Irak eski Başbakanı İyad Allavi’den Şarku’l Avsat’a özel açıklama: Saddam beni öldürtmeye çalıştı ama ben onu ABD askerleri arasında tutuklu halde görmeyi reddettim

Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi Şarku'l Avsat'a Baas Partisi ile olan yolculuğunu, Saddam’ı ve işgal sonrası Irak’ı anlattı (1)

Irak eski Başbakanı İyad Allavi’den Şarku’l Avsat’a özel açıklama: Saddam beni öldürtmeye çalıştı ama ben onu ABD askerleri arasında tutuklu halde görmeyi reddettim
TT

Irak eski Başbakanı İyad Allavi’den Şarku’l Avsat’a özel açıklama: Saddam beni öldürtmeye çalıştı ama ben onu ABD askerleri arasında tutuklu halde görmeyi reddettim

Irak eski Başbakanı İyad Allavi’den Şarku’l Avsat’a özel açıklama: Saddam beni öldürtmeye çalıştı ama ben onu ABD askerleri arasında tutuklu halde görmeyi reddettim

Saddam Hüseyin'in boynuna ilmeğin geçirildiği 30 Aralık 2006 tarihinden bugüne uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen Saddam Hüseyin meselesine yaklaşmak hala oldukça zor. Saddam’ın ister sarayda otursun ister mezarda yatsın bir provokatör olduğu gerçeği değişmiyor. Kurbanları ve düşmanları çok olsa da destekçilerinin sayısı da az değil. Irak'ta zaman, yaralara merhem olmak bir yana bir de üstüne tuz basıyor. Saddam'ın adaletsiz uygulamalarının bedelini ödeyenlerin, Saddam’ın ABD’nin Irak’ı işgaline karşı direnişe liderlik ettiğini ve kamu parasıyla ilişkilerinde dürüst olduğunu okumaları kolay olmasa gerek. Saddam’ın destekçileri, onun çizdiği imajın, ülkesini ve bölgesini kana bulayan zalim hükümdar el-Battaş'tan farklı olmadığını kabul etmekte zorlanıyor olmalılar. Ama gazeteciliğin en keyifli anı, bazı bölgelere ve bu bölgelerin sakinlerinin kaderine damgasını vuran zalimlerin geriye bıraktığı korlara ve bazı dönemlerin közlerine yaklaşmaktır.

Bundan birkaç ay önce bir Arap ülkesinin başkentinde bir Iraklıyla tanıştım. Irak’ın eski Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’le ‘iş ilişkisi ve sevgi bağı’ olduğunu ve bu sebeple yüzlerce kez görüştüklerini söyledi. Can güvenliği nedeniyle kimliğini açıklamak istemediğinden dolayı özür diledi. Ancak benim dikkatimi en çok çekense rejimin düşmesinden sonra da Saddam Hüseyin ile iki kez görüştüğünü söylemesiydi. Bu görüşmelerden ilkini, rejimin düşmesinden iki gün sonra 11 Nisan 2003'te Felluce eteklerinde, ikincisi ise 19 Temmuz 2003’te ABD ordusunun kontrolündeki Bağdat'ta gerçekleştiğini açıkladı.

zxs
Eski Irak Başbakanı İyad Allavi, Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi (Şarku’l Avsat)

Saddam'ın bir Amerikan zırhlı aracının heykelini düşürdüğü sırada Firdevs Meydanı yakınlarında olduğunu anlatan Iraklı, Saddam'ın aynı günün gecesi, yakınlardaki gizli bir karargahtan, ABD’ye karşı ilk ‘direniş’ hareketine liderlik ettiğinden bahsetti. Iraklının anlattıklarına göre Saddam, Bağdat’ın Azamiye semtinde bulunan Ebu Hanife en-Numan Camisi çevresinde konuşlu ABD güçlerinin mevzilerini hedef alan saldırıya neredeyse bizzat katılmak üzereydi, ancak dostları, kendisini tehlikeye atmasından çekindikleri için onu engellediler. Saddam'ın daha sonra Bağdat'tan Hit'e, oradan da Felluce'ye geçtiği aktaran Iraklı, Saddam’ın oğlu Kusay'ın da aralarında bulunduğu bir grup isimle güvenlik toplantısı yaptığını ve toplantı sırasında ABD ordusuna ‘Irak’a girmekle hata yaptıklarını anlamaları için’ pusu kurulmasını istediğini anlattı.

Iraklı, Saddam'ın ertesi gün Bağdat'a geri dönüp Dora bölgesindeki bir karargâhta cumhurbaşkanlığı muhasebecileriyle görüşerek onlardan 1 milyon 250 bin dolar aldığını ve karşılığında ‘ABD işgaline karşı direniş faaliyetlerinde bulunmak için bu parayı aldığına ve mümkün olan en kısa zamanda geri ödeyeceğine’ dair bir belge imzaladığını aktardı. Iraklı, Saddam'ın Bağdat’ta temmuz ayındaki toplantıda ‘Irak'ın düşmesi, İran'ın nüfuzunun Fas'a kadar yayılması demektir’ uyarısında bulunduğunu da sözlerine ekledi.

x c
2003 yılında Bağdat'taki Firdevs Meydanı’ndaki Saddam heykeli böyle devrilmişti (AFP)

Usta gazeteciler bize hikayeleri bir takım gerekli çekincelerle ele almayı ve daha fazlasını araştırmayı öğrettiler. Saddam'ın sarayında çalışan bir kişiyle de tanışıp ona izlenimlerini sordum. Bu kişi, Kuveyt’in işgali kararını, Irak’ın belini kıran saman çöpü olduğunu söyleyerek eleştirdi. Buna karşın basının yurtdışındaki gizli hesaplarda milyarlarca dolar biriktirdiğini iddia ettiği Saddam’ın dürüstlüğüne dikkati çekme konusunda son derece gayretliydi. Asıl yolsuzluğun rejimin yıkılmasından sonra başladığını ve yetkililerce yaklaşık 500 milyar doların yok edildiğini söyleyen Saddam'la aynı sarayda yaşayan adam, “Onun zalim ya da aşırı derecede gaddar olduğunu söyleyebilirsiniz ama kamunun parasına el uzatmayı bir tür vatana ihanet olarak görüyordu” ifadelerini kullandı. Öte yandan Saddam'ın ABD’nin Irak’ı işgaline karşı direnişin bir bölümüne liderlik ettiğini söylemeyi de ihmal etmedi.

Saddam ne pişman ne de kırgındı

Saddam, ABD askerleri tarafından atıldığı hapishanede çürüyordu. ABD’liler Iraklı bazı siyasilere Bağdat’ın eski efendisini ziyaret edebileceklerini ve onu hapishanede görebileceklerini bildirdiler. Saddam, bir gün aralarında Adnan Paçacı, Adil Abdulmehdi, Hoşyar Zebari, Ahmed Çelebi ve daha sonra idamını denetleyecek olan Muvaffak er-Rubai’nin aralarında bulunduğu bazı muhaliflerinin ve düşmanlarının kendisini ziyaret etmesi karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Çelebi ile bir görüşmemizde bana hapishaneye gittiğinde hayal bile edilemeyecek şeyler gördüğünü ve ABD’nin askeri müdahalesi olmasaydı bunları görmesinin imkansız olacağını söylemişti. Ayrıca Saddam'ın ne pişman ne de kırgın göründüğünü de sözlerine ekledi. Çelebi, Rubai’nin Saddam’la konuşurken sert sözler sarf ettiğini, Saddam’ın da Rubai’ye sert ve aşağılayıcı sözlerle karşılık verdiğini aktardı.

s
Saddam Hüseyin duruşması sırasında (Getty Images)

Önce Irak Yönetim Konseyi (Irak Hükümet Konseyi) üyesi ve daha sonra ise başbakan olan İyad Allavi de modern Irak tarihinin en büyük esir kampını ziyaret etme fırsatı vardı. Yaralı olarak kurtulduğu suikast girişiminin emrini veren kişiyi aşağılayabilir, hakaret dolu bir bakış atabilirdi. Ama o yapmadı. İki kişi böyle bir ziyarette bulunmayı reddetti. Allavi, Saddam’ı hapishanede ziyaret etmeyi istemediğini çünkü düşmanın acısına gülmenin geleneklerinde olmadığını, özellikle de düşmanınız size karşılık veremeyecek bir konumdayken bunu yapmaktan kaçındığını söyledi. Allavi, o sıra Saddam’ın ülkeye ve şahsi olarak kendisine yaptıklarına rağmen halen Irak’ın cumhurbaşkanı olduğunu ve bir Irak liderinin ABD’liler tarafından bir hapishanesinde esir tutulduğunu görmek istemediğini belirtti. Ayrıca yeni Irak'ı intikam temelleri üzerine değil, adalet temelleri üzerine inşa etmeyi istediklerini söyleyen Allavi, Saddam'ı hapishanede görmeyi reddeden ikinci kişinin ise Saddam’a karşı uzun süre silahlı isyan yürüten aşiretinden, halkından ve yakın ailesinden binlerce kişiyi feda eden Mesud Barzani olduğunu ifade etti. Barzani, daha önce Şarku'l Avsat'a verdiği röportajda, Saddam'ı hapishanede görmeye gitmediğini, çünkü ‘düşmanın acısına gülmenin erkeklerin doğasında olmadığını’ söylemişti.

Allavi’nin de aralarında bulunduğu bazı Iraklı siyasetçiler, Saddam'ı bir Kurban Bayramı sabahı idam edilmesini onun idam sırasında istediği kibirli duruşu sergilemesine izin veren hata olduğunu söyledi. Saddam, ipin boynuna geçirilmesinden hemen önce Rubai'ye bakarak ona, “Bu ip adam olanlar içindir” dedi ve bu sözü iki kez tekrarladı. Saddam, mahkemenin hakkında aldığı idam kararını ‘Fars-i Mecusilere ölüm’, ‘İsrail'e ölüm’ gibi sloganlar atarak karşılamıştı.

Allavi, Saddam'ın yargılanması ve gerekli cezanın verilmesinden yanaydı. Bundan sonrasını onun ağzından dinleyelim:

Saddam'ın idam edildiği gün büyük bir elem hissettim. ABD’lilere, Irak'ı yönettiği uzun yıllar boyunca Irak'ın başından geçenleri anlatabilmesi için Saddam’la diyalog kurmalarını önermiştim. Iraklıların, neler olduğunu bizzat onun ağzından öğrenmelerini istedim. İran'la neden savaştı ve savaş hangi koşullarda patlak verdi? Kuveyt'i neden işgal etti ve işgal kararı nasıl alındı? Neden çok sayıda hem muhalif vatandaşı ve Baasçıyı idam ettirdi? Neden Kürtlere karşı korkunç saldırılar düzenledi? Neden yurtdışındaki muhaliflerine suikastlar düzenledi ya da benimde aralarında olduğum kişilere suikast girişimlerinde bulundu? Tüm bu sorulara yanıt vermesini ve anlatmasını istedim. Bunları anlatması yargılamasına engel olmazdı. Bunları anlatması gerçekleri ortaya çıkarabilir, sorumlulukları ortaya koyabilir ve Saddam'a hayran olanları onun yaptıklarının sonuçları hakkında düşünmeye itebilirdi. Fakat ne yazık ki bu olmadı. İnfazın zamanlaması da Iraklıların ona duyduğu sempatiye katkıda bulundu. Bir bayram sabahı mı idam edilmesi gerekiyordu? Bunun yapılmasıyla defalarca kez uyarıda bulunduğumuz infaz görüntülerine bir anlatı daha eklenmiş oldu. ‘Baasçıları temizleme’ olarak adlandırdıkları sürecin yargı tarafından ele alınmasını, hesabın görülmesini, insanları dışlamanın ya da ötekileştirmenin siyasi bir araca dönüştürülmemesini istedik. Maalesef tavsiyelerimiz dikkate alınmadı. Bu sorunlar insanların bir kısmının Saddam’a sempati duymasına neden olduğu inkar edilemez. Ellerine kan bulaşanların cezalandırılması anlaşılabilir bir durum, ama insanları bir fikri savundukları için cezalandıramazsınız.

Ordunun lağvedilmesi ve Baasın köklerinden sökülmesi

Allavi ile birlikte en az bir önceki kadar hassas bir başka konuya geçtik. Saddam Hüseyin’in, rejiminin düşürülmesinden ve ABD askerlerinin onu tutuklamalarına kadarki süreçte yaptıkları hiç bitmeyen bir tartışma konusu. Direnmeyi seçtiği, direnişçi grupları örgütlediği ve onlara ABD’lilere pusu kurmak gibi çeşitli görevler verdiği yönünde basında çıkan haberlerin doğruluk payı var mı? Saddam’ın düşmanlarından bazıları ona inanmama eğiliminde olduklarından direnişçi yönüyle bilinmesini istemeyebilirler. Böylece geriye sadece bir savaş çığırtkanı, bir katliamcı, bir baskıcı imajı kalıyor. Kendime şu soruyu sordum: Irak rejiminin baltasının izlerini halen vücudunda taşıyan İyad Allavi gibi bir adam, bu soruya yanıt verirken objektif olabilir mi ve Saddam’ın sadece ABD ordusunun kontrolündeki Bağdat'ı terk etmek zorunda kalınca güvenli sığınak arayan bir kaçak olmadığını kabul edebilir mi?

Allavi'ye direniş hareketini ve terörü sordum. O da şunları anlattı:

Irak ordusunun lağvedilmesi, Irak devletinin dağıtılması ve Baasçıları temizleme adımları binlerce askeri personeli, çalışanı ve Baas partizanını bilinmeyene sürükledi. Terör ve teröristlerin direnişi örtbas etmeye çalıştığı ve Usame bin Ladin, Eymen ez-Zevahiri ve Ebu Musab ez-Zerkavi liderliğindeki El Kaide'nin Irak toplumunda bölünmelere yol açmayı hedefledikleri biliniyor. Cinayetlerle, bombardımanlarla, suikastlarla, bazen Şiilere, bazen de Sünnilere suçlamalarda bulunarak mezhepçiliği körüklemekten başka bir şey yapmadılar. Kaosa dayalı bir ortamda faaliyet göstermek ve çevreyi terörizme uygun bir ortama dönüştürmek terörizmin misyonudur. Dolayısıyla terörü dışlayan bir ortamdan ziyade terörün kaynağı haline geldi. Böylece teröristler meşru hale gelmek ve terörlerini direniş olarak göstermek için işgale karşı direnişe sözde bir bağlılık gösterdiler.

Terörizm, Baasçıları saflarına katarak değil, en az beş milyon Baasçıyı ve ailelerinin tecrit edilmesi, siyaset sahnesinden uzaklaştırılmaları ve meslek hayatlarından koparılmaları, geçim kaynaklarının kesilmesiyle Baas'ın tasfiyesinden büyük fayda sağladı. Aynı şekilde terör de güvenlik teşkilatlarının ve Irak ordusunun dağılmasından istifade etti. Tüm bunlar ABD işgalinin, Irak'ta zehrini yaymak için uygun ortamı bulan ve toplumsal dokusunu yok etmeye çalışan terörizme verdiği armağanlardı.

Direniş faaliyetleri ve terör eylemleri artarken Irak’ta kan gövdeyi götürüyordu. Bu yüzden başbakan olarak atanmadan önce Irak Yönetim Konseyi Başkanı olduğum dönemde direniş safında yer alan bazı kişilerle tanışmaya karar verdim. Bu talebimi, bazı arkadaşlarım aracılığıyla kendilerine ilettim. Görüştüğüm kişilerin bir kısmı da Felluce'nin önde gelen şerefli insanlarıydı. Terör eyleminin direniş bayrağı altında meşrulaştırılmaması için onlardan direnişin her türlü faaliyetini durdurmalarını istedim. Konuyu köklü ilişkilerin ve bağlantılarım olan Felluceli kardeşlerimle konuştum. Ne demek istediğimi anladılar ve bana Zerkavi'nin Felluce'de ve Irak'ın diğer bazı bölgelerinde kapsamlı yapılar ve tüneller inşa ettiğini ve iletişim ağları kurduğunu söylediler. Ayrıca bana Enbar ve Felluce sakinlerinin işgalden büyük zarar gördüklerini, ordunun ve güvenlik teşkilatlarının lağvedilmesinin ardından yüzbinlerce kişinin ya yerlerinden edildiğini ya da askeriyeden terhis olduklarını belirttiler.

Bunu Irak Yönetim Konseyi Başkanlığı'na ve ABD’li ve İngiliz işgalci yetkililere de anlattım ama ne yazık ki hiçbir yanıt alamadım. Tasfiyeler kanunlar ve yargı yoluyla değil, siyasileştirilerek ve rastgele bir şekilde yürütüldüğünden sonuçları ülkeye büyük zarar verdi. Bu durum çok yüksek, yetkin ve profesyonel bir insan yüzdesinin siyasi süreç ve otorite çerçevesi dışında kalmasına, reddedilmesine, ötekileştirilmesine ve cezalandırılmasına yol açtı. Bunun sonucunda siyasi süreç büyük ölçüde zayıfladı. Bu süreçten en çok, büyük bölümü yurtdışında olan Saddam liderliğindeki rejimin muhalifleri etkilendi.”

Saddam’ın tutuklanışı

Allavi, Saddam'ı ve özellikle de direnişle olan ilişkisini tekrar sorduğumda sözlerini şöyle sürdürdü:

Saddam Hüseyin'in tutuklandığı haberini duyduğumda Londra’daydım. Haber karşısında şaşırmadım. Kaçacak biri değil, yüzleşecek biriydi ve direniş hareketine liderlik ediyordu. Size Ebu Gureyb’in bahçesinde direniş safında yer alan bazı kişilerle görüştüğümü söylemiştim. Onlardan bazılarına: “Önde gelen aşiretlerden yüksek rütbeli subayken Zerkavi'nin eline düştüğünüz için size yazıklar olsun. Neden işlerinizi Zerkavi'ye teslim edip terörist oldunuz?” dedim. Onlar da bana “Biz terörist değiliz, Amerikalılara karşı direniyoruz” dediler. Bunun üzerine onlara “Biz size Amerikalıların yanındayız demiyoruz, ben Irak'a Amerikalılarla birlikte değil, Enbarlı aşiretlerle birlikte girdim. Bir Amerikan tankına ya da Amerikan savaş uçağına binmedim. Biz savaşa ve işgale karşıyız. Bu konudaki tavrımız net” diye konuştum. Aslında hepsi Saddam'ı severdi. Ciddi bir sevgiyle işgale karşı direndiler, hatta Saddam’ı hala seviyorlar. Bana Saddam'ın yaptığı bunca şeye rağmen nasıl oluyor da bazı çevrelerce halen sevilebiliyor diye soruyorsunuz. Bu sevginin temel nedeni, şu anki mevcut yöneticilerin kötü davranışlarından başka bir şey değil. Saddam hakkındaki idam kararının uygulanma şeklini, işgale karşı duyulan hisleri anlattım. Buna bir de sonradan ortaya çıkan Sünni-Şii hassasiyetini de ekleyebiliriz.

Allavi’ye Saddam’ın halkın parasıyla ilgili tutumunun sorulması gerekiyordu. (Irak’ta 1958 yılında askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren) Abdulkerim Kasım’ın Bağdat'ta fakirlik içinde öldüğü ve bir evinin dahi olmadığı yönünde duyduklarım, bu soruyu sormayı daha çok istememe yol açtı. Kasım’ın hem yol arkadaşı hem de düşmanı olan Abdusselam Arif, hiçbir zaman yolsuzlukla suçlanmadı. Aynı durum, varisi ve kardeşi Abdurrahman Arif için de geçerliydi. Peki Saddam, para ve mülk konusunda tutkulu biri miydi?

ABD’nin Irak’ı işgalinden önce uluslararası ve Arap basınında Saddam'ın sahip olduğu inanılmaz servet hakkında çok şey yazıldı, çizildi. Takma adlarla uzak ülkelerdeki bankalara milyarlarca dolar yatırdığından bahsediliyordu. Saraylarında külçe külçe altının yanı sıra büyük miktarda para da sakladığı söyleniyordu. Bu algı, tüm dünyada ne hükümetin konuşmaya ne de Temsilciler Meclisi’nin işaret parmağını kaldırmaya cesaret edebildiği, ülkede son sözün sahibinin Saddam olduğu düşüncesini daha da arttı. Oğlu Uday’ın biriktirdiği servet de haberlere konu oluyordu. Pek çok kişi, Saddam'ın saraylarına ve konutlarına baskın düzenleyen ABD askerlerinin bu dudak uçuklatan serveti ortaya çıkarmayı başaracaklarını umuyordu. Fakat böyle bir şey olmadı. Irak'ın zenginliğini ülkedeki çatışmalarda ve diğer ülkelerle girilen savaşlarda çarçur eden Saddam’ın, geniş araziler satın aldığı ya da bu arazilere el koyduğu düşünülüyordu. Irak muhalefet kanadının iktidara geldikten sonra Saddam'ın mali hesaplarını açmaya çalışması gayet doğal bir davranıştı.

Allavi’ye Saddam’ın halkın parasına karşı tutumunun ne olduğunu sordum, o da şöyle cevap verdi:

Saddam Hüseyin'in devrilmesinden sonra soruşturmalar başlattık, ancak (mali konularda) aleyhine hiçbir şeye rastlayamadık. Adına kayıtlı hiçbir mülk bulamadık. Her şey Irak hükümeti, Dışişleri Bakanlığı ve Devrim Komuta Konseyi adına kayıtlıydı.

Allavi’ye ‘Saddam’ın şahsına ait hiçbir mal bulamadınız mı?’ diye sordum. O da “Hayır hiçbir şey bulamadık. Özel uçağı bile Irak istihbarat teşkilatına ait bir şirkete kayıtlıydı. Uzun mesafelere uçabilen özel bir uçaktan bahsediyorum” yanıtını verdi.

Saddam’ın üzerine kayıtlı herhangi bir gayrimenkul olup olmadığı sorusunu tekrarladığımda, “Adına kayıtlı hiçbir şey bulamadık” yanıtını verdi. Bunun Saddam’ın parayı sevmediği anlamına gelip gelmediğini sorduğumda ise Allavi, “Parayı sevmiyordu ve zenginlik arayışında değildi. O güç, nüfuz ve iktidar istiyordu. O Saddam’dı. Parayla ya da haramla işi yoktu. Bunlarla ilgilenmedi. Saddam muhafazakar bir insandı. Çok muhafazakardı. Onunla, tanışmamın ilk zamanlarından Irak'tan ayrıldığım zamana kadar  güçlü bir ilişkim oldu. Düşünün, annemin ölüm haberini bizzat kendisi açıklamakta ısrar etti” yanıtını verdi.

İyad Allavi kimdir?

İyad Haşim Hüseyin Allavi, 30 Mayıs 1944'te Bağdat'ta doğdu. Henüz 14 yaşındayken Baas Partisi'ne katıldı. 1970 yılında Bağdat Tıp Fakültesi'nden mezun olan Allavi, daha sonra İngiltere'de ihtisas yaptı. 1980 yılında bir süreliğine Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde çalıştı. 1981-2003 yılları arasında ticaret yaptı ve serbest alanlarda çalıştı. 1975 yılında Irak'ta iktidardaki rejime muhalif bir siyasi örgüt kurdu.

xscdf
İyad Allavi (EPA)

Örgüt daha sonra ‘Irak Ulusal Mutabakat Hareketi’ adını aldı. 1978 yılında suikast girişimine uğradı. Yaralı olarak kurtulan Allavi, bir dizi ameliyat geçirdi. 2003 yılında Bağdat'a geri döndü. 2003 yılında kurulan Irak Yönetim Konseyi üyesi oldu ve ardından başkanlığına seçildi. Daha sonra Irak Yönetim Konseyi tarafından oybirliğiyle Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasının ardından yeni dönemde Irak'ın yasama ve yürütme yetkilerine tamamen sahip ilk başbakanı olarak seçildi. Allavi, 2004 yılı haziran ayından 2005 yılı mayıs ayına kadar başbakanlık görevini yürüttü. Dr. Sena Hamid el-Hasuna ile evli olan Allavi’nin Sara, Nejat ve Hamza adlarında 3 çocuğu var.

Kaddafi, Ali Abdullah Salih ve Saddam'ın ipi

Ortadoğu halkı, bir yanda Bağdat'ta Amerikan tankları gezerken diğer yanda Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin'in darağacına çıkarılmasını şaşkın gözlerle izledi. Saddam’ın idam sehpasındaki görüntüleri, iki farklı ekolden gelen ve iki farklı tarza sahip olan iki lideri daha çok etkiledi.

xs
Saddam’ın darağacına çıkarıldığı an (AFP)

Yemen’in eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, konuk ettiği gazetecinin önünde, ABD’nin başka ülkelerin liderlerini idama kadar yargılama hakkı bulması karşısında duyduğu şaşkınlığı gizlemezken, ülkeleri ve onların sembol isimlerini o ülkelerin halklarının iradesine bırakmak yerine tarihe yön verme hakkını kendinde bulmasını kınadı. Gelecekte olacaklara hazırlanmak anlamına gelen ‘Komşunuz tıraş olduğunda siz de sakalınızı ıslatmalısınız’ sözünü dile getirmekten çekinmedi. ABD’li berberin tıraş deneyimini başka ülkelerde de hayata geçirebileceğini hissediyordu. Ama yanlış hesap yapmıştı. Asıl öldürücü darbe, ‘Büyük Şeytanı’ lanetleyenlere bağlı olanlardan gelecekti.

rgt
Ali Abdullah Salih (AP)

Diğer lider ise Muammer Kaddafi'ydi. ABD savaş uçaklarının 1986 yılında evini başına yıkması onu korkutmuş, ABD’nin cübbesini ateşe verme girişimlerinin artık kolay olmadığını anlamıştı. Bu, onun imparatorluğu için unutulmaz bir ders olmuş, ABD'yi artık her yere uzanan katı bir el olarak görmeye başlamıştı. Kaddafi, Saddam'ın idamını izlediğinde korkudan paniğe kapıldı.

Arap Birliği’nin Şam'daki zirvesine katılan liderlere hitaben yaptığı konuşmada korkularını dile getiren Kaddafi, “Yarın asılma sırası size gelecek ve imtihan edileceksiniz. ABD’nin kendisine düşman olan bir rejimi kökünden söküp atabileceğini biliyorum” ifadelerini kullandı.

Kaddafi’nin gölgesi olarak görülen eski protokol müdürü Nuri el-Mismari'ye, Kaddafi'nin Saddam'dan nefret edip etmediğini sorduğumda bana, “Garip bir şekilde ondan nefret ediyordu. Ona hakaret etti. Onu aptal olarak nitelendirdi. Onun önemsiz ve pervasız biri olduğunu söyledi. Saddam kibirli davranışlar sergilediğinden böyle olabilir. Öte yandan Saddam, Kaddafi'nin lider rolünü kabul etmeye istekli değildi. Kaddafi de Saddam'ın Irak'taki muhaliflerini destekledi. Saddam ise buna Çad'daki Kaddafi muhaliflerini destekleyerek karşılık verdi. İki adam arasında büyük bir düşmanlık güdülüyordu” yanıtını verdi.

zxsd
Muammer Kaddafi, Libyalı muhalifler tarafından ‘NATO’nun dokunuşuyla’ öldürüldü (Getty Images)

Mismari, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kaddafi, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden önce Saddam'ın gönderdiği bir temsilciyi kabul etmişti. Saddam’ın temsilcisine işlerin iyiye gideceğine inanmadığını söyledi. Eğer Irak'ı savaş belasından kurtaracaksa, Saddam’ı Libya’da ağırlamak istediğini ifade etti. Saddam'ın Libya'ya gelmek istememesi halinde başka bir yer de seçebileceğini belirtti. Elbette Saddam'ın ayrılmaya niyeti yoktu. Saddam’ın muhaliflerini destekleyen ve İran-Irak savaşı sırasında İran’a silah sağlayan Libya'ya gelip orada yaşamayı kabul edeceğini hayal etmek dahi mümkün değildi. Saddam’ın temsilcisi, savaşa hazır olduklarını ve moralin yüksek olduğunu vurguladı ama Kaddafi buna ikna olmadı.”

Aynı soruyu Kaddafi rejiminin bir zamanlar iki numaralı ismi olarak bilinen Abdusselam Callud'a da sordum.

Callud, şunları söyledi:

Sonuçta aynı zalim zihniyete sahip olsalar da aralarında ilişki kurmak çok zordu. Karakterleri, aralarında bir ilişkinin kurulmasını zorlaştırıyordu. Gerçek şu ki Kaddafi, Saddam'ı başından beri sevmemişti. Davranışlarını çirkin buluyordu. Saddam'ın Irak'a, zalimin (Kaddafi) Libya'ya yaptıklarına bak.

Callud’a bir yazar gözüyle anlatmayı isteyip istemediğini sorduğumda ise “İkisini birbiriyle kıyaslamanı bir yolu yok. Kaddafi, Saddam'dan daha çok okuyordu ama her ikisi de zalimdi. Kaddafi birinci sınıf bir zalimdi. Libyalılara zorla ikiyüzlü olmayı öğretti. Libyalılar açtı ama Allah'a şükür çok güçlüyüz diyorlardı” yanıtını verdi.

Değişim günleri ne kadar zor geçiyor. Bir zamanlar bir liderken, arkadaşınız arkanızdan size ‘zalim’ diyor.

Kaddafi'nin boynuna bir ip geçirilmedi ama daha kötüsünü yaşadı. Kaddafi’ye ölümcül darbeyi Libyalılar indirdi ama NATO’nun Kaddafi rejiminin düşürülmesindeki rolünü de unutmadık.



İsrail'in Gazze'ye saldırılarında yıkılan binaların enkazından 160 kişinin daha naaşı çıkarıldı

AA
AA
TT

İsrail'in Gazze'ye saldırılarında yıkılan binaların enkazından 160 kişinin daha naaşı çıkarıldı

AA
AA

İsrail saldırılarında Gazze'de öldürülenlerin sayısının son 24 saatte enkazdan çıkarılanlarla birlikte 160 kişi daha arttığı açıklandı.

Gazze'deki hükümetin Medya Ofisinden yapılan açıklamada, İsrail'in saldırılarında Gazze Şeridi'nde öldürülenlerin sayısının çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 15 bini aştığı belirtildi.

Açıklamada, İsrail'in saldırıları sonucu yıkılan binaların enkazından son bir günde 160 kişinin cenazesinin daha çıkarıldığı bildirildi.

Sivil savunma ekiplerinin, ekipman yetersizliğine dikkat çekilen açıklamada, ekiplerin kısıtlı imkanlarla enkaz altından hayatını kaybedenlerin cenazesini çıkarmaya çalıştığı aktarıldı.

Açıklamada, "insani aranın" başlamasının ardından Gazze'deki felaketin boyutunun ortaya çıktığına vurgu yapılarak, İsrail saldırılarında 50 bini tamamen yıkılan, toplamda 300 bin konutun zarar gördüğü ifade edildi.

Saldırılar başlamadan önce Gazze Şeridi'ne günlük 600 yardım tırının girdiği belirtilen açıklamada, 7 Ekim'den bu yana getirilen yardımların yetersiz olduğuna kaydedildi.

Açıklamada, Gazze'nin günlük 1000 tır yardıma ve 1 milyon litre yakıta ihtiyaç duyduğu vurgulandı.

Arap ve İslam ülkeleri ile uluslararası kuruluşlara seslenilen açıklamada, Gazze'de evleri zarar gören 250 bin kişinin barınma ihtiyacının karşılanması için "acil bir Arap ve İslami kurtarma planı oluşturularak" insani yardım çağrısında bulunuldu.

Açıklamada, sivil savunma ekiplerinin enkaz altından cenazeleri çıkarmak ve enkaz kaldırmak için gerekli ekipmanlara ihtiyaç duyduğu aktarıldı.


Bu akşam serbest bırakılacak 30 Filistinli esirin isimleri yayımlandı

Filistinli bir esir, Ramallah yakınlarındaki Ofer hapishanesinden serbest kaldıktan sonra bir aile üyesine sarılır (EPA)
Filistinli bir esir, Ramallah yakınlarındaki Ofer hapishanesinden serbest kaldıktan sonra bir aile üyesine sarılır (EPA)
TT

Bu akşam serbest bırakılacak 30 Filistinli esirin isimleri yayımlandı

Filistinli bir esir, Ramallah yakınlarındaki Ofer hapishanesinden serbest kaldıktan sonra bir aile üyesine sarılır (EPA)
Filistinli bir esir, Ramallah yakınlarındaki Ofer hapishanesinden serbest kaldıktan sonra bir aile üyesine sarılır (EPA)

İsrail ile Hamas arasında "insani aranın" iki daha gün uzatılması kapsamında İsrail hapishanelerinden bu akşam serbest bırakılacak 30 Filistinli esirin isim listesi yayımlandı.

Filistin Esirler Cemiyeti tarafından yapılan yazılı açıklamaya göre serbest bırakılacaklar arasında 15 kadın ve 15 çocuk bulunuyor.

Listedeki Filistinli esirlerin isimleri şöyle sıralanıyor:

Ahmed Nevvaf Niyaz Selayme

Mutez Hıdır Muhammed Hamis Selayme

Kassam Mahmud Musa Atun

Muhammed İmad İbrahim Atun

Adem Mahmud Muhammed Ebu Hamid

Hamza Raid Hamza Mağribi

Muhammed Memduh Kemal Hamed

Ali Mervan Fuad Alem

Mahmud Halil Ahmed Selayme

Nuh Nasır İbrahim Besiso

Muhammed Mahmud Hamamra

Yezen Hamza Şahir Affane

Malik Muhammed Arafat Diybe

Mumin Muhammed Nayif Salibi

Muhammed Ahd Yunus Şatara

Esil Semih Hıdır

Ayet Celal Muhammed Temimi

Ruba Fehmi Dar Asi

Hale Ömer Gannam

Şeza Muhammed Salih Bergusi

Lemis Mahir Ebu Arkub

Feyruz Abdullah Selame

Şeyma Ahmed Hindi

Hanin Ekrem Mesaid

Hulud Nidal Şitivi

Umeyme Abdullah Beşarat

Mirvet Munir Haşime

Mirvet Mahmud el-İzze

Menal Dudin

Sureyya Mahmud Ebul Heva

Listede serbest bırakılan esirlerin Filistin'in hangi kentinden olduklarına dair bilgiye yer verilmedi.

Hamas ile İsrail arasındaki esir takası mutabakatı

İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalara 4 gün insani ara verilmesine ilişkin uzlaşma, 24 Kasım Cuma günü saat 07.00'de (TSİ 08.00) uygulamaya girmişti.

Bu kapsamda 4 günde Hamas'ın elindeki 50 İsrailli esire karşılık, İsrail hapishanelerindeki 150 Filistinlinin serbest bırakılması konusunda mutabakat sağlanmıştı.

Katar Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Hamas ile İsrail arasında yürütülen arabuluculuk çalışmaları sonucu "insani aranın" 2 gün daha uzatıldığını duyurmuştu.


2030'da Expo'nun ev sahipliğini Suudi Arabistan kazandı

Suudi Arabistan'ın Riyad'ı Expo 2030 dünya fuarına ev sahipliği yapacak. (Riyad Şehri Kraliyet Komisyonu)
Suudi Arabistan'ın Riyad'ı Expo 2030 dünya fuarına ev sahipliği yapacak. (Riyad Şehri Kraliyet Komisyonu)
TT

2030'da Expo'nun ev sahipliğini Suudi Arabistan kazandı

Suudi Arabistan'ın Riyad'ı Expo 2030 dünya fuarına ev sahipliği yapacak. (Riyad Şehri Kraliyet Komisyonu)
Suudi Arabistan'ın Riyad'ı Expo 2030 dünya fuarına ev sahipliği yapacak. (Riyad Şehri Kraliyet Komisyonu)

Fransa'nın başkenti Paris'in batısındaki Issy-les-Moulineaux’de bugün Uluslararası Sergiler Bürosu’nun (The Bureau International des Expositions/BIE) 173’üncü Genel Kurul toplantısında Expo 2030'a hangi ülkenin ev sahipliği yapacağına karar verildi. Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad, Expo 2030’a ev sahipliği yapmaya hak kazandı.

Seçimin yapıldığı bugün Suudi, İtalyan ve Güney Kore delegasyonları Genel Kurul önünde ülkelerinin Expo 2030’a ev sahipliği için taslak sundu. Suudi Arabistan 180 üye devletin elektronik oylamasıyla ev sahibi olma hakkını elde eden ülke oldu.

Oy verme işlemi öncesinde yapılacak konuşmalar halka açık olarak yapıldı ve ofisin sosyal medya hesabından canlı olarak yayınlandı. 

Suudi Arabistan, Expo 2030’a ev sahipliği yaparak, dünyayı daha iyi bir geleceğe doğru götürme çalışmalarını geliştirmek istediğini teyit etti.

Öte yandan; İsrail'in Exqpo 2030 için İtalya'yı desteklediği öğrenildi.


İsrail ve Hamas serbest bırakacakları 10 rehine ve 30 mahkumun isimlerini paylaştı

Filistinli bir mahkum Ramallah yakınlarındaki Ofer Hapishanesinden serbest bırakıldıktan sonra ailesinden birine sarılıyor (EPA)
Filistinli bir mahkum Ramallah yakınlarındaki Ofer Hapishanesinden serbest bırakıldıktan sonra ailesinden birine sarılıyor (EPA)
TT

İsrail ve Hamas serbest bırakacakları 10 rehine ve 30 mahkumun isimlerini paylaştı

Filistinli bir mahkum Ramallah yakınlarındaki Ofer Hapishanesinden serbest bırakıldıktan sonra ailesinden birine sarılıyor (EPA)
Filistinli bir mahkum Ramallah yakınlarındaki Ofer Hapishanesinden serbest bırakıldıktan sonra ailesinden birine sarılıyor (EPA)

Hamas hareketine yakın bir kaynak bugün AFP’ye, ateşkesin beşinci gününde 30 Filistinli tutuklu karşılığında Filistin hareketi tarafından tutulan on rehinenin adlarını içeren listelerin paylaşıldığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre kaynak, ateşkesin beşinci gününde 10 İsrailli ve 30 Filistinli tutuklunun isimlerinin hiçbir engel olmadan değiştirildiğini ifade ederek, değişimin aynı zamanda Gazze Şeridi'nde gözaltına alınan bir dizi yabancı işçiyi de kapsayacağını belirtti.

Daha önce Katar ve Hamas, Gazze'deki insani ateşkesin iki gün daha uzatılması konusunda anlaşmaya vardıklarını açıklarken, Filistin hareketi de Katar ve Mısır ile önceki ateşkesle aynı koşulların uzatılması konusunda anlaşmaya varıldığını doğrulamıştı.

Gazze Şeridi'nde Hamas hareketi ile İsrail arasında geçtiğimiz Cuma günü yürürlüğe giren dört günlük insani ara (geçici ateşkes), İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği ve yaklaşık 15 bin kişinin öldüğü ve 30 binden fazla kişinin yaralandığı saldırıları durdurdu.


Lübnan dilinde mezhepçilik alevlendi: Bu, yeni bir iç savaşın işareti mi?  

Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
TT

Lübnan dilinde mezhepçilik alevlendi: Bu, yeni bir iç savaşın işareti mi?  

Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)

Joudy el-Asmar

Bir kenara bırakılan ‘çatışan kimlikler’ yarası, Lübnanlılar tarafından yeniden kaşınıyor; sanki iç savaş, 1990’da sona ermesine rağmen, insanlara her an alev alabilecek temas hatları aşılamış gibi. Lübnanlılar, Gazze’deki savaş ve çatışmaların kendileri üzerindeki etkisine ilişkin bugün yaşanan her türlü siyasi mesele veya kamusal söylem karşısında mezhepçi fanatizmlerini yeniden üretmekten çekinmiyor. Bu da Kahaleh’teki kamyon kazası (Ağustos 2023), Ayn er-Remmaneh olayları (Ekim 2021) ve Halde’de silahlı gerginlikler gibi hiçbir şeyin sivil mücadeleyi caydıramayacağı korkusunu sürdürüyor. Sosyal medyadaki sürekli linç kampanyasından bahsetmeye gerek yok.

Bu mezhepsel tezahürlerin yayıldığı bir ortamda Maruni Patriği Beşara er-Rai’nin son dönemdeki tavrı, krizin kaynağına ilişkin soruları gündeme getiriyor. Daha sonra ise Patrik, kamuoyu mantığının anlayamayacağı bir saldırı ve aşağılama kampanyasına maruz kaldı. İsraillilerle devam eden çatışmalar nedeniyle güneydeki köylerden uzaklaştırılanlar için kilise sinilerinde bağış toplanması çağrısı, Lübnan’daki mezhepler arasında bir yakınlaşmayı teşvik ediyor. Ya da tam tersi.

“Burası mezhepsel ve bölgesel bölünmeye dayalı Lübnan’dır” şeklindeki donuk inanç hiçbir şey sunmuyor. Kendi içinde bölünmüş Lübnan haritasını ve Hizbullah yanlısı kamuoyuyla tırmanan sorunu okumak gerekiyor. Peki mezhepler nasıl birleşir ve Lübnanlılar hangi nedenlerle hâlâ birbirlerine karşı bazı önyargılı görüşlere sahip? İç savaşın patlak vermesine yol açan tüm bu faktörler ışığında Lübnan, barış ve savaş arasındaki sınırı nasıl koruyor? Statükoyu değiştirebilecek bir ruh hali ve düşünce yaratan Lübnan’daki durumu yeniden canlandırmak mümkün mü?

Lübnan’daki Hıristiyan cemaati dikey bir bölünmenin hakimiyetinde ve bu da onun rolünü zayıflatıyor. ‘Vatandaki ortaklar’ sloganı görmezden geliniyor.

Maruni kilisesinin rolü

Tarihçi ve siyaset bilimi araştırmacısı Dr. İmad Murad, Patrik er-Rai’ye yönelik saldırı dalgasını yorumladı. Murad, Al-Majalla’ya yaptığı açıklama “Patrik’in çağrısının amacı, kurtarma planının teorik düzeyde kaldığı ve Lübnan’ın kapsamlı bir savaşı kontrol altına almaya hazır olmadığı ortaya çıktıktan sonra Lübnan devletinin başarısızlığını örtbas etmekti. Bu tavır, ihtiyaç sahibi ailelere destek olmak veya savaşlardan ve doğal afetlerden etkilenenlere yardım etmek için bir gün ayırmayı gerektiren bir kilise geleneğinden hareketle ortaya koyuldu” dedi.

Murad, saldırılara ve sözlü tacizlere verilen tepkileri iki kısma ayırırken, “Bazı insanlar anlayışsızlıktan dolayı duyguları tarafından yönlendiriliyordu ve bu, ortaya çıkan iftirayı açıklıyor ama haklı çıkarmaz. İkinci kısım ise hazır ve bilinçli bir tepkiyi bünyesinde barındırıyor. Çünkü bu, Patrik’in Hizbullah’ın silahları konusundaki tutumlarının reddedilmesinin, otoritenin yolsuzluğunun, Lübnan ordusunun güçlendirilmesinin, ordunun liderliği ve devletteki Hıristiyan konumlarından taviz verilmemesinin bir ifadesidir” şeklinde konuştu.

zxscdfr
Patrik Beşara er-Rai, 27 Şubat 2021’de destekçilerini selamlıyor (AFP)

Bu kapsamında Lübnan Hizbullahı destekçilerinin, 2022 yazında Piskopos Musa el-Hac’a karşı, ‘Nasıra kasabasına ulaşmak için Lübnan- Filistin sınırını geçmesi ve Lübnan’daki ihtiyaç sahibi ailelere kilise bağışlarını aktarması’ nedeniyle öne sürdüğü ihanet dalgasını ve işbirliği suçlamalarını hatırlayabiliriz.

Lübnan toplumunu oluşturan ideolojik bloklar arasındaki uçurum genişledikçe Murad, bir grup Lübnanlıyı ‘Hizbullah’ın yönelimlerini kabul etmeyen herkese İsrail için çalıştığı yaftasını yapıştırmaya’ iten suçlamadan üzüntü duyduğunu ifade etti. Bu saldırı, Maruni Kilisesi’nin tarih boyunca önemli olaylarda oynadığı bağımsız, kültürel ve sosyal rolü açığa çıkarıyor. Bu noktada Lübnan’ı genişletmek ve ele geçirilen toprakları geri vermek amacıyla 1919’da barış konferansına katılan Patrik Hovayek’i ve Patrik Arida’nın 1943’te tüm Lübnanlılar için Fransa‘dan bağımsızlık talebini hatırlayabiliriz.

Hıristiyan- Hıristiyan bölünmesi

Lübnan’daki Hıristiyan cemaati, araştırmacı Murad’ın ‘Hıristiyanlığın rolünü zayıflatan iç faktörler’ kategorisine yerleştirdiği dikey bir bölünmenin hakimiyetindedir. Ayrıca Hizbullah’ın sahip olduğu güç fazlasını örtbas etmek için içi boş bir akışkanlığı ifade eden ‘vatandaki ortaklar’ sloganını görmezden geliyor. Bu işlevsiz denklem, iki taraf arasında kalıcı gerginliklere zemin hazırlıyor.

Aynı şekilde Hıristiyan bölünmesini, ataerkil konumun kendi kendine zayıflaması olarak görüyor. Ona göre bu bölünme, Hıristiyan siyasi güçleri ve kendisine sadık halk tabanlarını harekete geçirerek taleplerini hayata geçirmesine yardımcı olacak baskı bloğuna sahip değil.

​Murad, Mar Mikhael Anlaşması’nın, iki tarafı olan Özgür Yurtsever Hareket ve Hizbullah arasındaki çıkar ilişkisine rağmen, Hıristiyan toplumunda yeni bir çatlak noktası oluşturduğunu belirtti. Çünkü onlar, açıkça İslam devleti kurmaya çalışan, Özgür Yurtsever Hareketin laikliğine aykırı bir partiyle ittifak yaptı. Bu durum, General Avn’ın 2005 seçimleri sırasında tüm mezheplerin temsilcilerini içeren bir liste oluşturma konusundaki istekliliğiyle de doğrulandı.

Murad, birbiriyle çatışan Hıristiyan ikiliklerinin yeni olmadığını ve bunun Yıpratma Savaşı (1990), Safra Savaşı (1980) ve Ehden katliamı (1978) da dahil iç savaştan (1975-1990) bu yana Lübnan’daki Hristiyan topluluğunu kemirdiğini dile getirdi.

Öte yandan İmad Murad, 2005’te Suriye işgaline son veren Sedir Devrimi, 1943’te Lübnan’ın bağımsızlığı ve 1919’da Büyük Lübnan devletinin ilan edildiği Versay konferansına katılım dahil Hıristiyan birliğinin ortak yarara hizmet ettiğini belgeleyen anlara da dikkati çekti.

Bu görüş, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yardımcı araştırmacı olan Vahib Maaluf tarafından da desteklendi. Öyle ki Maaluf, Hıristiyanların 1982’de Beşir Cemayel suikastından sonra ortaya çıkan ‘Hıristiyan hüsranını’ hatırlattığını söyledi. Ona göre General Mişel Avn’un dönüşü ve Lübnan Kuvvetleri’nin kurucusu Samir Caca’nın 2005 yılında hapishaneden serbest bırakılması, iktidar bloklarına bir umut ışığı vermiş olsa da bu umut hızla dağıldı.

İç savaşta olduğu gibi Hıristiyan tabanından yeni liderlerin yükselişini beklemediğini belirten Maaluf, geleneksel yapısının baskın kalmasının muhtemel olduğunu dile getirdi. Maaluf, “Lübnan’daki durumun değiştirilmesi, o dönemde savaş koşulları nedeniyle göç etmek zorunda kalan genç Hıristiyan diasporasıyla derin ilişkiler tarafından şekillendirildi. Ancak yurtdışındaki siyasi faaliyetlerini yoğunlaştırdı ve kadroları bugün egemen siyasi sınıfın parçası haline geldi. Savaş sonrası dönemde toplumsal dönüşümlerin haritasını çıkardı” dedi.

Hariri, Lübnan ulusal projesini yürüttü. Yakın zamana kadar Arap, Nasır ve Suriye uyruklu toplulukların yanı sıra Sünni toplulukların bağlarını değiştirmeyi başardı.

Sünniler ve denklemin dışı

Lübnan’daki Şii- Hıristiyan kutuplaşması, 7 Mayıs 2008 olaylarından sonra tırmanan Şii- Sünni kutuplaşmasıyla paralellik gösteriyor ve Suriye’deki savaş, bu durumu Sünniler arasında ‘mazlumiyet’ duygusu şeklinde güçlendirdi.

2022 parlamento seçimlerine katılım rakamları Sünnilerin acısının somut yüzünü gösteriyor. Öyle ki İçişleri Bakanlığı ve Belediyeler, Sünni çoğunluklu İkinci Kuzey Bölgesi’nde oy oranının 2018’deki yüzde 45’e kıyasla 2022’de yüzde 40’a, ülke genelinde ise yüzde 49’a düştüğüne dikkati çekti. Bu, Beyrut Birinci Bölge’deki Hıristiyanların ve azınlıkların katılımından sonra ikinci en düşük yüzde olarak sayılıyor.

“Lübnan’daki Sünniler, imrenilecek durumda değil” diyen Murad, bu durumun eski Başbakan Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta uğramasından bu yana moralin düştüğünü gösterdiğini vurguladı.

sxcdfe
Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastının dokuzuncu yıldönümü anma töreni sırasında, 14 Şubat 2014 (AFP)

Bu suikast Murad’a göre son 18 yılda kimsenin doldurmadığı bir boşluğa neden oldu. Murad’a göre son 18 yılda hiç kimse Refik Hariri’nin yerini onun zekasına, karizmasına, dış ilişkilerine ve iş başarısına eşit bir kişiyle dolduramadı. Hariri, Lübnan ulusal projesi yürüttü ve yakın zamana kadar Arap, Nasır ve Suriye uyruklu toplulukların yanı sıra Sünni toplulukların bağlarını değiştirmeyi başardı. Sünniler bugüne kadar onun suikastının adaletsizliğini hissediyorlar. Çünkü bugün Lübnan, ulusal projeye suikast düzenleyenler tarafından yönetiliyor ve Hariri’ye suikast düzenleyenler de onlardı.

İç savaş ihtimali

Sokak çatışmaları, mezhepçi söylemlerin yoğunlaşması ve Filistinli-Suriyeli bileşenlerin varlığının yanı sıra federalizm talepleri de dahil olmak üzere yeni bir iç çatışmanın patlak vermesi için tüm faktörler mevcut. Bununla birlikte Lübnan’da iç savaş söylemi henüz olgunlaşmadı. Soru ise hâlâ geçerliliğini koruyor; Bu savaş çıkmadan Lübnan’ı her zaman iç savaşın eşiğinde kılan şey nedir?

İmad Murad, savaşa girme kararının siyasi aktörler tarafından alındığı ve Lübnan’daki ekonomik, mali ve siyasi çöküş göz önüne alındığında bunun hiçbir partiye faydası olmadığı yönündeki tarihin gidişatına güveniyor. Kendisi, savaştan kaçınma konusunda birleşen çeşitli güç dengelerinin iradesini analiz etti.

Mezhepsel gerilimin en güçlü tarafı olan ve Lübnan devletinin tüm eklemlerini kontrol eden Hizbullah, İran’ın desteğine ve 40 yıldır devam eden askeri hazırlıklarına rağmen savaşın kendisine zarar vereceğini biliyor. Kararı ise şu düşünceye dayanıyor; “Eğer Sünnileri zayıflatmak, Hıristiyanları yerinden etmek, Dürzileri bir azınlık grubuna sürüklemekse, ben projemi gerçekleştirmeyi başardım. O zaman savaş neden?”

Ayrıca iç savaşın uluslararası toplumu Hizbullah’a karşı askeri olarak harekete geçirebileceğini ve partinin varlığını tehdit edebileceğini belirtiyor.

Hizbullah, aynı zamanda son dönemdeki bazı anlaşmazlıklarda muhalif sokağın tepkilerini test edecek bir alan buldu. Ayrıca öyle görünüyor ki teslim olmadı ve Haldeh’te Araplar, Ayn er-Remmaneh’te Hıristiyanlar ve Raşaya’da Dürzilerle karşı karşıya gelebilir. Hizbullah, Lübnan’ın kendisinden uzak bölgelerde karmaşık ve kontrol edilemeyen bir arena olduğunun farkında. Lübnan, hâlâ dar ve farklı dokulardan nüfuz edilmesi zor mezhepsel coğrafyalardan oluşuyor.

Öte yandan silah ve güç açısından en zayıf taraf olan muhalefetin, iktidar fırsatını kaybetmesine neden olacağı ve uluslararası destekten yararlanamadığı için savaş istemediği açıkça görülüyor.

Muhalefet hiçbir siyasi konuda uzlaşı sağlayamıyorsa da onları birleştiren şey, Hizbullah’a atfedilen ‘yasa dışı silahların’ reddedilmesidir. Bu cephede Lübnan Kuvvetleri, Ketaib ve Özgür Yurtsever partilerinden 31 milletvekili, üç Değişim Bloğu milletvekili ve üç Yenilenme Bloğu milletvekili ve bazı bağımsızlar yer alıyor.

Murad, Dürzi ve Sünni halk tabanının muhalefete sempati duyduğuna dikkati çekiyor. Dürziler, 14 Mart ilkelerine yakın ve Velid Canbolat’ın Suriye hegemonyasına ve Lübnanlı müttefikinin silahlarına karşı tutumundan memnun. Ancak Sünni sokakları, özlemle Müstakbel Hareket’in popülaritesini harekete geçiren 14 Mart aşamasındaki ilk formunu bekliyor.

Araştırmacı Vahib Maaluf ise, iç savaş ile şimdiki zaman arasındaki iki karşıt kampta temel farklılıklar olduğu söylerken, bu durumun da yeni bir savaşın olmayacağına dair güvence verdiğini dile getirdi.

Maaluf, “Filistin silahlarıyla desteklenen Ulusal Hareket kampı ve lider Kemal Canbolat’ın vizyonu ile karşı tarafta sağcı Hıristiyan partilerin etrafında toplandığı Lübnan Cephesi kampı arasındaki bölünmeler açıktı. Bölünmeler eşitti ve her iki kampta da silahlı milisler oluştuğundan, savaşın patlak vereceği konusunda uyarıda bulunuyordu. Hazırlıklar ve eğitimler savaşın başlamasından yıllar önce duyuruldu ve iki kamp bölgesel güçler tarafından desteklendi” dedi.

Sol, Lübnan’da tüm koşulların mevcut olmasına rağmen olmayan bir toplumsal mücadeleyi üstleniyor. Çünkü Lübnan halkının mezhepsel dosyası, ekonomik ve sınıfsal dosyasından daha önemlidir.

Bugün sadece Hizbullah, silah üstünlüğüne sahip. Muhalefet bile homojen bir blok oluşturamamış muhalif gruplardan oluşuyor. Ketaib Partisi, iç savaş sırasında 2-3 bin kişinin öldüğünü, bu deneyimi tekrarlamak istemediğini ve silahların yalnızca meşru müdafaa için çekileceğini açıkladı.

Maaluf, Lübnan’ın, kuruluşundan bu yana uzlaşmaya dayalı olduğunu ve en son özelliklerinin Taif Anlaşması’nda somutlaştırıldığını belirtti. Ayrıca uyumluluğun bir güvenlik patlamasını önlediğini ve durumu kabul edilebilir sınırlar içerisinde kontrol etmeyi başardığını söyledi.

Ancak bu fikir birliğinin mezhepsel gerilimi körükleyen olumsuz bir geri bildirimi var. Maaluf, “Hükümetlerde, savaş ve barış kararlarında söz sahibi olmadıklarını düşünen gruplar var. Lübnan’ın bugün yaşadığı gibi bir uzlaşı, nefreti körüklüyor ve verimsiz. Güçlü olan taraf bunu şantaj ve engelleme yoluyla baskı uygulamak için kullanıyor. Bu durum, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık gibi diğer mezhepleri ilgilendiren pozisyonlarda, piramidin en altına kadar boşluklar dayatıyor” ifadelerini kullandı.

Solun alternatifleri

Sol sorunu, Lübnan’daki tüm toplumsal gelişmelerde yenileniyor. Favvaz Trablisi, Dar Riad Al-Rayes yayın evi tarafından yayınlanan ‘Yeni Solun Zamanı’ adlı kitabında solun iç savaştaki deneyimini değerlendirdi. Ayrıca savaş ve barış meselesinin yönetilmesinde solun rolünün, tükenmemiş ve zamanın etkisiyle yenilenip gözden geçirilmeye açık bir konu olduğu kesin.

Sol, toplumsal çatışmalara ve kaygılara dayanan statükodaki bir devrimi temsil ediyor. Bu tanımda ise sol, kendini yeniden şekillendiremeyen, yarım bırakılmış bir deneyimdir. Bu durum ise Lübnanlıların eylem ve tepkilerini ve ardından tüm Lübnan’ın gidişatını belirlemede mezhepçi mantığın hakimiyetinin devam ettiğini gösteriyor.

Vahib Maaluf, olaylara ve organik verilere dayanarak soldaki bu durgunluğun öngörülemeyen bir süre boyunca devam edeceğine dikkati çekti.

2019’daki başarısız olan ayaklanma girişimini hatırlatan Maaluf, başarısızlığın, hareketin Hizbullah’ın silahları konusundaki bölünmesinden ve popüler kaygıları iletmeye ve insanların hayatlarıyla bağlantılı bir söylem önermeye yetecek anlamlı sorular sormadaki başarısızlığından kaynaklandığını söyledi. Ona göre bu zayıflık, 2015’teki ayaklanma hareketinden sonra ve öncesinde de 2011’de Arap Baharı dalgasına katılan ‘Mezhepçi Sistemi Feshetme’ yürüyüşlerinde de devam etti.

dvf

Geniş bir halk bloğunu bünyesine katmaya aday olan Lübnan’daki Demokratik Sol Hareket’in gerilemesinden sonra bu tecrübelerin yarıda kesildiğini dile getirdi. Maaluf’a göre bu hareketin ortadan kaldırılması, ister Samir Kasir’in 2005’te öldürülmesi, ister hareket kadrolarına yönelik devam eden taciz ve tehditler aracılığıyla olsun sistematik bir şekilde gerçekleşti.

Komünist Parti’ye gelince, küresel projesinin sona ermesinin yanı sıra yerel nabzı da baskıcı rejimleri destekleyen direniş projesine katıldı. Bu da temelindeki ‘sol’ fikriyle çelişiyor.

Maaluf, ciddi solun, koşullar müsait olmasına rağmen Lübnan’da olmayan bir toplumsal mücadeleyi üstlendiğine dikkati çekti. Çünkü Lübnan halkının mezhepsel dosyası, ekonomik ve sınıfsal dosyasından daha önemlidir.

Bu eğilim, ideolojilere yatırım yapmayı ve iç savaşın yaralarını kışkırtmayı alışkanlık haline getiren geleneksel mezhepçi liderlerle halk sınıflarının çıkarlarını koruyor.

Lübnan’daki kimlik çatışması, toplumsal çatışmadan çok daha güçlü ve şu anda yeni bir sol rolün ortaya çıkmasından bahsetmek zor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir


Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu ırkçılıkla mücadele yollarını tartışıyor

BDİHK’nin 22. olağan oturumunun açılışı sırasında Büyükelçi Yusuf  ed-Dubaey (İİT)
BDİHK’nin 22. olağan oturumunun açılışı sırasında Büyükelçi Yusuf  ed-Dubaey (İİT)
TT

Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu ırkçılıkla mücadele yollarını tartışıyor

BDİHK’nin 22. olağan oturumunun açılışı sırasında Büyükelçi Yusuf  ed-Dubaey (İİT)
BDİHK’nin 22. olağan oturumunun açılışı sırasında Büyükelçi Yusuf  ed-Dubaey (İİT)

Merkezi Cidde’de (Suudi Arabistan’ın batısında kalıyor) bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu (BDİHK), her türlü ayrımcılıkla mücadele etmeye yönelik aktif çabaların bir parçası olarak, ırk ayrımcılığı ve günümüzdeki farklı tezahürleri de dahil olmak üzere, artan ayrımcılık sorununu engellemek için gerekli yolları ve araçları araştırarak bu sorunları kapsamlı bir şekilde çözecek tavsiyeler ortaya koymayı amaçlıyor.

Cidde’de beş günlük çalışmalarına başlayan BDİHK’nin 22. olağan oturum toplantılarının önümüzdeki perşembe günü oturum sonunda nihai bir bildirge sunması planlanıyor. Söz konusu bildirgede, her türlü ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmak için normatif boşlukları doldurmaya ve uluslararası insan hakları belgeleriyle uyumu sağlamaya yönelik birçok tavsiyenin yer alması bekleniyor.

Dört kıtaya yayılmış 57 ülkeyi kapsayan İİT, olağan oturumunun açılışında ırk ayrımcılığının tehlikeleri konusunda uyarıda bulunarak, bunun ortadan kaldırılmasının ortak bir sorumluluk olduğunu vurguladı. İlk günkü oturumlarda “Irk ayrımcılığının ortadan kaldırılması: İslami perspektif ve insan hakları perspektifi” başlıklı bir tartışma yapıldı.

Olağan oturum çalışmalarını İİT Genel Sekreteri Hüseyin İbrahim Taha adına İİT Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Yusuf ed-Dubaey açtı. Oturuma ilgili uluslararası kuruluşlardan uzmanlar, üye devletlerin ve İİT’de gözlemci statüsünde olan devletlerin temsilcileri ve ulusal kuruluşlarının temsilcileri katıldı.

Taha, Suudi Arabistan’ın İİT’ye verdiği cömert desteği, tüm faaliyetlerine gösterdiği özel ilgiyi ve BDİHK’nin genel merkezine Cidde’de ev sahipliği yapılmasını takdir etti. BDİHK’nin gösterdiği somut çabalara dikkat çeken Taha, BDİHK’nin evrensel insan hakları ve temel özgürlüklerin İslami değerlerle uyumlu olmasını sağlama amacı kapsamında çeşitli konularda üye devletlere tutarlı tavsiyeler sunmak üzere önemli çalışmalar üstlendiğine işaret etti.

Genel Sekreter’in açıklaması Büyükelçi Dubaey tarafından okundu. Genel Sekreter açıklamasında, ırk ayrımcılığının bundan zarar gören bireyler ve topluluklar üzerindeki korkunç sonuçlarına dikkat çekti. İİT’nin ve üye devletlerin ırkçılıkla mücadelenin öncüleri olduğunu ve ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmanın bireyleri, toplumları ve hükümetleri kapsayan ortak bir sorumluluk olduğunu vurguladı.

cs
BDİHK Sekreteryası İcra Direktörü Dr. Nura er-Raşud (Şarku’l Avsat)

BDİHK Sekreteryası İcra Direktörü Dr. Nura er-Raşud, oturumun çalışmaları sırasında, BDİHK’nin olağanüstü ortak Arap-İslam Zirvesi’nin nihai bildirgesini desteklediğini belirtti.

Raşud konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

Uluslararası insan hakları topluluğu, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 75. yıldönümünü kutlarken, tüm dünya, İsrail işgal güçlerinin Gazze’deki masum Filistinlilere karşı işlediği apaçık insan hakları ihlalleri karşısında dehşete kapılmış durumda. 11 Kasım 2023’te Riyad’da olağanüstü ortak Arap-İslam Zirvesi’ne ev sahipliği yapma yönündeki iyi zamanlanmış girişim, övgüye değer bir girişimden başka bir şey değildir. Bu zirvenin sonuçlarının Gazze’deki insani krize derhal son verilmesi konusunda teşvik edici olması ümit ediliyor.

Raşud, Suudi Arabistan hükümetinin BDİHK’nin genel merkezine ev sahipliği yapma ve etkili ve bağımsız çalışma için manevi ve lojistik destek sağlama konusunda sağladığı büyük hizmetlerden dolayı içten teşekkürlerini dile getirdi. Aynı zamanda BDİHK’ye verdikleri sürekli destek için İİT Genel Sekreteri’ne, tüm üye devletlere, gözlemci devletlere ve bu ülkelerin ulusal insan hakları kuruluşlarına teşekkür etmeyi de ihmal etmedi.

Raşud, açılış töreninin ve kapsamlı tartışmanın Suudi Arabistan ve BDİHK ile iş birliği içinde gerçekleştiğini ve bu adımın iki taraf arasında 2022’de imzalanan mutabakat zaptının etkinleştirilmesi açısından mükemmel ve başarılı bir adım olduğunu belirtti.

sxcdfr
Katılımcıların bir kısmı (Şarku’l Avsat)

Raşud, BDİHK’nin en önemli katkısının, üye devletlerdeki yönetişim ve kalkınma işlerinde insan haklarını tesis etmek ve İslami ve evrensel açıdan insan haklarına ilişkin kural ve ilkeler arasındaki boşluğu kapatmak olduğunu açıkladı. BDİHK’nin, İİT İnsan Hakları Kahire Bildirgesi’nin kabul edilmesine yaptığı katkıdan duyduğu gururu ifade etti. Aynı zamanda BDİHK’nin şu anda İİT’nin çocuk haklarına ilişkin revize edilmiş Cidde Sözleşmesi’ne son şeklini vermekte olduğunu kaydetti. Üye devletlerin bunun çalışmalarını yakın zamanda tamamlayacağından emin olduğunu belirtti.

Raşud, İİT İnsan Hakları Kahire Bildirgesi’nin kabul edilmesinin yanı sıra, İİT Dışişleri Bakanları Konseyi tarafından, dünya çapında Müslümanlara karşı işlenen insan hakları ihlalleri hakkında bilgi toplama ziyaretleri yapılmasına ve raporlar yazılmasına ilişkin tavsiyelerin uygulanması noktasında BDİHK’nin katkılarını ele aldı.

BDİHK’nin, İİT’nin evrensel insan hakları ilkelerini teşvik etme çabalarını ilerletmek için izlediği yola dikkat çeken Raşud, “bölgesel insan hakları mekanizmasının” etkinliği çerçevesinde bölgesel kapsamlılık, bağımsızlık, soruşturma imkanı ve birçok alanı kapsayacak takip mekanizmaları da dahil olmak üzere “temel” standartların ele alındığını kaydetti.

Kapsamlı tartışma toplantısı, ırk ayrımcılığının modern tezahürlerinin kapsamlı bir analizinin yapılmasını, İslamofobi ile ilişkili ırkçılık ve bunun modern toplumlarda sürmesi de dahil olmak üzere ırk kimliğindeki karmaşıklıklar, çıkmazlar ve paradokslarla ilgili kritik soruların tartışılmasını ve nefret söylemiyle etkili bir şekilde mücadele edebilecek araçların ve yolların üzerinde düşünülmesini içeriyordu.

Toplantıda, aynı zamanda, Müslüman topluluklara karşı ayrımcı davranışlar ve politikaların kaynağının izini sürmenin yanı sıra, dünya çapında ırk ayrımcılığının farklı tezahürleriyle mücadele etmeye yönelik en ideal uygulamalar ve ırk ayrımcılığından etkilenen toplumlardaki azınlık ve Müslüman topluluklara gerekli korumayı sağlayacak şekilde, küresel düzeyde ve çeşitli düzeylerde rehberlik ve uygulama alanında bunların güçlendirilmesi tartışıldı.


Zengin Çinliler, yurtdışına para akıtıyor: "Ülkeden ayda 50 milyar dolar çıkıyor"

NYT'nin aktardığına göre külçe altın satışlarında bankaların sunduğu fiyatlar yüzde 7'ye varan oranda değişebiliyor (Reuters)
NYT'nin aktardığına göre külçe altın satışlarında bankaların sunduğu fiyatlar yüzde 7'ye varan oranda değişebiliyor (Reuters)
TT

Zengin Çinliler, yurtdışına para akıtıyor: "Ülkeden ayda 50 milyar dolar çıkıyor"

NYT'nin aktardığına göre külçe altın satışlarında bankaların sunduğu fiyatlar yüzde 7'ye varan oranda değişebiliyor (Reuters)
NYT'nin aktardığına göre külçe altın satışlarında bankaların sunduğu fiyatlar yüzde 7'ye varan oranda değişebiliyor (Reuters)

ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York Times (NYT), Çinli zenginlerin ülkenin "ekonomik ve siyasi geleceğinden endişelenerek" yatırımlarını yurtdışına aktardığını yazdı. 

Japonya merkezli çevrimiçi gayrimenkul platformu Shenjumiaosuan'ın yöneticisi Zhao Jie, başkent Tokyo'da 3 milyon dolar ve üzerinde değere sahip lüks dairelerin çoğunun Çinli zenginler tarafından satın alındığını söyledi.

Jie, yatırımcıların bu miktarları "bavullar dolusu nakitle" ödediğini belirterek, pandemi öncesi dönemde Çinlilerin genelde 300 bin dolar ve altındaki stüdyo daireleri tercih ettiğine dikkat çekti.

NYT'nin paylaştığı rakamlara göre, Çin'deki zengin aileler ve özel sektördeki şirketler, bu yıl yurtdışına her ay yaklaşık 50 milyar dolar civarında yatırım yaptı.

Öte yandan haberde, Pekin yönetiminin yurtdışında otel ya da ofis binası satın alınması gibi yatırımlara izin vermediği, bu yüzden zenginlerin farklı yöntemlerle paraları yabancı ülkelere aktardığı belirtildi.

Bu yöntemlerden biri külçe altın satın alıp yurtdışına göndermek. Haberde, külçe altına talebin artması nedeniyle Çin'deki bankalar arasında altın satışı rekabeti başladığına da dikkat çekildi. 

Başvurulan bir diğer yöntemse, Çin'in Hong Kong Özel İdari Bölgesi'ndeki bankalarda hesap açıp, bunlar üzerinden yurtdışında farklı sigorta ürünlerine yatırım yapmak. Hong Kong yönetiminin verilerine göre, Çin anakarasından yatırımcılara satılan sigorta poliçelerinde bu yılın ilk yarısında, 2019'un aynı dönemine kıyasla yüzde 21,3 artış yaşandı. 

Öte yandan uzmanlar, Çin'den yurtdışına hızlı para akışının ülkenin 17 trilyon dolarlık ekonomisi için yakın vadede risk oluşturmadığını söyledi.  

Çin merkezli Hang Seng Bank'in başekonomisti Wang Dan, ülke dışına akıtılan para miktarının devlet için "gayet kontrol edilebilir düzeyde olduğunu" savundu.

Ancak NYT, yoğun para çıkışının devam etmesinin uzun vadede Çin'de finansal sorunlara yol açabileceğine işaret etti. 

Haberde, Çin'de 2015'te borsanın çökmesinin ardından yüklü miktarda paranın ülke dışına çıkarıldığı, Çin Merkez Bankası'nın da yuanın değerini tekrar istikrarlı hale getirmek için döviz rezervlerinden ayda 100 milyar dolara yakın harcama yaptığı hatırlatıldı.

Yuan, eylülde ABD doları karşısında son 16 yılın en düşük seviyesine gerilemişti. 

Independent Türkçe


Kazananı olmayan savaş çıkmazda

İsrail ‘Hamas'ı ortadan kaldıramaz’ ve Hamas da İsrail’i yenilgiyi kabul etmeye zorlayamaz. (AFP)
İsrail ‘Hamas'ı ortadan kaldıramaz’ ve Hamas da İsrail’i yenilgiyi kabul etmeye zorlayamaz. (AFP)
TT

Kazananı olmayan savaş çıkmazda

İsrail ‘Hamas'ı ortadan kaldıramaz’ ve Hamas da İsrail’i yenilgiyi kabul etmeye zorlayamaz. (AFP)
İsrail ‘Hamas'ı ortadan kaldıramaz’ ve Hamas da İsrail’i yenilgiyi kabul etmeye zorlayamaz. (AFP)

Refik Huri

Kazanıyor gibi görünse bile karşı taraf yenilgiyi kabul etmedikçe hiç kimse savaşı kazanamaz. Bu, Gazze savaşında imkânsız bir görevdir. İsrail ne kadar lider, kadro ve bireyi yok etse de öldürse de ‘Hamas'ı ortadan kaldıramaz’ ve onu tanınmadan da olsa mağlup gösteremez. Gazze'yi insansız bir toprak haline getirmeye çalışsa bile başaramaz. Hamas da İsrailli düşmanını yenilgiyi kabul etmeye zorlayamaz, ne kadar tankını ve aracını yok ederse etsin, ne kadar subayını ve askerini öldürürse öldürsün, hatta kara kuvvetlerini çekmeye zorlasa bile hava ve deniz bombardımana devam eder. Ancak gerçek şu ki ‘İsrail'in Gazze'de başı dertte’. Londra merkezli The Economist'e göre öncelikli seçenek konusunda önemli olan şu: Zafer mi, rehineleri geri almak mı yoksa ABD ile ilişkiler mi?

Eski Başbakan, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Ehud Barak, Binyamin Netanyahu'yu ‘seçeneklerinin çöküşü’ nedeniyle çıkmazda olan önemli bir faktör olarak görüyor. Politikayı ‘Hamas bir hazine, Filistin Yönetimi bir yük’ temelinde çizmekten, Arap dünyasında barış yolu yanılsamasına, Filistinlileri görmezden gelemeye, kendini ‘güvenlik efendisi’ olarak tasvir etmeye, ABD'yi küçümsemeye ve aldatmaya, Sinvar, Putin, Obama, Trump ve Biden'ı değerlendirmeye kadar hata yaptığından bahsediyor.

Strateji yok

Pratik olarak herkesin başı çeşitli oranlarda dertte. Hamas, Filistin Otoritesi, Hizbullah, Lübnan, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Mısır, Ürdün ve ‘barış anlaşması’ ülkeleri... Haftalar içinde bitiremeyeceği bir savaşa sürüklenen, İsrail ekonomisi çökmeden ve ağır bölgesel ve uluslararası baskılara dayanmadan rezervlerini ön planda tutamayan İsrail'in herhangi bir çıkış stratejisi yok. Düşman ordusu coğrafyaya yayılırken ve İran'ın savaşa doğrudan müdahalesinin imkansızlığıyla karşı karşıya kalırken, Hamas'ın ‘Gazze işgalini’ püskürtmeye devam etmekten başka seçeneği bulunmuyor. ABD, ‘caydırma’ adı altında Akdeniz'de uçak gemileri ve muhripler konuşlandırdı ancak rakipleri caymaz ve kırmızı çizgileri aşarsa, bir savaş stratejisi mevcut değil. Başkan Joe Biden yönetimi altında, Ortadoğu için kapsamlı bir strateji de yok.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, çelişkili pozisyonlarda bocalıyor. Alman Şansölyesi Olaf Scholz, İsrail'i desteklemede o kadar ileri gitti ki Arap devletleriyle ilişkilerdeki gerilemeyi durdurmak için geri dönüş yolunu izlemesi artık kolay değil. İngiliz Başbakan Rishi Sunak, ülkesinin İsrail'in kuruluşundaki rolü ve Araplara karşı düşmanlığının önünde duruyor ve Ukrayna savaşı ile Gazze savaşı arasında kararsız.

Bir dizi çıkmaz

Gazze'deki halkı Sina'ya göç ettirmeyi reddeden, Gazze'nin kapısı ve önemli arabuluculuklara sahip olan Mısır, Hamas ile Filistin Yönetimi arasında Washington'la ilişkilerde ve ardından İsrail'le Camp David Anlaşmaları ile Gazze savaşının kınanması arasında dikkatli ve hassas bir denge kurulması gerekiyor. Aynı durum, büyükelçisini Tel Aviv'den çekerek İsrail'in savaşını kınama düzeyini yükselten ve Batı Şeria halkını Doğu Şeria'ya kaydırma yönünde ciddi bir tehditle karşı karşıya kalan Ürdün için de geçerli. Parçalanmış Suriye sınırlarını kapattı. Irak, İran'ın nüfuzunu ve silahlı fraksiyonlarını ile ABD ve güçlerine olan ihtiyacı arasında çözümsüz bir çıkmaz içinde. Yemen, Husiler'in meşruiyete karşı darbesinden ve bitmeyen bir savaşın başlamasından bu yana iç cephede daha büyük bir çıkmazdan çıkamıyor. Lübnan, sınırlarda ve ülke içinde bulunduğu büyük çıkmazını tanımlamaktan bile aciz. Kendi kararıyla güney cephesini açan ve Beyrut'taki iktidarın kilit noktalarını elinde bulunduran Hizbullah, Lübnan'ın çıkmazını planladığı başka bir Lübnan'a giden yol olarak görüyor.

Bir dizi çıkmaz Ortadoğu'nun ihtiyaç duyduğu türden çözümler üretmiyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.


Kassam Tugayları ve İsrail ordusu Gazze'nin kuzeyinde birbirlerini ateşkes ihlaliyle suçladı

(AA)
(AA)
TT

Kassam Tugayları ve İsrail ordusu Gazze'nin kuzeyinde birbirlerini ateşkes ihlaliyle suçladı

(AA)
(AA)

Kassam Tugayları'nın Telegram hesabından yapılan açıklamaya göre, taraflar arasında varılan çatışmalara "insani ara" mutabakatında çizilen hatları İsrail'in ihlal etmesi nedeniyle Kassam savaşçılarıyla İsrail askerleri arasında çatışma çıktı.

Durumu kontrol altına aldıklarını aktaran Kassam Tugayları, "İsrail bağlı kalırsa kendilerinin de geçici ateşkese bağlı olduklarını" vurgulayarak arabuluculara İsrail'in "insani aranın tüm maddelerine karada ve havada uymasını sağlamaları" çağrısı yaptı.

İsrail ordusu: Askerlerin yanında EYP patlatıldı

İsrail ordusundan yapılan açıklamaya göre, Gazze'nin kuzeyindeki iki ayrı noktadaki İsrail askerlerinin yakınında üç el yapımı patlayıcı (EYP) patlatılarak "insani aranın" ihlal edildiği ileri sürüldü.

Bir noktada Gazze'deki silahlı unsurların İsrail askerlerine ateş açtığı, askerlerin buna karşılık verdiği, bazı askerlerin hafif yaralandığı aktarıldı.

İsrail ordusu, iki noktada da birliklerinin taraflar arasında varılan "insani ara" mutabakatına bağlı şekilde konuşlandığını savundu.


Dışişleri Bakanı Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Blinken'la görüştü

(AA)
(AA)
TT

Dışişleri Bakanı Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Blinken'la görüştü

(AA)
(AA)

Bakanlığın X sosyal medya hesabından yapılan paylaşıma göre, Fidan, Brüksel'de düzenlenecek NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile bir araya geldi.

Görüşmede Gazze'deki son gelişmeler ve İsveç'in NATO'ya üyelik süreci ele alındı.

ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre de Blinken, Fidan ile birkaç hafta önce Ankara'dayken çok iyi görüşmeler yaptıklarını dile getirerek bugün de aynı şekilde iyi bir görüşme yapmayı beklediklerini belirtti.

Blinken, herkesin Gazze'deki kriz üzerine çalıştığına işaret ederek "Gelecek hazirandaki zirveye, (NATO'nun) 75. yıl dönümüne doğru ilerlerken burada, NATO'da (toplantısında) İsveç'in üyeliği dahil pek çok meselemiz var. Birçok diğer mesele ve Rusya'nın Ukrayna'ya karşı devam eden saldırıları var." dedi.

Bu konulardaki perspektiflerini paylaşma fırsatı için minnettar olduğunu belirten Blinken, "Önemli ve çok değerli NATO müttefiki Türkiye ile işbirliğimiz için de minnettarım." ifadesini kullandı.

Bakan Fidan da bugün NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılmak için Brüksel'de bulunduklarını kaydederek "Önümüzde çok önemli konular ve hepimizin çok açık ve net görüşmelerde bulunacağımızdan eminim. Dostluğumuza ve işbirliğimize gerçekten değer veriyoruz." diye konuştu.