Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi, Şarku'l Avsat'a konuştu: Saddam rejiminin ‘baltasıyla’ suikast girişimine uğradım

Allavi, Şarku'l Avsat'a Baas Partisi ile olan yolculuğunu, Saddam’ı ve işgal sonrası Irak’ı anlattı. (2)

TT

Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi, Şarku'l Avsat'a konuştu: Saddam rejiminin ‘baltasıyla’ suikast girişimine uğradım

Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi.
Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi.

Iraklı iki genç, 1970’li yıllarda Saddam Hüseyin’den ve onun ölüm güvenlik servisinden kaçmak için Irak'ı terk etti. Bu iki gençten biri, Saddam Hüseyin’in, kökünü kazımaya ant içtiği Dava Partisi’nin üyesi olan Nuri el-Maliki’ydi. İkinci isim ise Saddam'ın Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir'in himayesinde Baas Partisi’nin tüm eklemlerini zorla kontrol altına almaya devam etmesi karşısında dehşete düşen Baas Partisi üyesi İyad Allavi idi. Maliki ve Allavi, daha sonra ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından ülkelerinde karşı karşıya gelecekti.

Nuri el-Maliki’nin başbakan olduğu 2010 yılında Başbakanlık Ofisi’nde kendisiyle faydalı bir görüşme gerçekleştirdim. Başbakanlık ofisinden ayrıldıktan sonra, Saddam sonrası Irak'ın, bulunduğu konumu öylece bırakıp gitmeyecek, hatta sadece silah zoruyla ayrılacak güçlü bir adam yetiştirdiği hissine kapıldım. Beni etkileyen ise Saddam’ın idam kararını imzalayan bu adamın, cellatların evinin yakınlarına taşıdığı Saddam’ın cenazesinin önünde durmasıydı. Maliki, kendisiyle gerçekleştirdiğim bir röportajda şunları söyledi:

​Ben Saddam'ın idam edilmesini istemiyordum. Çünkü bu onun kurtuluşu olacaktı.İşlediği suçlardan dolayı idama mahkum edilmesi onun için az bile.

der
Saddam ve rejiminde görev yapan üyelerin yargılandığı mahkemeden bir kare (Getty Images)

Diktatörlere örnek olacak şekilde aşağılanmış ve hakarete uğramış bir tutsak olarak kalması gerekirdi. Ama halk ve şehit aileleri onun idam edilmesini istedi. İdam edildikten sonra cenazesini bazı kardeşlerimin zorlayıcı ısrarıyla gördüm. Yarım dakika kadar naaşının önünde durdum ve ona ‘Seni idam etmenin ne faydası var? Bu, şehitleri ve yok ettiğin vatanı geri getirebilecek mi?’ dedim.”

O yıl Irak, yeni hükümetin kurulmasıyla ilgili uzun süren bir kriz yaşadı. Maliki ikinci kez başbakan olmak istiyor ve eski başbakan Allavi, genel seçimlerin sonuçları çerçevesinde kendisinin bu yetkiye sahip olduğunu söylüyordu. Tam sekiz ay süren düelloyu İran'ın Maliki'ye verdiği açık destek ve ABD yönetiminin İran'ı yatıştırma konusundaki kararlılığı gibi birkaç nedenden ötürü Maliki kazandı. Bunun yanında Allavi, İran Devrim Muhafızları Örgütü’nün (DMO) yurtdışı kolu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin kendisine verdiği tavsiyelere uymadı. Ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Kuveyt Emiri Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah’ın İran'a gitmesi tavsiyelerini de dinlemedi. Allavi, başbakanlık görevini almak için dış güçlere el açmayı reddetti.

Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, bahsi geçen liderlerle yaptığı görüşmelerde neler olduğunu anlatan Allavi, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden hakkında kullandığı sert ifadelerle Maliki'yi başbakanlık koltuğunda tutmak için yaptıklarını aktardı.

Laik Arap çizgisi

Irak’ın işgalinde İran’ın ABD ile birlikte rol oynadığını düşünen Allavi, İran’ın Irak’ın siyasetine yön verme hakkını tanımayı reddederek ‘Iraklı laik Arap’ çizgisini bozmadı. Aradan yıllar geçti ve Allavi, başbakanlık ve cumhurbaşkanı yardımcılığı görevlerini üstlenmesine, Temsilciler Meclisi’ndeki büyük bir parti bloğunun liderliğini yapmasına rağmen, İran'ı bir kez bile ziyaret etmedi. ABD ve İran dahil olmak üzere diğer ülkelerin Irak'ın iç işlerine müdahalelerini açıkça eleştirmekten çekinmedi.

xscd
Allavi, Saddam rejimi tarafından Londra'da suikast girişimine uğradı, ancak ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra ülkesine döndü ve önemli siyasi roller oynadı (Getty Images)

Eğer işler 4 Şubat 1978 tarihinde Londra'da sabaha karşı Bağdat’ın efendisinin istediği gibi gitseydi, bu röportajı yapıp tüm bu soruları soramayacaktım. O gece Irak istihbaratı, Saddam’ın Baas Partisi’nden istifa ederek Irak'taki değişimi dışarıda aramaya başlayan İyad Allavi'nin öldürülmesi emrini yerine getirdi.

Suikast girişimi

Allavi'ye, halen vücudunda izlerini taşıdığı o suikast girişimini sordum. Buradan sonrasını onun ağzından dinleyelim:

Suikast girişiminden önce çok sayıda tehdit aldım.1974 yılında tüm görevlerimi devrettim ve 1975 yılında Baas Partisi'nden tamamen ayrıldım. 1975 yılında gerek Araplar düzeyinde gerek Irak düzeyinde gerekse ulusal düzeyde işlerin rayından sapmaya başladığını görenler olarak adını bile koymadan, gizlice Ulusal Mutabakat Partisi'nin temellerini attık. Tehditler ve provokasyonlar, bir çok kirli oyunlar 1975'ten 1978'e yılına kadar devam etti.

Bana Londra'ya adının Cihad el-Duleymi olduğu söyleyen bir kişiyi gönderdiler. Bu kişi beni aradı ve acilen görüşmek istediğini söyledi. Arkadaşlarımız ve kardeşlerimiz aracılığıyla 13 kişiye suikast düzenleneceği bilgisini aldık. Listede benimle birlikte Talib Şebib, (1963 yılında Baasçıların iktidarı ele geçirmesine öncülük eden) Hazım Cevad, Tahsin Mualla, Hamid es-Sayig ve birkaç kişi daha yer alıyordu. Cihad ed-Duleymi, bana ‘Yanına geliyorum’ dedi. Ancak kendisini tanımıyordum ve bulunduğu yere gitmemeye dikkat ettim. Oteldeydi ama çok ısrarcı davrandı. Bu yüzden önemli bir meselesi olduğunu düşündüm. Suikast girişiminden bir ay önce bana (Londra'nın batısındaki) Earl's Court'ta kaldığı otelin adını verdi. Onu otelin karşısındaki ankesörlü telefondan aradım, içeride olduğunu söyledi. Ona ‘Yarım saat sonra yanında olacağım. Ama toplantıya geç kalamam’ dedim.

Tuhaf konu

Oteli inceledim, herhangi bir şüpheli hareketliliğe rastlamadım. Sonra onunla bir araya geldim. Tuhaf bir konu açtı. Tanımadığım biri bana darbeden bahsediyordu. Bana, ‘Ben seni önemseyen, seni tanıyan ve sana saygı duyan insanlar tarafından gönderildim. İçlerinden biri (rahmetli) Said Sabit adında büyük bir misyonerdi’ dedi. Ona benden ne istediklerini sordum. Partiyle ilişkisi olan ve kendileriyle iş birliği yapmak isteyen Baasçılar aradıklarını söyledi. Ona, ‘Bu benim gibi yabancıya söyleyeceğin bir şey mi? Git ve parti içinden işleri ayarla!’ dedim. Konuyu dağıtmak için böyle söylemiştim. Ona son söz olarak ‘Size verebilecek bir şeyim yok ve kimseye komplo kurmaya hazır değilim. Artık sadece tıp alanında çalışıyorum’ dedim.

xfrg
Saddam, rejiminin üst düzey yetkilileriyle düzenlenen toplantı. (Getty Images)

Talib Şebib'i aradım, Hazım Cevad da yanındaydı. Hazım (Cevad) bana, ‘Aynısı benim de başıma geldi. Konuyu Irak büyükelçisine veya Baas Partisi yetkilisine bildirmek gerekiyor’ dedi. Bunun üzerine ‘O masum biri, onu nasıl ihbar edebilirim? Milyonda bir ihtimalle bile masum olsa, onu nasıl ihbar edebilirim? Hiç tanımadığım biri bana darbeyi anlatmaya geldi’ dedim.

Baas Partisi’nde görevliyken Emniyet ve İstihbarat Teşkilatı'na getirdiğim bir arkadaşımızı aradım. Adı Nizar ve kendisi şu an Kanada'da siyasi mülteci olarak yaşıyor. Nizar’a, istihbarat servisinin bana birini gönderip göndermediğini teyit edip edemeyeceğini sordum. ‘Bunun benim için öğrenir misin?’ dedim. Malum büyük bir gizlilik içinde çalışıyorduk.

Cihad ed-Duleymi

10 gün sonra beni aradı ve istihbarat servisinin kendisini bana ‘Cihad ed-Duleymi’ olarak tanıtan ve gerçek adını unuttuğunu belirttiği bir kişiyi gönderdiğini söyledi. Bana misilleme yapılmasını beklesem de bu açıklama karşısında şaşırmıştım. Yakın dostlarımdan biriyle konuştum ve Baas Partisi’nin organizasyon görevlisiyle bir otelin kafesinde buluşmasını istedim. Bunun için Gloucester Oteli'ni seçtim. Buluştuk ve ona darbeden söz öden bir kişinin yanıma geldiğini, adını ve özellikleri ile ilgi bilgi vermek istediğimi söyledim. Adının Cihad olduğunu söylediğini ve esmer biri olduğunu belirttim. Görevli gülümsedi ve bana ‘Doktor, bize haber vermekte geç kaldınız’ dedi. Ben de ona ‘Ben partiden ayrıldım, devlet memuru değilim, doktor olarak çalışıyorum’ dedim. Bundan tam bir ay sonra suikast girişimi gerçekleşti.

 

1978 yılının 3 Şubat’ı 4 Şubat’a bağlayan gecesi, (Londra'nın güneybatısındaki) Surrey'de Epsom denilen bölgede, rahmetli olan ilk eşimin yanında kalıyordum. Eşim suikast girişimi sırasında ağır yaralandı. Gece hastanede çalışıyordum, sonra Kürt arkadaşlarımın daveti üzerine siyaset konuşmaya başladık. Gece yarısı eve geldim, yorgundum. Sokağın ışıklarının içeri girmesi için perdeleri biraz yüksek tutuyordum. Sabaha karşı 03:00 civarı bir ses duydum, gözlerimi açtım ve yatağımın yanında bir hayalet gördüm. Önce rüya gördüğümü sandım. Ama bana doğru gelen bir şeyin parladığını gördüğümde kendi kendime bunun bir rüya olmadığını söyledim. Hayalet bir anda bacağıma vurdu. Bacağımın içine sanki ateş girmiş gibi hissettim. Sağ dizim artık hareket edemiyordu. Ellerime darbeler aldım, göğsüme çiviler batıyordu. Başımdan ılık bir su aktığını hissettim. Ne oluyordu? Bu olay yaklaşık iki üç dakika kadar devam etti. Sonra eşim ışığı açtı ve karşısında gördüğü bu uzun boylu ve işinde uzman olduğu anlaşılan kişiye panik ve o anki refleksle saldırdı. (Allavi saldırganın tam adını söylese de biz adının baş harfleri olan M.A.C. kısaltmasını kullanmakla yetineceğiz) Saldırgan eliyle eşimin iki dişini kırdı. Ben de saldırganın elindeki tabarı (Irak’ta baltaya verilen isim) tutarak kullanmasını engellemeye çalıştım. Boğuşmaya devam ettik.

Ilık su

Ancak hissettiğim ılık suyun başıma aldığım darbeden dolayı kan olduğunu anladım. Ben bu (sol) dizimin üzerindeyken, sağ bacağımın kemikleri dışarıya çıkmıştı. Bunun sayesinde hayatta kaldım. Eşim için korktum. Tabarı geri almayı başardıktan sonra eşimin koluna vurdu. Kolu, sadece derisi tutuyordu. Saldırgan uzun boylu olduğu için eşime zıplamasını ve sağlam olan koluyla boynuna yapışmasını söyledim. Ben dizimin üzerinde oturduğum için tabar başıma yakın duruyordu. Eşim dediğimi yaptı, ben de tabarı tutup elinden almayı başardım ve bacağına vurdum. Bu şekilde 10-12 dakika mücadele ettik. Sonra kaçmak için odanın kapısına yöneldi. Ben de arkasından sürünerek gittim. Karıma geride kalmasını söyledim. Banyoya ulaştım, oradan aldığım bir şişe parfümü ona fırlattım. Ölüp ölmediğimi görmek için bana baktı. Odanın zemini ve duvarları kanla kaplıydı. Bana döner dönmez meselenin siyasi olduğunu anladım. Ona lanetler okuyarak, ‘Seni İbnu’l Keza (hakaret ifadesi) bunu korkak olduğun için yaptın. Eğer Allah yaşamama izin verirse, senin ve Saddam'ın gözlerini oyacağım ama eğer ölürsem, birileri intikamımı alacaktır’ dedim. Sonra öleceğimi düşündüğünden başını çevirdi ve gitti. Belinde silah olan başka bir kişinin daha olduğunu fark ettim.

Allavi ve eşinin hastaneye götürülmeleri ve tedavi süreci

Saldırgan gittikten sonra, sürünerek telefona gittim ve hastaneyi aradım. Onlara eşimle birlikte ciddi şekilde yaralandığımızı, sağ kalıp kalmayacağımızı bilmediğimi ve bize yapılan saldırıyı polise ihbar etmeleri gerektiğini söyledim. Bize ambulans gönderdiler. Evimiz eşimin çalıştığı hastaneye yakındı. Beş dakikadan az bir sürede hem polis hem de ambulans geldi. Bizi hemen hastaneye götürdüler, iki ayrı odaya aldılar. Bana, misafir bir cerrahın gelip ameliyatımı gerçekleştireceğini, ancak o gelinceye kadar ilk müdahaleyi yapacaklarını söylediler. Onlara, kuzenim gelene kadar hiçbir şey yapmamalarını söyledim. Onu aramaları için numarasını verdim. Kuzenimin evi hastaneye yakındı. Bana, ‘Şimdi kuzeninin sırası mı?’ dediler. Ben de ‘Evet, onu çağırın’ dedim. Daha sonra Irak'ta Sağlık Bakanlığı da yapan kuzenim Cafer Allavi’yi çağırdılar, karısı ve kız kardeşiyle birlikte geldi. Ona ey Cafer, Salah Şebib'i, Tahsin Maala'yı ve Hamid es-Sayig’i ara ve onlara saldırıya uğradığımı ve isimlerinin suikast listesinde olduğunu söyle. ‘İyad’ın yaşayıp yaşamayacağımı bilmiyoruz ama siz dikkatli olun’ de dedim. Bana ‘Şimdi bunun sırası mı? Hemen ameliyathaneye git’ dedi. Ben de ‘Git, onları ara ve sonra bana geri dön’ dedim.

Üzgün yüzler

Ameliyattan sonra beni yoğun bakım odasına aldılar ve benimle kimseyi görüştürmediler. Hatta ailemin bile beni ziyaret etmesini engellediler. Beyin kanamasından korktukları için beni üç gün gözlem altında tuttular. Allah'a şükür beyin kanaması olmadı. Daha sonra beni normal bir odaya aldılar. Herkesin yüzünde hüzün gördüm. Ailem ve arkadaşlarım endişeliydiler ve korkuyorlardı. Eşimin öldüğünü sandım. Onlara, Hayırdır inşallah? Bizim yürüdüğümüz yol bu. Saddam da bizimle bu şekilde uğraşmaya karar verdi, ne yapabiliriz?’ dedim.

Bu arada bir polis gelip bana davanın siyasi olduğunu ve Scotland Yard'ın Terörle Mücadele Bölümü Başkanı Jim Neville ve asistanı Warnock'un olayla ilgili soruşturma için geleceğini söyledi. Polise ne olduğunu sordum, o da bana ‘Sana söylemediler mi?’ diye sordu. Kimsenin bana bir şey söylemediğini söyledim. Polis, ‘Öldürüldüğünden emin olmak için gizlice hastanenin morguna sızdılar ve oradaki cesetleri incelediler. Çalışanlar sabaha karşı morga bir ceset getirirken, kendilerine doğru gelen ayak seslerini duyup kaçmışlar’ dedi. Ölüp ölmediğimi kontrol etmek için gizlice hastane morguna girmişler. Terörle Mücadele Bölümü polislerinin silahlı koruması altında bir ay boyunca hastanede tedavi gördüm. Birkaç ameliyat daha oldum. Bir ay sonra polis birkaç siville birlikte yanıma gelip bana Irak'ta iktidarı ele geçirmek için komplo kurup kurmadığımı sordu. Polis yoğun soruşturmalar yürüttü. Saldırganı bacağından vurduğum için kan izlerini ve düşürdüğü saati buldular. Bu saate Irak’ta rastlansa da İngiltere’de yoktu. Saat, Irak Cumhuriyet Sarayı için özel olarak Japonya'da yaptırılmıştı. Polis çalışmalarını titizlikle yürütüyordu, parmak izleri aldılar.

Polisler bana, beni burada koruyamayacaklarını, başka bir hastaneye gitmem gerektiğini söylediler. Gerçek kimliğimizi yalnızca başhekimin ve tedavimizi yapan doktorun bilmesi gerektiğini, başkalarına Lübnanlı olduğumuzu ve Lübnan'daki iç savaşta yaralandığımızı söylememizi istediler. Güvendiğim bir arkadaşım vardı. Bana Londra dışında başka bir hastane bulmasını istedim. Beni Gloucestershire'daki bir hastaneye götürdüler ve orada üç ameliyat geçirdim. Sadece tedavimi yapan doktor ve başhekim kim olduğumu biliyordu. Diğer herkese Lübnanlı olduğumu ve savaşta yaralandığımı söyledim.

Üst üste ameliyatlar geçirdim. Tedavim bir buçuk yıl sürdü. Birkaç ameliyatın ardından fizik tedavi gördüm. Eşim başlarda sinir krizi geçirdi. Daha sonra kansere yakalanıp vefat etti, Allah rahmet eylesin.

Barzan, Paris’ten arayıp alay etti

Failler Fransa'ya kaçmayı başarmış, oradan da Irak'a dönmüşlerdi. Elbette sahte pasaportlarla, bazen de diplomatik pasaportlarla seyahat ediyorlardı. En dikkat çekici olansa Barzan İbrahim et-Tikriti’nin (Saddam'ın üvey kardeşi) operasyonu yönetmek üzere Paris'e gelmiş olmasıydı.

fht
Barzan İbrahim et-Tikriti.

Irak meselelerini yakından takip eden bir İngiliz gazeteci, Scotland Yard'a Barzan'ın bu amaçla Paris'te olduğunu bildirdi. Barzan, saldırı gecesi Bağdat'taki kardeşim İmad'ı sabaha karşı saat iki sularında arayarak ‘Doktor ne durumda?’ diye sormuş. Kardeşim de iyi olduğumu söyleyince Barzan histerik bir şekilde gülmeye başlayıp ‘Selam söyle’ diyerek telefonu kapatmış. Bu telefon görüşmesi kardeşimi endişelendirince ertesi gün benimle konuşmaya çalışmış ama başaramamış. Daha sonra kuzenim ona düşüp bacağımı kırdığımı ve onunla iki gün sonra konuşabileceğimi söylemiş.

Can sıkıcı ve yorucu bir dönem

Bir yılımı hastanede geçirdim, eve gidemedim. Hastanede çalışamadım. Yakınlarımın evine gittim. Boş evlerde kaldım. Aslında sıkıcı ve yorucu bir dönemdi.”

Allavi'ye ikinci saldırganın onu neden vurmadığını sordum. Bu sorunun üzerine şöyle devam etti:

Kan kaybından öleceğimi sandılar. Oda tamamen kan içindeydi. İngiltere’deki bir televizyon kanalı suçlarla ilgili bir program yapıyordu. Televizyonda bana yapılan suikast girişimiyle ilgili bir bölüm yayınlandı. Baltanın ve kanlı duvarların resimlerini gösterdiler. Saldırı şubat ayında gerçekleşti. Hava çok soğuktu. Polis evin tüm ısıtma sistemlerini kapatmıştı, fakat havalar ısınınca borular patladı ve evdeki her şey sular altında kaldı. Tek bir kağıt parçası bile kalmadı. Bütün bunlar televizyon ekranlarında gösterildi. Bu ciddi bir cinayet girişimiydi ve sonradan öğrendiğime göre onlara çok pahalıya mal oldu.

Tuzak kuran tuzağa düştü

Saddam rejiminin düşmesi ve Bağdat'a dönmemizin ardından M.A.C’nin Türkiye'de olduğu haberini aldım. Iraklı bir istihbaratçı yanıma gelip ‘Size resmi gösterilse onu tanıyabilir misiniz?’ dedi. Ben de ‘Evet, tanırım’ dedim. Bana resmini gösterdi ve onu hemen tanıdım. Onun nerede olduğunu sordum. Türkiye’de olduğunu ve başta ben olmak üzere Kuzey Irak’tan gelip giden Iraklı muhalifleri takip etmek ve onlara suikast düzenlemek üzere Irak istihbaratı tarafından görevlendirildiğini söyledi.

Türkiye ile temasa geçtik. Bize ‘Siz idam ediyorsunuz, öldürüyorsunuz, onu size teslim etmeyeceğiz’ dediler. Daha sonra ABD’liler gelip bana ‘Sana suikast girişiminde bulunan kişinin resmini göstersek onu tanır mısın?’ dediler. ‘Evet’ dedim. Bana fotoğrafını gösterdiler ve onu tanıdım. Sonra Türkiye'de olduğunu söylediler. Türk hükümetiyle iletişime geçip onu bize teslim etmelerini istediler. Sonra Türk hükümetinden M.A.C’den başka bir vize alması için geri dönmesini istemesini talep ettiler. M.A.C’nin bu vize için Irak’a girmesi ve Duhok'un Zaho ilçesindeki İbrahim Halil Sınır Kapısı’ndan çıkış yapması yeterliydi. Sadece sınırı geçip Türkiye'ye döndüğünde beş yıllık vize verileceği söylendi. Mesut Barzani liderliğindeki Peşmerge'ye bağlı Asayiş (istihbarat teşkilatı) unsurları da sınır kapısında konuşluydu.

ABD’liler benden M.A.C’yi görmemi istediler ama öfkeme yenik düşüp ona bir şey yapmamak için bu öneriyi reddettim. Şahsi şikayetimden vazgeçtiğimi söyledim ama kamu davası açıldı.”

Saddam Hüseyin'in boynuna ilmeğin geçirildiği 30 Aralık 2006 tarihinden bugüne uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen Saddam Hüseyin meselesine yaklaşmak hala oldukça zor. Saddam’ın ister sarayda otursun ister mezarda yatsın bir provokatör olduğu gerçeği değişmiyor. Kurbanları ve düşmanları çok olsa da destekçilerinin sayısı da az değil. Irak'ta zaman, yaralara merhem olmak bir yana bir de üstüne tuz basıyor. Saddam'ın adaletsiz uygulamalarının bedelini ödeyenlerin, Saddam’ın ABD’nin Irak’ı işgaline karşı direnişe liderlik ettiğini ve kamu parasıyla ilişkilerinde dürüst olduğunu okumaları kolay olmasa gerek. Saddam’ın destekçileri, onun çizdiği imajın, ülkesini ve bölgesini kana bulayan zalim hükümdar el-Battaş'tan farklı olmadığını kabul etmekte zorlanıyor olmalılar. Ama gazeteciliğin en keyifli anı, bazı bölgelere ve bu bölgelerin sakinlerinin kaderine damgasını vuran zalimlerin geriye bıraktığı korlara ve bazı dönemlerin közlerine yaklaşmaktır.

Bundan birkaç ay önce bir Arap ülkesinin başkentinde bir Iraklıyla tanıştım. Irak’ın eski Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’le ‘iş ilişkisi ve sevgi bağı’ olduğunu ve bu sebeple yüzlerce kez görüştüklerini söyledi. Can güvenliği nedeniyle kimliğini açıklamak istemediğinden dolayı özür diledi. Ancak benim dikkatimi en çok çekense rejimin düşmesinden sonra da Saddam Hüseyin ile iki kez görüştüğünü söylemesiydi. Bu görüşmelerden ilkini, rejimin düşmesinden iki gün sonra 11 Nisan 2003'te Felluce eteklerinde, ikincisi ise 19 Temmuz 2003’te ABD ordusunun kontrolündeki Bağdat'ta gerçekleştiğini açıkladı.



Barzani: Irak'ın baş ağrısı seçimlerden sonra başlayacak

 Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)
Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)
TT

Barzani: Irak'ın baş ağrısı seçimlerden sonra başlayacak

 Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)
Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)

Önümüzdeki salı günü yapılacak olan parlamento seçimlerinden birkaç gün önce Irak’ta bekleyiş ve temkin havası hâkim. Ülkede giderek artan şekilde, seçimler sonrasındaki dönemde üst düzey makamlar üzerinde şiddetli bir çekişme yaşanabileceği ve önceki dönemlerde olduğu gibi hükümetin kurulmasının yeniden aksayabileceği yönünde konuşmalar yapılıyor.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani, önümüzdeki dönemi Irak için ‘siyasi bir baş ağrısı’ olarak nitelendirerek, Bağdat'taki federal hükümet ile Erbil'deki bölgesel hükümet arasında devam eden anlaşmazlıkların ‘tüm Irak için baş ağrısına yol açacağı’ uyarısında bulundu.

Barzani, mevcut seçimleri yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirdi, ancak uzun süreli bir krizin önlenmesi için merkezi hükümet ile IKBY arasında, özellikle petrol, bütçe ve yetkiler konusunda süregelen anlaşmazlıkların çözülmesi gerektiğini vurguladı.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani (AP)Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani (AP)

Üç pozisyon için yarış

2003 yılından bu yana Iraklılar, yazılı olmayan bir uzlaşma temelinde iktidarı paylaşıyorlar: Başbakanlık Şiilere, Cumhurbaşkanlığı Kürtlere ve Meclis Başkanlığı Sünnilere veriliyor. Ancak bu formül şu anda yeniden gözden geçirilmeye çalışılıyor.

Eski Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi, bu kez Sünni Araplara cumhurbaşkanlığı makamının verilmesi, karşılığında Kürtlerin meclis başkanlığını üstlenmesi, başbakanlığın ise Şiilerin elinde kalması önerisinde bulundu.

Bu arada Şii kampı, mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ile göreve geri dönmek isteyen selefi Nuri el-Maliki arasında açıkça bölünmüş durumda.

Maliki, ‘engelleyici üçte bir’ (yani hükümetin kurulmasını engelleme yetkisine sahip büyük bir azınlık) yönteminin kullanılma olasılığına işaret etti. Bu durum, uzun sürecek bir siyasi boşluk yaşanabileceği endişelerini artırdı.

Sudani ile Maliki arasındaki ilişkiler oldukça gergin. Sudani, Sünni ve Kürt güçlerle ittifaklar kurarak parlamento çoğunluğunu elde etmeye çalışırken, Maliki, Tahran’a yakın Koordinasyon Çerçevesi’nin kendi arkasında saf tutmasına güveniyor. Ancak, ‘engelleyici üçte bir’ taktiğinin kullanılması olasılığı, Sudani'yi geçici başbakan konumunda tutabilir ve bu da yeni hükümetin kurulması gecikirse ona ek bir avantaj sağlayabilir.

Öte yandan, silahlı Şii gruplar ‘Şii çoğunluğun iktidarda olması gerektiğini’ vurguluyor. Onlara göre, 2003 yılında önceki rejimin devrilmesinden bu yana Şiiler ‘sadece birkaç yıl’ iktidarda bulunabildi; bu da onların gözünde güç dengesinde bir bozulmaya işaret ediyor.

Musul’daki aday afişlerinin önünden elektrikli bisikletiyle geçen bir genç (AFP)Musul’daki aday afişlerinin önünden elektrikli bisikletiyle geçen bir genç (AFP)

Dış etkiler

Dış güçler, yeni hükümetin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. ABD'nin Irak Büyükelçisi Mark Savaya'nın adı, Bağdat'taki siyasi çevrelerde öne çıkıyor. Savaya, Bağdat'ta bir dizi önde gelen adayla görüşmelerde bulundu.

Buna karşılık İran'ın etkisi, 2020 yılında Bağdat'ta ABD'nin düzenlediği saldırıda öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani dönemine kıyasla azalmış görünüyor. Süleymani'nin halefi İsmail Kaani, Irak sahnesinde daha az etkili olarak görülüyor ve bu da Washington'a daha fazla manevra alanı sağlıyor.

Gözlemciler, bu bölünmelerin 2021 senaryosunun tekrarlanmasına yol açabileceğinden endişe ediyor. 2021'de, büyük siyasi bloklar arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle hükümetin kurulması süreci bir yıldan fazla sürmüştü.

Irak anayasası, başbakanın atanması ve hükümetin kurulması için net süreler belirlemiş olsa da, gecikmeler için herhangi bir ceza öngörülmemesi, bu sürelerin önceki deneyimlerde büyük ölçüde sembolik kalmasına neden oldu.

Şii, Sünni ve Kürt güçler arasındaki bölünmenin devam etmesi ve ABD ile İran arasındaki rekabetin yeniden alevlenmesi ile birlikte, Barzani'nin bahsettiği ‘seçim sonrası baş ağrısı’ sadece siyasi bir metafor değil, hem Iraklılar hem de komşuları için beklenen bir gerçeklik gibi görünüyor.


Tunus: Muhalefet, tutuklu bir politikacı ile dayanışma amacıyla açlık grevine başladı

İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
TT

Tunus: Muhalefet, tutuklu bir politikacı ile dayanışma amacıyla açlık grevine başladı

İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)

Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi'nin de aralarında bulunduğu Tunuslu önde gelen muhalif isimler, dokuz gündür açlık grevinde olan ve sağlık durumunun ciddi şekilde kötüleştiğini söyledikleri tutuklu siyasetçiyle dayanışma amacıyla açlık grevine başlayacaklarını duyurdu.

Gözaltına alınan siyasi aktivist Cevher Bin Mübarek (Şarku'l Avsat)Tutuklu siyasi aktivist Cevher Bin Mübarek (Şarku'l Avsat)

Tunus'un ana muhalefet koalisyonu olan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin kurucu ortaklarından Cevher Bin Mübarek, Şubat 2023'ten beri tutukluluğunu protesto etmek için geçen hafta yiyecek, su ve ilaç talebini reddederek açlık grevine başladı. Nisan ayında, insan hakları örgütleri tarafından eleştirilen toplu bir davada "devlet güvenliğine karşı komplo kurmak" ve "terör örgütüne üye olmak" suçlamalarıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığı habere göre Bin Mübarek'in ailesi ve muhalefetteki Nahda ve Cumhuriyetçi partilerin liderleri greve katılacaklarını açıkladı. Bin Mübarek'in babası, deneyimli aktivist İzzeddin Hazgui, Tunus'ta düzenlediği basın toplantısında, "Cevher'in durumu endişe verici ve sağlığı kötüleşiyor" diyerek, "Ailesi olarak yarın dayanışma açlık grevine başlayacağız" ifadelerini kullandı. Ancak hangi akrabalarının eyleme katılacağını belirtmedi. Hazgui, "Aktivistler olarak (Cumhurbaşkanı) Kays Said'i affetmeyeceğiz" dedi. İnsan hakları grupları daha önce, Cumhurbaşkanı Said'in Temmuz 2021'de iktidara gelmesinden bu yana Tunus'ta sivil özgürlüklerde keskin bir düşüş yaşandığı konusunda uyarıda bulunmuş ve eleştiride bulunanların çoğu hapse atılmıştı.

Raşid Gannuşi, Bin Mübarek'le dayanışma amacıyla açlık grevine başladığını duyurdu (EPA)Raşid Gannuşi, Bin Mübarek'le dayanışma amacıyla açlık grevine başladığını duyurdu (EPA)

Uzun bir hapis cezasına çarptırılan 84 yaşındaki Gannuşi, resmi Facebook sayfasından yaptığı paylaşımda açlık grevine katıldığını duyurdu. Gannuşi, açlık grevinin Bin Mübarek’i desteklemeyi ve "yargı bağımsızlığını ve özgürlükleri savunmayı" amaçladığını belirtti. 2023'ten beri hapiste olan Gannuşi, "yasadışı yabancı fonlama" ve "devlet güvenliğine karşı komplo" da dahil olmak üzere çeşitli suçlamalarla 37 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Gannuşi, bağımsızlığı olmayan ve yalnızca Said'in emirlerini yerine getiren yargıçlarla karşı karşıya gelmeyeceğini söyleyerek, tüm davalarda mahkemeye çıkmayı reddetti. Merkez Cumhuriyetçi Parti'nin tutuklu genel sekreteri Issam Chebbi de dün açlık grevine başladığını duyurdu. Parti lideri Wissam Sghaier, bazı parti üyelerinin greve katılacağını belirterek, parti genel merkezinin "oturma eylemi için açık olduğunu ve yarın sabah saat 8:00'de greve başlayacağımızı" vurguladı.

Cevher Bin Mübarek'in birkaç yakını ve Tunus İnsan Hakları Birliği'nden bir heyet, Bin Mübarek'in tutulduğu Tunus'un güneydoğusunda Bli'deki sivil cezaevini ziyaret ederek "sağlığında ciddi bir bozulma" olduğunu bildirdi. Serbest bırakılmasını talep etmek için cezaevi yakınında büyük bir kalabalık toplandı. Tunus İnsan Hakları Birliği, Bin Mübarek'i açlık grevini sonlandırmaya ikna etmek için "çok sayıda girişimde" bulunulduğunu, ancak kendisinin "reddettiğini ve kendisine yönelik adaletsizlik düzeltilene kadar greve devam etme kararlılığını" dile getirdiğini bildirdi. Çarşamba günü cezaevi yetkilileri, Bin Mübarek'in adını vermeden, açlık grevi sonucunda herhangi bir tutuklunun sağlık durumunun kötüleştiğini yalanlayan bir açıklama yayınladı.

Hapishanelerdeki açlık grevleri, Tunus'taki muhalefet liderlerinin çoğunun hapiste olduğu ve muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı Said'i Tunus'u "açık hava hapishanesine" çevirmekle ve yargıyı "otoriter yönetimi" pekiştirmek için kullanmakla suçladığı bir dönemde gerçekleşiyor. Said ise iddiaları kesin bir dille reddediyor.


Lübnan: İsrail'in angajman kurallarında değişiklik ve ‘sivil tarafsızlık’ ilkesinden vazgeçilmesi

Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)
Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)
TT

Lübnan: İsrail'in angajman kurallarında değişiklik ve ‘sivil tarafsızlık’ ilkesinden vazgeçilmesi

Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)
Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)

İsrail saldırıları, güneydeki köy ve kasabalar içinde eşi görülmemiş bir hızla artarak yeniden savaşın sahadaki yüzünü şekillendiriyor. Daha önce hava saldırıları açık alanlarla sınırlıyken, şimdi yerleşim bölgelerinin derinliklerine kadar ulaşıyor; bu da erken uyarılar ve kitlesel göç sahnelerini yeniden gündeme getiriyor. Nitekim perşembe günü, tahliye çağrılarının ardından gelen bombardımanlar sonucu binlerce güneyli yerinden edildi. Artık ne araçlar ne de yerleşim mahalleleri hedef olmaktan uzak kalabiliyor.

Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgeden enkaz kaldıran vatandaşlar (AFP)Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgeden enkaz kaldıran vatandaşlar (AFP)

Dün güneyde, eşi benzeri görülmemiş bir gerilimin ardından temkinli bir sükûnet hâkimken, bugün saldırılar yeniden başladı. Öğle saatlerinde Raşaya el-Vadi’de bir aracın hedef alınması sonucu, Şebaa kasabasından iki kardeş hayatını kaybetti. Ayrıca, Bint Cubeyl’deki Salah Gandur Hastanesi yakınında bir araca iki güdümlü füze isabet etmesiyle yedi kişi yaralandı. Ardından Nebatiye bölgesine bağlı Braachit kasabasında bir araca yönelik üçüncü bir hava saldırısı düzenlendi.

Bu gelişmeler, son aylarda İsrail’in saldırı biçiminde gözlenen yoğunlaşma eğiliminin bir devamı niteliğinde. Saldırılar, Nebatiye’deki el-Bayad Mahallesi’nden başlayarak Zibdin ve eş-Şarkiye – ed-Duveyr kavşağına kadar uzandı; son olarak geçtiğimiz eylül ayı sonunda Bint Cubeyl’de meydana gelen ve aralarında üç çocuğun da bulunduğu sivillerin hayatını kaybettiği katliamla doruk noktasına ulaştı.

Çatışma kurallarındaki değişiklik

Geçmişte İsrail, yan hasarı en aza indirmek için sivil bölgelerden ayrı askeri hedefleri vurmayı tercih ediyordu. Bugün ise bu kuralın bozulduğu görülüyor; mahallelerde arabalar hedef alınıyor, şafak vakti evler havaya uçuruluyor ve sivil toplantılar saldırıya uğruyor. Bu değişim sadece taktiksel nitelikte değil, aynı zamanda Tel Aviv'in Hizbullah'a verilen halk desteğinin maliyetini artırma ve temas bölgelerindeki sosyal uyumu zayıflatma girişimleriyle bağlantılı stratejik bir tercihi de yansıtıyor.

Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının olduğu yerde bir Lübnanlı asker ve vatandaş (AFP)Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının olduğu yerde bir Lübnanlı asker ve vatandaş (AFP)

Gerilimin hedefleri

Bu bağlamda, emekli Tuğgeneral Said Kazah, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, İsrail'in stratejisini hiç değiştirmediğini söyledi. İsrail'in değişmez hedefinin ‘Hizbullah'ı ve İran'dan Irak, Yemen, Filistin ve Lübnan'a kadar uzanan direniş eksenini kendi iradesine boyun eğdirmek’ olduğunu belirtti. İsrail'in ‘her şeyden önce kuzey İsrail'deki yerleşimcilerin güvenliğini sağlamaya çalıştığını’ ifade eden Kazah, bunu başarmak için, savaşçılar, savaş ekipmanları, silah ve mühimmat depoları gibi askeri hedef olarak gördüğü yerleri yoğun bir şekilde hedef alma taktiğine başvurduğunu açıkladı. Kazah, “Bu davranış yeni değil. İsrail'in sivil hayatlara hiçbir gerçek saygı göstermedi, Gazze Şeridi'nde bunu açıkça gördük” ifadelerini kullandı.

Güney Lübnan'da İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir alandaki molozların kaldırılmasını izleyen UNIFIL personeli (AFP)Güney Lübnan'da İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir alandaki molozların kaldırılmasını izleyen UNIFIL personeli (AFP)

Kazah, İsrail’in şu anda ve önümüzdeki iki ay içinde saldırılarını yoğunlaştırmaya çalıştığını belirterek, ‘Hizbullah’a bağlı kişi ve merkezlere yönelik suikast ve saldırıların, sivil yerleşim alanlarında bile artmasının beklendiğini’ ifade etti. Bu durumu ‘askeri baskı ve psikolojik savaş temelli ikili bir yaklaşım’ olarak nitelendiren Kazah, amacın ‘Hizbullah’ın toplumsal tabanını zayıflatmak ve kitlesinin bir kısmını, özellikle sürekli tekrarlanan can ve mal kayıpları karşısında Hizbullah’ın doğrudan dengeyi değiştirecek bir tepki vermemesinin yararlılığını sorgulamaya sevk etmek’ olduğunu söyledi.

Ayrıca Kazah, İsrail’in ‘sivil kayıplar konusuna aldırış etmediğini ve bu konuda kimsenin onu hesap vermeye zorlamadığını’ vurguladı. Ona göre İsrail, ‘Hizbullah devletin silahların toplanması kararına açıkça bağlılığını ilan etmediği, devlet projesine tamamen entegre olmadığı ve geçtiğimiz ağustos ayında hükümet tarafından alınan kararı uygulamadığı sürece’, Lübnan’ın herhangi bir bölgesinde askeri hedef olarak gördüğü her yeri vurmaya devam edecek.

Kazah, ‘İsrail’in askeri ve psikolojik baskıyı birlikte kullandığını ve kendi denklemine dayalı koşulları dayatmak için elindeki tüm araçlardan yararlandığını’ belirterek, “Bu sürecin durması, silahların yalnızca devletin elinde olmasına dair net bir Lübnan taahhüdü ve devlet düzeyinde alınan kararların uygulanmasıyla mümkündür” dedi.

İsrail'in sertleşen söylemleri ve istihbarat uyarıları

Bu askeri gerilime İsrail'de sert söylemler eşlik etti. İbranice yayın yapan medya kuruluşları, Hizbullah’ın Lübnan’ın kuzeyinde artan kapasitesinden duyulan endişenin büyüdüğünü aktardı ve ‘İsrail ordusunun şu ana kadar Beyrut’u vurmaktan kaçınmasının, takviye faaliyetleri sürerse uzun sürmeyebileceğini’ belirtti. Haaretz gazetesi ise istihbarat raporlarından aktardığı uyarılarda, ‘Hizbullah’ın yeniden güç kazanmaya çalıştığını, bunun da İsrail ordusunu gelecekteki tehditleri önlemek için operasyonlarını genişletmeye sevk edebileceğini’ yazdı. Ayrıca bazı raporlarda, ‘Batılı değerlendirmelere göre, Hizbullah’ın Suriye ve Irak üzerinden tedarik ağlarının kısmen yeniden işler hâle geldiği, buna karşın Lübnan ordusunun Hizbullah’ın askeri altyapısını yeniden yapılandırmasını engelleme konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğu’ ifade edildi.