Bilim insanları kanserin vücutta yayılmasını önlemeye çalışıyor

Kanserli hücrelerin öldürülmesini temel alan yaklaşım, hastalığa yönelik yeni tedavilerin kapılarını aralıyor.

Hücrelerin öldürülmesiyle kanserin yayılmasının önlenmesi hedefleniyor. (Shutterstock)
Hücrelerin öldürülmesiyle kanserin yayılmasının önlenmesi hedefleniyor. (Shutterstock)
TT

Bilim insanları kanserin vücutta yayılmasını önlemeye çalışıyor

Hücrelerin öldürülmesiyle kanserin yayılmasının önlenmesi hedefleniyor. (Shutterstock)
Hücrelerin öldürülmesiyle kanserin yayılmasının önlenmesi hedefleniyor. (Shutterstock)

Bilim insanları, kanserli hücrelerin yayılmasını önlemek için vücut hücrelerinin ölümünde rol oynayan kilit bir süreç işlediğini keşfetti.

İngiliz Independent gazetesinin aktardığına göre araştırmacılar, programlanmış hücre ölümünün erken aşamalarının moleküler mekanizmasını belirledi. Söz konusu programlamada, artık ihtiyaç duyulmayan hücreler, bir ‘ölüm programı’ etkinleştirilerek kendi kendini yok ediyor.

Araştırmacılar, Science Advances dergisinde yayınlanan bulguların, kanser hücrelerinin çoğalmasının nasıl durdurulacağına yönelik bir görü sağlayabileceğini ve yeni tedavilere kapı açabileceğini bildirdi.

Programlanmış hücre ölümü, insan yaşamı için kritik önem taşıyor ve bağışıklık sisteminin düzenlenmesi gibi çeşitli biyolojik süreçlerde önemli bir rol oynuyor. Ayrıca vücutta potansiyel olarak zararlı veya kanserli hücrelerin ortadan kaldırılmasına yardımcı oluyor.

Sağlıklı hücrelerde apoptoz (programlanmış hücre ölümü) Bax ve Bcl-iki proteinleri tarafından düzenleniyor. Bax adlı protein vücuttan yaşlı veya hastalıklı hücrelerin temizlenmesinden sorumlu oluyor. Aktive edildiğinde, apoptozu tetiklemek için hücrenin içindeki küçük enerji üreten mitokondriyal zarındaki küçük gözenekleri programlanmış hücre ölümü için uyarıyor.

Ancak Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre bazı durumlarda bunun yerine Bcl-2 proteini kullanılabiliyor. Bcl-2 mitokondriyal zarın ayrılmaz bir parçası olarak, Bax proteinlerini yakalayıp ayırarak erken hücre ölümünü önlemeye çalışıyor.

Bununla birlikte, kanser hücrelerinde Bcl-2 fazla üretiliyor ve bu ise kontrolsüz hücre büyümesine yol açabiliyor.

Sağlıklı hücreler yeterli sayıda olduklarında kanserli hücrenin büyümesini ve bölünmesini durduruyor. Ancak kanser hücreleri çoğalmaya devam ederek büyüyen bir tümör oluşturuyor.



Yaşlılarda obezite kaynaklı kanser hızla artıyor

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Yaşlılarda obezite kaynaklı kanser hızla artıyor

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Çığır açan yeni bir araştırma, genç ve yaşlı yetişkinlerde obeziteye bağlı kanser vakalarında dünya çapında artışa dair uyarıda bulunuyor.

Annals of Internal Medicine adlı akademik dergide yayımlanan çalışma, bazı kötü huylu tümörlerin çoğunlukla genç yetişkinleri etkilediği yönündeki eski düşünceleri altüst ederek, 21. yüzyılda kansere bakışta bir paradigma değişimine yol açıyor.

Imperial College London’dan araştırmacıların da aralarında yer aldığı bilim insanları, obezite kaynaklı kanser gelişiminin küresel bölgeler ve yaş grupları genelindeki kişileri etkilediğini göstermek için 20 yıllık kanser hastası verilerini değerlendirdi.

Çalışmada, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı'nın GLOBOCAN veri tabanı aracılığıyla Asya, Avrupa, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ve Avustralasya'daki 42 ülkeden toplanan, 2003'le 2017 arasındaki yıllık kanser vakası verileri incelendi.

Araştırmacılar, daha önceki çalışmalarda genç yetişkinlerde artış gösterdiği tespit edilen lösemi, kolorektal, mide, meme, prostat, endometriyal, safra kesesi, böbrek, karaciğer, özofagus, ağız, pankreas ve tiroid kanserleri gibi 13 kanser türüne ilişkin verileri analiz etti. Daha sonra hasta gruplarını genç yetişkinler (20-49 yaş) ve yaşlı yetişkinler (50 ve üzeri) olarak ayırdılar.

Bu yaklaşım, araştırmacıların yaşa bağlı kanser örüntülerine odaklanmış bir anlayış geliştirmesine imkan tanıyarak beklenmedik bulgular elde etmelerini sağladı. Bazı kanserlerin sadece gençlerde görüldüğü yönündeki eski kanıların aksine araştırma, 6 kanser türünün (lösemi, tiroid, meme, endometriyal, kolorektal ve böbrek) ankete katılan ülkelerin neredeyse dörtte üçünde genç ve yaşlı yetişkinlerde artan görülme sıklığı gösterdiğini ortaya koydu.

Araştırmacılar, büyük ölçüde obeziteyle bağlantılı olan bu kanserlerin, belirli yaş gruplarıyla sınırlı kalmak yerine yetişkinlik dönemi boyunca geniş etkiler gösterdiği uyarısını yaptı. Önceki çalışmalar obezite ve kanser arasındaki bağlantıyı ortaya koymuştu.

Bilim insanları, artan yağ dokusu birikiminin vücutta iltihaplanmaya neden olabileceğini, hormon seviyelerini değiştirebileceğini, hücre metabolizmasını bozabileceğini ve kanserojen bir ortam yaratabileceğini söylüyor.

Çalışmada, rahim ve böbrek kanserlerinin obeziteyle en güçlü bağlantıları gösterdiği belirtiliyor ve yağ dokusunun yalnızca bir enerji deposu olarak değil, aynı zamanda hormon üretimi için bir merkez olarak da hizmet ettiği vurgulanıyor.

Araştırmacılar, kişinin hormon salgılama profilinin düzensiz olması durumunda hücre çoğalmasının artabileceğini ve ölü hücrelerin atılımının bozulabileceğini, bunun da tümör riskini yükseltebileceğini söylüyor.

Çalışmada, özellikle genç nüfusta karaciğer, ağız, yemek borusu ve mide kanserlerinin oranlarında düşüş tespit edildi; bu düşüş büyük olasılıkla tütün kullanımı, alkol tüketimi ve viral hepatiti hedef alan başarılı halk sağlığı müdahalelerinden kaynaklanıyor.

Öte yandan kolon kanseri oranlarının genç yetişkinlerde yaşlılara göre daha keskin bir şekilde arttığı görülüyor. Bilim insanları, bunun yaşlı yetişkinlerde artan tarama ve erken teşhis çalışmalarından kaynaklanabileceğini, gençlerinse muhtemelen çevreleri veya beslenme biçimleri yoluyla yeni kanserojen maddelere daha fazla maruz kalabileceğini belirtti.

Bilim insanları, yeni bulguların farklı yaş gruplarındaki kanser alt tiplerinin nedenlerini keşfeden özel araştırmalara olan ihtiyacı vurguladığını belirtti.

"Bu bulgular gelecekteki araştırmalara, klinik ve halk sağlığı kılavuzlarına bilgi sağlayabilir" diye yazdılar.

Independent Türkçe


63 bin kişilik araştırma, kalbe en iyi gelen gıdaları ortaya koydu

(Unsplash)
(Unsplash)
TT

63 bin kişilik araştırma, kalbe en iyi gelen gıdaları ortaya koydu

(Unsplash)
(Unsplash)

Stuti Mishra Asya İklim Muhabiri 

Beslenme kalitesinin kalp-damar sağlığını nasıl etkilediğine dair bugüne kadar yapılan en detaylı çalışmalardan birine göre, daha fazla taze ve minimum derecede işlenmiş bitkisel gıda tüketen kişilerde kalp hastalığı görülme riski ciddi ölçüde daha düşük.

The Lancet Regional Health – Europe'ta yayımlanan araştırma, NutriNet-Santé halk sağlığı çalışması kapsamında Fransa'daki 63 bin 835 yetişkini 9 yıl (medyan değeri) boyunca takip etti.

Çalışma tam tahıllar, meyve, sebze ve baklagiller açısından daha zengin beslenme düzenine sahip katılımcıların, bu gıdaları daha az tüketen katılımcılara kıyasla koroner arter hastalığı riskinin yüzde 44, genel kalp-damar hastalığı riskininse yüzde 32 daha düşük olduğunu ortaya koydu.

Buna karşın bitki bazlı beslenmeleri büyük ölçüde tatlandırılmış içecekler, rafine tahıllar, paketlenmiş ekmekler veya hazır bitkisel yemekler gibi aşırı işlenmiş ürünlere dayanan katılımcıların koroner arter hastalığı riski yüzde 46, genel kalp-damar hastalığı riski de yüzde 38 daha yüksekti.

INRAE, INSERM, Sorbonne Paris Nord Üniversitesi ve CNAM'den araştırmacılar bulguların, bitki bazlı beslenmenin kalp sağlığına fayda sağlayıp sağlamadığını hem besin kalitesinin hem de endüstriyel işleme düzeyinin belirlediğini gösterdiğini söylüyor.

Yazarlar, "Bu çalışmanın sonucu, beslenme kılavuzlarında hem gıdaların işlenmesinin hem de beslenme kalitesinin dikkate alınmasının önemine dair kanıtlara yenisini ekliyor" diye yazıyor.

Çalışma ayrıca işlenmemiş bitkisel gıdaların beslenme düzeninde yüzde 10 fazla yer almasının, kalp-damar hastalığı riskini yüzde 10 düşürdüğünü, aşırı işlenmiş hayvansal gıdalardaki benzer bir artışın ise riskin yüzde 24 artmasıyla ilişkili olduğunu gösterdi.

Araştırmacılar bu sonuçların taze, dondurulmuş veya minimum düzeyde işlenmiş bitkisel gıdaları (meyve, sebze ve baklagiller gibi) teşvik ederken; tuz, şeker ve yağ oranı yüksek, endüstriyel olarak üretilen gıdaları sınırlandıran halk sağlığı rehberlerini desteklediğini belirtiyor.

Aşırı işlenmiş gıdalar, birden fazla endüstriyel aşamadan geçiyor ve aroma vericiler, emülgatörler veya hidrojenize yağlar gibi katkı maddeleri içeriyor. Önceki araştırmalar bu besinleri obezite ve diyabetle ilişkilendirmişti ancak bu, bitki bazlı beslenmedeki riski nasıl etkilediklerini inceleyen ilk büyük çalışmalardan biri.

Tam tahıllar, meyveler, sebzeler ve baklagiller gibi sağlıklı, minimum düzeyde veya hiç işlenmemiş bitkisel besinler, meta-analizlere dahil edilen birçok çalışmada bildirildiği üzere kalp-damar faydalarıyla tutarlı bir şekilde ilişkilendiriliyor. Cambridge Üniversitesi'nin geçen ay yayımladığı bir araştırma da daha fazla meyve, sebze ve tam tahıl tüketmenin ve kırmızı etle şekerli içecekleri azaltmanın tip 2 diyabet riskini düşürebileceğini saptamıştı.

 Independent Türkçe, independent.co.uk/life-style


Sonbaharda hazırlıklı olmanız gereken 4 değişiklik

Daha karanlık ve soğuk aylar fiziksel ve zihinsel sancıya yol açabilir. Ancak uzmanlar, bu etkileri ortadan kaldırmanın tedavi edici yolları olduğunu söylüyor (Unsplash)
Daha karanlık ve soğuk aylar fiziksel ve zihinsel sancıya yol açabilir. Ancak uzmanlar, bu etkileri ortadan kaldırmanın tedavi edici yolları olduğunu söylüyor (Unsplash)
TT

Sonbaharda hazırlıklı olmanız gereken 4 değişiklik

Daha karanlık ve soğuk aylar fiziksel ve zihinsel sancıya yol açabilir. Ancak uzmanlar, bu etkileri ortadan kaldırmanın tedavi edici yolları olduğunu söylüyor (Unsplash)
Daha karanlık ve soğuk aylar fiziksel ve zihinsel sancıya yol açabilir. Ancak uzmanlar, bu etkileri ortadan kaldırmanın tedavi edici yolları olduğunu söylüyor (Unsplash)

Ülke genelinde günler giderek daha karanlık ve soğuk hale gelirken, birçok sağlık tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Vücut bu mevsimsel değişimlere çeşitli şekillerde tepki veriyor ve bu geçiş ruh halini ve enerjiyi de etkileyerek birçok kişinin bitkin veya depresif hissetmesine neden oluyor.

Bu durum kış boyunca devam edebiliyor.

Günler, ancak yılın en uzun karanlık saatlerinin yaşandığı 21 Aralık'tan sonra uzamaya başlıyor.

Uzmanlar, gelecek birkaç ayda dikkat edilmesi gereken 4 önemli duruma dikkat çekiyor.

Güne başlamak

Cilt bizi ısıya, ışığa, yaralanmalara ve enfeksiyonlara karşı koruyan en büyük organımızdır.

Daha soğuk ve kuru hava, nemlendirmediğiniz takdirde cildinizin kurumasına yol açabilir. Bunun nedeni, soğuk havanın sıcak havadan daha az nem tutması.

Cildin nemli kalması önemli çünkü zamanla yıpranıp esnekliğini kaybedebilir ve daha fazla kırışıklık oluşmasına yol açabilir.

Kendinizi korumak için her gün nemlendirici sürmeyi, bol su içmeyi ve kalın giysiler giymeyi unutmayın.

Uykulu hissetmek

Karanlık sizi bitkin mi hissettiriyor? Yalnız değilsiniz.

İnsanlar geceleri uyumadan önce doğal olarak melatonin hormonu üretir ve bu süreç sabahları durur.

Ancak Cleveland Clinic'e göre, daha karanlık aylarda vücut aslında daha fazla melatonin üretiyor.

Klinik "Kışın gündüzleri daha az güneş ışığı var ve hava daha uzun süre karanlık oluyor, bu nedenle vücut buna karşılık doğal olarak daha fazla melatonin salgılar" ifadelerini kullanıyor.

Araştırmacılar bu etkileri azaltmak için D vitamini takviyesi almayı öneriyor. Ancak çok fazlasına ihtiyacınız yok. Doktorlar sadece 15 mikrogram öneriyor.

Yataktan çıkmakta zorlanmak

Massachusetts Hareketlilik Kemik & Eklem Enstitüsü'ne göre, sıcaklık değişimleri eklemlerde sertliğe ve ağrıya neden olabilir.

Kaslar soğuyunca daha gergin hale gelir ve uzuvlardaki kan akışı yavaşlayabilir.

Enstitü, "Hafif fiziksel aktivite eklemlerin hareket etmesini sağlayarak dolaşımı iyileştirir. Kısa bir yürüyüş veya hafif esneme hareketleri bile eklem esnekliğinde gözle görülür bir fark yaratabilir" tavsiyesinde bulunuyor.

Hüzünlü hissetmek

Mevsimsel duygudurum bozukluğu; ruh halini, düşünme biçimini ve davranışları etkileyebilir. Premier Medical Group'a göre kilo almaya bile yol açabilir.

Mental Health America, güneş ışığı seviyesinin azalmasının serotonin veya "mutluluk" hormonunu etkilediğini belirtiyor.

ABD'de yaklaşık 10 milyon Amerikalı, "SAD" (seasonal affective disorder) diye de bilinen bu rahatsızlığı yaşıyor ve Boston Üniversitesi araştırmacıları, kadınlara teşhis konma ihtimalinin erkeklerden 4 kat daha yüksek olduğunu söylüyor.

Ancak ışık terapisi bu etkilerin üstesinden gelmeyi sağlayabilir.

Psikolog Adam Borland, Cleveland Clinic'e yaptığı açıklamada "Özellikle kış aylarında vücudumuz gri, soğuk havaya ve doğal güneş ışığının eksikliğine tepki veriyor" diyor. 

Işık terapisi, doğal güneş ışığına maruz kalarak alamadığımız şeyi telafi ediyor.

Independent Türkçe