James Jeffrey
Gazze ateşkesi, Ortadoğu'daki siyasi sahnenin dramatik bir şekilde yeniden şekillenmesinin doruk noktasını işaret ediyor. Zira DEAŞ’ın 2019'da siyasi bir güç olarak nihai yenilgisinden bu yana, İran nükleer programı, silahlı ağları ve balistik füze cephaneliğiyle desteklenen geniş vekil ağı aracılığıyla Suriye ve Yemen'de, 2023'ten bu yana da Gazze'de çatışmaları körükleyen en önemli bölgesel tehdit olarak öne çıktı.
Ancak 2025’in ortalarına gelindiğinde, Husiler hariç, bu İran tehdidinin unsurları önemli ölçüde geriledi ve bu da Ortadoğu sahnesinin, Kuveyt'in kurtuluşundan bu yana ilk kez, ulusal veya ideolojik düzeyde doğrudan bir bölgesel tehditten arınmasını sağladı. Bu, yalnızca bölgesel siyasette değil aynı zamanda Başkan Trump'ın Riyad, Kudüs ve Şarm el-Şeyh'teki konuşmalarında da belirttiği gibi, yüz milyonlarca insanın hayatında radikal bir dönüşümün kapısını aralıyor.
Bu dönüşümlerle birlikte, bölgenin geleceği, ideolojik çatışmaların azaldığı ve bir miktar istikrar ve refahın hakim olduğu Güney Amerika'nın son otuz yıldır tanık olduklarına daha yakın olabilir. Ancak Ortadoğu, Ekim 1973’teki savaşın ve ardından 1991'de Kuveyt'in kurtuluşunun akabinde de benzer iyimserlik dönemleri yaşamıştı. Ne var ki bu iyimserlik on yıl içinde hızla dağıldı ve yerini yeni radikalizm ve şiddet dalgalarına bıraktı. Bugün birçok kişi, özellikle bu yeni umudu tehdit etmeye devam eden iki önemli konu olan Filistin-İsrail çatışması ile Suriye'deki durum sebebiyle tarihin tekerrür etmesinden endişe ediyor.
Ancak Gazze'deki ateşkesin sağladığı göreceli sakinliğe ve Trump'ın “Yirmi Maddelik Planı”nın tetiklediği iyimserliğe rağmen, Suriye bölgede uzun vadeli istikrarın sağlanmasının önündeki en önemli engel olmaya devam ediyor. Bu nedenle, aralarında üst düzey ABD’li yetkililerin de bulunduğu uluslararası gözlemciler, yeniden inşa ve sürdürülebilir istikrar için Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasının bir ön koşul olduğunu vurguluyorlar.
Aynı zamanda, bu gözlemciler bireysel hakların korunmasının, azınlıkların kültürel özelliklerine saygı gösterilmesinin ve bazı bölgelere bir dereceye kadar yerel yönetim ve öz güvenlik yetkileri verilmesinin kabul edilmesinin önemine dikkat çekiyorlar. Bu dengeyi sağlamak ise kolay değil.
Yine de mantıklı başlangıç noktası, mart ayında çok az ilerleme kaydeden müzakere turlarını başlatan bir birleşme anlaşması imzalayan, Kürt çoğunluğa sahip kuzeydoğu Suriye'de bulunuyor.
Dolayısıyla Kürtlerin, Şam'ın bölgeleri üzerindeki egemenliğini kabul eden sembolik bir bildirge yayınlamaları ve buna paralel olarak, yerel yönetim ve güvenlik güçlerinin entegrasyonu gibi daha karmaşık konularda diyaloğu sürdürmeleri gerekiyor.
2006 sonrası Irak modeli, Irak Kürt Yönetimi Bölgesi’nin (IKBY) Suriye'de tekrarlanması zor olan özel durumu açısından olmasa da merkezi hükümet ile Irak'ın geri kalanındaki yerel hükümetler arasında yetki dağılımı mekanizmaları ve merkezi hükümete dolaylı olarak bağlı yerel güvenlik güçlerinin varlığına müsamaha gösterilmesi açısından faydalı olabilir.
Suriye'nin Ortadoğu'nun geleceğindeki rolü
Suriye, uzun bir zaman iç ve bölgesel istikrarı sarsmakta merkezi bir rol oynadı. Üç komşusuna (İsrail, Ürdün ve Lübnan) karşı savaşlara girişti ve uzun bir süre terör örgütü olan Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) liderine ev sahipliği yaptı. 2011'den 2024'e kadar süren Suriye iç savaşı sırasında Suriye, el-Kaide'nin halefi olan DEAŞ’ın ortaya çıktığı kuluçka merkezi haline geldi. İran'ın “Şii Hilali” olarak bilinen vekiller imparatorluğunun omurgasını oluşturdu.
Bu tarih, yüksek eğitimli nüfusu, Arap ve İslam dünyasındaki geleneksel konumu ve Maşrık (Levant) bölgesinin kalbindeki coğrafi konumuyla birleştiğinde, Suriye'nin istikrarlı bir bölgesel düzene entegrasyonunun başarısı veya başarısızlığı tüm Ortadoğu'nun geleceği için hayati önem taşıyor.
 Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara (sağda) ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Lideri Mazlum Abdi, SDG'nin devlet kurumlarına entegre edilmesi için bir anlaşma imzalıyor, Şam, 10 Mart 2025 (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara (sağda) ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Lideri Mazlum Abdi, SDG'nin devlet kurumlarına entegre edilmesi için bir anlaşma imzalıyor, Şam, 10 Mart 2025 (AFP)
Nüfusun yarısını yerinden eden, 500 binden fazla insanın ölümüne yol açan, çoğu şehri yerle bir eden ve boğucu ekonomik yaptırımların devam etmesine neden olan iç savaşın yıkıcı koşullarına rağmen Suriye, Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın liderliği ve Şam'daki yeni hükümeti destekleme konusunda nadir görülen bir mutabakat gösteren uluslararası toplumun desteği sayesinde birliğini korudu.
İsrail'in tutumu hâlâ tartışmalı olsa da Washington'un teşvikiyle askeri saldırıların durdurulması ve Şara hükümetiyle müzakereler yürütmesi, yeni Suriye'ye bir şans vermeye hazır olduğunu gösteriyor.
Türkiye, İsrail, ABD, Arap devletleri, Avrupa ve BM arasında iç savaş sırasında ortak bir mutabakatın yokluğu savaşın uzamasına katkıda bulunduğu için bu uluslararası mutabakat önemli bir değişimi temsil ediyor.
İsrail'in tutumu hâlâ tartışmalı olsa da Washington'un teşvikiyle askeri saldırıların durdurulması ve Şara hükümetiyle müzakereler yürütülmesi, yeni Suriye'ye bir şans vermeye hazır olduğunu gösteriyor
Suriye bugün, etkileri bakımından iç içe geçen ve birbirinden ayrılması zor iki temel zorlukla karşı karşıya bulunuyor. Bu zorluklardan ilki, özellikle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve sivil yönetimi tarafından kontrol edilen ülkenin kuzeydoğusu ile İsrail sınırında bulunan ve İsrail’in doğrudan destek verdiği Dürzi bölgesi başta olmak üzere, yarı özerk silahlı bölgelerin varlığının devam etmesi sebebiyle ulusal birliktir. Sahil kesimindeki Alevi bölgeleri de sivil ve silahlı direniş hareketlerine sahne oluyor. Bu durum merkez-çevre ilişkilerindeki artan gerginliği yansıtıyor.
Mart ayında, Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve SDG Lideri Mazlum Abdi, kuzeydoğu bölgesini siyasi, ekonomik ve askeri olarak Suriye devletine entegre etmek için bir anlaşma imzaladı. Gelgelelim mart ayında merkezi hükümet ile Alevi milisler arasında, ardından hükümet güçleri ve Bedevi milisler ile haziran ayında Süveyda'da Dürziler arasında çıkan çatışmalar, Şam'ın üniter devlet görüntüsünü pekiştirme çabalarına büyük bir darbe vurdu, uluslararası bir eleştiri dalgasına yol açtı ve SDG ile yapılan anlaşmanın uygulanmasını dondurdu.
Buna rağmen yeni hükümet, bu etkilerle, Suriyelilerin önceki rejim döneminde alışkın oldukları yaklaşımdan farklı bir yaklaşımla başa çıktı. Askeri olarak tansiyonu yükseltmek yerine, hükümet güçleri gerginlik bölgelerinden çekildi ve bunlardan etkilenen taraflarla diyalog kanalları açtı. Bu taraflar arasında, Dürzileri desteklemek için Esed döneminden kalma ağır silahlara ve İran nüfuzunun kalıntılarına karşı askeri operasyonlar yürüten İsrail de vardı.
Hükümet ayrıca şiddet olaylarıyla ilgili soruşturmalar başlattı, resmi raporlar yayınladı ve bazı sanıkları tutukladı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu adımlar birçok gözlemcinin gözünde tam bir çözüm olmaktan uzak olsa da Suriye ve Lübnan ile Irak gibi komşu ülkelerin iç krizleri sırasında sahne olduklarına kıyasla, devletin davranışlarında somut bir değişimi yansıtıyordu.
Aynı zamanda, Şara hükümeti bazı eksikliklerine rağmen geçiş seçimleri düzenledi, son zamanlarda askeri güçlerin entegrasyonu ve bazı sembolik konularda ilerleme kaydeden SDG ile diyaloğunu sürdürdü.
Çökmüş ekonomi
İkinci zorluk, ülkenin sanayi ve enerji sektörleri ile ulusal para biriminin neredeyse tamamen felç olması nedeniyle yaşanan kapsamlı ekonomik çöküştür. Suriye, yıkıcı iç savaşın etkilerinden tek başına kurtulamaz; yatırım, yeniden inşa ve halen kaldırılmayan ABD ve BM yaptırımlarının kaldırılması da dahil olmak üzere insani yardımın ötesine geçen geniş kapsamlı uluslararası desteğe ihtiyaç duyuyor.
Bu iki zorluk -iç birlik ve ekonomi- birbiriyle yakından ilişkili. Uluslararası ekonomik destek ve hatta yaptırımların hafifletilmesi, Suriye'nin iç bölünmeleri aşma ve tekrar çatışmaya girmekten kaçınma becerisine bağlı kalacaktır.
Öte yandan, ekonomide kademeli bir iyileşme ve devam eden uluslararası destek, yeni devlet ile entegrasyon seçeneklerini değerlendirirken, azınlıklar için Suriye'yi daha cazip hale getirecektir.
Son olarak, bağımsız yargı, ifade ve medya özgürlüğü, din ve dil özgürlüğü ve özgür seçimler gibi temel bireysel özgürlüklere yönelik bir hükümet ve toplum taahhüdü, azınlıklar açısından güveni artıracak, uluslararası toplumla bağları güçlendirecek ve özellikle ulusal toparlanmanın hayati bir ayağı olan özel sektör aracılığıyla ekonomik büyümeyi teşvik edecektir.
Hem Şam hem de SDG, ABD Merkez Komutanlığı Komutanı’nın, DEAŞ’a karşı ortak eğitim de dahil olmak üzere, istihbarat ve operasyonel iş birliğini güçlendirme konusundaki önerilerini takip etmelidir
Suriye ve bölgede istikrara giden yol, iki eş zamanlı adımla başlıyor gibi görünüyor; geçiş meclisinin kurulması ve işleyişiyle başlayarak, temel özgürlüklere yönelik sürekli hükümet desteği ile azınlıkların merkezi devletin egemenliğini tanıma adımları. SDG, bu bağlamda en önemli taraf sayılıyor. Benzer zorluklara rağmen Dürzi bölgesinin sınırlı bir büyüklüğe sahip ve İsrail tarafından destekleniyor olması, onu ertelenmiş bir konu haline getiriyor. Buna karşılık, kuzeydoğu bölgesi, milyonlarca nüfusa ve önemli bir ekonomik ağırlığa sahip, ülkenin geniş bir alanını oluşturuyor.
Mart ayında Mazlum Abdi ile yapılan “Şam Anlaşması”, entegrasyon sürecinin tamamlanması için son tarih olarak yıl sonunu belirledi. Bu kadar karmaşık bir anlaşmanın bu süre içinde tamamlanmasını hayal etmek zor olsa da Ankara'nın PKK’nın bu kolunun Türkiye'ye dost bir ulus-devlete daha etkili bir şekilde entegre edilmesini istediği göz önüne alındığında, Şam'ı rahatlatmak ve Türkiye'nin daha sabırlı olmasını sağlamak için ilk adımların atılması bir gerekliliktir.
 ABD güçleri ve SDG mensupları, Kürt güçlerine karşı yeni bir harekât düzenleme tehdidinde bulunan Ankara ile artan gerilimin ortasında, 4 Kasım 2018'de kuzeydoğu Suriye'nin Türkiye sınırına yakın Kürt beldesi Derbesiye'de devriye geziyor (AFP)
ABD güçleri ve SDG mensupları, Kürt güçlerine karşı yeni bir harekât düzenleme tehdidinde bulunan Ankara ile artan gerilimin ortasında, 4 Kasım 2018'de kuzeydoğu Suriye'nin Türkiye sınırına yakın Kürt beldesi Derbesiye'de devriye geziyor (AFP)
Bu makalenin yazarının Washington Yakın Doğu Politikaları Merkezi tarafından hazırlanan bir raporda önerdiği bu adımlar arasında, Arap çoğunluklu Deyrizor şehrinin idari ve güvenlik kontrolünün Şam'a devredilmesi, merkezi hükümetin kuzeydoğuda Türkiye ve daha sonra Irak ile uluslararası sınır kapılarını yönetmesine olanak tanınması, kuzeydoğu ile Şam arasındaki gayriresmî petrol ticaretinin belgelenmesi ve Şam'ın onayı ve kontrolü olmadan hidrokarbon kaynaklarının ihraç edilmeyeceğine dair yazılı taahhütlerin sunulması yer alıyor.
Hem Şam hem de SDG, ABD Merkez Komutanlığı Komutanı’nın, DEAŞ’a karşı ortak eğitim de dahil olmak üzere, istihbarat ve operasyonel iş birliğini güçlendirme konusundaki önerilerini takip etmelidir.
Model olarak Irak
Yıl sonuna kadar her iki taraf da yerel yönetim, askeri güçlerin entegrasyonu ve merkezi hükümet ile ilişkilerinde şehirlerin yetkilerinin tanımlanması gibi temel konularda ilerleme kaydetmiş olmalılar. 2006 sonrası Irak modeli, Baas diktatörlüğünden halkçı demokratik sisteme geçiş açısından Suriye'ye en yakın örneği temsil ettiği için faydalı olabilir.
Bu makalenin yazarı federalizmi Suriye için uygun bir seçenek olarak görmese de yetkilerin net bir şekilde bölünmesi ve hakların tanımlanması, üniter bir devlet fikri ile uyumludur. Kuzeydoğu bölgesindeki Kürtlerle varılan mutabakatlar, Dürziler ve Aleviler başta olmak üzere Suriye'nin geri kalan bileşenlerine de uygulanmalıdır.
Irak Anayasası’nın 4. maddesi, azınlık hakları ile ilgili açık bir taahhüt içermekte ve Arapça ile Kürtçeyi resmi diller olarak tanımaktadır. İkinci Kısım'ın 1. ve 2. bölümleri de bireysel haklar, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gibi temel özgürlükleri ele almaktadır.
Bu makalenin yazarı, federalizmi Suriye için uygun bir seçenek olarak görmese de yetkilerin net bir şekilde bölünmesi ve hakların tanımlanması üniter bir devlet fikri ile uyumludur
Irak Anayasası'nın 122. maddesi, bölgeler dışında kalan illere, kanunla düzenlenmek kaydıyla, kendilerini ademi merkeziyetçi yönetim ilkesine göre yönetmeleri için geniş idari ve mali yetkiler veriyor. İl meclisleri mali bağımsızlığa sahipler ve bakanlıklar veya merkezi kurumlar tarafından denetlenemezler.
Bu modelin önemi, hakların ve özerkliğin Lübnan'da olduğu gibi mezhepsel veya etnik temelde değil, bireysel ve coğrafi temelde, yani iller düzeyinde verilmesinde yatıyor. Bu, etkili yönetimin ve devletin istikrarının sağlanması açısından temel bir farktır.
Irak Anayasası, tüm askeri güçlerin merkezi hükümetin yetkisi altında olmasını da öngörüyor. Ancak özellikle Şii milisler, 2007'den sonra Sünni “Sahva” güçleri ve 2006'dan beri Kürt “Peşmerge” güçlerine karşı uygulamada esnek olunmuştur.
Bazı Peşmerge unsurları, özellikle Irak ordusunda daha önce deneyimi olan subaylar, ulusal orduya entegre edildiler. Dahası bazı tugaylar orduya tamamen entegre edilmiş olsa da Kürdistan Bölgesi’nde konuşlanmayı sürdürürken, diğer birlikler ise fiilen bölge yönetiminin kontrolü altında kalmaya devam etti.
Yerel yönetimler ayrıca, illerin sakinlerinden oluşturulan yerel polis güçleri üzerinde de önemli bir kontrole sahip. Bu düzenlemeler SDG için uygun olabilir.
ABD ve büyük Arap devletlerinin öncülüğünde uluslararası toplum, Şam ve Kürt yetkilileri bu süreci başlatmaları konusunda teşvik etmeli ve desteklemelidir; çünkü bu sadece Suriye için değil, tüm bölgenin istikrarı için de kritik öneme sahiptir.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.