ABD Lübnan Eylem Grubu Başkanı, Filistinlilere yönelik toplu cezalandırmayı eleştirdi

Edward Gabriel, İsrail sınırında hata yapılmaması konusunda uyardı ve rızaya dayalı bir cumhurbaşkanının seçilmesi çağrısında bulundu.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ve ABD Lübnan Çalışma Grubu Başkanı Edward Gabriel, grup üyeleri arasında arabuluculuk yapıyor (Şarku'l Avsat)
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ve ABD Lübnan Çalışma Grubu Başkanı Edward Gabriel, grup üyeleri arasında arabuluculuk yapıyor (Şarku'l Avsat)
TT

ABD Lübnan Eylem Grubu Başkanı, Filistinlilere yönelik toplu cezalandırmayı eleştirdi

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ve ABD Lübnan Çalışma Grubu Başkanı Edward Gabriel, grup üyeleri arasında arabuluculuk yapıyor (Şarku'l Avsat)
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ve ABD Lübnan Çalışma Grubu Başkanı Edward Gabriel, grup üyeleri arasında arabuluculuk yapıyor (Şarku'l Avsat)

ABD’nin Lübnan Görev Gücü heyetine başkanlık eden Edward Gabriel, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, İsrail’in Filistinlilere dayattığı kitlesel askeri ceza doktrini olarak adlandırdığı durumu eleştirdi. “Hamas liderlerine ulaşmadan önce kaç sivilin öldürülmesi gerektiğini merak ediyorum” diyen Gabriel, masum insanların ölmesini durdurmak için ABD yardımının şekillendirilmesi çağrısında bulundu. Gabriel, son dönemde Kongre’deki temsilcilerin ve senatörlerin yanı sıra aralarında Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın da bulunduğu Başkan Joe Biden yönetimindeki üst düzey yetkililerle kapsamlı toplantılar yapıldığını belirterek, savaş uzadıkça gerginliğin kapsamının da genişleyebileceğine dair derin endişesini dile getirdi. Ayrıca Lübnan- İsrail sınırında hata yapma şansının arttığı konusunda da uyarıda bulundu.

Önceki ABD yönetimlerinde büyükelçi olarak görev yapan ve şu anda ABD’nin en büyük Arap lobisi olan destek grubuna liderlik eden Lübnan kökenli iş adamı Gabriel, zamanın geldiğine ve Lübnan’a şu an bir cumhurbaşkanı seçebilecek kadar olgunlaştığına dikkati çekti. Suudi Arabistan’ın bölgedeki bu korkunç olayları tersine çevirmek için oynadığı liderlik rolüne ve Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı sorununun çözümünde ilerlemeye izin veren bir fikir birliğine ulaşmak için Fransa, Mısır ve Katar’ın da yer aldığı beşli bünyesinde ABD ile iş birliğine dikkati çekti. Gabriel, “Çıkarlarını korumanın bir yolu var, ama daha da önemlisi Filistin halkı için adil bir Filistin devleti kurmaktır” dedi.

Lübnan’ın 19. yüzyılın ortalarından bu yana tanık olduğu en kötü ekonomik felaketin, ‘yolsuzluk ve yasadışı silahlandırılmış milisler yani Hizbullah’ tarafından temsil edilen bir iç nedenden kaynaklandığını vurgulayarak, bu krizden çıkışın İran ve İsrail ile ilgili olmayan bir stratejiye ihtiyacı olduğunu dile getirdi.

İşte röportajın tamamı;

-Herkes, Gazze ve İsrail’den gelen korkunç haberleri izliyor. Bu durum Lübnan’ı birçok açıdan etkiliyor. Ancak benim sorum şu; bunun Lübnan’a yayılma olasılığı da dahil olmak üzere ABD’nin bu çatışmaya ilişkin tutumunu nasıl açıklıyorsunuz?

Bunun ABD’de çok bölücü bir mesele olduğunu düşünüyorum. Herkeste çok fazla acıya ve ıstıraba neden oldu. Sevdiklerini kaybedenleri düşünemiyorum. Özellikle Filistin- Amerikan toplumu için bu çok zor. Bu nedenle bunu politik bir bağlama oturtmaya çalışayım. Biliyorsunuz Biden’ın İsrail’e vardığında kucaklaşması, aniden öldürülen yüzlerce masum insanı düşününce anlaşılır görünüyor. Bunun ani bir tepki olduğunu düşünüyorum. Bizim 11 Eylül 2001’den sonraki tepkimizden hiçbir farkı yok. Ancak daha sonra çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere Filistinlilerin kitlesel ve orantısız öldürülmesine yönetimden yavaş bir tepki geldi. Açıkçası bunun uluslararası toplumu şaşırttığını düşünüyorum. Şiddete son verilmesini talep etmek için çok çalışmak zorunda kaldılar. Son dönemde şiddeti durdurmak için büyük çaba sarf ettiklerini, sonra da ateşkes sağlayacak kadar ileri gittiklerini düşünüyorum. Birçok kişi, yeterince iyi olduğunu düşünmüyor. Ancak şimdilik, İsrail’in dayattığı kitlesel askeri ceza doktrini göz önüne alındığında, ABD’nin şu ana kadar yapabildiği şey budur. Onlar (yönetim), İsrail’e yapılacak yardımların, Batı Şeria sakinlerini öldürmemesini şart koşmayı düşünmeli ve aynı zamanda masum hayatların sürekli olarak öldürülmemesini sağlamalıdır.

Lübnan’a saldırı

-Evet Sayın Büyükelçi, çünkü Lübnan ciddi şekilde etkilenebilir. İkinci bir Nekbe’nin yaşanmayacağını umuyor olsak da gerçekleşmesi durumunda Lübnan dahil tüm bölge büyük bir sorunla karşı karşıya kalabilir. İkinci bir Nekbe ihtimalinden endişe duyuyor musunuz?

Bu savaş ne kadar uzun sürerse, tırmanma ihtimalinin de o kadar artacağından derin endişe duyuyorum. İran’ın, sonunda rehineler ve mahkumlarla ilgili şiddete son verilmesini ve müzakerelere gidilmesini istediğini açıkça ortaya koyduğunu düşünüyorum. Aslında gerilimi artırma çağrısı yapmayan ve pratikte Lübnan’ı ve kendisini Hamas’ın çabalarından uzaklaştıran Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın konuşmasını dinledim. Ayrıca ABD, İsrail’e karşı çok net. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın başlangıçta önleyici olarak Lübnan’a saldırmak istediğinin farkındayız. Başkan Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in bunu durdurmak için çok çabaladığına inanıyorum. Ancak ABD’nin de varlıklarını koruması gerekiyor. İsrail ve Lübnan açıklarında savaş gemileri var. Şu anda faaliyetleri, yalnızca ABD varlıklarını veya vatandaşlarını etkileyen bombalama sahalarıyla sınırlıdır. Eğer bu böyle devam ederse ve İsrail ile Hizbullah arasındaki mesele tırmanmazsa, diplomasinin başarılı olacağını umuyorum. Ancak ne kadar uzun sürerse hata yapma olasılığı da o kadar artar.

Blinken, Nuland ve diğerleri

-Lübnan’ın sadece şimdi olanlara karşı değil, geçmişte yaşananlara karşı da koruyucu bir kılıf oluşturmasında etkili bir rol oynadınız. ABD içerisinde ne yaptığınıza biraz ışık tutabilir misiniz? Bir noktada Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ve belki perde arkasında başka isimlerle bir araya geldiğinizi gördüm. Ne yaptığınızı bize anlatabilir misiniz?

Tabi ki. Geçtiğimiz iki hafta içerisinde onlarca toplantı yaptık. 20’den fazla Kongre üyesi ve personeliyle bir araya geldik. Bakan Antony Blinken ve Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ile görüştük ve Beyaz Saray’da üç, Dışişleri Bakanlığı’nda ise bir toplantı yaptık. Çok güçlü bir çaba sarf ettik. Temel olarak üç şey talep ediyoruz: Birincisi, ateşkes sağlanmalı, şiddetin daha fazla artmasının önlenmesi için bir an önce şiddetin durdurulması gerekiyor. Bu anlamda İsrail’in askeri cezalandırma doktrininin bu noktada çok sert olduğunu güçlü bir şekilde hissediyoruz. Kaç Hamas lideri var? Peki Hamas liderlerine ulaşmadan önce kaç sivilin öldürülmesi gerekiyor? Bir noktada bunun durması gerekiyor. İkincisi, bazen en kötü zamanlarda Lübnan cumhurbaşkanını seçmenin zamanı gelmiştir. Dünya liderlerinin, telefonun diğer ucunda, tarafsızlık, ülkeyi desteklemek ve Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin işini yaptığından emin olmak hakkında konuşmak için geçici bir liderin dışında bir isme ihtiyaç var. Hizbullah’a doğru mesajın verilebilmesi için bu aşamada bir başkana ihtiyaç var. Artık koşullar olgunlaşmış olabilir. ABD, Fransa, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır’dan oluşan beşliyi şimdi toplanmaya ve hemen Lübnan’a gitmeye çağırıyoruz. Zaman geldi. Tüm taraflar kendi kişisel adaylarını bir kenara bırakıp uzlaşma arayışındalar, ancak liderliğe ihtiyaçları var. Beşliyi harekete geçirebilecek tek taraf var. ABD’nin bunu yapmak için itme çekme eyleminde bulunması gerekiyor. Ancak Suudi Arabistan ve Katar’ın bu çaba hususunda büyük liderler olduğuna inanıyorum. Son olarak, ABD’nin liderlik rolü oynaması gerekiyor. Biliyorsunuz, Thomas Friedman ‘Siz Orta Doğu’yu umursamıyor olabilirsiniz ama Orta Doğu’nun sizi umursadığı kesin’ diyor. Orta Doğu için bir stratejiye, Lübnan için İran ve İsrail ile ilgili olmayan bir stratejiye ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. Lübnan’a yönelik bir strateji, Körfez’deki dostlarımızı da kapsayan Orta Doğu’ya yönelik kapsamlı bir stratejinin parçası ve bu sorunları çözmek için birlikte nasıl çalışabileceğimiz bir strateji olmalı. Bunlar üç büyük mesaj.

Suudi Arabistan anahtar niteliğinde

-Bunu belirttiğiniz için teşekkür ederiz. Özellikle Suudi Arabistan’ın, öncelikle Lübnan’ın istikrarını korumaya yardımcı olma ve aynı zamanda bir süredir içinde bulunduğu, Mavi Hat’taki gerilim nedeniyle artık çok tehlikeli hale gelen bu karanlık tünelden çıkmasına yardımcı olma konusundaki potansiyel rolünü sormak istiyorum. Ne yapılıyor?

Evet, bu soru için teşekkür ederim. Suudi Arabistan’ın şu anda bu korkunç olayları tersine çevirecek en önemli ülkelerden biri olabileceğine inanıyorum. Şu anda Suudi Arabistan için önemli olan iki şey görüyorum. İlk olarak, beşli içinde Katar, ABD ve diğer ülkelerle başkanlık sorununun çözümünde ilerlemeye olanak sağlayacak bir fikir birliğine varılması gerekiyor. Onlar, bunun anahtarıdır. Söyledikleri, diğer ülkelerin hareket etme şeklini büyük ölçüde etkileyecektir. Elbette ABD’nin bunu başarabilmesi için Suudi Arabistan’la yakın işbirliği içinde çalışması gerekiyor. İkinci olarak, sanırım ertesi günün (savaştan sonraki) gerekliliğini düşündüğünüzde, bilirsiniz, yönetime söylediğimiz şeylerden biri, savaş hakkında her konuştuğunuzda, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını da dahil etme gerekliliğidir. Bu bakımdan Suudi Arabistan’ın ertesi gün yapacaklarına İsrail’in çok büyük ilgi duyduğunu düşünüyorum. Bu anlamda Suudi Arabistan, ABD, diğer Körfez ülkeleri, Mısır ve diğer Orta Doğu ve Avrupa ülkeleriyle çalışma konusunda oldukça büyük bir yeteneğe sahip. Ancak gerçek anlamda Amerikan ve Suudi liderliği altında İsrail'in çıkarlarını korumanın bir yolu olduğunun, ancak bundan daha da önemlisi, Filistin halkı için adil Filistin devletinin kurulması olduğunun görülmesi gerekiyor.

Ne İran ne de İsrail

-Teşekkür ederim Büyükelçi, Lübnan’ın karşı karşıya olduğu artan zorlukların bazılarından bahsettiniz. Başka yönleri de var; Mali ve ekonomik kriz ve benim Lübnan’da hukukun üstünlüğü krizi diye adlandırdığım şey. Hukukun üstünlüğü olmadığı için milislerin ve diğer grupların umursamadan hareket ettiğini görüyoruz. Dürüst olmak gerekirse Lübnan’da ülke yok. Sorum şu; Lübnanlı Amerikan topluluğu tüm bu cephelerde nasıl yardımcı olabilir?

Güzel. Bu yardımcı oluyor, gördüğünüz gibi. Sadece Lübnanlı Amerikan topluluğuna hitaben değil, tek bir büyük sesle konuşuyor. Ancak Lübnan Eylem Grubu, ileriye yönelik düşünceli bir süreç, düşünceli bir politika oluşturmak için Washington’daki düşünce kuruluşu topluluğuyla da çok yakın çalıştı. Arap- Amerikan toplumu, Lübnanlı Amerikan toplumu ve Lübnan meseleleri üzerine uzman olan bu uzmanların, hepimizin birleştiğini düşünüyorum. Bu anlamda bazı noktaları açıklığa kavuşturmanın önemli olduğuna inanıyorum. Öncelikle (ve haklısınız ki) bu, 19. yüzyılın ortalarından bu yana yaşanan en kötü ekonomik felakettir. Bunun nedeni içseldir ve dış güçlerden ya da küresel durgunluktan kaynaklanmamaktadır. Yolsuzluktan ve yasa dışı silahlı milislerden, yani Hizbullah’tan kaynaklanıyor. Bunlar çözülmesi gereken iki büyük sorun. Önlerinde IMF’nin reform teklifi var ve bu konuda fikir birliğine varmak için tüm taraflarla çalışıyoruz. Başkan konusunda uzlaşmaya varmak için taraflarla birlikte çalışıyoruz. Eğitim, sağlık ve hatta mülteci sorunuyla ilgili konularla ilgileniyoruz. Bu yüzden birlik oluyoruz ve faydalı olmaya çalışıyoruz. Ama sonuçta artık her şey bir cumhurbaşkanı seçmekle ilgili. Bunu yapabilmek için Suudi Arabistan, ABD ve Pentagon’un bu çabayı sarf eden Lübnan-Amerikan toplumuyla bir araya gelmesine gerçekten ihtiyacımız olacak.

Amerika’nın gizli silahı

-Dünyadaki herkes buranın sadece güzel bir ülke değil aynı zamanda çok çeşitliliğe sahip bir ülke olduğunu düşünüyor. Bir arada yaşam var. Doğu’nun İsviçre’si olarak tanımlandı. Ama şimdi insanlarla konuştuğunuzda şöyle diyorlar: Ah, bu ülkenin bir cumhurbaşkanı yok, parlamentosu çalışmıyor, hükümeti çok zayıf. Şu an Lübnan’ın ne faydası var? Lübnanlılar kendilerine ve ülkelerine yardım etmiyorsa neden Lübnan’ı bu kadar destekleyelim ki?

Peki, konu Lübnan dosyasına veya Lübnanlı Amerikalılara geldiyse, Amerika’nın çok gizli bir silahı var: Lübnan kökenli, çok nitelikli ve Lübnan’ın ABD Kongresi ve ABD için bir öncelik olarak kalmasını sağlamak için çalışabilecek çok sayıda başarılı Amerikalı var. İkincisi, Lübnan’ın Orta Doğu’nun en önemli çoğulcu ülkesi olduğunu unutmayın. Üstelik demokrasiyi, insan haklarını, Batı düşüncesini anlatan harika bir eğitim sistemi var. Bu anlamda Lübnan, hem ilköğretim hem de ortaöğretimdeki üniversite sistemi aracılığıyla, bölgedeki liderlerin yetiştirilmesine ve eğitilmesine yardımcı olacak değerli bir araçtır. Birçoğu, örneğin Beyrut Amerikan Üniversitesi’ne gitti. Dediğim gibi hukukun üstünlüğü üzerine kurulmuş bir ülke, halkı da çok eğitimli. Şu anda beyin göçüne rağmen ve bu durum zor olsa da Lübnan, dünya çapındaki diaspora ve ülke içindeki eğitimli Lübnanlılar nedeniyle durumu kontrol altına almak için her türlü nedene sahip. Bunun yavaş bir süreç olduğunu unutmayın. Geçen yıl parlamento seçimleri yapıldı ve Hizbullah’taki çoğunluğu mağlup ettiler. Çok yavaş ilerliyor, ama kesinlikle oluyor. Bu durum, Suudi Arabistan Krallığı, ABD, Fransa ve diğerleri gibi Lübnan’ın dostlarından, ayrıca ABD’deki ve dünyadaki bu çok güçlü Lübnan diasporasından ortak bir çaba gerektirecek.

Lübnanlılar yalnız değil

-Bu çok umut verici bir açıklama. Son olarak bu kritik anda Lübnanlılara doğrudan bir mesajınız var mı?

Lübnan halkı yalnız olmadığını bilmeli. Onları önemseyen çok sayıda insan var. Lübnanlı Amerikalılar ve dünyanın dört bir yanındaki Lübnan diasporası, doğrudan yardımla ve dolaylı olarak uluslararası toplumun Lübnan’a yönelik çözümlere odaklanmasını sağlayarak onlara yardım etmek için gece gündüz çalışıyor. Başkan Joe Biden’ın en önemli elçilerinden biri olan ve ortaya giden Beyaz Saray Enerji Danışmanı Amos Hochstein’i gördünüz. Antony Blinken’in Lübnan hakkında doğrudan konuştuğunu duydunuz. Toplantılarımıza en üst düzeyde devam ediyoruz. Bu nedenle Lübnan’ın öncelikli hale getirilmesine büyük önem veriliyor. İsrail ile yapılan denizcilik anlaşmasının, güven oluşturabilecek ve sonrasında kara sınırlarına geçebilecek küçük taktiksel meselelerin sadece başlangıcı olmasını umuyoruz. Elbette savaşla ilgili daha büyük bir sorun olduğunda bu şeyler unutulur. O halde şimdi buna odaklanalım ve Lübnan halkının sesinin dünya genelindeki başkentlerde iyi bir şekilde duyulmasını sağlayalım. Bu, büyük bir iş. Lübnan halkı yalnız olmadığını bilmeli.



İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
TT

İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)

Zeyneb Mustarah, Beyrut'ta bir etkinlik planlama şirketi işletiyordu. Ancak geçen yıl İsrail'in Lübnan'da bubi tuzaklı çağrı cihazlarını patlatması sonucu yüzünden ve sağ elinden yaralandı. Zeyneb, eli ve gözlerinin sağlığına kavuşması için çok sayıda ameliyat geçirdi.

17 Eylül 2024'te, Hizbullah'ın üyeleri tarafından taşınan binlerce çağrı cihazı aynı anda patladı, bir gün sonra da diğer kablosuz cihazlar (telsizler) patladı.

Patlamalarda 39 kişi öldü ve 3 bin 400'den fazla kişi yaralandı. Yaralananlar arasında patlama anında cihazların yakınında bulunan ve İran destekli örgütün mensubu olmayan çocuklar ve siviller de vardı.

Şu anda 27 yaşında olan Zeyneb de yaralananlar arasındaydı.

Zeyneb, Reuters'a verdiği demeçte, evden çalışırken akrabalarından birine ait çağrı cihazının mesaj almış gibi bip sesi çıkardığını, ardından dokunmadan patladığını söyledi. Bilincini kaybetmemiş olsa da yüzünde ve elinde ağır yaralanmalar meydana geldi.

Şok edici bir saldırı

Zeyneb geçtiğimiz yıl 14 ameliyat geçirdi ve önünde halen yedi estetik ameliyatı var. Zeyneb, sağ el parmaklarını ve görme yetisinin yüzde 90'ını kaybetti.

Zeyneb, “Görme yetim sadece yüzde 10 olduğu için artık iç mimarlık okuyamam. Allah izin verirse, gelecek yıl kendime uygun üniversite bölümlerine bakacağız, böylece okula devam edebileceğim. Ama kesinlikle oturup hiçbir şey yapmadan durmayacağım” ifadelerini kullandı.

Çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması, İsrail ile Hizbullah arasında yıkıcı bir savaşı tetikledi ve bu da Lübnan'ın geniş alanlarının tahrip olmasına yol açtı.

Patlamalardan iki ay sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sözcüsü, başbakanın saldırıya yeşil ışık yaktığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre İsrail, Hizbullah tarafından satın alınan binlerce çağrı cihazının içine, küçük ama yüksek patlayıcılı fünyeler sakladı.

Bu cihazlar, Hizbullah mensupları tarafından taşınıyordu.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, patlamaları ‘şok edici’ olarak nitelendirerek, siviller üzerindeki etkisinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.

Volker Türk, cihazları kimin taşıdığını veya nerede bulunduğunu kesin olarak bilmeden binlerce kişiyi aynı anda hedef almanın, ‘uluslararası insan hakları hukukunu ihlal ettiğini’ bildirdi.

Yaralanan sağlık çalışanları

Hizbullah'ın er-Resulu’l A'zam Hastanesi'nin mühendislik ve tıbbi ekipman müdürü 34 yaşındaki Muhammed Nasıruddin, çağrı cihazları patladığı sırada kendi cihazını cebinde taşıyordu. Nasıruddin, bu cihazı, hastanede gerekli olan bakım işlerine erişimi kolaylaştırmak için kullandığını söyledi.

17 Eylül'de, oğlunun okulunun ilk günü olduğu için eşiyle telefonda konuştu. Birkaç dakika sonra, taşıdığı çağrı cihazı patladı.

Patlama sonucu sol gözünü ve sol el parmaklarını kaybetti, kafatasına şarapnel parçaları saplandı. İki hafta komada kaldı. Nasıruddin halen yüz ameliyatları geçiriyor.

Uyandığında, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Beyrut'un güney banliyölerinde İsrail'in düzenlediği saldırılarda öldürüldüğünü öğrendi. Bu olay, Hizbullah ve destekçileri için bir dönüm noktası oldu.

Ancak Nasıruddin, oğlu onu bu halde görene kadar tek bir damla gözyaşı dökmedi.

O şöyle dedi: “Gözümü ve parmaklarımı kaybettim ama ağlamadım... Hissettiğim tek üzüntü, oğlumun babasının durumunun böyle olmasını nasıl kabullenebildiğiydi.”

Lübnan Meclisi Milletvekili ve göz cerrahı Elias Jradi, çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarına onlarca ameliyat yaptı ve bazı vakaların ömür boyu tedavi gerektireceğini söyledi.

Reuters'a konuşan Jradi şu ifadeleri kullandı: “Çoğu bu yıl birkaç ameliyat daha geçirmeli. Çoğu ömür boyu takip gerektiriyor… Tedavinin belirli bir noktada sona ereceğini sanmıyorum; devam edecek. Her vaka insani bir vakaydı, özellikle de size ‘Bize ne oldu?’ diye soran çocuklar veya kadınlarla karşı karşıya kaldığımızda... Onlara cevap veremiyorsunuz.”


Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
TT

Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dün, hükümetinin ülkenin güneyindeki Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Suveyda ilinde meydana gelen kanlı şiddet olaylarının etkilerini gidermek ve bölgede güvenliği yeniden tesis etmek için bir ‘yol haritası’ hazırladığını duyurdu.

Şeybani dün Şam'da Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile düzenlediği ortak basın toplantısında, planın Ürdün ve ABD tarafından desteklenen pratik adımlara dayandığını açıkladı. Şeybani’nin açıklamasına göre bu adımların başında ‘Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile tam koordinasyon içinde, sivillere ve onların mülklerine saldırıda bulunanların tümünün hesap vermesi’ geliyor.

Şeybani, planın ‘ABD’nin Suriye hükümeti ile istişare halinde, Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü teyit ederken hem Suriye'nin hem de İsrail'in meşru güvenlik endişelerini ele alan, Suriye’nin güneyi ile ilgili İsrail ile güvenlik anlaşmaları yapılması için çalışması gerektiğini’ öngördüğünü belirtti.


ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.