"Yerleşimciler" nedeniyle Filistinliler bu yıl zeytin hasadından mahrum kaldı

Çiftçilere yasak olan ve yerleşim yerlerinin yakınında bulunan arazi alanı yaklaşık 430 milyon metrekare

Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)
Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)
TT

"Yerleşimciler" nedeniyle Filistinliler bu yıl zeytin hasadından mahrum kaldı

Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)
Zeytin hasadı Filistinliler için en önemli tarım mevsimi (AFP)

Rağde Atme 

Dünya, 7 Ekim'den bu yana İsrail ile Gazze Şeridi arasındaki savaşla meşgulken İsrail ordusu, yerleşim birimlerinin yakınındaki Filistin tarım alanlarına giden tüm yolları toprak yığınlarıyla kapattı.

Bu durum, bu yıl binlerce Filistinliyi kendileri için en önemli tarım mevsimi olan zeytin hasadından mahrum bıraktı.

Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Filistinli çiftçilerin yerleşim yerlerinin yakınındaki ve duvar arkasındaki topraklarına erişmelerini sağlamak için İsrail ordusuyla koordinasyon sağlayamadı.

Binyamin Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti, geçen yıl aralık ayında Knesset'in güvenini kazanır kazanmaz, yerleşimci saldırılarının artan hızı yeni bir yön alıp günlük olarak gerçekleşmeye başlayana kadar Batı Şeria'da yerleşimin teşvikini dosyalarının ön sıralarına koydu.

Yerleşimci liderler, Filistinlilerin üzerindeki baskıyı sıkılaştıracak ve yerleşimlerin yakınındaki topraklara erişim haklarını baltalayacak yasa ve mevzuatın çıkarılmasını talep etme çabalarını yoğunlaştırıyor.

Filistin hükümeti Yerleşim ve Duvar Direnişi Komisyonu belgelerine göre Batı Şeria'da çiftçilerin zeytin ekili yaklaşık 430 milyon metrekarelik arazisi tehdit altında.

Filistinliler, yerleşim yerlerinin yakınında 134 milyon metrekare tarım arazisine ve çiftçilerin kapılardan geçerek buraya ulaştığı ilhak ve genişletme duvarının arkasında yer alan 295 milyon metrekare araziye sahip.

Komisyon, yerleşim yerlerinin etki alanının yaklaşık 519 kilometre kare, yerleşim yerlerinin alanının ise yaklaşık 155 kilometre kare olarak tahmin edildiğini belirtti.

Bu yılın ilk yarısında ordu ve yerleşimciler tarafından 8 bin 232 zeytin ağacının yerle bir edilmesine ve tahrip edilmesine tanık olundu; geçen yıl bu sayı 10 bin 291 idi.

Temizlenen alanlar

Zvi Sukkot, Batı Şeria ile ilgili önemli kararları alabilecek temel komite olan Dışişleri ve Güvenlik Komitesi bünyesinde yer alan "Yahudiye ve Samiriye Komitesi"nin başına atanmasından saatler sonra İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'tan, yerleşimcilere, ana yollara ve İsrail ordusu üslerine yakın olmaları nedeniyle Filistinlilerin yerleşim yerlerine bitişik tarlalarda zeytin toplamasının engellenmesini istedi.

Sukkot, "Zeytin hasadı mevsimi, Filistinlilere genellikle güvenlik nedeniyle erişimlerinin engellendiği yerlere erişim sağlıyor" dedi.

Sukkot açıklamasında şunları söyledi:

Flistinli işçiler Gazze sınırındaki yerleşim birimlerinde bilgi toplamak ve geçen 7 Ekim'de belgelemek için çalıştıklarından, zeytin hasat mevsimi daha az tehlike oluşturan alanlarla sınırlı olmalı.

İsrail gazetesi Haaretz'e göre 32 yaşındaki Sukkot, Aralık 2009'da Batı Şeria'nın Salfit yakınlarındaki Yasuf köyünde bir camiyi ateşe veren ilk Yahudi terör hücresinin lideriydi.

Duvarlarına "Tahsilat Fiyatı" sloganı yazılan dava, o dönemde kınamalara ve polisin ve Genel Güvenlik Ajansı Şin Bet'in aşırı sağa karşı çalışması yönündeki taleplere yol açmıştı.

Jerusalem Post'un haberine göre "Silah Arkadaşları" ve "Şimdi Barış" gibi İsrail hareketleri, Knesset üyesi Zvi Sukkot'un atanmasının "ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit teşkil ettiğini" söyledi.

Bu arada, "Şimdi Barış" hareketi, yaptığı açıklamada, "bir kundakçının bu kadar yüksek ve gizli bir göreve atanmasının ulusal güvenliğe zarar veren bir adım ve Amerikalı ortaklara bıçak darbesi olduğu" değerlendirmesinde bulundu.

Sukkot'un atanmasına yönelik itirazlara ve yerleşimcileri korumaya yönelik acil mesajında belirtilenlere rağmen İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Sukkot'un talebini destekledi ve "Yerleşimlerin çevresinde temiz güvenlik alanları oluşturma (yani Filistinlilerden tamamen arınmış) ve hasat amacıyla da dahil olmak üzere Arapların buralara girmesini engelleme" konusunda acele edilmesi çağrısında bulundu.

Başbakan Binyamin Netanyahu'ya hitaben yazdığı bir mektupta, temiz güvenlik bölgeleri oluşturmanın, yerleşimcilerin güvenliği ve bu bölgelerin Araplar tarafından saldırı düzenlemek için kullanılmasını önleme açısından önemli olduğunu açıkladı.

Ayrıca erkeklerin çoğu askere alındığı ve onlar da yalnız kaldığı için yerleşimci kadınların ve çocukların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak ve çatışmanın alevlenmesine ve hasara yol açmasına neden olabilecek sürtünmeyi önlemek için de böyle bir bölge oluşturmanın önemli olduğunu kaydetti.

Güvenlik bahaneleri

Yerleşim ve Duvar Direnişi Komisyonu'nun popüler kampanyasının koordinatörü Cemal Cuma'ya göre, güvenlik bahanesiyle çiftçilerin topraklarına erişiminden mahrum bırakılması, çiftçilerin müsadere edilmesine ve yerleşimlerin nüfuz ettiği bölgelere ilhak edilmelerine yol açıyor.

Cuma, "Yerleşimcilerin koruma ve güvenlik bahanesiyle talep ettiği şey, Filistinlilerin topraklarındaki varlığını tehdit ederek onları topraklarını zorla terk etmeye zorlayan sistematik bir politika. Arazi sahipsiz bırakıldığında yerleşimciler tarafından ele geçirilmeye veya yıllar sonra devlet arazisine dönüştürülmeye açık hale gelecek" dedi.

Yerleşim yerlerinin yarısının İsrail'in "devlet arazisi" olarak sınıflandırdığı araziler üzerine, diğer yarısının da Filistin'in özel mülkiyetindeki araziler üzerine inşa edildiğini belirten Cuma, yerleşimlerin doğrudan kontrolü altındaki arazi alanının Batı Şeria'nın toplam alanının yaklaşık yüzde 40'ını oluşturduğuna dikkat çekti.

2022 UNCTAD raporuna göre, kontrol noktaları tek başına Batı Şeria ekonomisine gayri safi yurt içi hasılanın en az yüzde 6'sına mâl oluyor.

Bu arada, hareketlerine uygulanan kısıtlamalar nedeniyle Filistinliler yılda 60 milyon saat, yani 274 milyon dolar iş kaybediyor.

İsrailli insan hakları örgütü Yesh Din ise İsrail yetkililerinin yerleşim yerlerinin korunmasına yönelik politikalarının "yıkıcı etkiye sahip olduğunu ve bu durumun Filistinlilerin güvenlik hakkı, mülkiyet hakkı, hareket özgürlüğü ve eşitliğin ciddi ihlallerine yol açmasının yanı sıra, doğal zenginliklere ilişkin kolektif hakkın da ihlal edilmesine yol açtığını" kaydetti.

İsrail'in İşgal Altındaki Topraklardaki İnsan Hakları Bilgi Merkezi "B'Tselem", C Bölgesi'nde "devlet arazisi" olarak sınıflandırılan yaklaşık 1,2 milyar metrekarelik alanın bulunduğunu doğruladı.

Bu alan Filistin Yönetimi'nin A ve B Bölgeleri içinde yer alan ve "devlet arazisi" olarak sınıflandırılan yaklaşık 200 milyon metrekareye ek olarak C Bölgesi'nin yüzde 36,5'ini ve Batı Şeria'nın toplam topraklarının yüzde 22'sini oluşturuyor.

Acil durum

Smoterich yalnızca Sukkot'u desteklemekle kalmadı, aynı zamanda Batı Şeria'daki İsrail cep telefonu şirketlerine tam kapsama sağlamak amacıyla Sivil İdare bütçesinden derhal 50 milyon şekel (13 milyon dolar$) aktarılmasını emretti.

İsrail Ordu Radyosu, orduya bağlı güvenlik, askeri ve sivil yönetim yetkililerinin, hücresel sinyal alımında ve bazı durumlarda özellikle Batı Şeria'da boşlukların olması gerçeğinin yerleşimcilerin yaşamları için bir tehdit oluşturduğu konusunda hemfikir olduğunu ortaya koydu.

Radyo açıklamasında, "Çok tehdit altındaki, geçmişte operasyonların yapıldığı, cep telefonu sinyalinin hiç olmadığı alanlar var, dolayısıyla ciddi bir güvenlik olayı sırasında yardım istemek mümkün değil" ifadelerine yer verildi ve şunlar eklendi:

Artık antenler hızlı bir şekilde hazırlanıp kurulacak, bu da hücresel kapsama alanındaki boşlukları çözecek.

Aynı zamanda Filistinliler, yerleşimcilerin, savaşın başladığı 7 Ekim'den bu yana, Batı Şeria'nın kuzeyindeki Homesh ve Avitar yerleşimlerinin yanı sıra, Batı Şeria'daki diğer 9 yerleşim birimindeki varlıklarını yoğunlaştırmak için acele ettiklerini doğruladı.

Bu 9 yerleşim birimi mart ayında İsrail hükümeti tarafından yasallaştırılmıştı.

Gözlemciler, Homesh'teki yerleşim inşaatlarının geçtiğimiz ekim ayından bu yana yüzde 200 oranında artarak iki katına çıktığına, 60 mobil evin, diğer tesislerin ve bir askeri kapının daha açıldığına dikkat çekti.

Duvar ve Yerleşim Direniş Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya göre, Ekim ayında yerleşim inşaatlarının tırmanmasına, geçen ay gerçekleşen 2 bin 70 saldırının yanı sıra, yerleşimcilerin saldırılarının, özellikle de vatandaşların zorla yer değiştirmelerinin yoğunlaşması eşlik etti.

Filistin hükümeti Yerleşim ve Duvar Direnişi Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya göre, ekim ayında yerleşim inşaatlarının artmasına geçen ay gerçekleşen 2 bin 70 saldırının yanı sıra, yerleşimcilerin saldırılarının, özellikle de vatandaşların zorla yer değiştirmelerinin yoğunlaşması eşlik etti.

Komisyon, "Yerleşimciler dokuz Filistinliyi öldürdü ve 100 Filistinli aileyi, özellikle doğu Ramallah ve Filistin Ürdün Vadisi'ndeki Bedevi topluluklarından uzaklaştırdı" dedi.

Resmi kaynaklara göre, İsrail'in savaşın başından bu yana uyguladığı "olağanüstü hal", Batı Şeria'nın geri kalan topraklarını parçalamayı, bölünmüş bölgelerde yaşayanları tecrit etmeyi amaçlayan yerleşim politikalarını pekiştirdi.

Ayrıca yerleşimleri geliştirmeye ve onlara güvenlik sağlamaya yönelik politikalar, Filistinlilerin ekonomik ve sosyal gelişme fırsatlarını ortadan kaldırdı ve coğrafi olarak bitişik ve yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını engelledi.

Independent Arabia - Independent Türkçe



İsrail yerleşimcileri Batı Şeria'da saldırılarını artırıyor

İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
TT

İsrail yerleşimcileri Batı Şeria'da saldırılarını artırıyor

İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)

Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde bugün yaşanan olaylar, son aylarda dikkat çekici biçimde artan yerleşimci saldırılarının yeni bir halkasını oluşturdu. Filistin haber ajansı WAFA’nın bildirdiğine göre, bugün (Cuma) sabah saatlerinde Batı Şeria’nın çeşitli bölgelerinde İsrailli yerleşimcilerin Filistinli sivillere ve onların mülklerine yönelik saldırıları yeniden tırmandı.

Güney El Halil’deki (Hebron) Masafer Yatta bölgesine bağlı Harebet el-Mercaz’da yerleşimcilerin Filistinli vatandaşlara yönelik şiddet içeren saldırısına ilişkin görüntüler ortaya çıktı.

Nablus kentinde ise yerleşimciler, Lübban eş-Şarkiye ve Amuriye köyleri arasındaki Taruca Dağı’nda yapım aşamasında olan ve Halil Ebu Senine ile ortaklarına ait altı turistik yapıyı ateşe verdi. Binaların bekçisi yangını söndürmeye çalışırken yanıklar nedeniyle yaralandı.

scd
İsrailli ve Filistinli aktivistler, yerleşimci saldırılarını protesto etmek için Batı Şeria'nın Beyt Cala kasabasında toplandı (AP)

Ayrıca Nablus’un batısındaki Deyr Şeref köyünde Nâsir Nâsir’e ait bir fidanlık yerleşimcilerin saldırısına uğradı; fidanlıktaki bitkiler ve malzemeler tahrip edildi.

Ramallah’ta da yerleşimciler, kentin kuzeyindeki Ebu Fellah köyünde bir tarım odasını kundakladı ve ırkçı sloganlar yazdı.

Beytullahim kentinde İsrail güçleri ve yerleşimcilerin Kisan köyüne yönelik saldırıları sonucu çok sayıda Filistinli gazdan etkilenerek boğulma tehlikesi geçirdi.

Filistinli yetkililere göre 1 ayda 766 saldırı

Duvar ve Yerleşim Birimleriyle Mücadele Kurumu’nun verilerine göre, yerleşimciler Ekim ayında çoğu Ramallah-El Bire, Nablus ve Hebron vilayetlerinde olmak üzere 766 saldırı gerçekleştirdi.

AB ve ABD’den sert tepki

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin gerçekleştirdiği saldırıları sert şekilde kınadı ve aşırı yerleşimci gruplar ile bazı şahıslara yaptırım uyguladı.

Batı Şeria’da yaklaşık 700 bin İsrailli yerleşimci, 3 milyon Filistinli ile birlikte yaşamaktadır.


Trump-Şara görüşmesi: Türkiye Dışişleri Bakanı'nın katılımı ve SDG'nin geleceği

ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025
TT

Trump-Şara görüşmesi: Türkiye Dışişleri Bakanı'nın katılımı ve SDG'nin geleceği

ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025

Ömer Önhon

ABD Başkanı Donald Trump'ın 10 Kasım'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı Beyaz Saray'da ağırlaması, türünün ilk örneği olan önemli bir olaydı.

Trump, ofisinde Şara'ya karşı olağanüstü bir sıcaklık gösterdi ve bu sıcaklık, neşeli hediye alışverişleriyle de vurgulandı. Görüşmeyi, Şi Cinping, Putin, Erdoğan ve Orban gibi sevdiği anlamına gelmese de hayran olduğu yabancı liderler için sıklıkla kullandığı “zor bir coğrafyada güçlü bir adam” ifadesiyle de süsledi.

Yakın zamana kadar ABD'nin en çok aranan teröristler listesinde yer alan ve yakalanmasını sağlayacak bilgiler sunanlara 10 milyon dolar ödülün vaat edildiği Şara, artık yeni bir yüz.

Suriye'de Kürtler, Aleviler ve Dürziler gibi azınlıklara yönelik muamele konusunda bazı endişeler devam etse de ABD ve uluslararası toplum, cihatçı geçmişini bir kenara bırakarak ona yeni bir Suriye düzeni inşa etme yolunda ilerlemesi için siyasi kredi sundu.

Şara, ülke genelinde DEAŞ hücrelerine karşı son dönemde yürütülen operasyonlar, Suriyeli Hristiyanlara yönelik bir arada yaşama ve hoşgörü gösterileri ile Suriyeli Yahudilerle yaptığı görüşmelerle de kanıtlandığı üzere, halkla ilişkilerin önemini kavramış bir pragmatist.

Trump-Şara görüşmesinin en önemli sonucu, Suriye'nin DEAŞ’a karşı kurulan Uluslararası Koalisyon’a katılımını duyurmasıydı. Suriyeli Kürtlerin yeni düzene entegrasyonu tartışılan en önemli konulardan biriydi ve Şam ile Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) gelecek hafta görüşmelere yeniden başlaması bekleniyor.

Yaptırımlar cephesinde bir miktar ilerleme kaydedildi, ancak Sezar Yasası'nın tamamen yürürlükten kaldırılması gerekiyor ve bu süreç Kongre onayı gerektiriyor.

İki lider ayrıca Suriye ve İsrail arasında bir güvenlik anlaşması imzalanması olasılığını da görüştü. Şara, Suriye'nin İsrail ile iyi ilişkiler kurma arzusunu yineledi ve devam eden görüşmeler olduğundan açıkça bahsetti, ancak İsrail işgali Golan Tepeleri'nin tamamını kapsayacak şekilde genişlerken ve hatta yeni Suriye topraklarına uzanırken bir anlaşma imzalamanın imkansız olduğunu da belirtti. ABD'nin bu ikilemden bir çıkış yolu bulacağına söz verdiği bildirildi.

Tartışılan diğer konular arasında Suriye'deki idari sistemin geleceği ve petrol kaynaklarının kullanımı ve dağıtımı konusu da vardı

Suriye Demokratik Güçleri/Halk Koruma Birlikleri (SDG\YPG) şu anda ülkenin petrol sahalarının çoğunu kontrol ediyor ve bu da Şam'ı, Dünya Bankası'nın son raporlarında yer alan en temkinli tahminlere göre yaklaşık 216 milyar dolar olarak tahmin edilen ve yeniden inşa için hayati önemde olan bir gelir kaynağından mahrum bırakıyor.

Washington ziyaretinin en büyük sürprizi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın katılımıydı. Türkiye, başlangıcından bu yana Suriye krizinde en önemli aktörlerden biri oldu ve bu ülkenin geleceğinde önemli bir söz sahibi. Fidan'ın Washington'da bulunması bir tesadüf değildi; ABD'nin daveti üzerineydi. Fidan, Trump ile Şara arasındaki görüşmenin bir kısmına katıldı.

cd
Trump, Beyaz Saray'da, ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın da katılımıyla Şara ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile görüştü, 10 Kasım 2025 (AFP)

Fidan daha sonra ABD Dışişleri Bakanı Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ile Özel Temsilciler Steve Witkoff ve Tom Barrack ile bir araya geldi. ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance de bir ara görüşmeye katıldı.

Türkiye'nin Suriye'de birçok çıkarı ve endişesi var; bunların başında da Kürt sorunu geliyor. Sınırları içindeki Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) ortadan kaldırmayı hedeflerken, aynı zamanda Suriye'de PKK'nın Suriye kolu olan YPG’nin oluşturduğu tehditleri sınırlayacak bir rejimin kurulması için çalışıyor. Türk-Amerikan ilişkileri, özellikle Biden yönetimi döneminde bu konuda keskin anlaşmazlıklara sahne oldu. Washington, YPG'nin PKK’nın bir uzantısı olmadığı konusunda ısrarcı olmuş ve Türkiye'nin endişelerine bir ölçüde kayıtsızlıkla yaklaşmıştı.

Ancak mevcut ABD Başkanı, Erdoğan ile iyi ilişkilere sahip ve Türkiye'nin, ABD çıkarlarıyla uyumlu olması koşuluyla, Suriye'de önemli bir rol oynamasını istiyor. Trump, ülkesinin SDG/YPG'ye yönelik politikasını değiştirdi, ancak ortada radikal bir değişim olduğunu söylemek zor. Görünüşe göre amacı, bu güçleri Suriye ordusuna entegre ederek meşrulaştırmak.

Türkiye'nin Suriye'de birçok çıkarı ve endişesi var; bunların başında da Kürt sorunu geliyor

Birçok kişi, Hakan Fidan'ın Washington'daki toplantılara katılımının Türkiye, ABD ve Suriye'yi bir araya getirerek çözüm bulmak için üçlü bir masanın kurulduğunu yansıttığına inanıyor. Katılımcı yetkililerin pozisyonları ve basit bir mantık, bu masanın, anlaşılır nedenlerle açıkça bulunmasalar bile, YPG ve İsrail'i de içerdiğini açıkça gösteriyor.

Bu hipotez, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Tom Barrack tarafından X platformundaki hesabından şu ifadelerle doğrulandı: “Dışişleri Bakanları Rubio, Hakan Fidan ve Esad Şeybani'yi bir araya getiren önemli üçlü toplantıda, ABD-Türkiye-Suriye çerçevesinin bir sonraki aşamasının özelliklerini belirledik. Bunlar SDG'nin Suriye'nin yeni ekonomik, savunma ve sivil altyapısına entegre edilmesi, Türkiye-Suriye-İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlanması ve İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin temelini oluşturan uzlaşının güçlendirilmesidir.”

Bazı gözlemciler, Fidan'ın davet edilmesini, Washington'un Türkiye'nin sürece yalnızca engel olmamasını değil, aynı zamanda sürece aktif olarak katılmasını sağlama arzusunun bir göstergesi olarak görüyor.

Onlarca yıl boyunca bir güvenlik tehdidi olarak görülen Suriye'deki Kürtler ise Esed döneminde baskıya maruz kaldılar. Birçoğuna kimlik bile verilmedi ve önemli bir kısmı vatandaşlıktan mahrum bırakıldı. 2011'de patlak veren Suriye krizi onlara bir fırsat sundu. Siyasi ve askeri olarak örgütlendiler ve 2014'ten itibaren ABD sürece dahil olarak SDG/YPG’yi eğitti, donattı ve genişletti.

Krizin başlangıcından ve Esed rejiminin devrilmesinden bu yana, bu güçler kazanımlarından vazgeçmeyeceklerini ve 2011 öncesi statükoya geri dönülmeyeceğini deklare ettiler. Belki de ilkelerden ziyade siyasi pragmatizmden hareketle Kürtler, Suriye'nin parçalanmasını değil, “demokratik birlik” adını verdikleri bir kavram dahilinde, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde taleplerine ulaşmayı amaçladıklarını vurguluyorlar.

x
Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara ve Mazlum Abdi, 10 Mart'ta Şam'da Özerk Yönetim kurumlarının Suriye devletine entegre edilmesini öngören anlaşmayı imzaladıktan sonra (SANA/AFP)

Kürtler, merkezi olmayan bir idari sistem kurulması, silahlı kuvvetlerinin korunmasının yanı sıra petrol gelirlerinden adil bir pay talep etmek konusunda ısrarcı. Trump ve Şara arasındaki Washington görüşmesinin ardından, SDG Lideri Mazlum Abdi, sosyal medya hesabından Başkan Trump'a teşekkür eden bir mesaj paylaştı. Ayrıca, Beyaz Saray'daki görüşmenin sonuçları hakkında Tom Barrack ile yaptığı harika bir telefon görüşmesinden de bahsetti. Abdi, güçlerinin Suriye devletine entegrasyon sürecini hızlandırma konusundaki kararlılığını vurguladı.

Şam ve Suriyeli Kürtler arasında görüşmeler

ABD yönetimi, Şam ve SDG/YPG de dahil olmak üzere çok sayıda kaynak, iki tarafın önümüzdeki hafta başında ABD gözetimi ve himayesinde bir görüşme gerçekleştireceğini bildirdi.

PYD’nin önde gelen isimlerinden Salih Müslim, bir Kürt gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Washington görüşmelerine katılımının, Türkiye'nin 10 Mart anlaşmasını ve ardından gelen süreci kabul ettiği şeklinde yorumlanabileceğini belirtti.

Gelişmeler Salih Müslim'in yorumunu doğruluyor gibi görünse de Türkiye'nin bugüne kadar kamuoyuna açıkladığı, PKK ve YPG’nin tamamen dağıtılması ve varlıklarının fiilen sona erdirilmesi yönündeki tutumuyla örtüşmüyor.

Henüz nihai bir karar veya resmi bir açıklama yayınlanmamış olsa da Şam ve Kürtler arasındaki görüşmeler aşağıdakileri içeren bir formüle doğru ilerliyor:

- SDG/YPG'nin Suriye Ordusu'na bir veya iki tümen ve iki tugay şeklinde entegre edilmesi.

- Bu birliklerin, Suriye'nin kuzeydoğu ve doğusunda SDG kontrolündeki bölgelerde konuşlandırılması.

- Gerektiğinde ülke genelinde konuşlandırılmak üzere en az bir terörle mücadele birliğinin tahsis edilmesi.

- Suriye Savunma Bakanlığı'nın üst düzey yönetim kadrolarına birkaç üst düzey SDG/YPG komutanının dahil edilmesi.

Bu güçlerin silahlı oluşumlarını, liderliklerini ve silahlarını korumalarına olanak tanıyan bu formül, Türkiye'nin tutumu ve talepleriyle çelişiyor. Zira bu, güçlerin dağıtılması değil, Suriye devleti ve savunma kurumları içinde yasal statü kazanmaları ve böylece meşrulaştırılmaları anlamına geliyor.

Gelişmeler Salih Müslim'in yorumunu doğruluyor gibi görünse de Türkiye'nin bugüne kadar kamuoyuna açıkladığı tutumuyla örtüşmüyor

Buna ilaveten, Türkiye ve Kuzey Irak'taki PKK mensupları meselesi de önemli bir konu. Reuters'ın geçen hafta yayınladığı bir habere göre, Türkiye, yaklaşık 8 bin PKK mensubunun Kuzey Irak'ta saklandıkları yerlerden geri dönmelerini sağlayacak bir anlaşmayı sonuçlandırmak için çalışıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu, Suriye ile yakından bağlantılı, çünkü bazılarının oraya yerleşmeyi tercih etmesi bekleniyor ve bu da YPG saflarını güçlendirebilir.

2011'den bu yana yaşanan Suriye krizi, Suriye'de yaşananların orada kalmadığını gösterdi. Bu, “PKK ile barış süreci”nin yanı sıra, halihazırda huzursuz ve endişeli olan Türkleri daha fazla endişelendirmemek ve kızdırmamak adına “Ulusal Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak da adlandırılan oldukça karmaşık bir yolda ilerleyen Türkiye için kritik bir nokta.

Belki de bu nedenle, Washington'daki gülümsemelerine rağmen Fidan, basın toplantısında bir uyarıda bulunarak, Suriye'nin kuzey, kuzeydoğu ve güneyindeki sorunların kötü yönetilmesinin Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit edebileceğini ve daha fazla parçalanmaya yol açabileceğini belirtti.

Ancak Fidan'ın Amerikalı mevkidaşıyla görüştüğü tek konu Suriye değildi. Filistin meselesi, özellikle Gazze'deki ateşkes, Rusya-Ukrayna savaşı, Rus petrolüne yönelik yaptırımlar ve İran meseleleri de dahil olmak üzere diğer konularda derinlemesine görüşmeler yaptıklarını da ifade etti.

Gazze'de ateşkes, Suriye ve Türkiye-İsrail ilişkileriyle de bağlantılı olduğu için özellikle önemli. Gazze'deki savaşın patlak vermesinden bu yana Türkiye, Filistinlilerin yanında kararlı bir şekilde durdu ve bu durum İsrail ile ilişkilerinde eşi benzeri görülmemiş bir bozulmaya yol açtı. Başkan Trump'ın barış planının kilit destekçilerinden biri olan Türkiye, istikrar gücüne katkıda bulunmak üzere asker göndermek de dahil olmak üzere süreçte rol oynamaya hazır olduğunu açıkladı. Ancak İsrail, bu duruma karşı çıktı ve Dışişleri Bakanı Katz, Hamas ile olan bağlarını öne sürerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştirdi.

Türkiye ile İsrail arasında Suriye'de bir çatışma olasılığı, işlerin daha da kötüleşmesini engellemeye çalışan ABD için anlaşılır bir endişe kaynağı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Ben-Gvir, itfaiye aracı bağışı ve 17 gencin eğitimiyle Suveyda sakinlerinin gönlünü kazanmaya çalışıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)
TT

Ben-Gvir, itfaiye aracı bağışı ve 17 gencin eğitimiyle Suveyda sakinlerinin gönlünü kazanmaya çalışıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yaklaşık bir yıldır İsrail’in işgali altında bulunan Suriye’nin güney bölgelerine yaptığı provokatif turdan ve aynı anda Suriye’den yürütülen silah kaçakçılığı ağının ortaya çıkarılmasından bir gün sonra, İsrail makamları dikkat çeken bir açıklama yaptı. Açıklamaya göre İsrail, Suveyda’dan 17 Dürzi gencine profesyonel yangın söndürme eğitimi vermeyi ve vilayete bir itfaiye aracı hediye etmeyi planlıyor.

Bu açıklama, sosyal medyada geniş yankı uyandırdı. Paylaşımların çoğunda, İsrail’in niyetlerine yönelik eleştiriler ve uyarılar öne çıktı. Sosyal medya kullanıcıları, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana İsrail’in 450 kilometrekareyi aşan Suriye toprağını işgal ettiğine (1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’ne ek olarak) ve Şam’dan ülkenin güney ve güneybatı sınırlarına uzanan bölgede güvenlik kontrolünü dayattığına dikkat çekti.

İsrail güçlerinin Suriye topraklarına ilk adım attığı günden bu yana bölgede gerilim yarattığı, toplumsal çatışmaları körüklemeye çalıştığı, hava saldırıları ve topçu bombardımanları düzenlediği, hatta Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı hedef aldığı belirtildi. Bu adımların, Şam yönetimine baskı kurmak ve onu güvenlik anlaşmalarına zorlamak amacı taşıdığı ifade edildi.

Gelen son bilgilere göre, Arap karşıtı söylemleri, aşırı sağcı tutumu ve ırkçı görüşleriyle bilinen İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir bakanlığına bağlı İtfaiye Kurumu’na Suveyda’ya bir itfaiye aracı gönderilmesi yönünde talimat verdi. Ben-Gvir bu adımı ‘üst düzey insani bir girişim’ olarak tanımladı. Ancak bölge kamuoyu, özellikle Araplarla ilgili politikaları göz önüne alındığında, Ben-Gvir’in bu girişiminin insani amaçlar taşıdığına pek ihtimal vermiyor. Bu nedenle söz konusu adımın gerçekten Suveyda’da çıkabilecek yangınlara destek olmayı mı hedeflediği, yoksa bölgede yeni fitneler ve çatışma alanları yaratmayı mı amaçladığı yönünde soru işaretleri doğmuş durumda.

cdft
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 28 Ocak 2024 tarihinde Gazze Şeridi ve Batı Şeria'nın kuzeyinde yerleşim yerlerinin yeniden inşası için çağrıda bulunan bir konferansta konuşuyor. (Reuters)

Gelen bilgiler, söz konusu girişimin İsrail’in güney Suriye’deki nüfuzunu ‘insani yardım’ görünümü altında genişletmeyi hedefleyen daha kapsamlı bir planın parçası olabileceği yönünde. Bu çerçevede İsrail’in, Suriye toplumunda ayrışma yaratmak amacıyla Dürzi topluluğu ile ‘özel bağlara’ sahip olduğu iddiasını öne çıkardığı değerlendiriliyor.

Şarku’l Avsat’ın Yediot Aharonot’tan aktardığına göre Dürzi topluluğundan 17 genç, üç hafta sürecek yoğun bir itfaiyeci eğitimine tabi tutulacak. Programın ardından her bir katılımcı, tam teçhizatlı şekilde Suriye’ye dönecek. Ayrıca Suveyda’da yeni bir itfaiye istasyonu kurulacağı ve bölgeye bir itfaiye aracı gönderileceği bildirildi.

Haberde, Ben-Gvir’in “Suriye’deki itfaiye istasyonu acil durumlarda kurtarma kapasitesi sağlayacak” dediği aktarıldı. Haberin devamında, İsrail’in, güney Suriye’deki Dürzilerle ilişkisini ‘derin bir stratejik bağ’ olarak nitelendirdiği ve sınırın ötesinde yaşayan Dürzi aileleri de bu çerçevede değerlendirdiği ifade edildi.

Ben-Gvir’in ayrıca şu sözlerine yer verildi: “İsrail’deki Dürzi topluluğuyla ilişkileri güçlendirmeyi sürdüreceğiz. Bunu hem ulusal güvenlik kurumlarında Dürzi subayların üst görevlere getirilmesiyle hem de ihtiyaç duyulan her alanda destek ve yardım sağlayarak yapacağız.”

xsd
İşgal altındaki Golan Tepeleri'nden İsrail ile Suriye sınırında kaçakçılık faaliyetlerinin artması, bu bölgeyi ‘Ekim 2023'ten bu yana silah ve uyuşturucu kaçakçılığının aktif bir merkezi’ haline getirdi. (İsrail Ordusu)

Söz konusu haber, çarşamba günü ortaya çıkarılan Suriye kaynaklı silah kaçakçılığı ağına ilişkin polis tarafından yayımlanan yeni detaylarla aynı dönemde gündeme geldi. Tel Aviv tarafından ‘Dürzi ağı’ olarak adlandırılan yapılanmanın tüm üyelerinin (18 kişi) Dürzi kökenli olduğu açıklandı.

Ağda yer aldığı belirtilen bazı isimler kamuoyuyla paylaşıldı. Buna göre Şefa Amr kentinde yaşayan 49 yaşındaki Rami Ebu Şah, yapılanmanın lideri olarak gösteriliyor. Diğer üyeler arasında Suriye’nin Hadr köyünden Yaser Burcas (29), Revad el-Bassar (25) ve Selman Ebu Kays (51) bulunuyor.

İsrail tarafında gözaltına alınanlar arasında ise Rami Ebu Şah’ın yanı sıra Yarka köyünden Emir Selman (25) ve Munir Ebu Davud (26) yer alıyor. Ayrıca İsrail ordusuna mensup askerler arasında İyad Halebi (45), Emel Selim (26), Suheyl Meadi (21) ve Şefa Amr’dan Salih Hanayfis’in (23) tutuklandığı bildirildi. Kimliklerinin açıklanmasına izin verilmeyen sekiz kişinin daha gözaltında olduğu ifade edildi.

xsdf
Suriye'den İsrail'e silah kaçakçılığı… Tel Aviv, düzenli ve yedek askerler dahil olmak üzere beş kişinin olayla ilgisi olduğunu açıkladı. (Polis Sözcüsü)

İsrail basınında yer alan sızıntılara göre, silah kaçakçılığında kullanılan araçların orduya ait kamyon ve askeri taşıtlar olduğu iddia edildi. Silahları ülkeye getirenlerin ise Bedevi aşiretlerin saldırısı sırasında Suveyda’yı savunmak için Suriye’ye geçtiklerini öne süren İsrailli Dürziler olduğu belirtildi. Bu kişilerin bölgede çok büyük miktarda silah buldukları ve bunları son derece düşük fiyatlara satın aldıkları ifade edildi. Aktarılan bilgilere göre bir tabanca bin şekel (yaklaşık 300 dolar), bir makineli tüfek 3 bin şekel, bir RPG roketatar ise 4 bin şekele alınmış; bu silahların İsrail’de beş ila on katı fiyatlarla satıldığı kaydedildi. Ayrıca, Suveyda’ya gönderileceği duyurulan itfaiye aracına ilişkin haberin, silah ticareti skandalının üzerini örtmeye yönelik bir girişim olabileceği ihtimali de gündeme geldi.