İlk mi yoksa son İran-İsrail savaşı mı?

Edgar Morin'in dediği gibi her hayat belirsizlik içinde yüzmektir ama kesinlik söylemi Doğu'yu dolduruyor ve kurşunlardan daha fazla öldürüyor.

İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)
İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)
TT

İlk mi yoksa son İran-İsrail savaşı mı?

İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)
İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)

Refik Huri

Yarın sadece başka bir gün değil ve İsrail'in 100 uçakla İran'a saldırısı oyunun sonu değil. İsrail “bitmiş bir operasyondan” bahsetse de ve Tahran ister yanıta yanıt verme dizisinin bir parçası olarak yanıt versin, ister çekimser kalsın, ister düşmana ciddi şekilde zarar verecek biçimde yanıt versin, oyun aynıdır. Kaldı ki Binyamin Netanyahu'nun Tahran'ı, ABD ile çatışma korkusuyla şu anda istemediği topyekûn bir savaşa sürüklemek için umduğu şey de budur. Yani İran’ın ciddi zararlar verecek bir yanıt vermesidir. İran'ın tutunduğu şey ise dolaylı olarak Yemen'den Lübnan ve Gazze'ye kadar uzanan “arenalar birliği” yoluyla İsraille farklı türde bir kapsamlı savaştır. Bu savaşın stratejik hesapları, kayıplar, yıkımlar, ekonomik ve sosyal kayıplar ile yerinden edilmeler gibi tüm diğer hesapların önüne geçiyor. Başlangıçtan itibaren bu savaş çeşitli şekillerde tanımlandı. Mesela usta İsrailli diplomat ve müzakereci Itamar Rabinoviç, Gazze savaşını “ilk İsrail-İran savaşı” olarak tanımladı.

Ancak Rabinoviç'in tanımı, İsrail stratejisi için değil İran stratejisi için geçerlidir ve pratikte her ikisi de radikaldir. Dini Lider Ali Hamaney'in görüşüne göre Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki savaş “bölgenin kaderini değiştirmede çok önemli.” Bunun için pek çok şeyin arasında iki şeye güveniyor; bunlardan ilki, İran'ın Sahibüzzaman’ın gelişinin taşlarını döşeyecek önemli hedeflere ulaşması için çok sayıda ve açık fırsatın bulunduğudur. İkincisi ise Filistin'i denizden nehre özgürleştirmenin nesiller boyu sürecek bir görev olduğudur. Mevcut aşama, Hamas’ın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonunun ve İsrail'in Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki savaşının, İsrail'i zayıflatmak, yerleşimcilerini korumaktan aciz olduğunu teyit etmek, Hamas'ı, İslami Cihad'ı ve Hizbullah'ı korumak için sunduğu fırsattır. Bunların hepsi İran’ın bölgesel projesine giden yolda duraklar olup, İran öncülüğündeki direnişin hâkim olduğu “İslami Ortadoğu” lehine, ABD'nin öncülük ettiği “Yeni Ortadoğu” projesini çökertmektir.

Netanyahu ise Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki savaşı, İran'a ve onun projesine karşı bir “varoluş savaşı” olduğu temelinde yürütüyor. Gelişmiş ölüm makinesinin tüm yıkıcı gücünü ve vahşiliğini kullanıyor. İsrail'i sarsan Aksa Tufanı ve Güney Lübnan'dan başlatılan “destek” savaşında, bir varoluş savaşı yürütme, Gazze, Lübnan, Batı Şeria ve Husilere yönelik savaş yoluyla bölgeyi yeniden şekillendirme fırsatı buldu. Bunu İran projesini ve Gazze, Lübnan ve Irak'taki Devrim Muhafızları'nın silahlı kollarını vurmak için son savaşın kapısını açan nadir bir fırsat olarak gördü.

Beyrut'taki yetkililerin, Avrupalı ​​ve Amerikalı ziyaretçilerinden İsrail'in topyekûn bir savaş hazırlığı içinde olduğuna dair duydukları hiçbir şey, onları şu anda herkesin bedelini ödediği büyük bir felaketten Lübnan’ı kurtarmak için herhangi bir şey yapmaya sevk etmedi. Zira karar onların elinde değil ve aralarında akıllı olanlar, Gazze savaşı olmasa bile İsrail'in Hizbullah füzeleri kabusundan kurtulmak için er ya da geç bir savaş başlatacağını biliyorlar. Savaş ve barış kararını uzun zaman önce esir almış olan Hizbullah ise artık tam teşekküllü bir savaşa dönüşen “destek savaşını” sürdürdü, çünkü geri çekilmek onun için imkânsız ve İsrail'de şok yaratabilecek bir fırsata sahip olduğuna inanıyor. Ayrıca Hamas'ı desteklemek için savaşmak, başka bir yükümlülük üstlenmedikçe yerine getirmemesi mümkün olmayan yasal bir yükümlülüktür. Şarku'l Avsat'ın  Indepenedent Arabia'dan çevirdiği analize göre buna ilave olarak, aşırı kökten dinciler Lübnan'ı, herkesin payının olduğu “Tanrı'nın toprağı” olarak görüyorlar. Dahası Necip Mikati başkanlığındaki geçici hükümetin kültürlü bir bakanı, Lübnan'ı “Tanrı'nın vakfı” olarak tanımladı.

Direniş doğası gereği bir değişim gücü olabilir veya olmayabilir. Lübnan'daki İslami Direniş ile mevcut anlaşmazlık ise başına ne gelirse gelsin Lübnan'da, Hamas'ı desteklemek için güney cephesini açmanın doğrusunu ve yanlışını tartışmanın ötesine geçerek ayrıntılı bir soruya uzanıyor: Destek savaşı ve ardından topyekûn savaş nasıl bir değişim yarattı? Filistin'de sahada bir metre de olsa ilerleme kaydedildi mi? Gerek Lübnan'daki kriz durumu, gerekse Gazze ve Batı Şeria'nın akıbeti konusunda, sonrasına dair hiçbir şeyi netleştirmeden ateşkes çağrısına öncelik vermenin anlamı nedir?

Savaşın ortaya çıkardıkları önemsiz değil. İsrail’in projesi, Tel Aviv'deki liderlerin açıklamaları kadar bölgedeki ve dünyadaki düşünürlerin yazıları ile zaten ortadaydı ve bilindikti. Onu daha da açığa çıkaran ise gösterişli retoriğine rağmen İran projesi oldu. Bu projenin gösterişli söylemlerine rağmen, Hamas'ı desteklemesinin en önemli nedeni, Hamas'tan geriye bir şey kalmasını sağlayarak Filistin kartının Tahran'ın elinden alınmasını önlemektir. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi ise İran projesini engelleyen herkese, ABD, İsrail ve Arap ulus devletlerine karşı direnişin iki semboldür. Bu, Tahran'ın talep etmesi halinde saldırgan bir direniş, İslam Cumhuriyeti'ne yönelik her türlü hamleye karşı ise savunma amaçlı bir direniştir. Edgar Morin'in dediği gibi “Tüm yaşam belirsizlik denizinde yüzmektedir”, ancak kesinlik söylemi Doğu'yu doldurur, savaşlarda büyük rol oynar ve bir kurşunla öldürülmeyenleri öldürür.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Hizbullah'ın hayatta kalacak olmasının iki nedeni

Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)
Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)
TT

Hizbullah'ın hayatta kalacak olmasının iki nedeni

Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)
Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)

Husam İtani

Geçtiğimiz birkaç ayda aldığı ağır darbelere rağmen, Hizbullah'ın öngörülebilir gelecekte Lübnan arenası ile bölgesel sahada güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesini sağlayacak iki neden var. Birinci neden, Lübnan'ın mezhepsel yapısıyla ilgilidir. Pek çok kişinin yanlış bir şekilde sadece İran'ın kolu ve uzantısı olarak tanımladığı Hizbullah, Lübnanlı Şiilerin toplumsal farkındalığında derinlemesine niteliksel bir değişim oluşturuyor. Söz konusu değişim, mutlaka daha yüksek bir farkındalık yönünde olmasa da geçen yüzyılın altmışlı ve yetmişli yıllarında aralarında hâkim olandan farklı. Bu dönemlerde Şiiler arasında 1943’teki bağımsızlığın ürettiği Lübnan devletine zayıf bir konum ile tamamen entegre olan Al-Es’ad, Al-Asiran, Al- Halil aileleri gibi gevşemiş ailelerin temsil ettiği feodal kontrole karşı görülen isyan ile bu değişim ve farkındalık açıkça görülmüştü. Şiiler, geleneksel liderlikler yoluyla iktidara zayıf bir şekilde katılmayı reddettikleri gibi, kendi safları arasında yayılan sol, Marksist ve milliyetçi partilerin, Şiileri dini bir gruba dönüştüren Yüksek Şii İslam Konseyi’ni kurarak, siyasi açıdan bağımsız hale getiren İmam Musa Sadr'ın dile getirdiği şekilde kaygılarını dillendirmediklerini de düşünüyorlardı.

İmam Sadr'ın mirasçısı olan Emel Hareketi, ilgisini Lübnan'daki mezhepsel denklem içinde ganimetleri dağıtmak ile sınırlamasının, Humeyni projesinin “beynelmilel” emelleriyle doğrudan çatıştığını fark edemeyince ciddi bir gerileme yaşadı. Humeyni projesi, Marksizmin kurtuluş vaatlerini ve evrenselliğini, aynı zamanda Oniki İmam Şiiliğinin dünyadaki en önemli kalelerinden biri ve Şii mezhebinin en önde gelen fakihlerinden bazılarının memleketi olan Cebel Amel'de sağlam bir şekilde yerleşmiş dini kimliği taşıyan bir doktrin arayan Lübnanlı Şiiler arasında geniş yankı buldu.

Hizbullah'ın temsil ettiği bu yerel ile küresel arasındaki buluşma, özellikle Hizbullah’ın yükselişine Sovyetlerin gerilemesinin eşlik etmesi nedeniyle, sol kesimin sahip olduğu çekiciliği kaybetmesine yol açtı. Hizbullah’ı işgale karşı düşmanlık ve “mazlumlar” için adalet talebinin yanı sıra dini ve kırsal unsurların da somutlaştığı yeni bir tür “ulusal kurtuluş hareketi” olarak sundu.

Buna ilave olarak Hizbullah, İsrail'in 2000 yılında Güney Lübnan'dan çekilmesinden Suriye'deki savaşa Beşşar Esed rejiminin yanında katılmasına kadarki dönemde büyük bir itibar kazandı. Suriye savaşına katılması ile birlikte pek çok Arap, Hizbullah’ın mezhepçi yüzünü keşfetti. Elbette 2005'ten sonra Lübnan'ı kasıp kavuran suikastlar ve yerel çatışmalardaki rolünden bahsetmiyoruz bile. Lübnanlı Şiilerin, Suriye ordusuyla omuz omuza verdikleri mücadelede verdikleri ve 5 bini aştığı söylenen ağır insani kayıplara rağmen Hizbullah’tan vazgeçmediklerini belirtmekte de fayda var. Çünkü bu kaybın Lübnan'daki rolleri ve statüleri için bir yatırım ve garanti olduğunun farkındaydılar ve 2024 yılına kadar gerçekten de böyle oldu.

Lübnanlı Şiiler, Suriye ordusuyla omuz omuza verdikleri mücadelede ağır insani kayıplar vermelerine rağmen Hizbullah’tan vazgeçmediler

Dahası Hizbullah, Taif Anlaşması ile yerleşen formüle memnuniyetle bakmamıştı. İstikrarsız olmayı sürdüreceğini, İsrail ile Arap devrimlerinin somutlaştırdığı “tekfirci akım”a karşı mücadeledeki fedakarlıkları sayesinde kendisine ve diğer Şiilere hak ettikleri güç payını vermediğini düşünüyordu. Bu nedenle, Hizbullah’ın eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, gücün mezhepler arasında yeniden dağıtılacağı bir “ulusal konferans” düzenlenmesi çağrısını birkaç kez yinelemişti. Bu çağrı, yönetim formülünün yeniden gözden geçirilmesi sırasında güç dengesindeki dengesizliğin Hizbullah’ın lehine yansımalarının olması korkusuyla, Sünniler ve Hıristiyanların bir kesimi tarafından geniş çaplı itirazla karşılandı.

Şimdi İsrail Hizbullah'ı hedef almaya başladıktan sonra, siyasi çıkar elde etmek ve bu önemli Şii gücü Lübnan denkleminin dışında bırakmak için acele edenler büyük bir hata yapıyorlar. Şiilerin bugün Lübnan'da işgal ettikleri statüyü ve istisnai durumu koruma takıntısını taşıma konusunda Hizbullah’ın yerini alacak kimse ufukta görünmüyor. Yerinden edilen Şiilerin sığındıkları yerlerde yaşadıkları yoğun baskıya rağmen, bu takıntıdan ve statüden vazgeçmeleri kolay olmayacak. Lübnan’daki bilindik hassasiyetler nedeniyle, Şiilerin diğer dini gruplar tarafından aşağılanmaya ve küçük düşürülmeye maruz kalma korkusu katlanarak, statülerini, rollerini ve ayrıcalıklarını korumak için İsrail'e karşı mücadele başta olmak üzere, onları her cephede kıyasıya mücadeleye itecek boyuta ulaşacaktır.

Hizbullah’ın rolünü sürdürecek olmasının ikinci nedeni ise İsrail'in mevcut savaştaki hedefinin, en önemlisi Hizbullah olan kollarını ve ajanlarını yok etmek olduğu söylenen İran'ın, Husilerden, Haşdi Şabi Güçlerinden ve Lübnanlı Hizbullah’tan vazgeçerek, Kuzey Kore'nin yaptığı gibi Tahran'daki rejimi korumak için nükleer cephanelik inşa etmeye yöneleceği alternatif stratejisi için yeni bir vizyon geliştirmeyi henüz tamamlamamış olmasıdır.

İran rejiminin şu anda kollarının ve ajanlarının oluşturduğu dış koruma sistemini değiştirmenin, kendisini tesis etmek, idare etmek ve birçok Arap devletinin hayati öneme sahip kısımlarını kontrol etmesini sağlamak için onlarca yıl ve büyük meblağlarda paralar harcadıktan sonra kolay olmadığı bir sır değil. Ayrıca nükleer cephanelik, tek bir bombanın başarıyla patlatılmasıyla sınırlı olmayıp, balistik füzeler, denizaltılar veya stratejik bombardıman uçakları gibi “taşıyıcı araçları” da kapsıyor. Bu ise İran'ın füze programı dışında kayda değer ilerleme kaydedemediği bir alan. Ayrıca, İran'ın ekonomik durumu, ABD ve İsrail'in daha önce başarılı olmasını engelleme sözü verdiği askeri nükleer program için büyük meblağlarda para tahsis edilmesine şu anda imkân tanıyor gibi de görünmüyor.

Tüm bunlara ilave olarak, yerli ya da yabancı hiçbir tarafın güvenebileceğimiz bir siyasi projesi yok. İsrail'in talepleri özetle, Hizbullah’ın ortadan kaldırılması ve üyelerinin sınırlarına yaklaşmasının engellenmesidir. Rakipleri ise Hizbullah'ın sahneden çekilmesi halinde neler başarabileceklerine dair pembe hayaller içinde yaşıyorlar. Her iki tasavvur da hem hayal hem de gerçeklik açısından zayıf.

Dolayısıyla Hizbullah, Lübnanlıların İsrail'in neden olduğu yıkımı yeniden inşa etmek için uzun bir zamana ihtiyaç duyacakları bir dönemde, bölgesel ve yerel rolünü oynamaya devam edecek.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Lodra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.