Kuraklık, Dicle ve Fırat üzerindeki su çatışmasını şiddetlendiriyor

Fotoğraf Altı: Irak ve Suriye'de kuraklıklar nedeniyle düşen su seviyeleri krizi derinleşiyor.

Geçtiğimiz mart ayında, Fırat Nehri'nde görüntülenen su seviyesi. (Reuters)
Geçtiğimiz mart ayında, Fırat Nehri'nde görüntülenen su seviyesi. (Reuters)
TT

Kuraklık, Dicle ve Fırat üzerindeki su çatışmasını şiddetlendiriyor

Geçtiğimiz mart ayında, Fırat Nehri'nde görüntülenen su seviyesi. (Reuters)
Geçtiğimiz mart ayında, Fırat Nehri'nde görüntülenen su seviyesi. (Reuters)

Onlarca yıldır görülen en kötü kuraklık, Irak ve Suriye'de milyonlarca kişinin hayatını ve geçimini tehdit ediyor. Bu yılın yazında, Dicle ve Fırat nehirlerinin su seviyeleri rekor seviyelere düştü. Bu da tarımsal üretimin azalmasına, su kaynaklı hastalıkların artmasına ve nüfusun göç etmek zorunda kalmasına yol açtı. Bu kuraklık, iklim değişikliği, nüfus artışı ve yukarı havza ülkelerinin su akışını kontrol etmesi gibi bir dizi faktörle ilişkili.

Irak Su Kaynakları Bakanlığı ağustos ayı başlarında, uzun süreli kuraklık ve 50 dereceyi aşan sıcaklıklara bağlı olarak ülkedeki su seviyelerinin tüm zamanların en düşük seviyesine ulaştığını duyurdu. Tarih boyunca verimliliği ve doğal zenginlikleri ile tanınan bir bölgede şiddetli kuraklık, son 40 yılda iyice kendini hissettirir hale geldi.

Bakanlık geçtiğimiz mart ayında, su kıtlığı nedeniyle pirinç ve mısır ekiminin durdurulduğunu duyurmuştu. Kuraklık, toprak bozulması ve nehir ve kollarında tuzluluk artışı, tarım, hayvancılık ve balıkçılığı daha da zorlaştırdı. Uluslararası Göç Örgütü'ne göre, bu yılın ortasında kuraklık, Irak'ın 10 ilinde 14 bin aileni evlerini terk etmesine neden oldu. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ise, ‘yedi milyon Iraklının iklim değişikliğinden etkilendiğini’ vurguladı.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, Irak'ın güneydoğusundaki Şattu’l Arap ziyaretinde, durumun ciddiyetine işaret etti. "Bu bir acil iklim durumu. Sadece Irak için değil, tüm dünya için de bununla bir şekilde başa çıkmanın zamanı geldi" dedi.

Irak, çölleşme nedeniyle her yıl 100 kilometrekare tarım arazisini kaybediyor. Irak Su Kaynakları Bakanlığı tarafından yayınlanan bir rapora göre 2025 yılına kadar beklenen şiddetli kuraklık dalgaları, Fırat Nehri'nin güney kesiminde tamamen kurumasına, Dicle Nehri'nin ise sınırlı su kaynaklarına sahip bir akarsuya dönüşmesine yol açacak. Türkiye'den doğan ve Suriye'den geçen bu nehirler, Irak'ın yüzey sularının yaklaşık yüzde 98'ini sağlıyor.

Fotoğraf Altı: Irak'ın Musayyib ilçesinde, Fırat Nehri'ndeki ölü balıklar, 2 Kasım 2018. (Reuters)
 Irak'ın Musayyib ilçesinde, Fırat Nehri'ndeki ölü balıklar, 2 Kasım 2018. (Reuters)

Diğer yandan, Irak ve İran arasındaki su anlaşmazlığı devam ediyor. İran'ın su politikası, komşu ülkelere akan suyun akışını engellemek ve bu suyu kendi topraklarına yönlendirmeyi içeriyor. Bu politika, yıllardır uygulanıyor, ancak son yıllarda İran'daki su kıtlığının artması nedeniyle daha belirgin hale geldi.

İran'dan gelen suyun kesilmesi, Irak üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip. Ülkenin tarımsal üretiminde düşüş, su kaynaklı hastalıkların yayılması nedeniyle geniş çaplı sosyal huzursuzluklar yaşandı. İki ülke, su akışı konusunda birbirini suçluyor. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre İran, iklim değişikliğini suçlarken, Irak'tan kendi pozisyonunu anlamasını ve konuyu Türkiye ile takip etmesini istiyor. Irak ise İran'dan gelen su akışında yaşanan düşüş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmakla tehdit ediyor.

Türkiye ve İran'dan Irak'a akan suyun azalması, ayrıca bu suyun geçtiği şehirlerde kirlilik, sınır çatışmalarının tırmanmasına, suyun tuzluluk oranının artmasına ve verimli tarım arazilerinin tahrip olmasına yol açtı. İran'ın batısındaki Zagros Dağları'nda bir dizi baraj inşa ederek Karun, Kerha ve Diyala nehirlerinin yönünü değiştirmesi, İran'ın güneybatısında geniş bir kuraklığa neden oldu ve bu da Şattu’l Arap'a giren su payını olumsuz etkiledi.

Suriye, su ve elektrik ihtiyaçlarını karşılamak için temel olarak Fırat Nehri'ne bağımlı olduğundan, ciddi bir su krizi ile karşı karşıya. İnşa edilen barajlar nedeniyle son yıllarda Fırat Nehri'ndeki su akışı yüzde 50'den fazla azaldı. Hükümet kontrolündeki bölgelerde, halk günlerce su kesintisi yaşıyor ve en iyi ihtimalle günde birkaç saat su akıyor. Bu kesintiler, yıllardan beri devam eden elektrik krizini de etkiliyor.

Muhalefetin kontrolündeki bölgelerde, milyonlarca insan zor koşullarda yaşıyor ve bu koşullar su kıtlığı nedeniyle daha da kötüleşiyor. Birleşmiş Milletlere bağlı kuruluşlar, Suriye'nin kuzeyinde su kıtlığı sorunundan beş milyondan fazla kişinin etkilendiğini doğruluyor. İçme suyu kıtlığının kolera, tifo ve ishal gibi su kaynaklı hastalıkların yayılmasına yol açabileceği konusunda uyarıyor.

Irak’ın kuzeydoğudaki durum özellikle trajik. Suriye'nin ‘ekmek sepeti’ olarak bilinen Haseke ili, şiddetli bir su kriziyle karşı karşıya. Haseke şehri, köyleri ve mülteci kampları, Rasulayn bölgesindeki çok taraflı çatışma nedeniyle dört aydan fazla bir süredir Aluk su istasyonundan su pompalanmadığı için bir felaket bölgesine dönüştü. Suriye'deki su krizi, ülkenin gıda ve sağlık güvenliğini tehdit ediyor. Yıkıcı etkileri, su kaynaklı hastalıkların artması ve tarımsal üretimin bozulması şeklinde ortaya çıkıyor.

Su krizi ve güvensizlik tarihi

Türkiye, Suriye ve Irak arasındaki Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki su anlaşmazlığı onlarca yıldır devam ediyor. Üç ülke, suyun nasıl kullanılacağına dair farklı planlara sahip. Türkiye hem hidroelektrik enerjisi üretmek hem de selleri kontrol etmek için nehirlerde baraj inşa etmek istiyor. Suriye, suyun tarımsal sulama için kullanılmasını istiyor. Irak ise halkına ve tarımına yeterli su temin etmeyi talep ediyor.

Fotoğraf Altı: Su seviyesi düşen Dicle Nehri'nde işçiler kum çekiyor. (AFP)
Su seviyesi düşen Dicle Nehri'nde işçiler kum çekiyor. (AFP)

Türkiye 1970'lerin başlarında Keban Barajı’nı inşa etmeye başladı. Bu da Suriye ve Irak'a akan su miktarını azalttı. Üç ülke arasında gerilimlere yol açtı ve bu ülkeler, suyun nasıl paylaşılacağına dair kalıcı bir anlaşmaya varamadılar. 1987'de Türkiye ve Suriye, Suriye'ye minimum su akışını garanti eden bir protokol imzaladı. Ancak Türkiye daha sonra bu anlaşmadan geri çekildi. Türkiye'nin Atatürk Barajı’nı doldurmaya başlamasıyla kriz devam etti ve bu da Irak ve Suriye'ye akan su oranının düşmesine neden oldu.

Suriye ve Irak'taki su krizi, Türkiye'nin Dicle ve Fırat nehirleri üzerine 22 baraj ve 19 hidroelektrik santral inşa ederek bölgeyi kalkındırmayı amaçlayan dev projesini Güneydoğu Anadolu'da uygulamaya başlamasıyla daha da derinleşti. Proje, Irak Fırat Havzası topraklarının yüzde 40'ının tarımsal yatırımdan çıkarılmasına neden olurken, Suriye'de sulanan tarım arazilerinin üçte ikisini etkiledi. Üç ülke iş birliği yapmanın ve suyu adil ve eşitlikçi bir şekilde paylaşmanın bir yolunu bulamazsa, bu çatışmanın bölge insanları üzerinde yıkıcı bir etkisi olacağı açık. Bu çatışmanın çözümünde karşılaşılan zorluklar arasında, üç ülkenin su ihtiyaçları ve önceliklerindeki farklılıklar, özellikle iki nehrin kaynaklarını kontrol etme konusunda üstünlük sahibi olan Türkiye ile yaşanan sorunlar ve akışları azaltan ve kuraklığı yayan iklim değişikliği bulunuyor.

Fotoğraf Altı: Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği yeri gösteren -fotoğraf. (AFP)
Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği yeri gösteren -fotoğraf. (AFP)

Zorluklara rağmen, Dicle ve Fırat nehirlerinin suları hakkında anlaşmaya varmak için üç ülkede sürdürülebilir kalkınmayı sağlayacak daha fazla baraj ve rezervuar inşa edilmesi, su tasarrufu ve verimlilik önlemlerine yatırım yapılması ve bölgesel bir kalkınma planının geliştirilmesi gibi güveni ve iş birliğini artıran su yönetimi planı da dahil olmak üzere bazı çözümler mevcut. Uluslararası toplumun artan baskısı herkesi memnun edecek uzlaşmalara varılmasına katkıda bulunabilir.



(Video haber) Avustralya'da Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında silahlı saldırı: En az 10 ölü

Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.
Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.
TT

(Video haber) Avustralya'da Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında silahlı saldırı: En az 10 ölü

Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.
Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.

Avustralya'nın Sidney kentinde bir plajda Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında meydana gelen silahlı saldırıda en az 10 kişi öldü, çok sayıda  kişi yaralandı. İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth'a göre olay sırasında yaklaşık 2 bin kişi panik içinde tahliye edildi ve birçoğu sığınaklara sığındı.

Öte yandan Avustralya polisi tarafından bugün yapılan açıklamada, olay nedeniyle Bondi Plajı'ndan uzak durulması çağrısı yapıldı. Polis daha sonra, silahlı saldırının ardından iki kişinin gözaltına alındığını duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Fransız Haber Ajansı AFP’den aktardığı  habere göre bir görgü tanığı, ‘siyah giysili iki kişinin’ plajda ateş açtığını söyledi.

dfgthy
Avustralya medyasında yayınlanan, saldırganlardan birine ait bir fotoğraf.

Avustralya medyası tarafından yayınlanan saldırganlardan birinin fotoğrafı

Öte yandan İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, saldırıyı ‘Yahudilere yönelik acımasız bir saldırı’ olarak nitelendirerek kınadı.

uı89o
Kurtarma ekipleri, Sidney sahilinde meydana gelen silahlı saldırının ardından yaralı bir kişiyi taşıyor (AP)

Herzog, açıklamasında şunları söyledi:

“Sidney'deki kardeşlerimiz, Bondi Plajı'nda Hanuka'nın ilk mumunu yakmaya giden Yahudilere yönelik acımasız bir saldırıda kötü niyetli teröristler tarafından saldırıya uğradı.”

Görgü tanıkları, kutlamaya katılanların saldırı mahallinden panik halinde kaçtıklarını söylerken yerel medya, silahlı saldırganların olay yerinden kaçtığını ve yetkililerin yoğun bir arama çalışması yürüttüğünü bildirdi.


Hamas: Gazze’ye ve işgal altındaki topraklara her türlü vesayeti reddediyoruz

Gazze şehrinin doğusundaki El-Tuffah mahallesinde yıkılmış bir bina (EPA)
Gazze şehrinin doğusundaki El-Tuffah mahallesinde yıkılmış bir bina (EPA)
TT

Hamas: Gazze’ye ve işgal altındaki topraklara her türlü vesayeti reddediyoruz

Gazze şehrinin doğusundaki El-Tuffah mahallesinde yıkılmış bir bina (EPA)
Gazze şehrinin doğusundaki El-Tuffah mahallesinde yıkılmış bir bina (EPA)

Hamas, bugün (pazar) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi üzerinde her türlü vesayet ve manda uygulamasını reddettiğini duyurdu. Hareket, yayımladığı bildiride, “Gazze’ye yönelik her türlü vesayet ve mandayı reddediyoruz. İşgal altındaki topraklarımızın herhangi bir karışı üzerinde de vesayeti kabul etmiyoruz; zorla yerinden etme girişimleri ve Gazze’nin yeniden mühendisliğine yönelik çabalarla uyumlu adımlara karşı uyarıyoruz” ifadelerini kullandı.

Açıklamada, “Ulusal birliğin sağlanması ve ulusal uzlaşı inşa edilmesi için seferber olunması, işgalin ve onu destekleyenlerin planlarıyla yüzleşmenin tek yoludur” denildi.

Hamas, arabuluculara ve ABD yönetimine de çağrıda bulunarak, İsrail’e baskı yapılmasını, anlaşmanın maddelerini uygulamaya zorlanmasını ve anlaşmaya yönelik süregelen ve sistematik ihlallerinin kınanmasını talep etti.

gth
Trump'ın planına göre Gazze'den çekilmenin aşamalarını gösteren harita (Beyaz Saray)

Öte yandan dün İsrailli yetkililer, ABD yönetiminin Gazze’de savaşı sona erdirmeyi hedefleyen planın ikinci aşamasını şekillendirmek üzere çalıştığını ve çok uluslu uluslararası bir gücün gelecek aydan itibaren Gazze’de göreve başlamasının planlandığını açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın İsrail Kamu Yayın Kurumu’ndan (Kan 11) aktardığı habere göre Amerikalı yetkililer bu bilgileri son günlerde yapılan görüşmelerde İsrailli muhataplarına iletti.

ABD planına göre, barış komitesinin başkanlığını Birleşmiş Milletler’in eski Orta Doğu Özel Temsilcisi Nikolay Mladenov’un üstlenmesi, Gazze’de konuşlandırılması öngörülen uluslararası gücün komutasının ise bir ABD’li general tarafından yürütülmesi öngörülüyor.

Amerikalı yetkililere göre söz konusu gücün; güvenlik istikrarının korunması, geçiş sürecinin güvence altına alınması ve askeri operasyonların durmasının ardından Gazze’de yeni siyasi ve idari düzenlemelere zemin hazırlanması gibi görevler üstlenmesi planlanıyor.


Palmira saldırısı kapsamında Suriye Genel Güvenlik Teşkilatı’nda gözaltına alınanları sayısı 11’i geçti

Suriye güvenlik güçleri mensupları (AFP)
Suriye güvenlik güçleri mensupları (AFP)
TT

Palmira saldırısı kapsamında Suriye Genel Güvenlik Teşkilatı’nda gözaltına alınanları sayısı 11’i geçti

Suriye güvenlik güçleri mensupları (AFP)
Suriye güvenlik güçleri mensupları (AFP)

Suriye İçişleri Bakanlığına bağlı Genel Güvenlik Teşkilatı mensubu bir kişinin, Palmira’da (Tedmur) ABD-Suriye ortak devriyesini hedef alan saldırının faili olduğu açıklandı. Yetkililer, saldırının ardından aynı teşkilattan 11’den fazla personelin gözaltına alındığını ve soruşturma sürecinin başlatıldığını bildirdi.

Adının açıklanmasını istemeyen bir güvenlik kaynağı, Tedmur saldırısını gerçekleştiren kişinin yaklaşık 10 aydır Genel Güvenlik Teşkilatında görev yaptığını, farklı şehirlerde çalıştıktan sonra Tedmur’a atandığını söyledi. Kaynak, olayın hemen ardından 11’den fazla personelin gözaltına alındığını ve haklarında soruşturma başlatıldığını ifade etti.

Suriye İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Nureddin el-Babba da saldırganın Genel Güvenlik güçlerine mensup olduğunu ve daha önce yapılan bir güvenlik değerlendirmesi doğrultusunda görevden uzaklaştırılmasının planlandığını belirtti. Babba, resmi televizyona yaptığı açıklamada, saldırganın “tekfirci veya aşırı fikirler taşıyabileceğine” dair bir değerlendirme yapıldığını ve bu doğrultuda hakkında karar alınmasının gündemde olduğunu söyledi.

Sözcü, Badiye bölgesindeki iç güvenlik komutanlığının 5 binden fazla personelden oluştuğunu ve personelin haftalık değerlendirme mekanizmasına tabi tutulduğunu, gerekli görüldüğünde idari ve güvenlik tedbirleri alındığını kaydetti.

Önceki yönetimin devrilmesinin ardından iç güvenlik ve polis teşkilatlarında yaşanan çöküş nedeniyle yeni yönetimin güvenlik açığını kapatmak amacıyla geniş çaplı gönüllü alımına gittiği hatırlatıldı.

ABD Başkanı Donald Trump, cumartesi günü yaptığı açıklamada saldırıya karşılık verileceğini belirterek, olayın Suriye makamlarının tam kontrolünde olmayan ve “son derece tehlikeli” olarak nitelendirdiği bir bölgede meydana geldiğini söyledi.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), saldırıyı gerçekleştiren kişinin öldürüldüğünü, üç ABD askerinin ise yaralandığını açıkladı. CENTCOM, askeri heyetin Tedmur’da DEAŞ’a karşı yürütülen operasyonlara destek kapsamında bulunduğunu bildirdi.

Suriye yönetimi, Tedmur’da meydana gelen saldırının bir terör saldırısı olduğunu belirterek, ABD hükümeti ve halkına başsağlığı mesajı gönderdi. Açıklamada, geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın geçen ay Washington’a yaptığı ziyaret sırasında Suriye’nin DEAŞ’la mücadele kapsamında uluslararası koalisyona resmen dahil olduğu kaydedildi.

Suriye çölünde 2015–2016 yıllarında etkisini artıran DEAŞ, bu dönemde Tedmur’u kontrol altına alarak tarihi mirasa büyük zarar verdi ve siviller ile askerleri hedef alan infazlar yaptı. Örgüt, Rusya destekli Suriye güçleri ile ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun operasyonları sonucunda bölgeden çıkarılırken, 2019’dan itibaren geniş alanlardaki varlığını kaybetti. Ancak çöl bölgelerinde faaliyet gösteren hücreleri hâlen saldırılar düzenliyor.

ABD güçleri Suriye’de ağırlıklı olarak ülkenin kuzeydoğusunda Kürtlerin kontrolündeki bölgelerde ve Ürdün sınırı yakınındaki Tanf Üssü’nde konuşlu bulunuyor. Washington, askeri varlığının temel amacının DEAŞ’la mücadele ve yerel müttefiklere destek olduğunu vurguluyor.