Diktatörlüğün tahribatı ile demokrasinin kargaşası arasında…

Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)
Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)
TT

Diktatörlüğün tahribatı ile demokrasinin kargaşası arasında…

Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)
Irak ekonomisi petrol gelirlerine dayanmasına rağmen halen işsiz pek çok gencine iş imkânı sağlayamıyor. (AFP)

İyad el-Anber

Bu makalenin başlığını, tatilini Bağdat, Beyrut ve Şam arasında geçiren medya arkadaşım Reema Naisseh (Rima Naise) ile aramda geçen bir sohbet üzerine seçtim. Sohbetimiz, şairlerin şiirlerinde ve tarihçilerin hikâyelerinde okuduğumuz özelliklerini kaybetmeye başlayan bu başkentlerin uğradığı yıkım ve kargaşa hakkındaydı. Sonuç olarak mağdur olmuş ülkelerimizde diktatörlüğün tahribatı ile demokrasinin kargaşası arasında hiçbir fark yok.

Ülkelerimizin ardı ardına yaşadığı felaketleri, geçmişe duyulan özlemi ve geçmişin günümüzdeki bozuk durumla kıyaslanmasını gözlemleyen ve takip eden her kişi şu sonuca varabilir: Ülkeleri yok etme stratejilerinin en iyi uzmanları bir araya gelip de ülkelerimize karşı bir komplo planı geliştirseydi yıkım, hasar ve çöküş; mecazen ‘seçim’ diye tabir edilen kitlesel toplantılarla gelen ve bazıları da iktidarı askerî darbelerle ele geçirip orada kalan siyasetçilerimizin ve yöneticilerimizin ortaya koyduğu kadar olmazdı. Peki, yönetici sınıfın başarısızlığı ve yolsuzluğu olmasaydı bu hüzünlü yıkım ve kargaşa anlatımına varacağımız kimsenin aklına gelir miydi?!

Görünüşe bakılırsa geçen yüzyılda ülkelerimizi geri kalmış, Üçüncü Dünya ve Güney dünyası, sonra da başarısız veya kırılgan ülkeler olarak tarif etmekle meşgul uluslararası kuruluşlar ve araştırma merkezleri, gerçeklerden kaçınıyor ve ‘ülkelerimizdeki’ hâkim siyasi tabaka yüzünden gerçekleşen yıkımın, tahribatın ve felaketlerin boyutunu görmezden geliyordu. Bu yüzden, felakete uğramış ülkeler için kriterler belirlemekle başlamak doğru olacaktır. Ülkelerimizin bu ülkelerin başında yer alacağına kuşku yok.

Vatanların ve vatandaşların başına gelen saçma savaşlara ve bunların getirdiği yıkımlara rağmen siyasi liderlerimiz, ataerkil yönetimler rolünü oynamaktan vazgeçmediler. Bu yönetimler, toplumlarımızın geri kalmasının ve üreten değil de tüketen tembel toplumlara dönüşmesinin temel sebebiydi, halen de öyle. Alman filozof Immanuel Kant’ın tarifiyle siyasetçilerimiz şöyle:

“Bu vasiler, insanoğullarının büyük bir kısmının kendi özgürlükleri meselesini yalnızca zahmetli değil, aynı zamanda tehlikeli bir iş olarak gördüklerine dikkat ediyor. Bunu pekiştirmek için de sözlerini her zaman, bir rehber ve vasi olmadan tek başlarına bir işe kalkıştıklarında insanları kuşatan tehlikelere odaklıyorlar.”

Bunun için felaket liderleri, iktidar dönemlerine, insanın her türlü varlığını, özgürlüğünü ve şahsiyetini ortadan kaldıran totaliter ideolojilerin propagandasını yaparak başladılar ve böylece inanç ve düşüncenin koruyucuları ve toplumun çıkarlarını belirleyen kişiler oldular. Siyasetten yalnızca, başarısızlıklarını ve kötü yönetimlerini komplo teorisiyle gerekçelendirmeyi öğrendiler.   

Modern devletin dayandığı siyasi uygulamaların tüm başlıklarının içeriğini boşaltmaya çalıştılar. Nitekim ülkelerimizde vatandaşlar; eğer liderler ülkenin ve halkın kaderine hükmediyor ve devletin en yüksek mevkilerinde kimin olup olmayacağına onlar karar veriyorsa o zaman seçimin ne işe yaradığını sorguluyor! Liderlerin ve siyasi partilerin ülke yönetimindeki başarısını veya başarısızlığını ölçmek için değilse şayet, seçimlerin ne anlamı var? Yöneticilerin, görevlerini yerine getirmemeleri halinde sorgulanıp hesap verebilir olmalarının esası değilse seçimler ne işe yarar?!

Çağdaş siyasi tarihimize dair kitaplarda gurur duyduğumuz, sömürgecilikten kurtuluşun sembolü ve bağımsızlık yolunda dökülen kanın meyvesi olan ‘ulus devlet’ adlandırmasının bile bugün geçerliliği sorgulanır oldu! ‘Birbiri ardına gelen felaketler’ hariç herhangi bir başarı kaydedemeyen yöneticilerin başarısızlık biriktirdikleri onlarca yıl…

Halklarımızın, hayatta kalma uğrunda özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını feda eder hale gelmesine bakarak, yöneticilerimiz yüzünden yaşadığı felaketin boyutunu tahmin edebilirsiniz. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 2020 yılındaki Beyrut Limanı felaketinden sonra Lübnan’a gerçekleştirdiği ziyaret esnasında bazı Lübnanlıların Fransız mandasının geri gelmesini talep ettiği sloganlar da bunun göstergesidir!

Lübnan’a dair haberleri takip edenler, Taif Anlaşması’nın yabancı ülkelerin himayesiyle getirdiği çözümlerin, devletle ilgili anlaşmazlık krizinin bir çözümü değil, durumun sakinleşmesi için bir garanti olduğundan emin olurlar. Zira anlaşmanın yabancı hami ülkelerinin hedefi; kendilerini grup liderleri olarak tanıtan, vatandaşların çoğunun yaşam standardını güvence altına alan bir devlet ve ekonomi inşa etmek yerine devleti ve ekonomisini yutup, kurumlarını paylaşan ve parti oligarşisiyle bağlantılı bir mafya ekonomisi kurmayı başaran taraflar arasında iktidar paylaşımını temin etmekti. Bu noktadaki acı verici gülünç gerçek ise pek çok Lübnanlının halen, çözümlerin dışarının himayesiyle geleceğine güvenmesidir.

Savaşlar, siyasi değişimler ve hükümet sisteminde geçiş gibi krizler yaşayan hiçbir ulus, devletin ve kurumlarının yeniden inşa edilmesi sorumluluğunu üstlenen ve siyasi meşruiyetin işlevsel rolünü derinleştirmeye çalışan yönetici bir siyasi tabaka olmadan başarılı olmamıştır.

Suriye’ye gelince… Kriz hattına giren bölgesel ülkeler ve büyük uluslararası güçler, ardında binlerce ölü, yakılıp yıkılmış şehirler ve yerinden edilmiş bir halk bırakan savaştan sonra artık Esed rejiminin iktidarda kalması ya da ortadan kalkmasıyla ilgilenmiyor! Konu, Suriye çatışması meselesinde iç içe geçmiş bölgesel ve uluslararası güçlerin etkinlik alanlarının ve kaosun nasıl idare edileceğine geldi. Bu yüzden rejimi değiştirmeye yönelik tüm bahisleri boşa çıkınca siyasi muhalefet güçleri, Suriye ikileminin çözüm denkleminin dışında kaldılar.

Savaşlar, siyasi değişim ve hükümet sisteminde geçiş gibi krizler yaşayan uluslardan hiçbiri, devletin ve kurumlarının yeniden inşa edilmesi sorumluluğunu üstlenen ve siyasi meşruiyetin işlevsel rolünü sağlamlaştırmaya çalışan yönetici bir siyasi sınıf olmadan başarılı olamamıştır. ABD’li siyaset bilimci Gabriel Almond bunu, toplum ile devlet arasında etkileşime dayalı iletişimin her uzvunda var olan, böylece siyasi sistemin eylem yeterliliğini ve zorluklar karşısında metanetini sağlayan bir ruha benzetir.

vfaeb
Lübnanlı protestocular, 22 Kasım 2019’da Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki Şehitler Meydanı’nda Arapça ‘Devrim/Vatan İçin’ yazan yumruk şeklindeki bir figürün etrafında toplandı. (AFP)

Ülkelerimizdeki yönetici siyasi güçlerin görevi, kamuoyunun zihninde devlet fikrini pekiştirmek iken onlar, işlevi iktidar ve nüfuz alanları ile ekonomik kaynakları siyasi liderler ile çevreleri arasında paylaştırmak olan bir yönetim sistemi kurmaya heves ettiler. Böylece bu liderler, siyasi kitleler arasındaki farklılıkları ve ayrılıkları derinleştirdiler ve siyasi lidere, iktidar partisine ya da siyasi akıma bağlılık vatana bağlılığın bir alternatifi haline geldi. Hâkim siyasi oligarşiler, devletle bağlantı kurma fikrini tamamen ortadan kaldırdı ve vatandaşları, görevi siyasi liderin ya da zorunlu liderin partisiyle zenginleşmek olan bir müşteri kitlesine dönüştürdü. Bunun sonucunda siyasi kamuoyu bölündü ve bu bölünme, ‘onlara’ karşı ‘biz’ başlığını taşımaya başladı. Bir vatandaş olarak haklarını ve özgürlüğünü talep eden herkes de dış gündemleri dile getirdiği gerekçesiyle hain ilan ediliyor. Siyasi sahne, siyasi sistemlerinin demokratik ve yönetimdeki meşruiyetlerinin de periyodik seçimlere dayalı olduğunu iddia eden ülkelerde bile birbirine karşıt (siyaset-silah) ikilikleri bir araya getiriyor.

Trajedimiz, artık gençlik içeremeyen vatanlarla ilgili. Belki de bu konu, devletin başarısızlığının ve kalkınma ve istikrar hedeflerine ulaşmadaki acizliğinin en tehlikeli göstergelerinden biri. En karmaşık çelişki ise bu başarısızlık ve acizlik göstergelerinin, siyasi tabaka bu konuda bir sorumluluk hissetmeksizin birikmeye başlamasıdır. Siyasi tabakası halen saçmalığı, kargaşayı, cumhurbaşkanı seçimlerini aksatmayı ve ‘işleyen hükümet’ unvanını bırakmayı tercih eden Lübnan’a bakın.

Ekonomisi petrol gelirlerine dayalı olmasına rağmen Irak halen işsiz pek çok gencine iş fırsatı sağlayamıyor. Hükümetin ve siyasi tabakanın görevi, işsizlik oranlarını azaltmak için bir strateji belirlemek yerine takipçilerinin ayrıcalıklarını pekiştirmek ve çevresini ve seçim kitlesini ödüllendirmek haline geldi. Sonuç olarak Irak’ta elimizde iki toplumsal tabaka peyda oldu. Birincisi; petrol gelirlerinden elde edilen maaşlarla yaşayan, sosyal gözetim hibesi kapsamındakiler ve memurlar. İkincisi de bu lidere veya şu partiye siyasi bağlılıkla yaşayan asalaklar.

Ekonomisi petrol gelirlerine dayalı olmasına rağmen Irak halen işsiz pek çok gencine iş fırsatı sağlayamıyor. Hükümetin ve siyasi tabakanın görevi, işsizlik oranlarını azaltmak için bir strateji belirlemek yerine takipçilerinin ayrıcalıklarını pekiştirmek ve çevresini ve seçim kitlesini ödüllendirmek haline geldi.

Ülkelerimiz artık yurtlarımız değil. Buralarda insanlar, vatandaşlık vasfı kazanmak yerine, siyasetçilerin hesaplarında bir sayıya dönüşüyor. İnsan; onu özgürleştirmek yerine köleleştiren sefil ideolojik çekişmelere ve projelere hizmet ederek bir şehitlik projesine dönüştü. Vatanlar, siyasi oligarşilerin liderinin konu başlıklarına indirgenip, vatandan ve onun menfaatinden bile daha kutsal başlıklara dönüştüğünde vatana bağlılığın ölçütü, liderin şahsiyetinde erimek ve onun fotoğraflarını yol kenarlarına ve evlerin girişine asmak olur.

Siyasilerin ahmaklıkları yüzünden savaşların çoğaldığı ülkelerimizde vatandaşlık haklarına ancak bir şehit olarak öldükten sonra erişebilirsiniz! Yaşayan vatandaşların haklarını savunmak bırakılır ve tüm sloganlar, ‘şehitlerin kanına vefa’ başlığına dönüşür.

Ülkelerimizi yönetenler, onlara tâbi ve itaatkâr olmamızı istiyorlar. Öyle ya, düşman pusuda bizi ve servetlerimizi gözetliyor ve ülkelerimizi yok etmek istiyor. Liderlerimiz her gün, düşmanlarımızın bize karşı kurduğu komplolardan bahsedip duruyor. Bununla birlikte bu komplolar, hedeflerine ulaşabiliyor. Görünen o ki bu komplo projelerinin hayata geçmesine katkı sağlayan da siyasi liderlerin siyasi ahmaklıkları.

İnsanın seçimi; varlığını ve insanlığını ortadan kaldıran totaliter rejimlere boyun eğmek ile milislerin ve siyasi mafyaların hüküm sürdüğü kaotik bir siyasi gerçeklikte yaşamak arasında sınırlı olunca, vatanların sembolizminden geriye ne kalır? Bu durumda kargaşa ile diktatörlük arasında tercih hakkı sunulanların dili, İmam Ali bin Ebu Talib’in söylediğini söyler:

Hiçbir ülke sana diğerinden daha uygun değildir,

Ülkelerin en hayırlısı seni taşıyandır.

Şairin, “Bana zulmetse de ülkem kıymetlimdir/Bana cimrilik etse de ailem değerlimdir” dizeleri de refah içinde yaşayanların ve sloganlar atarak dolaşanların dilinden düşmeyen romantik sözlere dönüştü. Bu noktada en doğru tarifi Ebu Hayyan et-Tevhidî yapıyor:

“Gariplerin en garibi öz yurdunda garip olandır.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Sinvar'ın yakın dostu ve Gazze'de onun yerine aday olan Tevfik Ebu Naim hakkında neler biliyoruz?

İsmail Heniyye ve Tevfik Ebu Naim (Arşiv – AFP)
İsmail Heniyye ve Tevfik Ebu Naim (Arşiv – AFP)
TT

Sinvar'ın yakın dostu ve Gazze'de onun yerine aday olan Tevfik Ebu Naim hakkında neler biliyoruz?

İsmail Heniyye ve Tevfik Ebu Naim (Arşiv – AFP)
İsmail Heniyye ve Tevfik Ebu Naim (Arşiv – AFP)

Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona ermesinden sonra Hamas'ın geleceği hakkında konuşmalar sürerken, İbranice yayın yapan Israel Hayom gazetesi, Tevfik Ebu Naim'in önümüzdeki dönemde hareketin Gazze Şeridi'ndeki ayağını yönetmede önemli bir rol üstlenmesinin beklendiğini yazdı. Gazete, Naim'i ‘siyasi deneyime sahip güçlü bir adam, Yahya Sinvar'ın en yakın arkadaşlarından biri ve Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'in müridi’ olarak tanımladı.

Gazete, İbrahim Hamid, Hasan Selame, Abdullah Bergusi ve Abbas es-Seyyid adlı dört üst düzey Filistinli mahkûmun serbest bırakılmasının sağlanamaması nedeniyle Hamas liderlerinin önemli bir fırsatı kaçırdıklarını düşündüklerini yazdı. Bu dört kişi, görünüşte Sinvar'ın yerini kolaylıkla alabilecek nitelikteydiler, ancak bunu yapabilecek nitelikteki tek kişi onlar değildi.

Tevfik Ebu Naim kimdir?

63 yaşındaki Tevfik Ebu Naim, Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’ndan geliyor. Ailesi Gazze Şeridi'ne göç etmeden önce Beerşeba (Birüssebi) şehrinde ikamet ediyormuş.

Şarku’l Avsat’ın Israel Hayom gazetesinden aktardığına göre Ebu Naim, Gazze şehrindeki İslam Üniversitesi'nde okudu; burada İslam hukuku alanında yüksek lisans derecesi ve daha sonra da doktora derecesi aldı.

2015 yılında, Tümgeneral Selahaddin Ebu Şerh'in yerine Gazze İç Güvenlik Güçleri Genel Müdürü olarak atandı ve bu görev, Hamas'ın güvenlik yönetim yapısı içindeki varlığını güçlendirdi.

Serbest bırakılan mahkûm

Ebu Naim, 2011 yılında, İsrailli asker Gilad Şalit karşılığında binden fazla Filistinli mahkûmun serbest bırakıldığı Vefa el-Ahrar anlaşması kapsamında serbest bırakıldı. O zamandan beri Hamas'ın güvenlik ve idari yapısında üst düzey görevlerde bulunarak hızla karar alma pozisyonuna yükseldi.

Yahya Sinvar ile ilişkisi

Gazeteye göre Ebu Naim, hareketin merhum lideri Yahya Sinvar ile 1980'lerin başında Müslüman Kardeşler'in yerel hücresine katıldıkları ve Şeyh Ahmed Yasin'den ders aldıkları dönemden beri yakın bir ilişki içinde. İkili daha sonra, İsrail ile iş birliği yapanları takip etmekten sorumlu el-Mecd biriminin kurulmasına katıldı. Bu birim daha sonra hareketin güvenlik aygıtının çekirdeğini oluşturdu.

İsrail, Yahya Sinvar'ı 7 Ekim Aksa Tufanı saldırılarının mimarı olarak görüyor (AFP) İsrail, Yahya Sinvar'ı 7 Ekim Aksa Tufanı saldırılarının mimarı olarak görüyor (AFP)

Gazete, 1998 yılında Ebu Naim'in el-Mecd içindeki güvenlik faaliyetleri nedeniyle ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığını yazdı. Hapishanelerde önemli rol oynayan Ebu Naim, İbraniceyi akıcı bir şekilde öğrendi ve Sinvar ile birlikte hapishaneden kaçmaya teşebbüs etti.

Israel Hayom, bu deneyimin, hareketin tutuklu en önde gelen liderlerinden biri olarak konumunu güçlendirdiğini belirtti.

Hassas güvenlik görevleri

Ebu Naim Gazze Şeridi'ne döndükten sonra, Gazze'de içişleri bakan yardımcısı olarak atanmadan önce, tutuklular ve şehit aileleriyle ilgili güvenlik ve idari görevlerde bulundu.

Gazeteye göre, görevleri arasında polis gücünü güçlendirmek, istihbarat ihlallerini önlemek, siyasi protestoları bastırmak ve DEAŞ'ın etkisindeki grupları kontrol altına almak vardı.

Ebu Naim, 7 Ekim saldırısından önce bu saldırıyı ima etmişti

İbranice yayınlanan gazete, Ebu Naim'in 7 Ekim'den birkaç gün önce hareketin büyük çaplı bir saldırı düzenleme niyetine dolaylı olarak işaret ettiğini ve bu durumun Hamas liderliği içindeki stratejik planlamaya ne ölçüde dahil olduğu konusunda spekülasyonlara yol açtığını belirtti.

Gazete, bir dizi önde gelen liderin suikastıyla Ebu Naim'in Gazze'nin bir sonraki lideri olmak için ideal konumda olduğunu ve şu anda sahada ilk sınavını verdiğini yazdı.

Suikast girişiminden kurtuldu ve ortadan kayboldu

Ebu Naim Ekim 2017'de, ez-Zehra şehrinde Cuma namazından çıkarken arabasının yakınında patlayan bir bombadan kurtuldu ve hafif yaralandı.

7 Ekim 2023'te savaşın patlak vermesinden bu yana, Hamas'taki diğer birçok saha komutanı gibi medya spotlarından uzak durdu ve Israel Hayom’a göre hiçbir röportajda veya kamuoyuna dönük açıklamada görünmedi.

Liderlik krizi ve eski yüzlerin geri dönüşü

Gazete, üst düzey liderlere yönelik suikastlar ve önde gelen siyasi liderlerin yokluğunun, hareketin liderlik hiyerarşisinde önemli bir boşluğa yol açtığını belirtti. Mahmud ez-Zahar gibi sadece birkaç isim kaldığı için Ebu Naim gibi deneyimli kadroların göreve çağrılması acil bir ihtiyaç haline geldi.

Gazeteye göre Ebu Naim, özellikle Gazze Şeridi’nin işlerini yönetmek için teknokratların oluşturduğu bir komite kurulursa, önde gelen askeri liderlerin katılımıyla bir sonraki aşamayı perde arkasından yönetebilir.


FKÖ Yürütme Komitesi Üyesi: Gazze anlaşması tehdit altında... Kahire'de guruplar arasında yapılacak toplantıyı bekliyoruz

Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat yakınlarındaki Netzarim Koridoru’ndan geçen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat yakınlarındaki Netzarim Koridoru’ndan geçen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
TT

FKÖ Yürütme Komitesi Üyesi: Gazze anlaşması tehdit altında... Kahire'de guruplar arasında yapılacak toplantıyı bekliyoruz

Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat yakınlarındaki Netzarim Koridoru’ndan geçen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat yakınlarındaki Netzarim Koridoru’ndan geçen yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Komitesi Üyesi Vasıl Ebu Yusuf, ulusal uzlaşmanın önündeki engelleri aşmak ve Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşmasını sürdürmek amacıyla Kahire'de guruplar arasında yapılacak olan toplantıyı beklentilerini dile getirdi. Ebu Yusuf, Gazze anlaşmasının her an çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Ebu Yusuf, Şarku'l Avsat'a verdiği demeçte, “Önümüzdeki dönemde Kahire'de Filistinliler arasında bir diyalog gerçekleştirilmesi planlanıyor ve bunun çok yakında gerçekleşmesini bekliyoruz. Anlaşmanın çökmesine yol açabilecek endişeler arasında, bu diyalogun başarıya ulaşmasını umut ediyoruz” ifadelerini kullandı. ‘Filistinlilerin Mısır'ın rolüne güvendiğini’ ifade eden Ebu Yusuf, ‘15 bağımsız, yetkin ve teknokratik kişiden oluşan bir komite kurulması konusunda anlaşmaya varıldığını ve komitenin, fraksiyonların toplantısında bir dizi konuda anlaşmaya varıldıktan sonra açıklanacağını’ belirtti.

“Komiteyle ilgili anlaşma, komitenin Filistin Yönetimi’nin denetimi altında olacağı ve komite üzerinde herhangi bir yabancı vesayetin reddedileceği yönündedir” diyen Ebu Yusuf, ‘Gazze Şeridi'ndeki güvenlik sorumluluğunun FKÖ'nün sorumluluğu altındaki meşru güvenlik güçleri tarafından üstlenilmesi gerektiğini’ vurguladı.

Ebu Yusuf sözlerini şöyle sürdürdü: “Gazze Şeridi'nde güvenliği devralmakla yükümlü olan Filistin hükümetidir ve bence bu mesele, hükümetin Gazze Şeridi'nin sorumluluğunu üstlenmesi yönünde yapılacak düzenlemelerle yakın aşamalarda gerçekleşecektir. Bu kapsamda, Refah Sınır Kapısı’nın durumu ve 2005 yılında yapılan Filistin-Avrupa anlaşmasının yeniden hayata geçirilmesi gündeme gelebilir. Ayrıca, Filistin halkının toparlanması, direncinin güçlendirilmesi, insani yardımların bölgeye ulaştırılması ve yeniden inşa süreci de bu çerçevede ele alınmalıdır.”

Gazze Şeridi'nin güneyinde İsrail hava saldırıları sonucu yıkılan evler (AFP)Gazze Şeridi'nin güneyinde İsrail hava saldırıları sonucu yıkılan evler (AFP)

Bu arada bilgi sahibi bir Filistinli kaynak Şarku'l Avsat'a şunları söyledi: “Kahire'de Hamas, İslami Cihat Hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Muhammed Dahlan liderliğindeki Reform Akımı dahil olmak üzere bir dizi Filistinli grup bulunuyor. Kahire, birkaç gün içinde grupların genişletilmiş bir toplantısını talep edecek. Hazırlıklar ve düzenlemeler şu anda devam ediyor.”

Mısır Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan perşembe günü Facebook sayfasında yaptığı paylaşımda, “Mısır hükümetinin koordinasyonunda Kahire'de Filistin-Filistin diyalog oturumları yeniden başlayacak” dedi. Raşvan, Hamas ve Filistinli gruplara FKÖ'ye katılma ve bu oturumları ön duyuru yapmak için değerlendirme ve ayrıntılara daha sonra girme çağrısında bulundu.

10 Ekim'de Hamas, İslami Cihat Hareketi ve FHKC tarafından yayınlanan ortak açıklamada, ‘üç hareketin Mısır ile iş birliği içinde Filistin'in tutumunu birleştirmek ve Gazze Şeridi'ndeki ateşkesin ardından bir sonraki adıma geçmek için kapsamlı bir ulusal toplantı düzenlemek üzere çalıştığı’ doğrulandı.

Bu toplantı, ABD Başkanı Donald Trump'ın planına dayanan Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşmasının başlaması ışığında gerçekleştiriliyor. Planın ilk aşamasında rehinelerin ve cesetlerin teslim edilmesi ve Filistinli mahkûmların serbest bırakılması; ikinci aşamasında ise Hamas'ın silahsızlandırılması ve Gazze Şeridi yönetiminin kurulması yer alıyor.

Nuseyrat'tan Gazze şehrine giden Netzarim Koridoru'nda yürüyen Filistinliler (AFP)Nuseyrat'tan Gazze şehrine giden Netzarim Koridoru'nda yürüyen Filistinliler (AFP)

Gazze anlaşmasının sürdürülebilirliğiyle ilgili olarak ise Ebu Yusuf şunları vurguladı: “İşgalcilerin savaşı yeniden başlatma niyetinde olduğunu biliyoruz; özellikle yeniden yıkım yapma ve kontrol dayatma olasılığına işaret eden göstergeler var. Önümüzdeki aşamalarda engeller olduğunu biliyoruz; bu anlaşmaya yönelik her türlü tehdidi ortadan kaldırmak için uluslararası arenada ve fraksiyonlar toplantısında söz konusu engelleri aşmak istiyoruz.”

Filistin medyası bugün İsrail ordusunun Gazze şehrinin doğusunda ‘yoğun’ ateş açtığını bildirdi. Tıbbi kaynaklar ve görgü tanıklarının verdiği bilgiye göre, dün akşam Gazze şehrinin doğusunda sivil bir aracı hedef alan İsrail saldırısında, yedisi çocuk olmak üzere aynı aileden 11 Filistinli hayatını kaybetti. Bu, ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana meydana gelen en ölümcül olay.

İsrail, Hamas'ın elinde bulunan tüm İsrailli cesetlerin iadesinde ısrar ederken, Hamas ise bunun zor olduğunu ve enkaz arasında cesetleri aramak için özel ekipman gerektiğini savunuyor. Rehineler ve Kayıp Aileleri Forumu perşembe günü, İsrail hükümetine, Hamas'ın kalan rehinelerin cesetlerini teslim etmemesi halinde, Hamas ile yapılan anlaşmanın sonraki aşamalarının uygulanmasını ertelemesi çağrısında bulundu.


Ateşkesin ardından en ölümcül saldırı... İsrail'in Gazze'ye yönelik bombardımanında aynı aileden 11 Filistinli hayatını kaybetti

11 Ekim'de Gazze Şeridi sınırına yakın güney İsrail'den çekilen bir fotoğrafta, yıkıma uğrayan bölgenin üzerinde yükselen duman görülüyor. (Arşiv – AFP)
11 Ekim'de Gazze Şeridi sınırına yakın güney İsrail'den çekilen bir fotoğrafta, yıkıma uğrayan bölgenin üzerinde yükselen duman görülüyor. (Arşiv – AFP)
TT

Ateşkesin ardından en ölümcül saldırı... İsrail'in Gazze'ye yönelik bombardımanında aynı aileden 11 Filistinli hayatını kaybetti

11 Ekim'de Gazze Şeridi sınırına yakın güney İsrail'den çekilen bir fotoğrafta, yıkıma uğrayan bölgenin üzerinde yükselen duman görülüyor. (Arşiv – AFP)
11 Ekim'de Gazze Şeridi sınırına yakın güney İsrail'den çekilen bir fotoğrafta, yıkıma uğrayan bölgenin üzerinde yükselen duman görülüyor. (Arşiv – AFP)

Filistin medyası bugün İsrail ordusunun Gazze şehrinin doğusunda ‘yoğun’ ateş açtığını bildirdi.

Tıbbi kaynaklar ve görgü tanıklarının verdiği bilgiye göre, dün akşam Gazze şehrinin doğusunda sivil bir aracı hedef alan İsrail saldırısında, yedisi çocuk olmak üzere aynı aileden 11 Filistinli hayatını kaybetti. Bu, ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana meydana gelen en ölümcül olay.

Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü Sözcüsü Mahmud Basal yaptığı açıklamada, bombalamanın şehrin doğusunda bulunan ez-Zeytun mahallesindeki evlerine dönen Ebu Şaban ailesinin üyelerinin bulunduğu bir aracı hedef aldığını ve araçtaki herkesin hayatını kaybettiğini söyledi.

Basal, hayatını kaybedenler arasında yedi çocuk, üç kadın ve bir erkeğin bulunduğunu belirterek, hedef alınan bölgedeki tehlikeli koşullar nedeniyle kurtarma ekiplerinin cesetleri çıkarmakta zorluk çektiğini kaydetti.

 Gazze Şeridi'nin Han Yunus kentinde yıkılmış ev ve binaların yanındaki çadır kampından geçen yerlerinden edilmiş Filistinliler, 18 Ekim 2025 (AP)Gazze Şeridi'nin Han Yunus kentinde yıkılmış ev ve binaların yanındaki çadır kampından geçen yerlerinden edilmiş Filistinliler, 18 Ekim 2025 (AP)

Görgü tanıkları, aracın sivillerin yaklaşmasının yasak olduğu ‘sarı hat’ bölgesini geçtikten sonra İsrail topçu ateşi altında kaldığını bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın Alman haber ajansı DPA’dan aktardığına göre, Mısır, Katar ve Türkiye'nin desteğiyle geçen hafta cuma günü yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana en ölümcül saldırılardan biri olan olayla ilgili İsrail ordusundan henüz bir açıklama yapılmadı. Gazze İnsan Hakları Merkezi'nin perşembe günü yaptığı açıklamaya göre, ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana İsrail ordusu tarafından 36 ihlal kaydedildi. Öte yandan Gazze Şeridi’ndeki Sağlık Bakanlığı, aynı dönemde 23 Filistinlinin öldürüldüğünü ve 122 kişinin yaralandığını duyurdu.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, dün Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus bölgesinde bir tünelden çıkan ve sahada konuşlanmış ordu güçlerine yaklaşarak ‘doğrudan tehdit’ oluşturan bir grup militanın İsrail savaş uçağı tarafından hedef alındığını söyledi.

Adraee yaptığı açıklamada, kuvvetlerin daha önce Refah bölgesinde bir tünelden çıkan ve ordu güçlerine ateş açan başka bir grubu tespit ettiğini bildirdi. Sözcü, İsrail ordusu kuvvetlerinin ‘ateşkes anlaşmasına uygun olarak bölgede konuşlandırıldığını ve herhangi bir acil tehdidi ortadan kaldırmak için kararlı bir şekilde hareket etmeye devam edeceğini’ doğruladı.

Bir haftadan fazla bir süre önce ABD Başkanı Donald Trump, Hamas ve İsrail'in barış planının ilk aşamasını imzaladığını ve Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmek, İsrail'in bölgeden çekilmesini sağlamak, yardımların girmesine izin vermek ve esirlerin takasını sağlamak için bir anlaşmaya varıldığını duyurmuştu.

Hamas, İsrail ile hareket arasındaki ateşkes şartları uyarınca, Gazze Şeridi'nde tuttuğu son hayatta kalan İsrailli rehineleri, yaklaşık 2 bin Filistinli mahkûm karşılığında serbest bıraktı. 13 Ekim'deki ilk serbest bırakma dalgasının ardından, Hamas, elinde tuttuğu bazı ölü rehinelerin cesetlerini teslim etti.