Yapay zeka destekli implant, kronik hastalıkların tedavisinde "devrim yaratabilir"

Yapay zeka destekli yeni teknolojiler, diyabet gibi uzun süreli bir dizi hastalığın tedavisinde kullanılabilir

(Pexels)
(Pexels)
TT

Yapay zeka destekli implant, kronik hastalıkların tedavisinde "devrim yaratabilir"

(Pexels)
(Pexels)

Bilim insanları hastanın rahatsızlığını kontrol altına almak için ne zaman ilaca ihtiyaç duyduğunu tespit edebilen, yapay zeka destekli yeni bir tıbbi implant geliştirdi.

Diyabet gibi kronik rahatsızlıkları olan hastalar için "devrim niteliğinde" olduğu söylenerek övülen bu çığır açıcı buluşun, insülin salımında kullanılabileceği belirtiliyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ve Galway Üniversitesi'nden araştırmacılar implantı, canlı organizmalara benzeyen bir teknoloji olan "yumuşak robotik" kullanarak tasarladı.

Hastaya ilaç verebilen cihaz, vücudun ilacı reddetmeye başladığında bunu da algılayabiliyor. Cihaz, doku oluşumunu engelleme amacıyla şeklini değiştirmek için yapay zekayı kullanıyor.

Galway Üniversitesi'nden Dr. Rachel Beatty, cihazda kullanılan teknolojinin hastanın vücudunda uzun süre kalarak "uzun süreli terapötik etki" sağlayabileceğini söylüyor.

Dr. Beatty şöyle ekliyor:

Yapay zekayı kullanarak çevresini de algılayabilen ve gerektiğinde tepki verebilen terapötik bir implant hayal edin. Bu yaklaşım vücuda yerleştirilebilen ilaç dağıtım cihazlarında, bir dizi kronik hastalık için devrim niteliğinde değişiklikler yaratabilir.

Bilim insanları yumuşak robotik implantların yara dokusunun oluşmasını engellemek için vücutta şişip sönerek düzenli hareketler yaptığı, mekanoterapi diye bilinen yeni ve deneysel bir teknik kullandı.

Cihaz, yara dokusu gözenekleri tıkadığında bunu algılayan bir zarla donatıldı. Bu zar, hücreler ve hücrelerin ürettiği maddeler zardan geçen elektrik sinyallerini engellediğinde bu tıkanıklıkları tespit ediyor.

Daha sonra elektrik akımını ölçen araştırmacılar, bir bağlantı bulmak için zar üzerindeki yara dokusunun nasıl oluştuğuna baktı. Ardından bilim insanları ilaç dozajını korumak adına ne gibi değişikliklere ihtiyaç duyulacağını öngören bir algoritma geliştirdi. 

Araştırmacıların bulguları, cihazın şekil değiştirmek için uyguladığı kuvveti ve kaç kez hareket ettiğini değiştirmenin, daha fazla ilaç salmasını sağladığını ve yara dokusu oluşumunu önlediğini gösterdi.

Ekip, kullandıkları teknolojilerin hastalara ilaç verme işlemi üzerinde daha geniş etkiler yaratabileceğini belirtiyor.

Araştırmacılar bu keşfin, "doktor müdahalesi olmadan uzun süreler boyunca istikrarlı ve ihtiyaca cevap veren dozlar sağlayarak verimliliği artırabileceğini ve fibrozis nedeniyle cihazın değiştirilmesi ihtiyacını azaltabileceğini" umuyor.

Independent Türkçe



Kalp sağlığı için uzun yürüyüşler mi, sık ama kısa yürüyüşler mi daha iyi?

Çalışmada, günde 15 dakika yürümenin, 5 dakikalık sürelerde yürümekten daha iyi olduğu bulundu (Unsplash)
Çalışmada, günde 15 dakika yürümenin, 5 dakikalık sürelerde yürümekten daha iyi olduğu bulundu (Unsplash)
TT

Kalp sağlığı için uzun yürüyüşler mi, sık ama kısa yürüyüşler mi daha iyi?

Çalışmada, günde 15 dakika yürümenin, 5 dakikalık sürelerde yürümekten daha iyi olduğu bulundu (Unsplash)
Çalışmada, günde 15 dakika yürümenin, 5 dakikalık sürelerde yürümekten daha iyi olduğu bulundu (Unsplash)

Araştırmacılar kalp sağlığı için günde bir kez uzun bir yürüyüş yapmanın, çok sayıda kısa yürüyüş yapmaktan daha iyi olduğunu ortaya koydu.

Tek seferde en az 15 dakika (veya yaklaşık 1500 adım) yürümek, kalbin etkin şekilde çalışması için yeterli. Ayrıca tek seferde 5 dakikadan fazla yürümeyenlere kıyasla kalp-damar hastalığı görülme riskini üçte iki oranında azaltıyor.

Sidney Üniversitesi'nden çalışmanın ortak başyazarı Dr. Matthew Ahmadi, "En hareketsiz kişiler için ara sıra kısa yürüyüşlerden, daha uzun süreli sürekli yürüyüşlere geçmek  sağlık açısından fayda sağlayabilir" diyor.

Sağlık uzmanlarının günde 10 bin adım atmayı önerdiği yönünde bir algı var ancak bu gerekli değil. Günde en az 10-15 dakika süren, rahat ama istikrarlı bir tempoda bir-iki uzun yürüyüş yapmak, özellikle çok fazla yürümeyen kişiler için önemli faydalar sağlayabilir.

Hakemli dergi Annals of Internal Medicine'da yayımlanan çalışmada Birleşik Krallık'tan, günde 8 bin adımdan az yürüyen 40-79 yaşındaki 33 bin 560 yetişkin incelendi.

Katılımcılara verilen bileklikle bir hafta boyunca adım sayıları ve her yürüyüşün süresi ölçüldü.

Sidney Üniversitesi ve İspanya'daki Universidad Europea'dan araştırmacılar 8 yıl boyunca katılımcıların sağlık durumlarını takip etti.

Sonuçlar, günde 8 binden az adım atanlar arasında en az 10-15 dakika veya daha uzun süre yürüyenlerin, kalp krizi veya felç gibi kardiyovasküler olay yaşama riskinin yüzde 4 olduğunu gösterdi.

Buna karşılık 5 dakikadan kısa olacak şekilde çok kısa sürelerde adım atan katılımcıların kardiyovasküler olay yaşama riski yüzde 13'tü.

Ancak en az aktif olan ve günde 5 bin adım veya daha az yürüyen kişiler, sürekli yürüyüşten en çok fayda görenlerdi.

Araştırmacılar bu gruptaki kişilerin günde 5 dakika yerine sadece 15 dakika yürüyerek kalp-damar hastalığı riskini yarı yarıya azalttığını ve yüzde 15'ten yüzde 7'ye düşürdüğünü buldu.

Bu grupta ölüm riski de gün içinde 5 dakikalık sürelerde yürüyenlerde yüzde 5'ken, günde 15 dakika yürüyenlerde yüzde 1'in altına düştü.

Kıdemli yazar Profesör Emmanuel Stamatakis "Genellikle bütün odağı adım sayısına ya da toplam ne kadar yürüdüğümüze veriyoruz ancak örneğin yürüyüşün 'nasıl' yapıldığı gibi örüntülerin kritik rolünü göz ardı ediyoruz" diyor.

Bu çalışma, fiziksel açıdan çok hareketsiz kişilerin bile yürüyüş düzenlerini değiştirip daha uzun süre adım atınca kalp sağlığı faydalarını en üst düzeye çıkarabileceğini gösteriyor.

Independent Türkçe


Kanserin kendini virüs olarak gizler ama bağışıklık sistemi onu tespit edebilir

Kanserin kendini virüs olarak gizler ama bağışıklık sistemi onu tespit edebilir
TT

Kanserin kendini virüs olarak gizler ama bağışıklık sistemi onu tespit edebilir

Kanserin kendini virüs olarak gizler ama bağışıklık sistemi onu tespit edebilir

Günümüzün en tehlikeli hastalıklarından birini ortadan kaldırmak için amansız bir yarış içinde olan dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları, bağışıklık sisteminin vücutta, hücrelerin içinde gizlenen kurnaz düşman olan kanserle nasıl mücadele ettiğini gösteren yeni sırları açığa çıkarmaya devam ediyor.

Gizli etkileşimler

Daha önce bağışıklık sisteminin bu hileye karşı güçsüz olduğu düşünülürken, son araştırmalar iki taraf arasında kanser tedavisinin geleceğini sonsuza dek değiştirebilecek gizli etkileşimler olduğunu ortaya çıkardı. Bu umut verici keşifler, hastalığı içeriden yenmek için özel olarak tasarlanmış yeni bir hassas immünoterapi (kanser tedavisi sürecinde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için uygulanan ve yararlanılan bir yöntem) ve aşı çağının önünü açıyor.

ABD'nin New York kentindeki Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezi'nden bir araştırma ekibi, 24 Eylül 2025 tarihinde Cell Genomics dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada, bağışıklık sisteminin kanserin gelişimini nasıl şekillendirdiğini açıklayan bulgularını açıkladı. Bu çalışma, bilim insanlarının hastalığı anlama ve tedavi etme şeklini değiştirebilecek gizli bir kodu da ortaya koyuyor.

Kanser hücreleri virüs gibi davrandığında

Bağışıklık sisteminin temel işlevi, bakteri ve virüs gibi tehditleri tanımak ve ortadan kaldırmaktır. Ancak kanser vücudun kendi hücrelerinden kaynaklandığı için, bağışıklık sisteminin onu bir tehdit olarak tanıması çok zor.

Bilim insanları, bazı kanser hücrelerinin DNA'daki tekrarlayan dizileri yeniden aktive ettiğine dair şaşırtıcı bir keşfe imza attı. Bu diziler insan genomunun yaklaşık yarısını oluşturur, ancak genellikle pasif olur. Aktifleştiklerinde ise bu segmentler gerçek virüsler tarafından üretilenlere çok benzeyen RNA molekülleri üretmeye başlar.

Bağışıklık sistemi daha sonra bu sinyalleri, vücut viral saldırı altında gibi değerlendirir ve güçlü bir bağışıklık tepkisi başlatır. Bu durum ‘virüs taklidi’ olarak bilinir.

ABD'deki Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezi'nde araştırma ekibinin lideri olan onkoloji uzmanı Dr. Benjamin Greenbaum, virüs taklidinin, kanser hücrelerinin bağışıklık sisteminin dikkatini çekmek için kullandıkları şaşırtıcı bir yöntem olduğunu söylüyor. Bunun ne zaman ve neden gerçekleştiğini anlamak, kanserin nasıl geliştiği ve tedavilerin nasıl iyileştirilebileceği konusunda birçok sorunun cevabını verebilir.

Biyolojiyi matematiksel denklemlere dönüştürmek

Bilim insanları yakın zamana kadar, bu durumu ölçmek veya ne zaman ortaya çıkacağını tahmin etmek için doğru araçlara sahip değildi. Ancak Dr. Greenbaum'un ekibi, uluslararası araştırmacılarla iş birliği yaparak kanser hücrelerinde viral taklidi ölçmek ve tahmin etmek için gelişmiş bir matematiksel model geliştirdi.

Ekip, istatistiksel fizik, yapay zeka (AI) ve evrimsel biyolojiyi kullanarak, hangi genetik dizilerin bağışıklık sistemini tetiklediğini ve hangilerinin fark edilmediğini belirleyebilen bir model oluşturdu. Bu simülasyonu neyin etkinleştirdiğini veya devre dışı bıraktığını anlamak, büyük ölçüde bağışıklık sisteminin, kanser hücreleri de dahil olmak üzere, gelişen hücrelerle nasıl etkileşime girdiğini izlemeye bağlı.

Yeni çalışmanın sonuçları, bazı tekrarlayan DNA türlerinin diğerlerine göre virüsleri daha iyi taklit ettiğini ortaya koydu. Bu da bu segmentlerin hücre içinde bir sorun olduğunda erken uyarı mekanizması olarak işlev görebilecek gizli bir savunma işlevine sahip olduğunu düşündürüyor.

Bazı kanser hücreleri neden ‘görünür’ kalır?

Tüm kanserler bağışıklık sisteminden saklanmaz. Bazı kanser hücreleri, bağışıklık hücrelerinin saldırısına daha açık hale gelmelerine rağmen genetik sinyallerini aktif ve görünür tutar.

Dr. Greenbaum, bu tekrarlayan dizilerin hücre gelişiminde belirli bir dengeyi korumaya yardımcı olabileceğini ve hücrelerdeki anormalliklerin veya stresin tespitine katkıda bulunabileceğini söylüyor.

Dr. Greenbaum'un ekibi, 10 Aralık 2024 tarihinde Immunity dergisinde yayınlanan bir önceki çalışmada, pankreas kanseri hücrelerinin retrotranspozonlar (RNA aracılığıyla yer değiştirebilen ve ters transkriptaz enziminin genetik kodlarına sahip yer değiştirebilir elemanlar) olarak bilinen genetik tekrarları susturarak bağışıklık sisteminin saldırılarından nasıl kaçtığını açıklamıştı.

Aynı ekip daha önceki çalışmalarında, tümörlerin bağışıklık tepkisinden kaçmak için iki yol kullanabileceğini de gösterdi. Bunlardan ilki TP53 genindeki bir mutasyonla ilgiliyken diğeri ise hücreleri bağışıklık sistemine maruz bırakan sinyalleri azaltmak için RNA'yı modifiye eden ‘ADAR1’ adlı bir enzime dayanır.

Laboratuvar deneylerinde bu yollardan herhangi biri kesintiye uğradığında, tümör büyümesi önemli ölçüde azaldı. Bu durum, kanserlerin vücudun doğal savunma mekanizmalarından kaçmak için nasıl karmaşık yöntemler geliştirdiğini gösteriyor.

Daha akıllı immünoterapilere doğru bir ilerleme

Kanser ve bağışıklık sistemi arasındaki bu ‘gizli kodu’ anlamak, bilim insanlarının daha hassas bağışıklık tedavileri geliştirmesine olanak sağlayabilir. Dr. Greenbaum, bağışıklık sistemini neyin aktive ettiğini anlarsak, mümkün olan en iyi yanıtı elde etmek için gerektiğinde bağışıklık sistemi tarafından daha fazla veya daha az görünür olacak kanser aşıları tasarlayabileceğimizi söylüyor. Bu bilgi, bağışıklık sistemini seçici olarak harekete geçirerek zararlı iltihaplanmaya neden olmadan sadece tümörleri saldırıya uğratan yeni ilaçların geliştirilmesine de yardımcı olabilir.

Kanser araştırmalarında yeni bir dönem

Virüs taklitçiliğinin tespit edilmesinin, kanser ve bağışıklık sistemi arasındaki karmaşık ilişkiyi incelemek için yeni yollar açtığını vurgulayan Dr. Greenbaum, “Bizler için bir sır olanı artık ölçülebilir bir fenomene dönüştürdük” diyor. Bu gelişme, bağışıklık sisteminin kanseri nasıl gördüğünü ve bu bilgiyi hastaları tedavi etmek için nasıl kullanabileceğimizi daha derinlemesine anlamanın önünü açıyor.

Modelleme ve yapay zeka alanındaki hızlı gelişmelerle birlikte, bilim insanları kanserin gizli kodunu anlamanın ve bir gün vücudun kendi biyolojisini kullanarak kanseri yenebilmenin eşiğinde gibi görünüyor.


Diyabet hastalarına uyarı... Bu kış meyvelerine dikkat edin

Kontrolsüz mandalina ve portakal tüketimi kan şekerinde ani yükselmeye neden olabilir. (Pexels)
Kontrolsüz mandalina ve portakal tüketimi kan şekerinde ani yükselmeye neden olabilir. (Pexels)
TT

Diyabet hastalarına uyarı... Bu kış meyvelerine dikkat edin

Kontrolsüz mandalina ve portakal tüketimi kan şekerinde ani yükselmeye neden olabilir. (Pexels)
Kontrolsüz mandalina ve portakal tüketimi kan şekerinde ani yükselmeye neden olabilir. (Pexels)

Kışın gelmesiyle birlikte nar, mandalina ve portakal gibi lezzetli mevsim meyveleri pazarları doldurur ve tatlı tadıyla herkesi cezbeder. Ancak, diyabet hastaları için tüm meyveler güvenli bir seçim değildir.

Bazı meyveler, kan şekeri düzeylerini önemli ölçüde etkileyerek hastalık kontrolünü tehdit edebilecek yüksek düzeyde doğal şeker içerir.

Kaçınılması gereken yüksek şekerli kış meyveleri

Kışın, kan şekeri düzeylerinde hızlı bir artışa neden olabilecek yoğun şeker içerdikleri için, diyabet hastalarının çok dikkatli tüketmesi veya tamamen kaçınması gereken bazı meyveler vardır.

Nar

Antioksidanlar ve vitaminler açısından zengin olması gibi birçok yararına rağmen, nar yüksek düzeyde doğal şeker içerir. Narın fazla tüketilmesi, şeker seviyelerinde keskin bir artışa yol açarak yemeklerden sonra kan şekeri seviyelerinin kontrolünü zorlaştırabilir.

xscdf
Nar yüksek düzeyde doğal şeker içerir. (Pexels)

Tatlı mandalina

Bu meyveler tatlı tadı ve ferahlatıcı aromasıyla sevilir, ancak vücut tarafından hızla emilen büyük miktarda basit şeker içerir.

Diyabet hastaları için, bunları kontrol etmeden tüketmek kan şekerinde ani bir yükselmeye neden olabilir ve böylece diyet kontrolünü bozabilir.

Olgun armutlar

Armut ne kadar olgunsa, doğal şeker içeriği o kadar yüksek olur. Bu nedenle şeker hastaları, yedikten sonra kan şekeri seviyelerinde dalgalanmaların önlenmesi için nispeten olgunlaşmamış armutları seçmeli veya çok sınırlı miktarlarda yemelidir.

csdfr
Diyabet hastaları olgunlaşmamış armutları tercih ederler. (Pexels)

Kırmızı elmalar

Kırmızı elmalar, yeşil elmalardan daha tatlıdır ve daha yüksek düzeyde doğal şeker içerir. Bunları büyük miktarlarda yemek, yemekten sonra kan şekerinde hızlı bir artışa neden olabilir. Bu nedenle, tüketimini azaltmak veya daha güvenli yeşil elmalarla değiştirmek tavsiye edilir.

Diyabet hastaları için uygun şeker oranı düşük kış meyveleri hangileridir?

Glukoz seviyeleri üzerinde düşük etkisi olan ve şeker hastalarının yüksek kan şekeri konusunda endişelenmeden mevsim meyvelerinin tadını çıkarabilmelerini sağlayan birkaç meyve seçeneği vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Yeşil elmalar

Yeşil elmalar, ekşi tadı ve kırmızı elmalara göre daha düşük şeker içeriği ile karakterizedir. Tokluk hissi veren lif bakımından zengindirler. Lif ayrıca, şeker emilimini yavaşlatarak yemeklerden sonra glukoz seviyelerini sabit tutar.

Kırmızı meyveler (çilek, yaban mersini, böğürtlen)

Kırmızı meyveler nispeten düşük şeker içerir ve vücut hücrelerini iltihaptan koruyan antioksidanlar açısından zengindir. Meyvelerdeki lif, şeker emilimini yavaşlatmaya yardımcı olur, bu da onları atıştırmalık olarak veya yoğurt ve tam tahıllara eklenerek tüketmek için mükemmel bir seçim haline getirir.

df
Kırmızı meyveler nispeten düşük şeker içerir ve antioksidan bakımından zengindir. (Pexels)

Greyfurt

Greyfurtun kalori ve şeker içeriği düşüktür. Lif ve su içeriği sayesinde iştahı kontrol etmeye yardımcı olur. Kahvaltıya veya atıştırmalık olarak mükemmel bir katkı olabilir, ancak greyfurt ile etkileşime giren belirli ilaçlar kullanıyorsanız, diyabet ilacınızı almayı unutmayın.

Kivi

C vitamini ve lif açısından zengin küçük bir meyve olan kivinin, diğer bazı kış meyvelerine kıyasla şeker içeriği düşüktür. Atıştırmalık olarak ölçülü bir şekilde yenebilir veya salatalara ve meyve tabaklarına eklenebilir, ancak ilk kez yedikten sonra kan şekeri seviyenizi mutlaka kontrol edin.

Diyabet hastaları meyveyi nasıl yemelidir?

Miktarı kontrol edin: Düşük şekerli meyveler bile ölçülü olarak yenmelidir ve günlük porsiyon, glukozda ani bir artış olmaması için farklı öğünlere bölünmelidir.

Yedikten sonra kan şekerinizi ölçün: Bu, meyvenin kan şekeri seviyeniz üzerindeki etkisini anlamanıza ve diyetinizi buna göre ayarlamanıza yardımcı olur.

Meyveyi protein veya sağlıklı yağlarla birleştirin: Şekerin kan şekerine olan etkisini azaltmak ve tokluk hissini artırmak için meyveleri protein veya kuruyemiş, yoğurt gibi sağlıklı besinlerle birleştirin.

Meyve ve sebze alımınızı çeşitlendirin: Vücut için gerekli olan antioksidanları ve lifleri artırırken dengeli bir diyet elde etmek için.

Taze meyveleri tercih edin: Kan şekeri düzeylerini çok hızlı yükseltebilen ilave şeker içeren hazır ve konserve meyve sularından kaçının.

Doktorunuza veya beslenme uzmanınıza danışın: Diyetinize yeni bir meyve türü eklemeden önce, durumunuza uygun olduğundan emin olmak için doktorunuza veya beslenme uzmanınıza danışın.