Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

Şam, görüşme için Türkiye'nin çekilmesi önkoşulunu kaldırdı, Ankara’da artık çekilmek için siyasi çözümü şart koşmuyor.

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm
TT

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

İbrahim Hamidi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, son yıllarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in Arap ülkeleriyle veya Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilişkilerini normalleştirmesi arzusunu gizlemiyor.

Arap ülkeleriyle ilişkilerin normalleşmesi daha kolay oldu. Şam, geçen yılın ortasında Arap Birliği'ne geri döndü ve Esed son iki Arap zirvesine katıldı.

Türkiye ile normalleşme meselesi ise birçok nedenden dolayı daha karmaşık. Belki de en önemli neden, Türk ordusunun doğrudan veya gruplar aracılığıyla Suriye'nin (toplam yüzölçümü 185 bin kilometrekare olan) yaklaşık yüzde 10'unu kontrol etmesidir. Bu alan, Lübnan’ın iki katı büyüklüğündedir. Ankara ayrıca 2012'den bu yana silahlı gruplara askeri ve istihbarat desteği sağlıyor ve yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor.

Putin daha önce Esed ve Erdoğan'ı istihbarat, askeri ve siyasi yetkilileri arasında toplantılar düzenlemeye ikna etmeyi başarmıştı. Nitekim eski MİT Başkanı (şu anki Dışişleri Bakanı) Hakan Fidan ve (şu anda Cumhurbaşkanlığı Ulusal Güvenlik Danışmanı) olan Milli Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral Ali Memluk, 2020’nin başında Moskova'da yapılan aleni toplantının ardından Şam ve Ankara'da karşılıklı gizli-dostane ziyaretlerde bulundular.

Esed, görüşme için Türkiye'nin çekilmesi önkoşulunu kaldırdı, Ankara’da artık çekilmek için siyasi çözümü şart koşmuyor

Ne zaman Esed ile Erdoğan arasında bir görüşmeden bahsedilse, müzakereler tek bir sorunla karşılaşıyordu; Suriye Devlet Başkanı, Türk tarafının, kuvvetlerinin geri çekilme tarihini deklare eden veya geri çekilmeye ya da geri çekilmenin ne zaman başlayacağına dair net bir zaman çizelgesi ilan eden bir ön açıklama yapmasını talep ediyordu. Suriye tarafına göre “düğüm", "işgalci bir ülkenin" başkanıyla görüşmekti.

Türk tarafının cevabı ise her zaman Ankara'nın 2254 sayılı karara bağlı kaldığı ve Suriye'nin kendi toprakları üzerindeki tam egemenliğine saygı gösterdiği, ancak çekilme meselesinin siyasi çözüm ve kuzey Suriye'nin Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturmaması için güvenliğin sağlanmasıyla bağlantılı olduğu şeklindeydi. Türk tarafı için "düğüm", "gayri meşru" bir başkanla görüşmekti.

Bu iki düğüm karşısında Rusya'nın çabaları statükoyu koruma noktasında durdu. Yani Şam'ın İdlib'e gitmesini engelledi. Fırat'ın doğusunda Türkiye ile düzenlemelerde bulundu, ortak devriyeler düzenledi, kolaylıklar sağladı. Zaman zaman hava saldırıları düzenledi.

Şimdi yeni olan, bu geri çekilme veya siyasi çözüm “düğümlerinin” çözülmüş olması. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin öncülük ettiği ve Rusya Devlet Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in kaptığı arabuluculuk sonunda, Suriye tarafı, görüşme için Türk ordusunun geri çekilmesi önkoşulunu geri çekti. Ankara da artık geri çekilme için siyasi çözümü, muhalefetin katılımını, terörle mücadeleyi ve mültecilerin geri dönüşüne yönelik düzenlemeleri şart koşmaktan vazgeçti. Yani iki taraf arasındaki görüşme, önkoşulsuz olacak.

Esed ve Erdoğan, Fırat'ın doğusundaki "Kürt varlığının" Suriye ve Türkiye'nin birliğine yönelik varoluşsal bir tehdit olduğuna inanıyor

Peki, Esed ve Erdoğan'ın pozisyonlarındaki bu büyük değişikliğin nedeni nedir?

Neden, PKK lideri Abdullah Öcalan yani Kürt dosyasıdır. Ankara ve Şam, Fırat Nehri'nin doğusundaki Kürt kurumsal varlığının, yani “özerk yönetimin” artık Suriye ve Türkiye'nin birliğine varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna inanıyorlar.

Merhum Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed'in, Türk askeri saldırısından kaçınmak için Ekim 1998'de Öcalan'ı korumaktan vazgeçtiği biliniyor. Daha sonra Türk istihbaratı Öcalan'ı 1999 yılı başlarında Afrika'da yakaladı ve o günden beri Türkiye’de cezaevinde tutuluyor. Bunun ardından Suriye ile Türkiye arasında istihbari, siyasi ve ekonomik ilişkiler gelişti, Esed ve Erdoğan karşılıklı aile ziyaretlerinde bulunarak sınırları açtılar. Öyle ki Şam, Kürt liderleri Ankara'ya teslim etti ve PKK’nın birçok mensubunu hapse attı.

2011'den sonra Erdoğan ile Esed arasındaki ilişkiler tepetaklak oldu ve Şam, Türkiye'yi tehdit edecek şekilde Kürt parti ve oluşumlarının kuzeydoğu Suriye'de yayılmasının önünü açtı. Ancak ABD'nin 2014'ten sonra DEAŞ’ı yenmek için Kürt savaşçılara güvenme kararı almasının ardından Türkiye’ye karşı kullandığı silah, kendisini tehdit etmeye başladı. Dahası, Washington liderliğindeki uluslararası koalisyon, Kürt yönetimini kurumsallaştırmak ve Şam'a karşı desteklemek için ona hava desteği de sağladı.

Şam, Kürtlerle ilişkilerinde müzakereler ve tehditler arasında gidip gelirken, Türkiye birçok kez askeri müdahalede bulundu, Halep kırsalındaki askeri bölgeleri işgal etti ve Kürt varlığını “parçalara ayırmak” için İdlib'deki gruplara destek verdi. Öncelikle Kürt varlığının Akdeniz'e ulaşarak nefes almasını engelledi, ardından Fırat Nehri'nin her iki yakasını coğrafi olarak birbirine bağlamasını engelledi.

Fırat'ın doğusundaki Kürtlere yönelik ortak operasyon için Suriye-Türkiye görüşmeleri sürüyor

Öcalan’ın çeyrek asır önce Şam’daki karargahından ayrılarak bilmeden oynadığı rolü, şu anda Türkiye'deki hapishanesinden yine bilmeden “oynadığı” aşikâr. O da Öcalan'ın Suriye'deki gölgesi olan, Fırat'ın doğusundaki ABD destekli SDG’nin omurgasını oluşturan YPG’dir. Öcalan ve Kürtlerin neden olduğu kaygılar Esed ve Erdoğan'ı tek hedefte, Suriye'de, Türkiye Kürtlerine ve PKK’ya ilham verebilecek bir Kürt oluşumunun kurulmasına karşı birlikte çalışmak hedefinde buluşturuyor.

Gerçekten de Şam ile Ankara arasında, ana bileşenini Kürtlerin oluşturduğu, SDG’ye yönelik askeri operasyon başlatılması yönünde gizli görüşmeler yapılıyor ve görüşmelerde bazı sorulara yanıt aranıyor; operasyon tarihi ne zaman olacak? Bir Suriye-Türkiye ortak kara operasyonu mu yoksa kara harekâtı ayağını Suriye ordusunun gerçekleştireceği, Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının havadan destek vereceği bir operasyon mu olacak? Kürtlere ABD seçimlerinden önce mi saldırılacak? Putin ve Erdoğan'ın dostu, Kürtlerin düşmanı Donald Trump'ın seçilmesi mi beklenmeli? 2019'da tehdit ettiği gibi kuzeydoğu Suriye'den çekilme sözü veren ve Türkiye'nin Tel Abyad ile Resulayn arasındaki harekâtı nedeniyle, Amerikan kuvvetlerinin kısmen çekilmesinin önünü açan Trump'ın seçilmesini beklemek mümkün mü?

Kürt varlığına ilişkin endişeler Esed ve Erdoğan'ın bir araya gelip "Kürt varlığını parçalamak" ve "ekonomi arterlerini açmak" için birlikte çalışmasının önünü açıyor.

Bu soruların yanıtları sadece Suriye ile Türkiye arasındaki müzakere odalarında değil, Umman Sultanlığı'nın başkenti Maskat'ta Suriyeli ve Amerikalı heyetler arasında yapılan gizli görüşmelerde, ayrıca Türk ve Amerikan tarafları arasında Ankara ve Washington'da yürütülen güvenlik ve politik müzakerelerde de ele alınıyor. Bu görüş alışverişleri daha önce, Ankara ve Şam bu seçimleri iki ülkenin birliğine yönelik stratejik bir tehdit olarak gördüğü için Washington'un Kürt Özerk Yönetimi'ni 11 Mayıs'ta yapılması planlanan seçimleri ertelemeye zorlamasını sağlamayı başarmıştı.

Kuzeydoğu Suriye'de Kürtlere karşı askeri harekata hazırlık yapılırken, Suriye'nin kuzeybatısında da ortak düzenlemeler yapılması müzakere ediliyor. Bu düzenlemeler kapsamındaki çalışmalar, Halep-Lazkiye yolu ile Türkiye’nin sınır şehri Gaziantep’ten Ürdün sınırındaki Nassib köyünün merkezine kadar uzanan yolun açılması için ortak askeri devriyeleri ve düzenlemeleri içeriyor. Böylece ekonomik ve ticari ilişkiler güçlendirilecek ve Suriye yeniden Türkiye için Körfez'e açılan bir ticari geçiş noktası olacak.

Karşılıklı açıklamalar, medyada karşıt kampanyaların durdurulması ve Esed'e yönelik tekrarlanan çağrılar, Erdoğan'ın bölgeyle ilişkilerinde "sıfır sorun"a ulaşmak için gerçekleştirdiği yeni "dönüşümün” bir parçası. Bir kez daha Öcalan ve Kürt varlığına ilişkin endişeler, iki devlet başkanı arasında ve Çar’ın himayesinde, Suriye'nin tüm zenginliklerinin bulunduğu Fırat'ın doğusundaki "Kürt varlığını parçalamak", Suriye’nin kuzeybatısındaki ekonomi arterlerini Türkiye’nin zenginliklerine açmak için birlikte çalışmayı ele alacakları bir zirvenin taşlarını döşüyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat trafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Hamas ve diğer grupların BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze kararına ilişkin endişelerinin ardındaki sebepler neler?

Gazze şehrindeki yıkılmış binaların görünümü, 18 Kasım 2025 (EPA)
Gazze şehrindeki yıkılmış binaların görünümü, 18 Kasım 2025 (EPA)
TT

Hamas ve diğer grupların BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze kararına ilişkin endişelerinin ardındaki sebepler neler?

Gazze şehrindeki yıkılmış binaların görünümü, 18 Kasım 2025 (EPA)
Gazze şehrindeki yıkılmış binaların görünümü, 18 Kasım 2025 (EPA)

Hamas ve diğer Filistinli gruplar dün yaptıkları açıklamalarda, ABD tarafından Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve Gazze Şeridi’nin geleceğine ilişkin hazırlanan karara, özellikle de ‘Barış Konseyi’ ve önerilen uluslararası güç maddelerine karşı çıktıklarını duyurdu.

Hamas’ın geçmişte uluslararası gücün BM kararıyla oluşturulmasını talep ederek bu yapıya uluslararası meşruiyet kazandırma yönündeki tutumuna rağmen, bugün dile getirdiği çekinceler hareketin pozisyonunda değişiklik olup olmadığı yönünde soru işaretlerine yol açtı.

Hamas ile diğer Filistinli hareket ve grupların yayımladığı ortak açıklamada, BM Güvenlik Konseyi kararının uluslararası referansları aştığı, Filistin ulusal iradesi dışında sahada yeni düzenlemeler oluşturacak bir çerçeve sunduğu ifade edildi. Açıklamada, önerilen şekliyle Gazze Şeridi’ne konuşlandırılacak herhangi bir uluslararası gücün ‘vesayet veya dayatılmış yönetim’ niteliği taşıyacağı, bunun da Filistin halkının kendi kaderini tayin etme ve kendi işlerini yönetme hakkını sınırlayan bir durumu yeniden üreteceği belirtildi.

Karar tasarısı, Gazze Şeridi’nde derhal konuşlandırılmak üzere istikrarı sağlamak amacıyla geçici bir uluslararası güç oluşturulmasını öngörüyor. Bu güç, daha önce Gazze Şeridi’nde görevlendirilmiş Filistinli polis unsurlarını eğitecek ve destekleyecek; ayrıca bu konuda Ürdün ve Mısır ile istişarelerde bulunacak. Tasarıya göre söz konusu uluslararası güç, uzun vadede iç güvenliği sağlama çözümü olarak konumlanacak ve yeni eğitilmiş Filistin polisiyle birlikte İsrail ve Mısır’la çalışarak sınır bölgelerinin güvenliğine katkı sağlayacak.

İtirazın nedenleri

Hamas ve diğer Filistinli gruplardan kaynaklar Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Filistin tarafının itirazının yalnızca prensip gereği yapılmadığını, uluslararası gücün üstleneceği rol konusunda gerçek bir endişe bulunduğunu belirtti. Kaynaklar, eğitilecek güvenlik gücünün kime bağlı olacağı, kim tarafından yönetileceği ve nasıl çalışacağı gibi konulardaki belirsizliklerin de ciddi kaygı yarattığını ifade etti.

sd
Gazze şehrindeki çadırların önünde oturan yerlerinden edilmiş insanlar, 18 Kasım 2025 (EPA)

Kaynaklar, Hamas’ın söz konusu kararda gördüğü riskin, uluslararası gücün silahsızlandırma görevini sert şekilde uygulaması halinde İzzeddin el-Kassam Tugayları ile diğer Filistinli grupların bu güçle çatışma ihtimali olduğunu belirtti. Hareketin, bu tür bir çatışma yaşanmasını kesinlikle istemediği vurgulandı.

Aynı kaynaklar, uluslararası gücün ve Mısır ile Ürdün’de eğitilecek yerel güçlerin, nüfuzlarını kullanarak Filistinli grupların üyelerini takip edip gözaltına alabileceği endişesini dile getirdi. Bu durumun, 1990’larda Filistin Yönetimi’nin uygulamalarına benzer bir tablo ortaya çıkarabileceği ifade edildi. Böyle bir senaryonun doğrudan çatışmaya yol açabileceği, bunun da kontrol edilemeyecek tehlikeli gelişmeleri tetikleyebileceği belirtildi.

Hamas kaynakları, hareketin BM kararından, söz konusu gücün bir ‘gözlem gücü’ olarak tanımlanmasını ve ateşkesin uygulanmasını sağlamakla görevlendirilmesini beklediğini söyledi. Özellikle de tarafların kabul ettiği, Mısır’ın Şarm eş-Şeyh kentinde varılan ateşkes anlaşmasının İsrail tarafından sık sık ihlal edildiği hatırlatıldı.

Kaynaklar, silahsızlandırmanın güç kullanılarak yapılmasının ‘başarılı olamayacağını ve sonuçsuz kalacağını’ savundu. Filistinli müzakere heyetinin, arabulucularla yürütülen görüşmelerde, bu sürecin İsrail’in veya herhangi bir dış tarafın denetimine bırakılmaması için belirli bir mekanizma oluşturulmasını hedeflediği aktarıldı. Buna göre sürecin özellikle Mısır, Katar ve Türkiye gibi arabulucuların gözetiminde yürütülmesi ve tünellere ilişkin özel bir düzenleme yapılması önerildi. Kaynaklardan biri, “Ancak ABD, İsrail ile uyum içinde, bu sürecin Netanyahu hükümetinin perspektifine göre güç kullanılarak uygulanmasını istiyor” dedi.

Witkoff, el-Hayye ve olası bir görüşme

Kaynaklar, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile Hamas’ın önde gelen isimlerinden Halil el-Hayye arasında beklenenden daha yakın bir zamanda bir görüşmeye ihtiyaç duyulabileceğini belirtti. Bu kaynaklar, Gazze’nin geleceğinin ele alınması ve İsrail’in BM Güvenlik Konseyi kararını kullanarak güvenlik konularında, yardım dosyasında ve yeniden imar sürecinde kontrol sağlamasının engellenmesi için ABD yönetimiyle doğrudan bir diyaloğun artık zorunlu hale geldiğini vurguladı. Ayrıca, kararın herhangi bir tarafça sahada yeni gerçeklikler dayatmak için kullanılmasını önlemek adına birleşik bir Filistin cephesi oluşturulmasının önemine işaret ettiler.

BM Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği tasarıda yer alan Barış Konseyi’ne ilişkin olarak, Hamas ve diğer Filistinli grupların, bu yapının Gazze Şeridi’nin yönetiminde gerçek bir rolü olmayan sembolik bir oluşum olarak kalmasını beklediği, yönetim sorumluluğunun ise Mısır arabuluculuğunda üzerinde uzlaşılan teknokrat komitesinin elinde olması gerektiği ifade edildi.

Kaynaklardan biri, arabulucular ve hatta ABD ile varılan birçok mutabakatın bağlamından çıkarıldığını, bunun da İsrail’in şartlarının uygulanmasına imkân verdiğini söyledi. Bu durumun, mevcut durumu İsrail’in güvenlik kontrolüne bağladığını, çekilmenin ise belirli ve net takvimlere göre değil, İsrail’in istediği zaman gerçekleşebilecek bir çerçeveye oturduğunu belirtti. Kaynak, aynı zamanda birçok konunun üzerinde mutabık kalınan gerçek içeriğinden arındırıldığını dile getirdi.

Kaynaklar ayrıca, alınan kararın Gazze Şeridi’ni olası bir Filistin devletinin geleceği bağlamında Batı Şeria ve Kudüs’ten kopuk bir şekilde ele aldığını, her bölgenin birbirinden ayrı tutulmasının Filistin’in tek ve bütün bir varlık olarak birliğine açık bir zarar verdiğini ifade etti.

Filistin direnişinin terörle ilişkilendirilmesinin son derece tehlikeli sonuçlar doğuracağı uyarısında bulunan kaynaklar, bunun ileride örgüt üyelerinin, liderlerinin ve hatta bazı sivillerin, faaliyetleri veya ‘terör’ suçlamaları gerekçe gösterilerek Filistin toprakları içinde veya dışında yargılanmasının önünü açabileceğini belirtti. Bu ihtimalin kabul edilemez büyüklükte bir risk taşıdığına dikkat çektiler.


Iraklılar altıncı parlamentolarını seçiyor... İlk saatlerde birçok bölgede katılım oranı değişiklik gösteriyor

Iraklılar altıncı parlamentolarını seçiyor... İlk saatlerde birçok bölgede katılım oranı değişiklik gösteriyor
TT

Iraklılar altıncı parlamentolarını seçiyor... İlk saatlerde birçok bölgede katılım oranı değişiklik gösteriyor

Iraklılar altıncı parlamentolarını seçiyor... İlk saatlerde birçok bölgede katılım oranı değişiklik gösteriyor

Iraklılar, Tahran ve Washington'un yakından takip ettiği ve ülkenin kritik bir bölgesel dönüm noktasında geleceğini belirleyecek olan seçimlerde, yeni parlamentoyu seçmek için bugün oy kullanmaya başladı.

Oy verme işleminin ilk saatlerinde birçok bölgede katılım oranı değişkenlik gösterirken, Irak Bağımsız Seçim Komisyonu oy verme süresini uzatma niyetinde olmadığını doğruladı.

2003 yılında Saddam Hüseyin rejimini deviren ABD işgalinden bu yana altıncı kez yapılan parlamento seçimleri, altyapıyı tahrip eden ve yaygın yolsuzluğa yol açan çatışmaların ardından, petrol zengini Irak'ta nispeten istikrarlı bir ortamda gerçekleştiriliyor.


Çin ve Husiler arasında gizli bir anlaşma, Kızıldeniz'deki otomobil gemilerini koruyor

Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları uluslararası nakliye için büyük maliyetlere yol açtı. (AFP)
Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları uluslararası nakliye için büyük maliyetlere yol açtı. (AFP)
TT

Çin ve Husiler arasında gizli bir anlaşma, Kızıldeniz'deki otomobil gemilerini koruyor

Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları uluslararası nakliye için büyük maliyetlere yol açtı. (AFP)
Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları uluslararası nakliye için büyük maliyetlere yol açtı. (AFP)

İnci Mecdi

Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı üzerinden geçiş, Afrika'yı dolaşmaya kıyasla Asya ve Avrupa arasında her gidiş-dönüş yolculukta 14 ila 18 gün tasarruf sağlıyor; bu da yakıt maliyetlerini, mürettebat ücretlerini ve gemilerin yıpranmasını araç başına birkaç yüz dolara kadar azaltıyor.

Denizcilik konusunda uzmanlaşmış bir İngiliz araştırma şirketi tarafından yapılan analiz, Çinli otomobil şirketlerinin, Yemen'deki Husi milislerinin Kızıldeniz'den geçen uluslararası nakliye gemilerini hedef almaya başlamasından yaklaşık iki yıl sonra, halen Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı üzerinden Avrupa'ya sevkiyatlarını sürdürdüğünü ortaya koydu.

Otomobil üreticileri, Asya'dan Afrika çevresindeki daha uzun ve daha pahalı yolu kullanarak sevkiyatlarını göndermeye devam ederken, Birleşik Krallık Denizcilik Bilgi Servisi'nin yaptığı yeni bir analiz, geçen ay Çin limanlarından hareket eden en az 14 otomobil taşıma gemisinin Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı üzerinden Avrupa'ya geçtiğini ortaya koydu. Bu sayı, geçtiğimiz haziran ayında kaydedilen rakamlarla benzerlik gösteriyor.

Bu seferler, Husi milislerinin geçen ayın başında iki başka yük gemisini batırmasının ardından da devam ediyor. İran destekli Yemenli silahlı örgüt, saldırılarının İsrail'in Gazze Şeridi'nde sürdürdüğü savaş altında yaşayan Filistinlilerle dayanışma amacıyla gerçekleştirildiğini söylüyor.

Gölge ittifak

Şarku’l Avsat’ın New York Times'tan (NYT) aktardığı habere göre, çoğu nakliye analisti, Çin hükümetinin İran veya Husilerle Çin'den gelen otomobil nakliye gemilerine saldırmamak için bir anlaşmaya vardığını varsayıyor. Deniz taşımacılığı verileri şirketi Veson Nautical’ın değerlendirme ve analiz bölümünün direktörü Dan Nash, “Çin, İran destekli Husilerle başa çıkmanın bir yolunu bulmuş gibi görünüyor… Onlara gemilerinin hedef alınmayacağı bildirildi” ifadelerini kullandı.

Çin, İran'ın ham petrol ihracatının neredeyse tamamını satın alıyor. 2023 yılında Pekin, İran'ın sıvılaştırılmış petrol ve doğal gaz ihracatının yaklaşık yüzde 90'ını satın aldı ve bu, İran hükümetinin yıllık bütçesinin yaklaşık yarısına denk geliyor. Çinli yetkililer, İran petrol ihracatının boykotunun Batı tarafından organize edildiğini, ancak Birleşmiş Milletler (BM) tarafından onaylanmadığını, bu nedenle Çinli petrol şirketleri için bağlayıcı olmadığını vurguluyor.

Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı üzerinden geçiş, Afrika'yı dolaşmaya kıyasla Asya ve Avrupa arasında her gidiş-dönüş yolculukta 14 ila 18 gün tasarruf sağlıyor; bu da yakıt maliyetlerini, mürettebat ücretlerini ve gemilerin yıpranmasını araç başına birkaç yüz dolara kadar azaltıyor. Lloyd's List'in kıdemli analisti Rob Willmington'a göre, Afrika'yı dolaşmak ‘geminin yakıt faturasına önemli maliyetler ekliyor, yolculuktan kaynaklanan kirliliği artırıyor ve nihayetinde yeni araç alıcıları için fiyatları yükseltiyor.’

Bu tasarruflar, Çinli otomobil şirketlerinin Avrupa'da, Kızıldeniz rotasını kullanmayan Avrupalı ve Japon nakliye şirketlerine bağımlı olan Japonya, Kore ve Avrupa merkezl, rakipleriyle rekabet etmesine yardımcı oluyor.

Willmington'a göre, Çinlilere ait gemilerin yanı sıra, Güney Koreli bir şirkete veya Abu Dabi ve Türkiye'deki şirketlerin ortak girişimine ait birkaç otomobil taşıma gemisi, Çin'deki otomobil nakliye limanlarında durduktan sonra, geçtiğimiz haziran ve temmuz aylarında Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı'ndan geçti.