Hizbullah'ın Beyrut saldırısının üzerinden 40 yıl geçti… Nöbet tutan askerin intihar bombacısı hakkında hatırladığı şuydu: “Bana baktı ve gülümsedi”

Hizbullah’ın Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargâhına düzenlediği bombalı saldırının üzerinden kırk yıl geçti.

Al Majalla / Ajanslar
Al Majalla / Ajanslar
TT

Hizbullah'ın Beyrut saldırısının üzerinden 40 yıl geçti… Nöbet tutan askerin intihar bombacısı hakkında hatırladığı şuydu: “Bana baktı ve gülümsedi”

Al Majalla / Ajanslar
Al Majalla / Ajanslar

Sami Moubayed

23 Ekim, Hizbullah'ın Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargâhına düzenlediği bombalı saldırının 40’ıncı yıl dönümü...

Hizbullah'ın Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargâhına düzenlediği bombalı saldırının 40’ıncı yıldönümü, Hizbullah ile İsrail arasında gerilimin tırmandığı ve Gazze'nin bombalandığı döneme denk geliyor. ABD Ordusu, Hizbullah'a baskı yapmak ve İsrail ordusunun Gazze'ye karadan müdahale etmesi halinde Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine saldırmaması için Akdeniz'de Lübnan açıklarına devasa donanma gemileri konuşlandırdı.

Bu tarih, Hizbullah ile İsrail arasında gerilimin arttığı ve Gazze'nin bombalandığı döneme denk geliyor. ABD Ordusu, Hizbullah'a baskı yapmak ve İsrail ordusunun Gazze'ye karadan müdahale etmesi halinde Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine saldırmaması için Akdeniz'de Lübnan açıklarına devasa donanma gemileri konuşlandırdı.

23 Ekim 1983 tarihinde 241 ABD deniz piyadesinin ölümüne yol açan bu eylem, 11 Eylül 2001'e kadar ABD’lilere yönelik en ölümcül terör saldırısıydı. Nitekim bugüne kadar El Kaide dışında hiçbir terör örgütü o saldırıdakinden daha fazla asker öldürmedi.

Lübnan'da çok uluslu Amerikan-Fransız barışı koruma gücünün bir parçası olarak konuşlandırılan ABD kuvvetlerinin öldürülmesi kırk yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu İran'ın vekil gücünün oluşturduğu tehlikenin sürekli bir hatırlatıcısı olarak ön plana çıkıyor. Hizbullah'ın ABD’lileri en son hedef aldığı yıl, örgütün Suudi Arabistan'ın Dahran kentinde 19 ABD Hava Kuvvetleri mensubunun ölümüne yol açan el-Huber Kuleleri saldırısını gerçekleştirdiği 1996’ydı…

“Bana baktı ve gülümsedi…”

Lübnan'daki çokuluslu güçler karargâhındaki nöbetçi askerin, 23 Ekim 1983'te patlayıcı yüklü sarı Mercedes kamyonunu binaya sürerek 241 ABD deniz piyadesini öldüren intihar bombacısıyla ilgili hatırladığı tek şey buydu. Çok sayıda ABD askerinin öldüğü saldırıda 28 kişi ağır yaralandı ve bunlardan 13'ü birkaç gün içinde yaşamını yitirdi. On dakika sonra ikinci bir intihar bombacısı, Fransız kuvvetlerinin Remle el-Beyda bölgesindeki karargahına benzer bir saldırı düzenleyerek 58 Fransız askerini öldürdü.

ABD Deniz Kuvvetleri karargahına yapılan saldırı Lübnan iç savaşında önemli bir dönüm noktasıydı. Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan bunu ‘aşağılık bir davranış’ olarak nitelendirirken, Fransız mevkidaşı François Mitterrand bombalanan alanı ziyaret etmek için Beyrut'a gitti. ABD Başkan Yardımcısı George Herbert Walker Bush, 26 Ekim 1983'te Lübnan'ın başkentine gelerek şunu söyledi: “Teröristler bizi korkutamayacak.”

ABD Deniz piyadeleri, İsrail'in Haziran ve Eylül 1982 arasında Lübnan'ı işgal etmesinden kısa bir süre sonra Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yaser Arafat'ın isteği üzerine Filistin birliklerinin Batı Beyrut'tan çekilmesini denetlemek için çokuluslu güçlerin parçası olarak Lübnan'a gelmişlerdi. Arafat, İsraillilerin Lübnan başkentinden geriye kalan bölgeyi işgal etmesini yalnızca ABD korumasının engelleyebileceğini düşünüyordu. Zira İsrail, FKÖ ile İsrail’i birbirinden ayıracak 40 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmak amacıyla Lübnan'ı işgal etmişti. Açıklanmayan hedef, FKÖ'yü ezmek ve tamamen ortadan kaldırmaktı.

ABD Elçisi Philip Habib, Filistin güçlerinin geri çekilmesini izlemek üzere 800 ABD askerinin Beyrut'a gönderilmesini denetledi. 25 Ağustos 1982'de geldiler ve görevlerini tamamlamaları için 30 günlük bir süre verildi. Ancak Filistinlilerin geri çekilmesi Eylül ayının ilk haftasında sona erdi ve aynı ayın 10’unda Reagan güçlerine ülkelerine dönme emri verdi.

Dört gün sonra Lübnan'daki güvenlik durumu, 14 Eylül'de Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel'in suikasta uğramasıyla daha da kötüleşti. Elie Hubeyka liderliğindeki Falanjist Lübnan Güçleri’nin, Cemayel'in öldürülmesine misilleme olarak Sabra ve Şatilla kamplarına saldırarak orada katliamlar gerçekleştirdi ve geriye binlerce masum Filistinli kurban kaldı.

(foto altı) ABD Deniz piyadeleri, patlamadan bir hafta sonra yıkılan karargahlarının enkazı altında ölüleri arıyor. (AFP)
ABD Deniz piyadeleri, patlamadan bir hafta sonra yıkılan karargahlarının enkazı altında ölüleri arıyor. (AFP)

Başkan Reagan, 18-20 Eylül tarihleri ​​arasında Beyaz Saray'da bir dizi toplantı yaptı. Toplantılar sonucunda ABD kuvvetlerinin “Lübnan hükümetinin başkenti üzerinde tam egemenliğini yeniden kazanmasına olanak sağlamak” misyonuyla Beyrut'a dönmesi kararlaştırıldı.

Ünlü ABD’li gazeteci Thomas Friedman o gün New York Times muhabiri olarak Beyrut'taydı. Başkan Reagan'ın kararını kendi deyimiyle ‘Amerikan suçu’ olarak değerlendiren Friedman’a göre eğer ABD’liler Beyrut'tan bu kadar çabuk çekilmeseydi Beşir Cemayel öldürülmeyecekti ve belki de Sabra ve Şatilla katliamı yaşanmayacaktı.

Bin 500 Amerikan askeri Lübnan'a döndü ve kardeşinin yerine cumhurbaşkanı seçilen Emin Cemayel onları Lübnan ordusunu eğitmeye davet etti. Eğitimin 1982 yılının sonlarında başlaması, Dürzi lider Velid Canbolat ve Şii Emel Hareketi'ndeki müttefiki Nebih Berri de dahil olmak üzere Cemayel kardeşlere karşı olan geniş bir yelpazedeki Lübnanlı siyasetçileri rahatsız etti.

Emin Cemayel'in ABD’lilerle iş birliğine ilk yanıt, 18 Nisan 1983'te, küçük bir Chevrolet kamyonunun Beyrut'taki ABD Büyükelçiliği karargâhına saldırıp 60'tan fazla insanı öldürdüğü gün geldi. Söz konusu saldırı, Cemayel’i projesinden caydırmadı ve 17 Mayıs 1983'te Lübnan ile İsrail arasında barış anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, Müslüman ve Suriye yanlısı Lübnanlı politikacıları Cemayel’e karşı cephe almaya yöneltti. Dönemin başbakanı Şefik el-Vezzan, Batılı bir diplomatla yaptığı görüşmede bunu şöyle dile getirdi: “Bilmenizi isterim ki bugün hayatımdaki en üzücü gün. Bu anlaşma onurlu bir anlaşma değil.”

Lübnan İslami Cihad Hareketi

Lübnan İslami Cihad Hareketi (kendisiyle aynı adı taşıyan Filistinli örgütün ortaya çıkışından önce faaliyet gösteren Şii hareket), 23 Ekim 1983'te ABD Deniz Kuvvetleri karargahına yapılan saldırının sorumluluğunu üstlendi. Bu örgüt, o dönemde Lübnan'da faaliyet gösteren Şii milis gruplarından biriydi. Bazıları onu Hizbullah'ın doğuşunu hazırlayan örgüt olarak tanımladı ve 1983'ün başlarında kurulduğunu söyledi. Bazıları ise kurucusunun Hizbullah'ın lideri İmad Muğniye olduğunu iddia etti. Ancak Hizbullah daha sonraki yıllarda bunu yalanladı. Yapılan incelemelerde ABD Deniz Kuvvetleri karargahına çarpan kamyonun sürücüsünün İsmail Askeri isimli İran vatandaşı olduğu belirlendi. ABD’ye göre, İslami Cihad Hareketi’nin Genel Merkezi’nin Baalbek'te olduğu ve Tahran'daki devrimin başarısından dört yıl sonra İsrail ve ABD'yi Lübnan'dan çıkarmak için İran tarafından kurulduğu belirtildi.

“Ünlü ABD’li gazeteci Thomas Friedman o gün New York Times muhabiri olarak Beyrut'taydı. Başkan Reagan'ın kararını kendi deyimiyle ‘Amerikan suçu’ olarak değerlendiren Friedman’a göre eğer ABD’liler Beyrut'tan bu kadar çabuk çekilmeseydi Beşir Cemayel öldürülmeyecekti ve belki de Sabra ve Şatilla katliamı yaşanmayacaktı.”

İslami Cihad Hareketi, saldırıdan sonra AFP'nin Beyrut'taki ofisine şu bildiriyi gönderdi: “Bizler Allah'ın askerleriyiz. Bizler ne İranlı, ne Suriyeli, ne de Filistinliyiz; Kur’an-ı Kerim’in öğretisine uyan Müslümanlarız. Nisan ayındaki büyükelçilik bombalamasından sonra daha şiddetli vuracağımızı söylemiştik. Artık neyle karşı karşıya olduklarını anlıyorlar. Şiddet tek yolumuz olmaya devam edecek.”

(foto altı) Dönemin ABD Başkan Yardımcısı George Herbert Walker Bush, 26 Ekim 1983'teki patlamanın olduğu alanı incelerken. (AFP)
Dönemin ABD Başkan Yardımcısı George Herbert Walker Bush, 26 Ekim 1983'teki patlamanın olduğu alanı incelerken. (AFP)

İran, İslami Cihad Hareketi’yle herhangi bir bağlantısı olduğunu reddetti. New York Times ise şunu yazarak örgütün varlığını sorguladı: “Lübnan polis kaynakları, Batılı istihbarat kaynakları, İsrail hükümeti kaynakları ve Beyrut'taki üst düzey Şii dini liderlerin hepsi İslami Cihad Hareketi diye bir örgütün olmadığına inanıyor.” Ancak hareket, Aralık 1983'te Kuveyt'teki büyükelçiliğin bombalanması ve 18 Ocak 1984'te Beyrut Amerikan Üniversitesi Rektörü Malcolm Kerr'in öldürülmesi de dahil olmak üzere Lübnan ve diğer ülkelerdeki birçok terörist operasyonun sorumluluğunu üstlendi. Hareketin üstlendiği son operasyon, ABD Deniz Kuvvetleri karargahı operasyonundan dokuz yıl sonra, Mart 1992'de Arjantin’in başkenti Buenos Aires'teki İsrail Büyükelçiliği’nin bombalanmasıydı.

Gecikmeli ve zayıf tepkiler

Fransızlar, Ekim 1983'teki saldırılara yanıt olarak, Bekaa Vadisi'ndeki İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) mevzilerine çok sayıda füze ateşledi. ABD Başkanı Ronald Reagan, Başkan Yardımcısı George Herbert Walker Bush, Dışişleri Bakanı George P. Shultz ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert MacFarlane'nin tavsiyesi üzerine aynı şeyi Baalbek'te yapmak istedi. Zikredilen isimlerin hepsi, ABD deniz piyadelerinin bombalanmasından yalnızca İran'ın sorumlu olduğuna inanıyordu. Ancak ABD Savunma Bakanı Caspar Weinberger, Tahran'ın operasyona dahil olup olmadığından emin olmadığını söyleyerek aynı fikirde olmadığını belirtmişti. Weinberger, yıllar sonra Eylül 2001'de Frontline’a verdiği röportajda şöyle dedi: “Halen Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargâhını kimin bombaladığına dair gerçek bilgimiz yok ve o zaman da kesinlikle bilmiyorduk.”

“İslami Cihad Hareketi, 23 Ekim 1983'te ABD Deniz Kuvvetleri karargahına yapılan saldırının sorumluluğunu üstlendi. Bu örgüt, o dönemde Lübnan'da faaliyet gösteren Şii milis gruplarından biriydi.”

Weinberger, ABD'nin gecikmeli ve zayıf tepkisinin ardındaki nedenin bu belirsizlik olduğunu iddia etti. USS New Jersey savaş gemisi, Eylül 1983'te Beyrut kıyılarına ulaşmıştı, ancak Beyrut'un dış mahallelerindeki Dürzi ve Şii hedeflerine 11 füze ateşlediği 14 Aralık 1983'e kadar herhangi bir misillemede bulunmadı. Daha sonra USS John F. Kennedy'e ait uçaklar geldi ve USS New Jersey dokuz saatlik bir süre boyunca Bekaa Vadisi'ndeki hedeflere 300 mermi atmadan önce Lübnan'daki Suriye hedeflerine saldırdı.

ABD'nin tepkisi bu nispeten çekingen noktada durdu ve Şubat 1984'e gelindiğinde Amerikan kuvvetleri, misyonlarına yönelik kongre desteğinin azalması nedeniyle Lübnan'dan çekilmeye başladı. İslami Cihad Hareketi, bundan kısa bir süre önce Amerikalılar ve Fransızlar 1984 yılbaşına kadar Lübnan'ı terk etmezlerse ‘dünya sarsılacak’ tehdidinde bulunmuştu. ABD’nin geri çekilmesi, Lübnan İslami Cihad Hareketi’nin verdiği mühletin dolmasından iki ay sonra, 26 Şubat 1984'te tamamlandı.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Gazze Şeridi'ndeki eski esirler, serbest bırakılmalarından bir yıl sonra, diğerlerinin de geri dönmesi için çağrıda bulunuyor

Tel Aviv'de Gazze Şeridi'ndeki esirlerin serbest bırakılması talebiyle düzenlenen gösteride bir kadın, ağzını kapatıp ellerini iple bağladı. (Reuters)
Tel Aviv'de Gazze Şeridi'ndeki esirlerin serbest bırakılması talebiyle düzenlenen gösteride bir kadın, ağzını kapatıp ellerini iple bağladı. (Reuters)
TT

Gazze Şeridi'ndeki eski esirler, serbest bırakılmalarından bir yıl sonra, diğerlerinin de geri dönmesi için çağrıda bulunuyor

Tel Aviv'de Gazze Şeridi'ndeki esirlerin serbest bırakılması talebiyle düzenlenen gösteride bir kadın, ağzını kapatıp ellerini iple bağladı. (Reuters)
Tel Aviv'de Gazze Şeridi'ndeki esirlerin serbest bırakılması talebiyle düzenlenen gösteride bir kadın, ağzını kapatıp ellerini iple bağladı. (Reuters)

Gazze Şeridi'ndeki eski esirler, İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes sırasında serbest bırakılmalarından bir yıl sonra dün (Pazar) yaptıkları açıklamada, halen tutulmakta olanların bir an önce serbest bırakılması çağrısında bulundular.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığına göre Gabriela Limberg Tel Aviv'de düzenlediği basın toplantısında “Şimdi harekete geçmeliyiz, daha fazla zamanımız yok. 53 gün boyunca tek bir şey beni ayakta tuttu; biz yaşama değer veren ve kimseyi geride bırakmayan Yahudi halkıyız” ifadelerini kullandı.

Hamas'ın 7 Ekim 2023'te başlattığı eşi benzeri görülmemiş saldırı sırasında 251 kişi kaçırılarak Gazze Şeridi'ne götürüldü. İsrail ordusu bunlardan 97'sinin halen Gazze Şeridi'nde olduğunu, 34'ünün ise öldüğünü açıkladı.

Kasım 2023'te bir hafta süren ve savaşın başlangıcından bu yana yapılan tek ateşkes, İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların serbest bırakılması karşılığında 100'den fazla esirin serbest bırakılmasına izin verdi. O tarihten bu yana İsrail ordusunun düzenlediği operasyonlarda yedi esir daha sağ olarak kurtarıldı.

Limberg, “Bir yıl önce 104 esirle birlikte sağ olarak geri döndüm ki bu sayı herhangi bir kurtarma operasyonunun geri getirebileceğinden çok daha fazla. Hepsini geri getirebilecek bir anlaşma olmalı” dedi.

csdvfgthy
Tel Aviv'de Gazze Şeridi'ndeki esirlerin iadesini talep eden bir gösteri sırasında yere yatan protestocular (AFP)

Limberg sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben hayatta kaldım ve ailemin yanına döndüm. Aynı şeyi tüm esirler için talep ediyorum ve liderlerden de hepsini geri getirmek için aynı şeyi yapmalarını istiyorum.”

Altı yaşındaki kızı Emilia ile birlikte kaçırılan ve 49 gün sonra serbest bırakılan Danielle Aloni ise esirler için ‘her geçen gün büyüyen tehlikeden’ söz etti.

Aloni, “Her erkek ve kadın geceleri kaderlerini düşünmek zorunda. Acımasız tacizlere maruz kaldıklarından eminiz (...) Fiziksel ve psikolojik olarak yaralanıyorlar, kimlikleri ve onurları her gün ihlal ediliyor” şeklinde konuştu.

Kocası halen esir tutulan Raz Ben Ami ise “Onları bir an önce geri getirmenin zamanı geldi. Çünkü tünellerde kışı kimin atlatacağını kimse bilmiyor” dedi. Kocası Ohad'a hitaben şunları söyledi: “Tatlım, güçlü ol, halen orada olduğun için üzgünüm.”

Rehine Aileleri Forumu tarafından yapılan açıklamada, “Bugün, ilk ve tek esir serbest bırakma anlaşmasının uygulanmasının üzerinden bir yıl geçti (...) O ilk takastan bu yana yeni bir anlaşmaya varılmadı” denildi.

Basın toplantısını düzenleyen forum, halen Gazze Şeridi'nde tutulanların ailelerinin çoğunu bir araya getiriyor.