Diktatörlüğün tahribatı ile demokrasinin kargaşası arasında…

Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)
Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)
TT

Diktatörlüğün tahribatı ile demokrasinin kargaşası arasında…

Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)
Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)

İyad el-Anber

Bu makalenin başlığını, tatilini Bağdat, Beyrut ve Şam arasında geçiren medya arkadaşım Reema Naisseh (Rima Naise) ile aramda geçen bir sohbet üzerine seçtim. Sohbetimiz, şairlerin şiirlerinde ve tarihçilerin hikâyelerinde okuduğumuz özelliklerini kaybetmeye başlayan bu başkentlerin uğradığı yıkım ve kargaşa hakkındaydı. Sonuç olarak mağdur olmuş ülkelerimizde diktatörlüğün tahribatı ile demokrasinin kargaşası arasında hiçbir fark yok.

Ülkelerimizin ardı ardına yaşadığı felaketleri, geçmişe duyulan özlemi ve geçmişin günümüzdeki bozuk durumla kıyaslanmasını gözlemleyen ve takip eden her kişi şu sonuca varabilir: Ülkeleri yok etme stratejilerinin en iyi uzmanları bir araya gelip de ülkelerimize karşı bir komplo planı geliştirseydi yıkım, hasar ve çöküş; mecazen ‘seçim’ diye tabir edilen kitlesel toplantılarla gelen ve bazıları da iktidarı askerî darbelerle ele geçirip orada kalan siyasetçilerimizin ve yöneticilerimizin ortaya koyduğu kadar olmazdı. Peki, yönetici sınıfın başarısızlığı ve yolsuzluğu olmasaydı bu hüzünlü yıkım ve kargaşa anlatımına varacağımız kimsenin aklına gelir miydi?!

Görünüşe bakılırsa geçen yüzyılda ülkelerimizi geri kalmış, Üçüncü Dünya ve Güney dünyası, sonra da başarısız veya kırılgan ülkeler olarak tarif etmekle meşgul uluslararası kuruluşlar ve araştırma merkezleri, gerçeklerden kaçınıyor ve ‘ülkelerimizdeki’ hâkim siyasi tabaka yüzünden gerçekleşen yıkımın, tahribatın ve felaketlerin boyutunu görmezden geliyordu. Bu yüzden, felakete uğramış ülkeler için kriterler belirlemekle başlamak doğru olacaktır. Ülkelerimizin bu ülkelerin başında yer alacağına kuşku yok.

Vatanların ve vatandaşların başına gelen saçma savaşlara ve bunların getirdiği yıkımlara rağmen siyasi liderlerimiz, ataerkil yönetimler rolünü oynamaktan vazgeçmediler. Bu yönetimler, toplumlarımızın geri kalmasının ve üreten değil de tüketen tembel toplumlara dönüşmesinin temel sebebiydi, halen de öyle. Alman filozof Immanuel Kant’ın tarifiyle siyasetçilerimiz şöyle:

“Bu vasiler, insanoğullarının büyük bir kısmının kendi özgürlükleri meselesini yalnızca zahmetli değil, aynı zamanda tehlikeli bir iş olarak gördüklerine dikkat ediyor. Bunu pekiştirmek için de sözlerini her zaman, bir rehber ve vasi olmadan tek başlarına bir işe kalkıştıklarında insanları kuşatan tehlikelere odaklıyorlar.”

Bunun için felaket liderleri, iktidar dönemlerine, insanın her türlü varlığını, özgürlüğünü ve şahsiyetini ortadan kaldıran totaliter ideolojilerin propagandasını yaparak başladılar ve böylece inanç ve düşüncenin koruyucuları ve toplumun çıkarlarını belirleyen kişiler oldular. Siyasetten yalnızca, başarısızlıklarını ve kötü yönetimlerini komplo teorisiyle gerekçelendirmeyi öğrendiler.   

Modern devletin dayandığı siyasi uygulamaların tüm başlıklarının içeriğini boşaltmaya çalıştılar. Nitekim ülkelerimizde vatandaşlar; eğer liderler ülkenin ve halkın kaderine hükmediyor ve devletin en yüksek mevkilerinde kimin olup olmayacağına onlar karar veriyorsa o zaman seçimin ne işe yaradığını sorguluyor! Liderlerin ve siyasi partilerin ülke yönetimindeki başarısını veya başarısızlığını ölçmek için değilse şayet, seçimlerin ne anlamı var? Yöneticilerin, görevlerini yerine getirmemeleri halinde sorgulanıp hesap verebilir olmalarının esası değilse seçimler ne işe yarar?!

Çağdaş siyasi tarihimize dair kitaplarda gurur duyduğumuz, sömürgecilikten kurtuluşun sembolü ve bağımsızlık yolunda dökülen kanın meyvesi olan ‘ulus devlet’ adlandırmasının bile bugün geçerliliği sorgulanır oldu! ‘Birbiri ardına gelen felaketler’ hariç herhangi bir başarı kaydedemeyen yöneticilerin başarısızlık biriktirdikleri onlarca yıl…

Halklarımızın, hayatta kalma uğrunda özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını feda eder hale gelmesine bakarak, yöneticilerimiz yüzünden yaşadığı felaketin boyutunu tahmin edebilirsiniz. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 2020 yılındaki Beyrut Limanı felaketinden sonra Lübnan’a gerçekleştirdiği ziyaret esnasında bazı Lübnanlıların Fransız mandasının geri gelmesini talep ettiği sloganlar da bunun göstergesidir!

Lübnan’a dair haberleri takip edenler, Taif Anlaşması’nın yabancı ülkelerin himayesiyle getirdiği çözümlerin, devletle ilgili anlaşmazlık krizinin bir çözümü değil, durumun sakinleşmesi için bir garanti olduğundan emin olurlar. Zira anlaşmanın yabancı hami ülkelerinin hedefi; kendilerini grup liderleri olarak tanıtan, vatandaşların çoğunun yaşam standardını güvence altına alan bir devlet ve ekonomi inşa etmek yerine devleti ve ekonomisini yutup, kurumlarını paylaşan ve parti oligarşisiyle bağlantılı bir mafya ekonomisi kurmayı başaran taraflar arasında iktidar paylaşımını temin etmekti. Bu noktadaki acı verici gülünç gerçek ise pek çok Lübnanlının halen, çözümlerin dışarının himayesiyle geleceğine güvenmesidir.

Savaşlar, siyasi değişimler ve hükümet sisteminde geçiş gibi krizler yaşayan hiçbir ulus, devletin ve kurumlarının yeniden inşa edilmesi sorumluluğunu üstlenen ve siyasi meşruiyetin işlevsel rolünü derinleştirmeye çalışan yönetici bir siyasi tabaka olmadan başarılı olmamıştır.

Suriye’ye gelince… Kriz hattına giren bölgesel ülkeler ve büyük uluslararası güçler, ardında binlerce ölü, yakılıp yıkılmış şehirler ve yerinden edilmiş bir halk bırakan savaştan sonra artık Esed rejiminin iktidarda kalması ya da ortadan kalkmasıyla ilgilenmiyor! Konu, Suriye çatışması meselesinde iç içe geçmiş bölgesel ve uluslararası güçlerin etkinlik alanlarının ve kaosun nasıl idare edileceğine geldi. Bu yüzden rejimi değiştirmeye yönelik tüm bahisleri boşa çıkınca siyasi muhalefet güçleri, Suriye ikileminin çözüm denkleminin dışında kaldılar.

Savaşlar, siyasi değişim ve hükümet sisteminde geçiş gibi krizler yaşayan uluslardan hiçbiri, devletin ve kurumlarının yeniden inşa edilmesi sorumluluğunu üstlenen ve siyasi meşruiyetin işlevsel rolünü sağlamlaştırmaya çalışan yönetici bir siyasi sınıf olmadan başarılı olamamıştır. ABD’li siyaset bilimci Gabriel Almond bunu, toplum ile devlet arasında etkileşime dayalı iletişimin her uzvunda var olan, böylece siyasi sistemin eylem yeterliliğini ve zorluklar karşısında metanetini sağlayan bir ruha benzetir.

vfaeb
Lübnanlı protestocular, 22 Kasım 2019’da Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki Şehitler Meydanı’nda Arapça ‘Devrim/Vatan İçin’ yazan yumruk şeklindeki bir figürün etrafında toplandı. (AFP)

Ülkelerimizdeki yönetici siyasi güçlerin görevi, kamuoyunun zihninde devlet fikrini pekiştirmek iken onlar, işlevi iktidar ve nüfuz alanları ile ekonomik kaynakları siyasi liderler ile çevreleri arasında paylaştırmak olan bir yönetim sistemi kurmaya heves ettiler. Böylece bu liderler, siyasi kitleler arasındaki farklılıkları ve ayrılıkları derinleştirdiler ve siyasi lidere, iktidar partisine ya da siyasi akıma bağlılık vatana bağlılığın bir alternatifi haline geldi. Hâkim siyasi oligarşiler, devletle bağlantı kurma fikrini tamamen ortadan kaldırdı ve vatandaşları, görevi siyasi liderin ya da zorunlu liderin partisiyle zenginleşmek olan bir müşteri kitlesine dönüştürdü. Bunun sonucunda siyasi kamuoyu bölündü ve bu bölünme, ‘onlara’ karşı ‘biz’ başlığını taşımaya başladı. Bir vatandaş olarak haklarını ve özgürlüğünü talep eden herkes de dış gündemleri dile getirdiği gerekçesiyle hain ilan ediliyor. Siyasi sahne, siyasi sistemlerinin demokratik ve yönetimdeki meşruiyetlerinin de periyodik seçimlere dayalı olduğunu iddia eden ülkelerde bile birbirine karşıt (siyaset-silah) ikilikleri bir araya getiriyor.

Trajedimiz, artık gençlik içeremeyen vatanlarla ilgili. Belki de bu konu, devletin başarısızlığının ve kalkınma ve istikrar hedeflerine ulaşmadaki acizliğinin en tehlikeli göstergelerinden biri. En karmaşık çelişki ise bu başarısızlık ve acizlik göstergelerinin, siyasi tabaka bu konuda bir sorumluluk hissetmeksizin birikmeye başlamasıdır. Siyasi tabakası halen saçmalığı, kargaşayı, cumhurbaşkanı seçimlerini aksatmayı ve ‘işleyen hükümet’ unvanını bırakmayı tercih eden Lübnan’a bakın.

Ekonomisi petrol gelirlerine dayalı olmasına rağmen Irak halen işsiz pek çok gencine iş fırsatı sağlayamıyor. Hükümetin ve siyasi tabakanın görevi, işsizlik oranlarını azaltmak için bir strateji belirlemek yerine takipçilerinin ayrıcalıklarını pekiştirmek ve çevresini ve seçim kitlesini ödüllendirmek haline geldi. Sonuç olarak Irak’ta elimizde iki toplumsal tabaka peyda oldu. Birincisi; petrol gelirlerinden elde edilen maaşlarla yaşayan, sosyal gözetim hibesi kapsamındakiler ve memurlar. İkincisi de bu lidere veya şu partiye siyasi bağlılıkla yaşayan asalaklar.

Ekonomisi petrol gelirlerine dayalı olmasına rağmen Irak halen işsiz pek çok gencine iş fırsatı sağlayamıyor. Hükümetin ve siyasi tabakanın görevi, işsizlik oranlarını azaltmak için bir strateji belirlemek yerine takipçilerinin ayrıcalıklarını pekiştirmek ve çevresini ve seçim kitlesini ödüllendirmek haline geldi.

Ülkelerimiz artık yurtlarımız değil. Buralarda insanlar, vatandaşlık vasfı kazanmak yerine, siyasetçilerin hesaplarında bir sayıya dönüşüyor. İnsan; onu özgürleştirmek yerine köleleştiren sefil ideolojik çekişmelere ve projelere hizmet ederek bir şehitlik projesine dönüştü. Vatanlar, siyasi oligarşilerin liderinin konu başlıklarına indirgenip, vatandan ve onun menfaatinden bile daha kutsal başlıklara dönüştüğünde vatana bağlılığın ölçütü, liderin şahsiyetinde erimek ve onun fotoğraflarını yol kenarlarına ve evlerin girişine asmak olur.

Siyasilerin ahmaklıkları yüzünden savaşların çoğaldığı ülkelerimizde vatandaşlık haklarına ancak bir şehit olarak öldükten sonra erişebilirsiniz! Yaşayan vatandaşların haklarını savunmak bırakılır ve tüm sloganlar, ‘şehitlerin kanına vefa’ başlığına dönüşür.

Ülkelerimizi yönetenler, onlara tâbi ve itaatkâr olmamızı istiyorlar. Öyle ya, düşman pusuda bizi ve servetlerimizi gözetliyor ve ülkelerimizi yok etmek istiyor. Liderlerimiz her gün, düşmanlarımızın bize karşı kurduğu komplolardan bahsedip duruyor. Bununla birlikte bu komplolar, hedeflerine ulaşabiliyor. Görünen o ki bu komplo projelerinin hayata geçmesine katkı sağlayan da siyasi liderlerin siyasi ahmaklıkları.

İnsanın seçimi; varlığını ve insanlığını ortadan kaldıran totaliter rejimlere boyun eğmek ile milislerin ve siyasi mafyaların hüküm sürdüğü kaotik bir siyasi gerçeklikte yaşamak arasında sınırlı olunca, vatanların sembolizminden geriye ne kalır? Bu durumda kargaşa ile diktatörlük arasında tercih hakkı sunulanların dili, İmam Ali bin Ebu Talib’in söylediğini söyler:

Hiçbir ülke sana diğerinden daha uygun değildir,

Ülkelerin en hayırlısı seni taşıyandır.

Şairin, “Bana zulmetse de ülkem kıymetlimdir/Bana cimrilik etse de ailem değerlimdir” dizeleri de refah içinde yaşayanların ve sloganlar atarak dolaşanların dilinden düşmeyen romantik sözlere dönüştü. Bu noktada en doğru tarifi Ebu Hayyan et-Tevhidî yapıyor:

“Gariplerin en garibi öz yurdunda garip olandır.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Amerika Birleşik Devletleri'nin Gazze'de yakın zamanda ikinci aşamanın yaşanacağına dair beklentileri

Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)
Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)
TT

Amerika Birleşik Devletleri'nin Gazze'de yakın zamanda ikinci aşamanın yaşanacağına dair beklentileri

Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)
Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)

ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Mike Waltz dün Kudüs'te yaptığı açıklamada, Başkan Donald Trump'ın Gazze barış planının ikinci aşamasına ilişkin gelişmeler hakkında "yakında" duyurular beklediğini belirterek, Washington'un Hamas'ın yeniden yapılanmasına izin vermeyeceğini vurguladı.

Waltz, planın ana bileşenlerinin, hizmetleri yönetecek teknokrat bir Filistin yönetimi, ilgili tarafların maliyetleri karşılamasını sağlayacak bir finansman mekanizması ve son olarak uluslararası bir istikrar gücü olduğunu açıkladı.


İsrail, Gazze'ye gönderilecek yardımlar için Ürdün ile olan sınır kapısını yeniden açtı

Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)
Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)
TT

İsrail, Gazze'ye gönderilecek yardımlar için Ürdün ile olan sınır kapısını yeniden açtı

Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)
Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)

İsrail ve Filistinli yetkililer AFP'ye verdikleri demeçte, İsrail'in, Gazze'ye yardım taşıyan kamyonlar için Ürdün ile işgal altındaki Batı Şeria arasındaki Kral Hüseyin Köprüsü (Allenby Köprüsü) sınır kapısını, kapanmasından yaklaşık üç ay sonra dün yeniden açtığını söyledi.

İsrail, eylül ayında Ürdünlü bir sürücünün sınırda ateş açarak iki İsrail askerini öldürmesinin ardından sınır kapısını kapatmıştı. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre birkaç gün sonra, sınır kapısı bireysel geçişlere yeniden açıldı, ancak savaşın harap ettiği Gazze Şeridi'ne yönelik insani yardımlara kapalı kaldı.

İsrail hükümetinin Topraklardaki Hükümet Faaliyetleri Koordinatörlüğü (COGAT) sözcüsü, "Allenby Köprüsü sınır kapısı bugün açıldı ve kamyonlar Allenby Köprüsü'nden Gazze'ye geçiyor" dedi. Adının açıklanmasını istemeyen bir Filistinli yetkili de sınır kapısının yeniden açıldığını doğruladı.

Yetkilinin açıklamasına göre, salı günü çimento ve yapım malzemesi taşıyan 96 kamyonun geçişine izin verildi. Dün ise insani yardım taşıyan 20 kamyon bu sınır kapısından giriş yaparken, inşaat sektörü için kumun da bugün girişine izin verilmesi bekleniyor.

Sınır kapısının kapatılmasından bu yana Ürdünlü yetkililer, Batı Şeria'nın kuzeyindeki Şeyh Hüseyin sınır kapısından Gazze'ye yardım ulaştırabildiklerini söylüyor. Salı günü bir İsrailli yetkili, Ürdün'den Allenby Köprüsü sınır kapısından mal ve yardım transferinin yakında yeniden başlayacağını söyledi.

Yetkili şöyle devam etti: “Gazze Şeridi'ne giden tüm yardım kamyonları, kapsamlı bir güvenlik kontrolünden geçtikten sonra, refakat ve güvenlik eşliğinde seyahat edecek… Ürdünlü sürücüler ve kargolar için güvenlik kontrolü ve kimlik doğrulama prosedürleri sıkılaştırıldı. Geçişi güvence altına almak için özel güvenlik güçleri görevlendirildi.”

Ürdün Vadisi'ndeki sınır geçişi, Batı Şeria'dan Filistinlilerin İsrail topraklarına geçmeden ayrılmalarına olanak tanıyan tek geçiş noktasıdır.

İsrail, özel izinleri olmadığı sürece Filistinlilerin havaalanlarından geçmesine izin vermiyor.


Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
TT

Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)

Akil Abbas

Irak seçimlerinin sonucu önceki genel seçimlerin çoğundan farklı olarak, bu kez açık ve net bir kazanan ortaya çıkardığı için dikkat çekici ve belirleyiciydi. Seçimlerin kazananı çeşitli seçim listeleriyle “Koordinasyon Çerçevesi”ydi. Seçimleri yönetmekten sorumlu Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından açıklanan sonuçlara göre Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin başkanlığını yaptığı liste de dahil olmak üzere, Koordinasyon Çerçevesi’nin çeşitli seçim listeleri 180'den fazla sandalye kazandı.

Çerçeve’nin güçlü seçim performansının işaretlerinden biri, 46 sandalye kazanan Sudani’nin “Yeniden İnşa ve Kalkınma Koalisyonu” listesinin, Koordinasyon Çerçevesi ile rekabet etme fikrinden vazgeçerek hızla bu yapıya entegre olmasıydı. Bu durum bilhassa Koalisyon’un, desteklediği ve aday gösterdiği başbakanların seçimlere katılmak için siyasi ittifaklar kurmalarını engelleyen bir taahhütte bulunmalarını şart koşan Çerçeve’nin isteklerine karşı kurulmuş olduğu göz önüne alındığında oldukça önemliydi. Çerçeve’nin bu şartının arkasında, başbakanların kendi siyasi güçlerini oluşturmalarını ve Şii oylarının çok sayıda rakip arasında dağılmasını önlemek yatıyor.

Bu halk desteği değil sadece bir seçim zaferidir

Ancak, bu seçim zaferini bazı Koordinasyon Çerçevesi gruplarının pazarlamaya çalıştığı yapay bağlamda değil, doğru ve dolaysız bağlamında anlamak önemlidir. Bu zafer, çeşitli taraflı yasal, teknik ve mali faktörlerin amacına ulaşmasıyla gerçekleşti. İyi yönetim performansıyla veya toplumun olumlu sonuçlarını hissettiği ve bunun sonucunda Koordinasyon Çerçevesi'ni seçimlerde ödüllendirdiği yönetişimdeki net bir iyileşmeyle ilgisi yoktu.

2023'te Koordinasyon Çerçevesi iktidarda olanlar başta olmak üzere, cömertçe harcama yapabilecek mali imkanlara sahip büyük partilerin çıkarlarına hizmet eden, daha küçük ve mali açıdan dezavantajlı partileri ise dışlayan adaletsiz bir seçim yasasını meclisten geçirdi.

Buna ilave olarak birçok gözlemcinin belirttiği gibi, bu etkili partiler tarafından seçim merkezlerinin önünde bile yaygın olarak oy satın alınması söz konusuydu. Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Ayrıca bu etkili partiler, ülke çapında başarılı kampanyalar yürütebilecek devasa, pahalı ve deneyimli kampanya aygıtlarına da sahip.

Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı

Irak'ta “Sivil Güçler” olarak adlandırılan muhalif güçler, bu avantajların hiçbirine sahip değil; bu da onları neredeyse her seçimde yapısal olarak zayıf bir konumda bırakıyor. Bu güçler, tek çatı altında birleşme ve sınırlı seçim etkisine sahip, sınırlı bir elit kitleye hitap eden mevcut muhalif söylem yerine, sıradan Iraklıların dikkatini çekecek net bir muhalif seçim söylemi oluşturmakta sürekli yetersiz kaldığı için daha da zayıflıyor.

Sivil Güçler ayrıca bu seçimlere yönelik boykottan da zarar gördü. Zira seçimleri boykot edenler genellikle iktidarın dizginlerini elinde tutan muktedir partilerden memnun değiller ve bu nedenle mantıksal olarak, oy kullansalar muhalefet partilerine oy verme olasılıkları daha yüksek olurdu. Yüksek Seçim Komisyonu ise uluslararası standartlara aykırı ve hatalı bir formül kullanarak seçimlere katılım oranını (yüzde 56) şişirmeye devam ediyor. Seçim Komisyonu, oy kullanma oranlarını, oy kullanma hakkına sahip Iraklıların toplam sayısı yerine, kayıtlı seçmenlerin sayısına göre fiilen oy kullanan seçmenleri sayarak hesaplıyor.

Seçim sonrası hesaplar

Koordinasyon Çerçevesi’nin halihazırda yaşadığı ve iktidardaki tekeline herhangi bir rakibin olmadığı anlamına gelen zafer coşkusunun ötesinde, en zorlu meydan okumalar hükümetin kurulmasının ardından yakında başlayacak. Yeni hükümetin, Koordinasyon Çerçevesi’nin kontrolü altındaki yeni meclis tarafından, alışıldık ve “tek sepet” anlaşması olarak bilinen kota anlaşması yoluyla hızla onaylanması bekleniyor. Yani üç başkanlık (meclis, hükümet ve cumhurbaşkanlığı) için adayların aynı anda kabul edileceği ve onaylanacağı tahmin ediliyor. Bu süreç ayrıca Şii, Sünni ve Kürt siyasi grupları arasında, üç başkanlık pozisyonu için adayları ve diğer yüksek mevkilerin kota sistemine göre nasıl dağıtılacağını belirleyecek “büyük bir siyasi anlaşma” yapılmasını da içeriyor. Buna ek olarak, söz konusu gruplar arasındaki siyasi anlaşmaya dayanarak kurulacak hükümetin programı da belirlenecek (bu, hükümet kurulduktan sonra nadiren uyulan, ancak bu grupların seçmenlerine ihtiyaçlarının dikkate alındığı konusunda güvence vermek için halkla ilişkiler açısından faydalı bir anlaşmadır).

Çoğunluğu elde ettiği seçim zaferiyle, Çerçeve, gelecekte kendisine bir zorluk oluşturmayacak veya kendisinden bağımsız hareket edemeyecek, tamamen kontrolü altında, ona boyun eğmiş zayıf bir başbakan geleneğini yerleştirme yolunda ilerliyor (bu bağlamda, Ekim 2020 protestolarının devirdiği eski Başbakan Adil Abdulmehdi, Çerçeve’nin aradığı ideal model sayılıyor, ancak Sudani'de bu aradığını bulamadı). Çerçeve, Sudani'nin görev süresini ister yeni ve daha sıkı koşullar altında uzatmaya karar versin, ister yeni bir başbakan seçsin ki bu şu anda daha muhtemel görünüyor, yeni hükümet ve onu destekleyen Çerçeve, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması ve İslam Cumhuriyeti'nin Irak'taki baskın etkisine son verilmesi gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı.

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle) ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle)

Yeni hükümet, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı

Önümüzdeki günlerde ABD Başkanı’nın Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya Bağdat'ı ziyaret edecek. Başkan Donald Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı ayrıntılı paylaşımdan da açıkça görüldüğü gibi, fraksiyonların dağıtılması konusunu gündeme getirecek. Savaya paylaşımında, Irak'ın silahın devletin elinde toplanması konusunda bir yol ayrımında olduğunu, Irak devletinin ekonomik refah beklentileri de dahil olmak üzere gelecekteki başarısının veya başarısızlığının, milis grupları silahsızlandırma gücüne bağlı olacağını belirtti. Irak'taki en önemli İran yanlısı silahlı örgüt olan Nuceba Hareketi'nin liderinin bu açıklamaya yönelik öfkeli tepkisi özellikle dikkat çekiciydi. Genel Sekreteri Şeyh Ekrem el-Kabi, Irak hükümetinin Savaya'nın “açık müdahalesi” olarak nitelendirdiği bu açıklamalarını reddetmemesi halinde, “İslami Direniş'in onu susturacağını ve efendilerine geri göndereceğini” açıkladı.

Washington ile muğlak ilişki

Savaya'nın ülkeye yapacağı beklenen ziyaretin önemi, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Sudani arasında ekim ayında, Irak genel seçimlerinden yaklaşık 20 gün önce yapılan telefon görüşmesinin ardından yayınlanan Amerikan bildirisinde belirtildiği gibi, “İran destekli milislerin silahsızlandırılmasının gerekliliği” ile ilgili Amerikan pozisyonundaki önemli bir boşluğu doldurması olasılığında gizli. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu boşluk, Irak'ın bu milisleri dağıtma yönündeki ABD talebine uymaması durumunda ortaya çıkacak sonuçların ne olacağının bilinmemesinden kaynaklanıyor. Eğer varsa bu sonuçların ne olacağının açıklanması bir fark yaratacak ve Irak'ın resmi tutumunu ve Amerikan talebine nasıl yanıt vereceğini önemli ölçüde etkileyecektir.

Trump yönetimindeki ABD, şu ana kadar Irak'taki İran nüfuzuna son verme gerekliliği konusunda net ve kararlı (ve önceki yönetimlerin aksine açık) bir dil kullanmakla yetiniyor. Bu nüfuzun temel direği olarak silahlı fraksiyonların dağıtılmasının gerekliliğini vurguluyor. Ancak, bu doğrudan Amerikan talepleri, netliklerine rağmen Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar.

Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)

Bu doğrudan Amerikan talepleri netliklerine rağmen, Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar

Bu muğlaklık, Irak’ın olası bir reddiyle başa çıkmak konusunda gerçek bir Amerikan planının olmamasından ve ABD'nin ekonomik ve mali baskı uygulamak gibi daha ileri gitmeden siyasi ve medyatik baskısıyla yetinmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bu senaryo, Koordinasyon Çerçevesi ve ona bağlı silahlı fraksiyonlar için olduğu kadar, bu çatışmayı büyük bir bekleyişle takip eden İran için de en iyi seçenek olarak kabul ediliyor.

Önümüzdeki yeni Irak hükümetinin kurulmasına kadarki dönemde, belirsiz ABD-Irak ilişkilerinin geleceği, çatışmaya doğru mu ilerleyeceği yoksa mevcut muğlak durumunda mı kalacağı yönünde daha da netleşecektir. Bu durum, özellikle Trump yönetiminin bu ilişkinin geleceğini olumlu veya olumsuz yönde belirleyecek somut adımlar atmadan, siyasi açıklamalar, açık uçlu talepler ve aleni suçlamaların ötesinde Irak için hiçbir planı olmadığı ortaya çıkarsa geçerlidir. Koordinasyon Çerçevesi, iki taraf arasındaki ilişkinin olduğu gibi, yani muğlak, birçok olasılığa açık ve çözümsüz kalmasını istiyor, çünkü bu, İslam Cumhuriyeti ile özel ve haksız ittifakını sürdürmesine olanak tanırken, aynı zamanda Amerikan kayıtsızlığından da faydalanmasını sağlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.