Arap zirveleri... Kararlar ve dönüşümler tarihi

80 yılda ‘normal ve acil durumlar ortasında’ 46 toplantı yapıldı.

Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)
Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)
TT

Arap zirveleri... Kararlar ve dönüşümler tarihi

Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)
Kral Faysal ve Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, 1974’te düzenlenen Rabat Zirvesi’nde bir araya geldiler. (Getty)

Bazıları tarihlerini ortak Arap eyleminin sayfalarına kazımış olan Arap zirveleri, uzun bir istişareler, müzakereler ve dönüşümler tarihine damgasını vururken, bazı zirveler de fark edilmeden Arap hafızasından geçti. 80 yıl boyunca Arap liderler, dört Arap ekonomi ve kalkınma zirvesine ek olarak 31 normal ve 15 acil durum zirvesi dahil olmak üzere 46 zirve düzenlediler.

Kurulduğu ilk on yılda Arap zirvelerinin çarkı yavaş döndü. Arap Birliği kayıtları, Mayıs 1946’da Arap Birliği’nin yedi kurucu devleti olan Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’nin katılımıyla, Mısır Kralı 1. Faruk’un daveti üzerine yapılan İskenderiye zirvesini ilk zirve olarak tanımıyor. Aksine Arap zirvelerinin sayımı tam on yıl sonra, ‘Mısır’ı üçlü saldırganlığa karşı desteklemek, bu saldırganlığa karşı Mısır’ın yanında durma çağrısı yapmak ve Süveyş Kanalı üzerindeki egemenliğini teyit etmek’ amacıyla Lübnan’ın başkenti Beyrut’un ev sahipliği yaptığı 1956 zirvesinden sonra başlıyor.

Arap atmosferini temizlemek

Arap liderler, sonraki altı yıl boyunca 1964’te Kahire’de bir sonraki zirvelerini yapmak için beklediler. Tarihçiler bunu ‘Arap ortak eyleminin gidişatında tarihi bir değişiklik’ olarak nitelendiriyor. O yıl, ilki acil durum çerçevesinde ocak ayında Kahire’nin ev sahipliğinde ve ikincisi aynı yılın Eylül ayında İskenderiye şehrinde olmak üzere iki zirve düzenlenmesi dikkat çekici.

Siyaset bilimi profesörü ve Arap Birliği Arap Araştırmaları Enstitüsü eski dekanı Dr. Ahmed Yusuf Ahmed, Arap atmosferinin temizlenmesine ilişkin yorumunda en etkili Arap zirvelerinden biri olan 1964 Kahire Zirvesi’ne odaklandı. Profesör, o dönemin benzeri görülmemiş düzeyde Arap- Arap çatışmalarıyla dolu olduğunu hatırlatarak şunları söyledi:

“1961’deki ayrılığın ardından Mısır-Suriye tıkanıklığına ek olarak, Kuveyt’i ilhak etmek isteyen Irak rejiminin politikalarına karşı bir Arap tıkanıklığı, Yemen devrimi olaylarının arka planında bir Mısır- Suudi Arabistan ayrışması vardı. Ayrıca sınır anlaşmazlıkları nedeniyle Cezayir- Fas silahlı çatışması yaşanıyordu. Aynı zamanda, İsrail’in Ürdün Nehri’nin yönünü değiştirme projeleri hız kazanmıştı.”

Ahmed, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamasını şöyle sürdürdü:

“O zirvenin seyri, liderlerinin o dönemde İsrail projeleriyle başa çıkamamasının bir sonucu olarak Arap ordularının genelkurmay başkanlarının ayağa kalkmalarına tanık oldu. Bu da Veliaht Prensi gönderen Libya Kralı dışında tüm Arap liderlerin katıldığı bir acil durum zirvesinin toplanmasına neden oldu.”

Zirve, Arap ülkeleri arasındaki atmosferi kayda değer bir şekilde temizlemeye ve ortak bir Arap askeri komutanlığı oluşturmaya ek olarak İsrail projelerine karşı alternatif Arap projeleri geliştirmede rol oynadı. İstisnasız tüm Arap ülkeleri bu liderliği oluşturmak için üzerine düşeni yaptı. Aynı şekilde zirve, Filistin halkının ‘meşru temsilcisi’ olmaya devam eden Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) de temellerini attı.

Ürdün Kralı Hüseyin, 1967’de Hartum’da düzenlenen ‘Üç Hayır’ zirvesine katıldı. (Getty)
Ürdün Kralı Hüseyin, 1967’de Hartum’da düzenlenen ‘Üç Hayır’ zirvesine katıldı. (Getty)

‘Üç hayır’ zirvesi

Arap zirveleri her yıl yapılırken Arap hafızalarında Ağustos 1967’deki Hartum zirvesinin, yani ‘Üç Hayır; Uzlaşmaya hayır, tanımaya hazır ve müzakereye hayır’ zirvesinin özel bir yeri var.

Dr. Ahmed, bu zirveye eşlik eden atmosfere değinerek, zirvenin çok kesin bir zamanda, Arap ordularının Haziran 1967’deki ‘ölümcül yenilgisini’ takiben yapıldığını belirtti. Profesöre göre bu zirve, Yemen’deki çatışmanın çözümü konusunda bir Mısır- Suudi Arabistan mutabakatına tanık oldu.

Söz konusu zirvede dikkat çeken kararlar arasında, İsrail’le karşı karşıya gelen ülkelere Suudi Arabistan, Libya ve Kuveyt tarafından önemli mali destek sağlanması kararı da vardı. Dr. Ahmed, bu durumu ‘Arap ulusal güvenlik sistemi için son derece önemli bir olay’ olarak nitelendirdi. Ayrıca Arap çekişmeleri azaldı ve saldırganlığın etkilerini ortadan kaldırmak için ortak ulusal hedef ortaya koyuldu. Çatışan devletlerin ilk destekçileri, başta Mısır ve Suriye olmak üzere, bazılarının uzun süredir çatışma devletlerine aykırı olarak öne sürdüğü monarşik rejimler tarafından yönetilen devletlerdi.

Üç sene sonra Araplar, Kahire Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörünün ‘tarihteki en hızlı Arap zirvesi’ olarak tanımladığı bir toplantıdaydı. Davet ile toplantı arasındaki zaman farkı 24 saati geçmiyor. Kahire zirvesi, Ürdün makamları ile Filistin direnişi arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak son derece tehlikeli koşullar altında Eylül 1970’te yapıldı. Bu zirve, ‘herhangi bir Arap ülkesi ile direniş arasındaki çatışmaya ilişkin bir kırmızı çizginin çizilmesine’ katkıda bulundu. Ateşkes kararıyla sona erdi ve sonunda dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnâsır’ın ölümüne tanık oldu.

Bunu Arap zirvesi takip etti. Filistin sorunu, Arap liderlerin en büyük endişesi ve İsrail’in Kudüs dahil işgal altındaki tüm Arap topraklarından çekilmesi çağrısında bulunan Kasım 1973’teki Cezayir zirvesi ve aynı şekilde Ekim 1974’teki Rabat Zirvesi de dahil olmak üzere sonraki zirvelerin eylemlerinin odak noktası olmaya devam etti. Rabat zirvesinde, 1967 saldırısında işgal edilen tüm Arap topraklarının geri verilmesi ve Kudüs şehri üzerindeki Arap egemenliğine halel getirecek hiçbir durumu kabul etmeme gerekliliği vurgulandı. Söz konusu zirve, FKÖ’yü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak kabul etti.

sz

Dramatik dönüşümler

Ancak dökülen Arap kanı, Filistin cephesiyle sınırlı kalmadı. Uzun süren bir iç savaşla Lübnan’a sıçradı. Arap zirvesi de krizden uzak değildi. Lübnan’da akan kanı durdurmak, normal hayatı geri getirmek, Lübnan’ın egemenliğine saygı duymak, onu bölmeyi reddetmek ve yeniden inşa etmek amacıyla Suudi Arabistan Krallığı’nın daveti üzerine, Ekim 1976’da Riyad’da 6 ülkeyi kapsayan mini bir Arap zirvesi düzenlendi.

1978’de Araplar, İsrail ile çatışmanın seyrinde dramatik bir dönüşümle karşılaştı. Dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat barış girişimi başlattı ve Kudüs’ü ziyaret etti. Ardından ABD’nin arabuluculuğunda İsrail ile, o zamanlar tüm standartlara göre bir ‘siyasi deprem’ olarak nitelendirilen doğrudan müzakereler başladı.

Dokuzuncu olağan Arap zirvesi konferansı Irak’ın başkenti Bağdat’ta düzenlendi. Katılımcılar, Mısır ile İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşmaları’nı Arap zirve konferanslarının kararlarıyla çeliştiği için onaylamama kararı aldı. Bu konferansta Arap Birliği’nin karargahı Mısır’dan Tunus’a taşındı, Mısır boykot edildi ve sebepler ortadan kalkana kadar birlik üyeliği geçici olarak askıya alındı.

Dr. Ahmed Yusuf, İsrail ile uzlaşma yaklaşımının reddedilmesine ek olarak, bu zirvenin boykota dayalı Arap anlaşmazlıklarını ele almak için yeni bir yaklaşım ürettiğine dikkati çekti. Bu yaklaşımın sonradan işe yaramadığını, zararının faydalarından daha fazla olduğunu ve Arap evi içindeki anlaşmazlıkları çözmenin, kendisiyle aynı fikirde olmayanı tecrit etmekten daha etkili olduğunu belirten Profesör, “Bu, son zamanlarda Suriye örneğinde Arap kararının faydalandığı bir durum” dedi.

Arap Araştırmaları Enstitüsü’nün eski dekanı, bu zirvenin Arap zirvelerinin hatırasında sonraki büyük gelişmelerin habercisi olarak görüldüğünü söylerken, ‘Arap rejiminin, Camp David’den daha iyi koşullarda çözüm yaklaşımını benimsediğine dair kanıt sağlayan’ 1982 yılındaki Fas Zirvesi’ni hatırlattı. Söz konusu zirvede, Kral Fahd’ın (o zamanlar Suudi Arabistan’ın veliaht prensiydi) Ortadoğu’da barış projesi sunuldu. Bu, Arap barışı için bir proje olarak onaylandı.

Yirmi yıl geriye, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Abdullah bin Abdülaziz el-Suud’un Ortadoğu’da barış girişimini benimseyen ve ‘Arap Barış Girişimi’ olarak bilinen 2002 Beyrut Zirvesi’ne geçelim. Dr. Ahmed, bu girişimin ‘barış konusunda hala ilan edilen resmi Arap tavrı’ olduğuna dikkat çekti.

Derin Arap çatlakları

20’inci yüzyılın son on yılına dönersek; Arap zirveleri treni, bir ayrım istasyonundaydı. Bunların başında Irak’ın Kuveyt’i işgalini takip eden zirve olan Ağustos 1990’daki Kahire Zirvesi geliyor. Ahmet Yusuf’ın belirttiğine göre bu zirvenin kararları, Arap Birliği içindeki iki taraf arasında büyük bir anlaşmazlık konusu oldu. Bir taraf Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmek üzere gönderdiği işgal güçlerini kovmak için yabancı güçlerin kullanılması gerektiğine inanırken, diğer taraf bir Arap anlaşmazlığını çözmek için Arap olmayan güçlerden yardım isteme konusunda isteksizdi. Nihayetinde karar, Kuveyt’in Arap olmayan güçlerin yardımıyla özgürleştirilmesi lehine alındı.

Arap zirvesi, Dr. Ahmed’in ‘Irak’ın Kuveyt’i işgalinin neden olduğu derin Arap çatlaklarının vücut bulmuş hali’ olarak gördüğü Kahire’deki 1996 zirvesinden altı yıl sonrasına kadar toplanmadı. Ancak Profesör, Suudi Arabistan ve Mısır’ın Arap ülkeleri arasındaki uçurumu kapatmada ve tüm Arap sistemine yeniden hayat vermede oynadığı liderlik rolünü de takdir etti.

Kahire Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü, Arap tarihi boyunca önemli gördüğü olaylarda Arap zirvesinin toplanmadığına da dikkat çekti. Öyle ki ABD’nin Irak’ı işgaline tanık olan 2003’te veya İsrail’in Güney Lübnan’a saldırısına tanık olan 2006’da Arap zirvesi yapılmadı. ‘Arap Baharı’ olarak bilinen olayların ve o dönemde ev sahibi ülke olan Irak’ın Arap liderleri kabul etme konusundaki isteksizliğinin bir sonucu olarak aynı durum, 2011 yılında da yaşandı.

Bu ertelenen zirve, ertesi yıl Mart 2012’de Bağdat’ta yapıldı. Arap liderler, Suriyeli yetkililer ile muhalefet arasında diyalog çağrısı yaparak, Şam’a Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın planını derhal uygulaması çağrısında bulundu.

Belki de Muammer Kaddafi’nin devrilmesinden bir yıl önce 2010’da ev sahipliği yaptığı Sirte zirvesi ve Yemen’de Suudi Arabistan liderliğindeki ‘Kararlılık Fırtınası’ operasyonuna yönelik Arap desteğine tanık olan 2015’teki Şarm eş-Şeyh zirvesi de öne çıkabilir. Dr. Ahmed Yusuf’a göre bu zirve, İran’ın Yemen’de yayılmasını durdurdu.

Cezayir’deki Arap zirvesi 2022’de düzenlendi. (DPA)
Cezayir’deki Arap zirvesi 2022’de düzenlendi. (DPA)

Mayıs 2019’da düzenlenen Mekke zirvesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) karasularında ticari gemileri hedef alan saldırı ve Suudi Arabistan’daki petrol pompa istasyonlarına yönelik Husi saldırısının ardından İran’ın bölgedeki müdahalesini ele almak üzere toplanan istisnai Arap zirvelerinin sonuncusuydu. Arap ülkeleri, İran’ın müdahalesi karşısında dayanışmalarını yinelediler ve İran’ın Bahreyn’in içişlerine müdahalesini, Suriye’nin birliğine etkisini, BAE adalarını işgalini ve terörist gruplara desteğini kınadılar.

Arap zirveleri, 2019’dan itibaren koronavirüs pandemisi nedeniyle duraklasa da 2022’de ‘yeniden birleşme’ sloganının yükseldiği Cezayir zirvesiyle tekrar geri döndü. Önceki müzakereler, Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğunu yeniden işgal etmesi yönünde çabalara tanık oldu. Ancak o dönemde başarıya ulaşılamadı. ‘Yeniden birleşme’, 12 yıl sonra ilk ‘tam sayılı’ Arap zirvesi olacak olan Cidde Zirvesi’ne ertelenmiş oldu.



Sudan’daki savaşın yeni yönlerine doğru

Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)
Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)
TT

Sudan’daki savaşın yeni yönlerine doğru

Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)
Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)

Emani et-Tavil

Sudan’daki savaş, son iki yıldaki durumundan farklı özellikler ve nitelikler taşıyacak gibi görünen üçüncü yılına doğru ilerliyor. İç ve dış düzeylerde niteliksel değişikliklere dair işaretler söz konusu ve bunların başında da Sudan ordusunun ülkenin siyasi başkenti Hartum'un kontrolünü ele geçirmesi yer alıyor. Sudan'ın Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davanın yanı sıra Sudan'la ilgili bölgesel etkileşimlerin niteliği, Sudan’daki savaşı durdurma olasılığı açısından gerçek bir ilerleme sağlamayı başaramayan Londra’da kısa bir süre önce düzenlenen konferansta ortaya çıktı.

Bu ve diğer gelişmeler, Sudan'ın bildiğimiz şeklini ve geleceğini etkileyecek. Ayrıca başta Mısır olmak üzere bölgesel ilişkileri üzerinde de yansımaları olacak.

Değişen savaş alanları

Bu bağlamda savaş alanlarının ve Sudan ordusu da dahil olmak üzere çatışmanın taraflarının değişmesi bekleniyor. İlk aşamada, ülkenin doğusu ve orta kesimleri büyük bir sükunete kavuşacak ve askeri operasyonlar duracak. Geçtiğimiz ekim ayından bu yana Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) Hartum, El Cezire ve Sennar eyaletlerinin bulunduğu ülkenin orta kesimlerindeki tüm bölgelerden çekilmesi ve ordunun batıya doğru ilerleyerek Kuzey Kordofan eyaletindeki Ummu Ruvaba ve er-Rahad şehirlerini yeniden ele geçirmesiyle birlikte ordunun askeri baskısıyla karşı karşıya kalması bu gelişmenin önünü açtı. Bu gelişmeye HDK'nın Kuzey Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'e yönelik devam eden kuşatma ve saldırıları karşısında gösterilen kararlılığın yanında Sudan ordusunun ülkenin kuzeyindeki Meravi bölgesinde insansız hava aracı (İHA) ile düzenlenen saldırıyı püskürtmeyi başarması eşlik etti.

İkinci düzeyde, yani askeri çatışmanın taraflarında, orduya karşı yeni tarafların mücadeleye girmesi bekleniyor. HDK ile Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) arasındaki ittifakın Mavi Nil ve Güney Kordofan eyaletlerinde yeni çatışma cephelerinin açılmasına neden olması bekleniyor.

Bu senaryonun adımları ilk olarak üç düzeyde tehdit oluşturan Libya ve Çad üçgenine giden yol üzerindeki Malha bölgesinin kontrol altına alınmasıyla atıldı. Bunların başında Sudan ordusu Darfur’a giderken kritik öneme sahip ve aynı zamanda ordu ile müttefik güçlerin toplanma noktası olan kuzey eyaletindeki Dibba bölgesine yönelik askeri bir tehdit geliyor. İkincisi, HDK’nın Merowe Barajı’nı İHA’larla vurabilmesi ve başkent Hartum’un elektriğini kesebilmesiyle daha da görünür olan kuzey eyaletine yönelik bir tehdit.

Çatışmadaki yeni güçler

Üçüncü tehdit ise HDK’nın geçtiğimiz ay Lagowa bölgesini ele geçirmesinin yarattığı tehdit. Bu gelişme, Batı Kordofan eyaletindeki petrol sahalarına giden yolu açtı.

Bu savaşa taraf olmayı bekleyen diğer yeni adaylar ise daha önce Afrika kökenli kabilelere karşı Ömer el-Beşir rejimiyle ittifak kuran ve HDK lideri Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu (Hamideti) ile bir tür kan davası olan Darfurlu kabilelerin silahlı güçleri.

Bu verilere göre Sudan'daki savaşın üçüncü yılında operasyonel alan Darfur, Güney ve Batı Kordofan'da yoğunlaşacak, Mavi Nil bölgeleri ve kuzey eyaletine yönelik olası bir tehdit söz konusu olacak. Kahire’nin Sudan’la olan sınır bölgelerini korumak için HDK’ya karşı sınırlı saldırılar düzenlemeye karar vermesi halinde buna karşı koyulabilir.

Bölgesel düzeyde, savaşı durdurma konusunda fazla bir ilerleme kaydedilemeden dağılan Londra’daki Sudan konulu konferansın tutanaklarının sızdırılmasıyla savaşın başlangıcından bu yana ilk kez, bir yanda BAE ile diğer yanda Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki vizyon çelişkisi neredeyse açıkça ortaya çıktı. Bu durum, bölgedeki Arap ülkeleri arasında başta Sudan ordusu olmak üzere Sudan’ın devlet kurumlarıyla ilgili anlaşmazlıkların bir sonucuydu.

BAE aleyhine açılan dava

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası örgütlerin değerlendirme ve kınamalarına göre soykırım ve cinsel taciz suçları işleyen HDK güçlerine askeri ve lojistik destek sağlamasıyla ilgili olarak Sudan tarafından Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde BAE aleyhine açılmış bir dava bulunuyor.

Arap-Arap gerginliği ve rekabetinin bir tezahürü olan bu bölgesel etkileşimlere göre Sudan ordusu ve müttefikleri ile HDK ve arkasındakiler arasındaki askeri dinamiklerin devam etmesi bekleniyor. Bu bölgesel aktörler arasında herhangi bir siyasi çözüm sürecinde Sudanlı tarafların kimler olacağı ya da başka bir deyişle HDK'nın meşruiyetinin tanınıp tanınmayacağı konusunda bir anlaşma sağlanmadan bu savaşı durdurmak mümkün değil. O halde bu, bölgesel baskı ve Sudan'ın BAE ile karşı karşıya gelmesi, Hartum’un UAD’daki ve dolayısıyla bu savaşın tırmanmasına bir yanıt olarak HDK'ya daha fazla destek anlamına mı gelecek?

Washington'ın yokluğunun etkisi

Elbette ABD’nin İran nükleer dosyası, Ukrayna'daki savaş ve Ortadoğu'daki askeri konumlanışının niteliği ve büyüklüğü ile ilgili meşguliyetleri nedeniyle mevcut dönemde bu gelişmelerin dışında kalması, savaşın sürdürülmesi yönündeki eğilimi destekleyen bir unsur oluşturuyor. Washington’ın Sudan'daki mevcut insani krizin büyüklüğüne ve kritik seviyelerde kıtlık noktasına ulaşmış olmasına rağmen, ABD'nin eski Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello’nun yerine yeni bir temsilci atamakta isteksiz davranmasına neden olan yukarıda belirtilen meşguliyetleri çerçevesinde HDK üzerinde yakında bir baskı uygulamayacağı da aşikar.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Sudan Dışişleri Bakanı Ali eş-Şerif’in aniden görevden alınması ve yerine örgütsel derinliği olan Ulusal İslami Cephe partisinden Ömer Muhammed Ahmed Sıddık’ın atanması, eski rejimin Dışişleri Bakanlığı'nda kendisine yeniden yer bulduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda Korgeneral Abdulfettah el-Burhan'ın siyasetle ilgisi olmayan teknokratlara güvenmekten vazgeçtiğini de gösteriyor. Zira Şerif, Sudan Dışişleri Bakanlığı'nda siyasileştirilmemiş bir diplomatik alandan geliyordu ve önerdiği değişikliklerle bakanlıktaki iç politikaları bu alanla uyumlu hale getirmişti.

Bu gelişmeyle Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan iç politika yapıcılarının değişiminden vazgeçmeye ya da onlar arasındaki konumunu değiştirmeye niyeti olmadığını bir kez daha gözlemliyoruz. Bu gelişme ayrıca, Orgeneral Burhan'ın özellikle BM Genel Kurulu platformunda her zaman beyan ettiği gibi, Sudan hükümetinin Hartum'un kontrolünü ele geçirdikten sonra yeni bir teknokratlar hükümeti kurma konusunda inandırıcılığının çok zayıf olduğunu da gösterdi.

Mevcut yerel ve bölgesel dinamikler, Beşir rejiminin karar alma sürecindeki göreceli ağırlığı, şu an Güney Sudan'da olduğu gibi ya askeri çözüm yoluyla savaşı sürdürme ya da Darfur bölgesini kabile çatışmalarına terk etmesi için baskı yaptığından, özellikle Darfur eyaletinde olmak üzere Sudan'daki savaşın geçen bu üç yılla yetinmeyip önümüzdeki yıllarda da devam edeceğine işaret ediyor.

Yerinden edilme sorunu

Milyonlarcası komşu ülkelere göç etmek zorunda kalan Sudanlılar, Sudan'a dönseler de dönmeseler de savaşı durdurma ve daha da önemlisi sürdürülebilir siyasi istikrar sağlayacak iç siyasi denklemleri başlatma ihtimalini yakından takip ediyor.

Bu bağlamda Sudanlıların Mısır’dan geri dönüşlerinin Sudan'ın doğu ve orta bölgelerine olduğunu ve Mısır'da ekonomik zorluklarla karşılaşan nispeten zayıf sosyal gruplarda yer aldıklarını, varlıklı sosyal grupların ise evlerine dönme kararını bir sonraki duyuruya kadar ertelediklerini belirtmekte fayda var. Mısır, bir milyon Sudanlıya ev sahipliği yapıyor. Bu da Mısır-Sudan ilişkilerinin ufkunu bir yandan ikili ilişkileri ekonomik ve sosyal düzeyde derinleştirecek olumlu etkileşimlere açarken diğer yandan da Beşir rejiminin iki ülke arasındaki olumlu etkileşime karşı uygulamalarının bıraktığı ağır mirası ve eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast girişiminde Beşir rejimine bağlı unsurların yer almasını marjinalleştireceğine şüphe yok. Resmi düzeydeki ilişkilere gelince, Orgeneral Burhan'ın yerel düzeydeki politikalarının istikrarsız doğası nedeniyle istikrara tanık olamayacaklarına inanıyorum.