan müdahalelere ihtiyaç duyarlar".

Enstitünün internet sitesinde Çarşamba günü yayınlanan yeni çalışma, CRP seviyeleri tarafından yakalanmayan daha geniş bağışıklık özelliklerini izlemeyi amaçlıyor. Bu protein, karaciğerin vücuttaki iltihaplanma durumunda ürettiği proteinlerden biridir, çünkü karaciğer yabancı mikropları yok etmek için yüksek miktarda protein üretmeye başlar ve bu da onu kanda ölçülen iltihaplanma göstergelerinden biri yapar. Ancak bu inceleme genel bir inceleme olup, özel olarak iltihabın yerini belirlemez.

Biyobelirteçler, önceki bir depresyon çalışmasında, 128'i doğrulanmış MDB tanısı olan ve CRP seviyelerine göre üç alt gruba ayrılan 168 katılımcıdan elde edildi.

Araştırmacılar, aktivasyonu bağışıklık tepkisine dahil olan 16 genin ifadesini analiz etti. İlk analiz, depresyon teşhisi konmamış olanlara kıyasla, MDB olan kişilerde bağışıklıkla ilgili gen ifadesinin arttığını buldu.

Gen ifadesi, genlerimizdeki bilgilerin özelliklerimizin ve davranışlarımızın oluşumunu etkilediği normal bir biyolojik süreçteki ilk aşamadır.

Yüksek CRP düzeyleri olan MDB hastaları, düzeyi yüksek olmayanlarla karşılaştırıldığında, 16 genin ifadesinde hiçbir fark bulunamadı. Bu da bu gen ifadesi modelinin CRP düzeylerinden bağımsız olduğunu, muhtemelen başka bir farklı mekanizmadan kaynaklandığını düşündürttü.

Araştırmacılar daha sonra CRP değerleri 1'in altında olan, yani herhangi bir iltihaplanmaları olmadığı düşünülen tüm katılımcılar (hem teşhis konulmamış hem de depresyonda) üzerinde başka bir analiz gerçekleştirdi.

Araştırmacılar, depresyon ve düşük protein C seviyeleri olan katılımcıların, depresyon teşhisi konmamış olanlara kıyasla, hala önemli ölçüde daha yüksek bağışıklık geni ifadesine sahip olduğunu buldu.

Enstitüde biyolojik psikiyatri profesörü ve bu araştırmanın baş yürütücüsü olan Profesör Carmine Pariante, şunları söyledi: "Önceki araştırmalar, ciddi şekilde depresyondaki kişilerde iltihaplanmanın bilinen bir göstergesi, ancak bağışıklık tepkisinin sadece bir parçası olan C-reaktif protein seviyelerine odaklanmıştı. Çalışmamız bu odağı genişletmeyi başardı ve hastaların genlerinde, CRP testi ölçülerek enflamasyonun yakalanmadığı hastalarda bile, CRP seviyelerinden bağımsız bir bağışıklık tepkisi olduğunu gösterdi. Bu, bağışıklığın artması ve bağışıklık aktivasyonu sürecinin birçok depresif hastada düşünülenden daha fazla mevcut olduğu anlamına gelir. Bu önemli bulgular, depresyonla ilgili moleküler yolları belirlememize olanak tanıyacak ve aynı zamanda, daha amacı belli tedavi yaklaşımlarının önünü açabilecek farklı türde bağışıklık tepkileri olan insanları belirlememize yardımcı olacak. Bu bulguların, mevcut ve gelecekteki araştırmaların, depresif bireylerin bağışıklık özelliklerine dayalı olarak tedavi yöntemlerinin kullanılacağını ve mevcut antidepresanlardan fayda görmeyen çok sayıda insan için daha etkili klinik stratejiler sağlayacağını umuyorum".



Bilinç, beynin neresinde? Öne çıkan iki teori de sınavı geçemedi

Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
TT

Bilinç, beynin neresinde? Öne çıkan iki teori de sınavı geçemedi

Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)

Bilincin beynin hangi bölümünde olduğunu araştıran bilim insanları ilginç sonuçlara ulaştı. 

Kişinin kendisini, etrafını, deneyimlerini, duygularını anlamasını sağlayan bilinç, insan varlığının temel bileşenlerinden biri. 

Bilim insanları uzun zamandır bilincin beynin hangi bölümünde, nasıl meydana geldiğini anlamaya çalışıyor. Pek çok fikir ortaya atılırken halihazırda 30'a yakın teori olduğu tahmin ediliyor. 

Bunlar arasında en çok öne çıkan ikisiyse Küresel Çalışma Alanı Teorisi (GWT) ve Bütünleşik Bilgi Teorisi (IIT). Bunlardan ilki bilincin, beynin ön kısmında olduğunu ve buradaki kilit bölgeler duyusal bilgileri tüm beyne yaydığında bilinçli deneyimin ortaya çıktığını savunuyor. 

IIT ise beyindeki bilginin son derece entegre ve bütünleşik olduğunu ve bu şekilde bilinçli bir deneyimin mümkün olduğunu öne sürüyor.

Önde gelen hakemli dergi Nature'da 1 Mayıs Perşembe günü yayımlanan çalışmada bilim insanları, bu iki teoriyi test ederek hangisinin geçerli olduğunu bulmaya çalıştı. Bulgular, ikisinin de yetersiz olduğuna işaret ediyor. 

Max Planck Enstitüsü'nden Dr. Lucia Melloni ve ekip arkadaşları, ABD, Avrupa ve Çin'deki 12 laboratuvarda 256 kişiye çeşitli görüntüleri izleterek beyinlerindeki elektrik ve manyetik aktiviteyi ve kan akışını ölçtü. 

Katılımcıların bilinçli farkındalığını ölçmek için onlara çeşitli yüzler, nesneler ve semboller gösterildi. Katılımcılar ekranda belirli görüntüler belirdiğinde bir düğmeye bastı. Ekip katılımcıların beynini üç farklı yöntem kullanarak izledi.

Bulgular bilincin, beynin düşünmeyle ilişkili ön kısmından ziyade, görme ve işitmeyle bağlantılı duyusal bölgeleri içeren arka kortekste ortaya çıktığına işaret ediyor. 

Çalışma, beynin arka kısmındaki nöronlarla öndeki bölgeler arasındaki önemli bağlantılar saptasa da bilincin ana merkezinin arka kortekste olduğu fikrini destekliyor.

Araştırmada ayrıca IIT'nin öne sürdüğü gibi bilincin, beynin çeşitli bölümlerinin etkileşimi ve işbirliğiyle oluştuğunu destekleyen güçlü kanıtlar da bulunmadı. 

Makalenin başyazarlarından Christof Koch, "Burada kanıtlar kesinlikle arka korteks lehine. Bilinçli deneyimle ilgili bilgiler ön loblarda ya yoktu ya da arka kortekse kıyasla çok daha zayıftı" diyerek ekliyor: 

Bu durum, ön lobların zeka, yargılama, muhakemede kritik önem taşımasına karşın görme, bilinçli görsel algılama gibi konularda kritik bir rol oynamadığı fikrini destekliyor.

Araştırmacılar yeni çalışmanın komadaki veya bitkisel hayattaki hastalar açısından da önem taşıdığını ifade ediyor.  

Bu durumdaki hastalar birkaç gün boyunca yanıt vermediği zaman genellikle bilinçlerini kaybettikleri varsayılarak yaşam destek ünitesiyle bağları kesiliyor. Ancak geçen yıl yayımlanan bir çalışmada tepkisiz hastaların yaklaşık 4'te birinin bilinci olabileceği tespit edilmişti.

Bu araştırmaya gönderme yapan Koch "Bilincin beyindeki temelini bilmek, sinyal vermeden 'orada olmanın' bu gizli biçimini daha iyi saptamamızı sağlar" diyor. 

Independent Türkçe, Reuters, New York Times, SciTechDaily, Nature