Abbas İbrahim: Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri ile ilişkim gayet normal

“Lübnanlılar istiyorsa Hizbullah'a meydan okumalı” diyen Abbas İbrahim, Al Majalla'ye verdiği röportajda Gazze savaşının yansımalarının iki veya üç yıl süreceğini söyledi.

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (sağda) ve Lübnan Kamu Güvenliği eski Genel Müdürü Tümgeneral Abbas İbrahim. (Al Majalla)
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (sağda) ve Lübnan Kamu Güvenliği eski Genel Müdürü Tümgeneral Abbas İbrahim. (Al Majalla)
TT

Abbas İbrahim: Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri ile ilişkim gayet normal

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (sağda) ve Lübnan Kamu Güvenliği eski Genel Müdürü Tümgeneral Abbas İbrahim. (Al Majalla)
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (sağda) ve Lübnan Kamu Güvenliği eski Genel Müdürü Tümgeneral Abbas İbrahim. (Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Lübnan Kamu Güvenliği eski Genel Müdürü Tümgeneral Abbas İbrahim, Al Majalla’ye verdiği röportajda Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri ile ilişkisinin ‘gayet normal’ olduğunu söyledi.

Lübnan'da şu anda bir cumhurbaşkanı seçilmesini uzak bir ihtimal olarak gören İbrahim, “Lübnan’da cumhurbaşkanı ve tam yetkilere sahip bir hükümet var olduğunda, Lübnan devletinde boşalan pozisyonlara asıl yetkililer atanacaktır” dedi.

İbrahim, Lübnanlıların ülkeyi Hizbullah yüzünden değil ekonomik nedenlerle terk ettiklerini söyledi. Bir soruya yanıt olarak şu cevabı verdi: “Eğer Hizbullah'ın ağır eli yüzünden gittikleri doğruysa o zaman nazik olsunlar ve yüzleşsinler. Çünkü biz de tek bir partinin siyasi hayata hâkim bir partiyi kabul etmiyoruz.”

İbrahim ayrıca, Gazze savaşının yansımalarının iki veya üç yıl süreceğini söyledi.

İşte Al Majalla’nın, Lübnan Kamu Güvenliği eski Genel Müdürü Tümgeneral Abbas İbrahim'le gerçekleştirdiği röportajın dördüncü ve son bölümü:

- Güvenlikten çok siyaset üzerine konuştuk...

Benim için politik bir gelecek öngördün.

- Egemenliğinizin bir tanımı da, siyasi rol üstlenen bir güvenlik görevlisi olmanız. Bu ne anlama geliyor?

Siyasi güvenliğin de bir parçası olan Lübnan Kamu Güvenliği’nin yetkilerinden bahsetmiştim. Kamu Güvenliği Kanunu bunu öngörüyor.

- Ama bu siyasi bir rol değil...

Ülkedeki siyasi güvenlikten sorumlu, siyasi güvenlik konusunda çalışan ve en azından siyasetçi olabilecek siyasi geçmişi olan…

Ülkede siyasi düzeyde boşluk olduğu için siyasi bir rol oynadım. Söz konusu siyasi boşluğun tamamını veya bir kısmını doldurdum.

- Ama sen siyasi bir rol oynadın...

Siyasi bir rol oynadığım doğru. Çünkü açıkçası ülkede siyasi düzeyde bir boşluk vardı...

- Peki bu boşluğu doldurdunuz mu?

Tamamını veya bir kısmını doldurdum.

- Fakat görev süreniz uzatılmadı...

Doğru. Belki de erken dönemde politik bir rol oynadığım için böyle olmuştur.

- Görev süreniz uzatılmadığı için kendinizi haksızlığa uğramış hissediyor musunuz?

Tümgeneral İbrahim’in görev süresinin yani memuriyetinin uzatılmaması sanki bir istisnaymış gibi yaygın ve yanlış bir algı var. Eğer görev sürem uzatılsaydı, bu bir istisna olurdu. Böyle bir hak talep edildiği anda Lübnan Temsilciler Meclisi’nde oturum düzenlenmesi konusunda herhangi bir anlaşma yoktu. Çünkü görev süresi uzatma kararı bir yasa çıkarılmasını gerektiriyor. Hristiyan tarafıysa buna zorunluluk yasası diyor. Bir memurun görev süresinin uzatılması için oturum düzenlemek bir zorunluluk değil. Dolayısıyla oturuma katılmadılar ve yeterli çoğunluk sağlanamadı. Görev süresinin uzatılması için son tarih olan 2 Mart'ı geçtik. Yani uzatma gerçekleşmedi.

fdgebag
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, 5 Aralık 2022'de kabine toplantısına başkanlık ediyor. (AFP)

- Lübnan Kamu Güvenliği Genel Müdürlüğü makamı Lübnan'daki tek boş pozisyon değil. Cumhurbaşkanlığı ve Merkez Bankası yönetiminde de boşluk var. Geçici bir hükümet var. Pratik olarak Lübnan'daki kilit pozisyonların ve makamların çoğu boş.

‘Boş’ ifadesi doğru bir kullanım değil.

- En doğru ifade nedir?

Örgüt kurma ve örgütleme yasalarında özellikle askeri ve idari alanlarda bu konular dikkate alınıyordu, siyasette ise durum farklı. Her başkan veya kurum başkanının bir başkan yardımcısı vardır. Bu temsilci, başkanın herhangi bir nedenle yokluğunda yasal olarak yerine geçer. O sebeple ‘boş’ kelimesi uygun değil. ‘Vekaleten yürütme’ diyebiliriz. Herhangi bir boşluk mevcut değil.

- Ancak herhangi bir kurumun başkanının belli bir mezhepten, yardımcısının ise başka bir mezhepten olduğu, dolayısıyla Lübnan Kamu Güvenliği ile Merkez Bankası Başkanlığı arasında bir ödünleşme yaşandığı biliniyor.

Soruyu anladım. Bu bir değiş-tokuştan çok bir tesadüf. Yani benim görev sürem uzatılsaydı kurumun başında kalacaktım ve Lübnan Merkez Bankası Başkanı da o an yaşadığı duruma bağlı mülahazalardan dolayı süre uzatımına gitmeyecekti… Bu kurumun başına da bir Şii gelebilirdi. Dolayısıyla bu kasıtlı bir mesele olmaktan ziyade tesadüftür.

- Tahmininize göre Lübnan'da temel kurumların başkanları ne zaman olacak?

Anayasal kurumlar söz konusu olduğunda. Anayasal kurumlar derken cumhurbaşkanlığı ve hükümeti kastediyorum.

- Sizce bu tamamen Lübnan'ın meselesi mi? Bölgesel ve uluslararası meselelerle bağlantılı değil mi?

Hayır. Lübnan’da cumhurbaşkanı ve tam yetkilere sahip bir hükümet var olduğunda, Bakanlar Kurulu'nun ilk toplantısını takip eden günlerde Lübnan devletinde boşalan pozisyonlara asıl yetkililer atanacaktır.

sxdcfer
Lübnan Cumhurbaşkanlığı makamı uzun süredir boş. (AFP)

- Yakın zamanda cumhurbaşkanı seçilme ihtimali görüyor musunuz?

Hayır. Şu anda bunu yakın görmüyorum.

- Bölgesel ve uluslararası anlayış olmadığı için mi?

Şu anda Gazze'de yaşananlar işleri daha da karmaşık hale getirebilir. Çünkü yapısı ve içinde azınlık ve çoğunluğun bulunmaması nedeniyle ne yazık ki bir cumhurbaşkanı çıkaramayan Temsilciler Meclisi'nin mevcut durumu, dış meseleyi her geçen gün cumhurbaşkanının seçiminde ve seçiminin zamanlamasında daha da belirleyici bir unsur haline getiriyor. Bana göre Suudi Arabistan, İran ve ABD bu konunun baş oyuncuları. Anlaşma sağlanamadığı ve Gazze'de yaşananların sonuçları ABD ile İran arasındaki uçurumu genişlettiği sürece bu konu daha da zorlaşacak.

İki buçuk yıl sonra parlamentoya katılmak için aday olabilirim ve büyük ihtimalle de aday olmayı deneyeceğim.

- Uzun süre siyasi güvenlik alanında çalıştıktan ve bu geniş, birbirine bağlı ilişkiler ağından sonra arzunuz nedir?

Lübnan Kamu Güvenliği’nde yaptığım işe bir kamu hizmeti olarak baktım, yani bazen sizin de söylediğiniz gibi işin dar çerçevesinin dışına çıkıp kamu hizmetine geçtim. Yaptığım şeyler arasında rehineleri serbest bırakmak ve benzeri şeyler de vardı. Son 12-13 yıldır yaptıklarım malum ve bu da vermeye devam ettiğim kamu hizmeti çerçevesindedir. Benim amacım Lübnan'ı tüm ülkeler gibi mezhepçilikten arınmış bir devlet olarak görmek. Şu anda birbirinden farklı mezheplerin var olduğu Fransa'dayız ama ‘Fransız vatandaşı’ diye bir kavram var. Ülkesinin vatandaşı olmak, kişi için diğer tüm üyeliklerden, aidiyetlerden önce geliyor. Mensubu olduğu mezhebin ibadethanesinde dua ediyor ama sonuçta o her şeyden önce bir Fransız vatandaşı. İşte bu benim arzum.

dwefr
Lübnan Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri, 26 Eylül 2022'de Temsilciler Meclisi'nin bir oturumuna başkanlık ediyor. (Reuters)

- Ancak kamusal bir rol oynayacak bir araç var. Sizce bu araç, bu platform, Temsilciler Meclisi'nin platformu mu, yoksa Dışişleri Bakanlığı'nın platformu mu?

Bana şöyle bir soru soruldu: “Bakan olsaydın hangi bakanlığı isterdin?” Ben de “Benim son 12 yılda yaptıklarımla eşleşen bakanlığı, yani Dışişleri Bakanlığı’nı isterim” dedim. Bu benim bir bakanlık istediğim anlamına gelmiyor. Ben herhangi bir bakanlık istemiyorum. Ancak iki buçuk yıl sonra parlamentoya katılmak için aday olabilirim ve büyük ihtimalle de aday olmayı deneyeceğim.

- Dolayısıyla Lübnan'daki mezhep dengesi nedeniyle Temsilciler Meclisi Başkanlığı görevini de üstlenme ihtimaliniz var...

Allah şu anki Meclis Başkanı Nebih Berri'nin ömrünü uzun eylesin.

- Mevcut Meclis Başkanı ile aranız nasıl?

Gayet normal.

- Normal mi, iyi mi, yoksa mükemmel mi?

Hayır, hayır, normal. Bu ilişkiyle ilgili her röportajda her zaman bir soru sorulur. Bu ilişki son derece normaldir. Soru şaşırtıcı. Görev sürem uzatılmadıktan sonra ortaya çıkan kafa karışıklığını, söylentileri ve söylenenleri biliyorum. Ama ilişkimiz gayet normal.

- İyi değil ama normal...

‘Bozuk’ değil.

sfergt
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke vilayetinin el-Kahtaniye kasabası yakınlarındaki Rus ve Amerikan askerleri, 8 Ekim 2022. (AFP)

- Biraz da Suriye meselesine dönecek olursak, üç nüfuz alanına bölünmüş, beş yabancı ordunun konuşlandırıldığı mevcut Suriye'nin eski haline dönebileceğini düşünüyor musunuz?

Suriye'yi her ziyaretimde gördüğüm birlik ısrarı ve yerinden edilmiş toplulukların içinde dahi gördüklerim ışığında eski haline döneceğini göz ardı etmiyorum. Dediğim gibi Suriye'nin coğrafi olarak bildiğimiz Suriye'ye döneceğini görüyorum. Siyasi düzeyde hükümetin veya rejimin nasıl olacağı, Suriye halkının karar vereceği bir şey, sizin veya benim değil. Suriye topraklarının birliğine gelince, rejim yanlısı ve muhalif tüm Suriyeli taraflar, Suriye topraklarının birliğine destek konusunda hemfikir.

Lübnan devletini, Ürdün'ün yaptığı gibi yerinden edilmiş Suriyeliler konusunda Suriye'ye yönelik adımları hızla atmaya davet ediyorum.

- Ama 12-13 milyon Suriyeli evini terk etmiş, yedi milyona yakın mülteci de vatanını terk etmiş. Yüz binden fazla tutuklu, kaybolan ve daha fazlası da tabi ki konuşuluyor. Ayrıca iki milyon da yaralı var. Büyük Suriye trajedisinin boyutu hakkında ne düşünüyorsunuz? Şam'a gittiğinizde bu konu yanınızda olacak mı?

İnanın bana, Suriyeli kardeşlerimizi üzen şey, Lübnan halkı olarak bizi de üzer. Kabul edilsin ya da edilmesin aramızda karşılıklı bir bağ var. Coğrafi, tarihi, duygusal, sosyal, güvenlik ve politik açıdan birbirimize bağlıyız. Gerçek bu. Suriye, Lübnan'ın nefes aldığı tek akciğerdir. Coğrafya kendini empoze eder. Suriye halkına, rengi, mensubiyeti ve inancı ne olursa olsun, Lübnan trajedisini tekrarlamamasını söylüyorum. Geri dönün ve tek bir beden olun. Hükümet biçimine, hükümet sistemine, sizden sorumlu olanların kimliğine siz karar veriyorsunuz. Ama bu farklılığı ve bölünmeyi sürdürürseniz Suriye'de herhangi bir bölgenin başkanının kim olacağına siz karar veremezsiniz.

xscdferg
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor kentinden bir yıkım manzarası, 4 Ocak 2014. (AFP)

- Geçtiğimiz Mart ayında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'le yaptığınız görüşmede Suriye'nin iç meselelerini veya siyasi konuları görüştünüz mü?

Açıkçası ben konuşmayı başlatan olmaktan çok dinleyiciydim. Şunu söylemeliyim ki, Esed Lübnan'ın durumuyla, Suriye'nin durumuyla, Arapların durumuyla ve Arap-İsrail sorunuyla ilgilendi. Ana manşetler bunlardı ve ben kendisine Suriye içi herhangi bir fikir sunmadım. Ama uzun süre yerinden edilenler meselesi üzerinde çalıştım ve yerinden edilenlerin çoğunu Suriye'ye geri gönderdik. Bu dönüşün başlığı ‘Gönüllü ve Güvenli Geri Dönüş’ idi. Bu dosyada muhatap olduğum Suriye'deki kardeşlerimden herhangi bir yerinden edilmiş kişinin geri dönmesine karşı bir muhalefet görmedim. Kimsenin geri dönmesine karşı çıkmadılar. Bazı kişilerin dönmek isterlerse güvenlik veya adli nedenlerle tutuklanacağını söylüyorlardı. Geri dönmek isteyenlerin ve bu sorumluluğa tabi olmanın tercihi kendilerine kalmıştı. Tüm açıklığım ve şeffaflığımla ifade etmeliyim ki, “Ben dönmek istemiyorum” diyenler de oldu, “Dönmek istiyorum” diyenler de. Ancak yetkililer, yerinden edilenlerin geri dönmesini istemediklerini bir gün bile söylemediler. Bu zihniyetle onlarla uğraştım. Burada Ürdünlü mültecilerin Suriye'ye dönüşü çerçevesinde Ürdün'ün Suriye'ye yönelik bir girişimde bulunduğunu belirtmek isterim. Lübnan devletini sizler aracılığıyla bu adımı hızla atmaya çağırıyorum. Lübnan'da ne Devlet Başkanı Esed'in ne de Suriye rejiminin yerinden edilenlerin geri dönmesini istemediğine dair ortak bir kanaat var. Ben bu teoriyi kabul ediyorum ama Suriye'deki kardeşlerle konuştuğumuzda onlar bize şunu söylüyorlar: “Geri dönmelerini, dönememelerini ya da dönmelerine engel olan sebepleri istemiyoruz. Bize merhaba diyebilirler.” Biz çıkıp Lübnan halkına açıklama yapıyoruz ama en azından Lübnanlı yetkililerin öncelikle kendi halkına karşı üzerine düşen görevi yerine getirmesi, onlara şunu söylemesi gerekiyor: “Bu yerinden edilmiş insanlar neden geri dönmüyor?”

- Sivil toplum kuruluşlarından Suriye'ye dönen bazı yerinden edilmiş kişilerin gözaltına alınıp tacize uğradığına dair raporlar var. Suriye tarafıyla daha önceki görüşmelerinizde bu konuyu gündeme getirdiniz mi?

Bu konuya son kez açıklık getireyim: Gönüllü ve organize bir şekilde dönen herkes herhangi bir zulme maruz kalmadı. Bu kuruluşlar bize gelir ve raporlar sunarlardı. Gönüllü ve organize bir şekilde dönenlerin isimlerini Suriye yetkililerine götürebilmemiz için bize verirler, biz de onlara onların gönüllü ve organize bir şekilde döndüğünü söylerdik. Bu kuruluşların hepsi ortadan kayboluyor, geri dönmüyor, isimlerini vermiyor, konunun takipçisi olmuyordu. Bu konu bir ara Suriyelileri geri dönmekten korkutmak için tasarlandı.

- O zaman neden insanlar geri gelmiyor?

Bu, Suriye'de son dönemde yaşanan durumun bir sonucu. İnsanlar Lübnan'a geliyor ve geri dönmüyor. Suriye'de dolar şu anda yaklaşık on beş bin Suriye lirası değerinde.

Yerinden edilmiş az sayıda insan Suriye rejimine karşı çıkıyor. Çoğunluğun iş olanakları ve onları kucaklayan uluslararası kuruluşlar var. Bu onların geri dönmemelerinin temel nedeni.

- Yani siyasi nedenlerden değil, ekonomik nedenlerden...

Yüzde yüz. Suriye'de dolar olayların başından bu yana üç yüz kat arttı. Demek ki ekonomik düzeyde durum çekilmez durumda ve insanlar sürekli geçim arayışı içinde. Ayrıca Lübnan'da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ya da diğer uluslararası kuruluşlar onlara ödeme yapıyor.

- Sizce insanlar Suriye'ye siyasi sebeplerden değil de ekonomik sebeplerden dolayı mı dönmüyorlar?

Yerinden edilmiş az sayıda insan Suriye rejimine karşı çıkıyor. Çoğunluğun iş olanakları ve onları kucaklayan uluslararası kuruluşlar var. Her ay bazı kuruluşlardan para alanlar var. Bu onların geri dönmemelerinin temel nedeni

sadcfrgt
Lübnan Ordusu tarafından 9 Ağustos 2023'te yayınlanan ve Suriye'den Lübnan'a yasadışı yollardan geçmekle suçlanan Suriyelileri gösteren bir fotoğraf. (AP)

- Fakat yeni olan şu ki Lübnanlılar göç ediyor...

Doğru ama Lübnan'daki durum ekonomik açıdan Suriye'den daha iyi.

- Bu röportaj Paris'te geçiyor. Tabii Beyrut'a eskiden Doğu'nun Paris'i deniyordu...

Doğu'nun İsviçre'si.

- Evet, Lübnan Doğu'nun İsviçre'si, Beyrut ise Doğu'nun Paris'idir. Ama duyduğuma göre Doğu'nun Paris'i pek çok deniz fenerini kaybetmiş ve insanlar göç ediyor. Bu duygu sana ulaşıyor mu?

Şehir ağır değil. Zor olan stresli ekonomik durum, zor olan iş imkanlarının olmayışı, zor olan yaşadıkları yaşam koşulları, mali çöküşün ardından daha da ağırlaşan su, elektrik ve hizmet sorunları ve iki ya da üç yıl önce bankalarda yaşananlar. Bu gerçekten ağır. Toplumsal yaşamın düzeyine ve Lübnan'ın yol gösterici ve diyalog merkezi düzeyine gelince, Lübnan devam ediyor. Beyrut kültürel rolünü sürdürüyor.

xscdfve
Hizbullah savaşçıları 21 Mayıs'ta güney Lübnan'daki Armta köyünde askeri bir tatbikat sırasında. (AP)

- Ekonomik nedenlerden dolayı gittiklerini söyleyenler var ama başka bir neden daha var ki, o da Hizbullah'ın Lübnan toplumunda ve devletinde elinin ağırlaşması.

Diyelim ki bu doğru. Çözüm ayrılmak mı yoksa varlığını kanıtlayıp meydan okumak mı? Lübnanlıların inisiyatif sahibi, meydan okuyan, inatçı ve yüksek sesli bir sese sahip oldukları biliniyor. Diyelim ki bu doğru ve ben geri gelip size bunun doğru olmadığını söylüyorum. Boşluk her zaman onu dolduracak birine ihtiyaç duyar. Kâinat boşluk kabul etmez.

- Yani Lübnanlıları kalıp Hizbullah'la yüzleşmeye mi teşvik ediyorsunuz?

Eğer Hizbullah'ın ağır eli yüzünden gittikleri doğruysa o zaman nazik olsunlar ve yüzleşsinler. Çünkü biz de tek bir partinin siyasi hayata hâkim bir partiyi kabul etmiyoruz.

- Son bir soru: Lübnan'ı nasıl görüyorsunuz? Önümüzdeki bir iki yıl içinde çevresini, özellikle de Suriye'yi nasıl görüyorsunuz?

Bu krizin devam edeceğine inanıyorum.

- Gazze'yi mi kastediyorsunuz?

Bölgenin tamamındaki kriz bir yıl, iki yıl, belki de üç yıl sürecek ama bölgenin geleceği ümit verici. Özellikle de Gazze'deki kahramanlık sahasında gerçekleşen savaşın sonucunu beklemek zorunda olduğumuz için.

- İyimser misiniz?

Uzun vadede elbette iyimserim. Size Hafız Esed'le ilgili bir kitapta okuduğum, ABD destroyeri New Jersey, Lübnan topraklarını bombalarken, yaptığı tüm bombardımanlara rağmen Suriye'nin tutumunun değişmediğiyle ilgili bir olay anlatacağım.

- 40 yıl önce, 1983'te...

Doğru, bunu kitapta okudum. Bir Amerikan elçisi Hafız Esed'e giderek tehditvari bir şekilde New Jersey'in gücünü ve kapasitesini anlatıyor. Hafız Esed ona şunu soruyor: “New Jersey yelken açtı mı yoksa sabit mi?” ABD’li şaşırarak “Sayın Başkan, tabii ki de yelken açtı, denize geldi” diye cevap veriyor. Esed o elçiye şunu söylüyor: “Bombalanan yer hareketli mi, yoksa sabit mi?” Elçi de ona “sabit” olduğunu söylüyor. Esed, en son elçiye şöyle diyor: “Toplantı bitti, biz bu topraklarda kalıyoruz, sen gidiyorsun.”

Ben de diyorum ki, idealleri ne olursa olsun bu topraklar halkına aittir. Bu toprakların insanları mutlaka ilerleyecek ve biz birçok ülkeden daha gelişmiş olacağız. Çünkü biz kalkındığımızda birçok ülke geriydi. Geri dönüp yeniden yükselmemiz gerekiyor ve refahımızı sağlayacak tüm malzemeler geçmişimizde mevcut.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Müslüman Kardeşler Teşkilatı ve cevaplamak istemediğimiz sorular

Görsel: Axel Rangel García
Görsel: Axel Rangel García
TT

Müslüman Kardeşler Teşkilatı ve cevaplamak istemediğimiz sorular

Görsel: Axel Rangel García
Görsel: Axel Rangel García

Hüsam İtani

ABD Başkanı Donald Trump’ın yardımcılarını Mısır, Lübnan ve Ürdün'deki Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı (İhvan-ı Müslimin) ‘terör örgütü’ olarak tanımlamayı düşünmelerini çağırması, şu an dünyanın dört bir yanında aranan ve çok az müttefiki kalan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’na karşı büyük bir zafer olarak görüldü.

Trump tarafından 25 Kasım'da imzalanan ve yönetimindeki yetkililere, gerekli gördükleri takdirde 45 gün içinde yaptırım uygulayabilme hakkı veren başkanlık kararnamesi, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın tarihini, fikirlerini ve uygulamalarını yeniden gündeme getirdi.

Ancak, son zamanlarda yayınlanan yazılar ve incelemelerin önemli bir kısmı, Müslüman Kardeşler Teşkilatı, liderleri, politikaları ve yüzlerce mecrada dolaşımda olan hikayeleri hakkında halihazırda bilinenlerin yanında, teşkilatın kökleri ve faaliyet gösterdikleri ülkelerdeki yetkililerle ve onların desteğini kazanmak isteyen ve kendi çıkarları için harekete geçirmek istedikleri uluslararası güçlerle olan ilişkilerini anlatmakla yetiniyor.

Trump'ın açıklamasından sonra yayınlanan makalelerin çoğunda, olayın yüzeyinden biraz daha derine inen soruları yanıtlamaktan kaçınılması üzücü. Haberler beş soruyu (kim, ne zaman, neden, nasıl, nerede?/5N1K) geçerli haber olarak kabul edilecekse, bize ulaşan makalelerde gördüklerimiz, akademik araştırma veya belgesel çalışma olmaktan çok haber olmayı bile tenezzül etmiyor. Bunun nedeni, Müslüman Kardeşler Teşkilatı karşıtlığını ifade etmenin, ona karşı olumsuz tutumun nedenlerini açıklamaktan daha ağır basmasıdır.

Bu yüzden Müslüman Kardeşler Teşkilatı, söz konusu makalelere göre Arap ve Müslüman toplumlara karşı kötü niyetli olan, İslam dini istismarının arkasına gizlenen, Arap ve İslam ülkelerinde ilerleme, kalkınma ve modernite ile ilgili ne varsa baltalamaya çalışan, daha önce bilinmeyen sosyal politikalar ve ritüeller icat eden, belirsiz motiflere ve uluslararası güçlere sahip bir grup insan olarak kalıyor. Bu güç, geçmiş yüzyılların karanlığından ortaya çıkmış ve Batı, Doğu veya en çok para ödeyenin hizmetinde iktidarı ele geçirmeyi amaçlıyor.

İslam dini ve siyaset arasındaki ilişki, İslam dininin kendisi kadar eskidir. Din, siyasi bilincin en eski biçimlerinden biridir ve başlangıcından bu yana örgütsel ve siyasi ifadelerini bulmuştur.

erfg
Hükümet karşıtı bir miting sırasında bir Kur'an-ı Kerim nüshasını havaya kaldıran bir gösterici, 4 Mayıs 2005 (AFP)

Bu teşhis, her ne kadar popüler de olsa, aynı zamanda eksik olduğunu da söyleyebiliriz. Zira bir yandan bazı gerçekleri, diğer yandan bazı siyasi propagandaları içeriyor. Tıpkı Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kendini Müslümanların kurtarıcısı olarak göstererek, Müslüman halkların yaşadığı tüm krizlerin panzehrinin, İslam dininin kendi yorumlamaları ve siyasi uygulamalarında yattığını savunması gibi. İslam çözümün ta kendisidir ve İslam ümmetinin yükselişi ve yeniden şahlanışı, iç ve dış tiranlardan kurtuluşu için doğru yol İslam'da, daha doğrusu onların İslam anlayışında yatmaktadır. Bunun çok genel bir ifade olduğunu söylemeye gerek yok. Çünkü İslam ümmetinden bahsetmek, ülkelere, halklara, dillere, mezheplere, inançlara ve sınıflara yayılmış, kategorize edilemeyen ve tek bir siyasi-dini ideoloji altında toplanamayan bir milyardan fazla Müslüman'ın çeşitliliğini hesaba katmaz. Müslüman halklar ve uluslar İslam inancının temellerini paylaşsalar bile, etnik ve kültürel farklılıkları ile çeşitli tarihsel deneyimleri Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın İslam dünyası vizyonuna indirgenemez.

İslam dinin siyasallaşması

Arap ülkelerinde değil, tüm dünyada İslam dinin siyasallaştıran ilk hareketin Müslüman Kardeşler olduğu ve ona mevcut otoriteden bağımsız bir liderlik hiyerarşisine göre işleyen grup olarak modern bir örgütsel yapı kazandırdığı yönünde yaygın bir inanç hakim. Bu iddia dikkatle incelenmeli. Öte yandan, İslam ve siyaset arasındaki ilişki İslam'ın kendisi kadar eskidir. Din, siyasi bilincin en eski biçimlerinden biridir ve başlangıcından bu yana örgütsel ve siyasi ifadelerini bulmuştur. İsmaililer, İbadiler, Karmatiler ve diğerleri gibi gruplar, temelde iktidardaki otoritelere karşı siyasi muhalefet güçleriydi ve kendilerini Pers'ten Fas'ın en batısına kadar uzanan misyoner ağları halinde örgütlemişlerdi.

Cezayir ve Fas'ta Fransızlar tarafından tarım arazilerinin müsadere edilmesini kolaylaştırmak amacıyla şeriat mahkemelerini ve dini vakıfları ortadan kaldırmak için yürütülen sistematik çalışmalar, şiddetli kırsal ayaklanmalara yol açtı.

Fransa’nın 1798 yılında Mısır’a gerçekleştirdiği askeri sefer, çok yönlü bir kültürel şok yarattı. Memlükler ve ardından Türklerin işgali nedeniyle uzun süredir siyasetten çekilmiş olan sivil toplum örgütlerini ve onların askeri ve mali aygıtlarını tüm kamusal alana geri döndürerek, faaliyetlerine yeniden başlamalarını ve Müslüman olmayan yabancı işgalcilere karşı tavır almalarını sağladı. Örneğin, El-Ezher'in Mısır'daki siyasi rolünün yeniden başlaması, o dönemde geleneksel düşünce yapısının cevaplaması zor sorular ortaya atan Fransız seferine kadar uzanabilir. Belki de El-Ezher öğrencisi Süleyman el-Halebi, Fransız seferinin komutanı General Jean-Baptiste Kléber’e suikast düzenleyerek yabancı zorluklarla başa çıkmanın bir yolunu gösterdi.

‘Neden?’ sorusuna cevap bulmaya çalışırken ikinci faktör, 1857 yılında Hindistan'da yaşanan isyanın acımasızca bastırılmasına kadar uzanabilir. İsyana karşı İngilizlerin verdiği yanıtta on binlerce kişi hayatını kaybetmiş olsa da bunların arasında hem Hindular hem de Müslümanlar vardı. Müslümanlar, İngilizlerin Hindistan'da doğrudan yönetimini (Britanya Rajı) kurmasının ve yüzyıllar süren çöküşün ardından son nefesini veren Babür İmparatorluğu'nun geriye kalan sembolik varlığını ortadan kaldırmasının ardından en büyük yenilgiyi yaşayanların kendileri olduğunu düşündüler. Müslüman Hintler, İngilizlere açıkça ve kolayca devredilen iktidara ve yüzlerce yıl boyunca Müslüman Babürler ve diğer milletler tarafından kuzey ve güney Hindistan'da (örneğin Malabar ve çevresinde) uygulanan ve çoğu İslam hukukundan türetilen yasaları değiştirme çabalarına verdikleri tepkilerden biri, Diyobend Medresesi'nin kurulmasıydı. Bu medrese, İngiliz sömürgeciliğiyle mücadele etmek için Hanefi-Maturidi fıkhına dayalı bir İslam projesi oluşturmayı ve bunu daha sonraki bir siyasi projenin teorik giriş kısmı olarak benimsemeyi kendine görev edindi.

Bunun yanında Fransızların Cezayir ve Fas'ta şeriat mahkemelerini ve dini vakıfları ortadan kaldırmak için sistematik olarak yürüttükleri çalışmalar, mülkiyet kayıtlarının imha edilmesi, toprak sahiplerinin uzaklaştırılması ve daha sonra ‘Kara Ayaklar’ olarak bilinen Fransız yerleşimcilerin getirilmesi yoluyla tarım arazilerinin müsadere edilmesinin önünü açtı. Faslı filozof Abdullah Laroui’nin ‘Fas Tarihinin Özeti’ adlı kitabına göre bu durum, Cezayir'de şiddetli kırsal ayaklanmalara yol açtı. Bu ayaklanmaların başında, Fas'ın kuzeyinde Emir Abdulkadir el-Cezairi'nin devrimi ve Fas genelinde ‘Mahzen’ (Fas'a özgü bir yönetim sistemi) ile çatışması geliyor.

Ayrıca, Abdullah Al-Aroui'nin "Fas Tarihinin Özeti" adlı kitabında anlattığı gibi, Fransızların Cezayir ve Fas'ta Şeriat mahkemelerini ve vakıflarını ortadan kaldırmak, mülkiyet kayıtlarını yok etmek, sahiplerini arazilerinden uzaklaştırmak ve Fransız yerleşimcileri (daha sonra "Kara Ayaklılar" olarak bilinenler) getirmek suretiyle tarım arazilerine el koymanın yolunu açmak için yürüttükleri sistematik çalışmalar, Cezayir'de belki de en ünlüsü Emir Abdülkadir el-Cezayiri'nin devrimi olan şiddetli kırsal ayaklanmalara ve Fas'ın kuzeyinde de "Makhzen" ile genel olarak bir çatışmaya yol açmıştır.

dc
Kahire'nin merkezindeki Tahrir Meydanı'nda toplanan Mısırlı protestocular, 19 Kasım 2011 (AFP)

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Haşimilerin İngilizler tarafından kandırılması, İngiltere’nin Haşimilere verdiği bir Arap krallığı kurma sözünü yerine getirmemesi ve 1920 yılında Fransız kuvvetleri Suriye'ye girip Kral 1. Faysal’ı devirdiğinde onları terk etmesi; Bu olaylar, bölge halkları arasında sömürge güçlerine karşı güvensizlik duygularını pekiştiren, misilleme ve kendini yeniden değerlendirme yolları aramaya iten faktörler arasında yer aldı ve onları büyük bir sıçrama yapmaya itti.

Buna, İslam halifeliğini yeniden canlandırma çabaları ve Mısır’da Sultan Fuad'ın (daha sonra Kral Fuad) halife unvanına hak kazandığını ilan etme çabaları eşlik etti.

Mısır şehirlerinde dini eğitim almamış, sosyal eğitim almış grupların ortaya çıkmasının Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın yükselişinin ana faktörlerinden biri olduğunu düşünürsek, belki de çok da yanılmamış oluruz.

Bu olaylar ve diğerleri, Napolyon’un Mısır seferi ile örneklendirilebileceğimiz Batı modernliğine ve İngilizlerin Hindistan ve Kuzey Afrika’daki baskıları ile örneklendirilebilir Batı sömürgeciliğine karşı düşmanlık gibi çeşitli ilkeler üzerine inşa edilen siyasal veya aktivist İslam’ın ortaya çıkmasının arka planını oluşturdu. Her iki düşmanlık da İslam’ı bir din ve kimlik olarak hedef aldı. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi, halifeliğin yerini alan sivil devlet de şiddetle reddedildi. Bu düşmanlık faktörleri bir araya gelerek, dini kimlik ya da Batı milliyetçiliği ve sol ideolojiler yoluyla her türlü kurtarıcıya hazır bir zemin oluşturdu. Bununla birlikte siyasal İslam'ın kurulmasının, Mısır ve Ortadoğu'da komünist ve milliyetçi partilerin ortaya çıkmasıyla aynı zamana denk gelmesi tesadüf değildi. O dönem, gerçeklikle başa çıkmak için niteliksel olarak yeni yolların aranmasını gerektiriyordu. 

Bu bağlamda, medeniyet ya da sömürgecilik gibi Batı'nın meydan okumalarına verilen yanıtların, o dönemde İslam dini düşüncesi açısından en gelişmiş iki ülkeden gelmesi şaşırtıcı olmadı. Bunlar Hindistan (Deybandi Medresesi ve onu izleyen hareketler, bunların bazıları Hindistan'ın bağımsızlığı için ardından Pakistan'da Müslüman bir devletin kurulması için verilen mücadelede yer aldı) ve Mısır'dı. Mısır'da El-Ezher, direnişin ilk aşamalarında öncü bir rol oynadı ve ardından İmam Muhammed Abdu ile modernleşmenin gerekliliklerine yanıt vermeye çalıştı.

Müslüman toplumların dönüşümü

Bu arada Mısır toplumu, Batı'ya gönderilen Mısırlı heyetler, müfredat değişiklikleri, geleneksel medreselerin yerine devlet okullarının kurulması ve okullarda zorunlu dersler olarak dil ve dinin yanı sıra modern seküler bilimlerin yaygınlaşmasıyla, İslam dünyasındaki diğer toplumlardan önce yeni eğitim yaklaşımlarını benimsemişti. Bu değişiklikler, Mısır toplumunda derin bir etki bırakmadan geçmedi. Mısır toplumu, sanayileşmenin başlangıcına ve Batı kültür ürünlerinin akınına tanık oldu. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre ayrıca 19. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar Avrupa milliyetçi fikirlerinden etkilenen ve İngiliz sömürgeciliğine karşı duygular besleyen eğitimli kentli sınıfların ortaya çıkışına da şahitlik etti.

dfv
Hasan el-Benna (AFP)

Mısır şehirlerinde dini eğitim almamış, sosyal eğitimli grupların ortaya çıkmasını Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın yükselişinin ana faktörlerinden biri olarak değerlendirirsek, belki de çok da yanılmayız. Bu eğitimli kişiler, modern bilgiye sahip seçkin bir grup olarak ülkelerindeki durum hakkında fikirlerini ifade etme hakkına sahip olduklarına inanıyorlardı ve aynı zamanda İslam dininin kendi saflarında en açık şekilde ifade ettiği kimlikten ayrılmak istemiyorlardı.

Bilindiği üzere Mısırlı yazar Taha Hüseyin'in yazdığı ‘Cahiliye Şiiri Üzerine’ adlı kitabı, İslam öncesi (Cahiliye) dönemi şiirinden günümüze ulaşanları sorgulaması tartışma yaratmış, ardından Mısır kültürünün Arap-İslam kültüründen çok Helenistik-Roma medeniyetinin bir parçası olduğunu öne sürerek Batı kültürüne entegrasyon çağrısında bulunmasıyla kopardığı fırtınalar, Hüseyin’in ‘Mısır’da Kültürün Geleceği’ adlı kitabında da yer almıştı. Ancak bu fırtınalar Mısır'ın sadece Arap kimliğini değil, İslam kimliğini de vurgulamıştı.

Kültür ve siyasetin Arap yönü, daha sonraki aşamalarda İslam'dan ayrı olarak ortaya çıktı. Aynı durum, Ali Abdurrazık’ın ‘İslamda İktidarın Temelleri’ kitabına yöneltilen sert eleştiriler için de geçerli. Bazıları bu kitabı, 20. yüzyıla ait olması gereken bir ülkede İslam dininin siyasi iktidarı yönetme yeteneğini inkar eden bir eser olarak görüyor. Abdurrazık, dinin devletten ayrılması, dinin ibadetle sınırlı kalması ve siyasete karışmaması gerektiğini ve artık hiçbir gerekçesi kalmayan halifeliğin yeniden canlandırılmasının imkansız olduğunu savunmuştu. Burada, aktivist İslam olgusunun ortaya çıkışının ‘nasıl’ yönünü ele alıyoruz.

Aslında, Ali Abdül Abdurrazık’ın İslam tarihinden örnekler ve argümanlarla ortaya koyduğu ve desteklediği görüş, dini her şeyin –iktidar, siyaset, devlet ve bilim– ayrılmaz bir parçası haline getirmeyi ve sıradan insan yaşamının herhangi bir yönünden ayırmayı imkansız kılmayı amaçlayan çağrılarla çelişmektedir.

Seyyid Kutub'un fikirlerinin şiddet teorisinde oynadığı önemli rol hakkında çok sayıda makale olsa da şiddete başvurma ve şiddet kullanma, Hasan el-Benna'nın görüşlerinde de mevcut.

Bu görüşün, İmam Mehdi'nin gelişi beklenirken siyasi rol konusunda ikilemde olan bazı İranlı Şii çevrelerinde memnuniyetle karşılandığını belirtmek gerekir. Müslüman Kardeşler Teşkilatı, ‘Velayet-i Fakih’ doktrininin savunucuları gibi hukukçulara genel ve mutlak otorite hakkı verme noktasına kadar gitmemiş olsalar da vaat edilen halifeliği kurmanın bir yolu olarak İslami çizgideki siyasi örgütlerin iktidara gelme rolüne ilişkin teorik bir çözüm sunmuşlardı. Müslüman Kardeşler teorisyenlerinin birçok yazısının, daha sonra İran Devrimi'nin sembol isimleri haline gelen kişiler tarafından Farsçaya çevrildiği herkesçe biliniyor. (Müslüman Kardeşler'in İran Devrimi üzerindeki etkisini küçümseyen Valid Nasr'ın ‘Şii Uyanış’ adlı kitabına bakabilirsiniz. Nasr’ın kitabı, Müslüman Kardeşler'in önemini vurgulayan başka bir araştırmacı olan Olivier Roy'un görüşüyle zıtlık oluşturuyor.)

dwf
New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'nin güney kulesi alevler içinde kaldığı anlar, 11 Eylül 2001 (Reuters)

Durum ne olursa olsun, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan, dini olmayan eğitim almış ama yine de siyasi bir kimlik ve dünyadaki tüm olayları anlamak için bir çerçeve olarak İslam dinine bağlı kalan kentli orta sınıf, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın toplumda ilerleme kaydetme ve siyasi temsil için bir yol buldu. El-Ezher'in kıdemli alimlerinin, Hasan el-Benna'nın mesajını aralarında yayma girişimlerini hoş karşılamadıkları doğru, ancak başta ‘Nahvu'n-Nur’ olmak üzere kaleme aldığı ‘Risaleler’ aracılığıyla, Müslüman topluluğun üyeleri arasındaki eğitim ve ilişkileri kapsayan ve Batı medeniyetini radikal bir şekilde reddeden, ancak Batı ülkeleri İslam'ı siyasi otorite olarak kabul ederse onlarla ilişkileri kabul eden ‘karşıt bir toplum’ inşa etme vizyonunu ortaya koydu.

Şiddetin temeli ve gerekçesi

Hasan el-Benna, önce Mısır'da, ardından Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın yayıldığı diğer Müslüman ülkelerde, taşkilat ile iktidardaki siyasi otoriteler arasında bir çelişki yarattı. İslam dininin yaşamın tüm yönlerini kapsadığı iddiası eğer uygulanırsa, Müslüman Kardeşlerin merkezinde olmak istediği nüfuz alanı dışındaki herhangi bir faaliyete yer bırakmaz. Bu, salt bir fıkıh görüşü değil, en yüksek siyasi otoriteye geçmeden önce toplumda ve kurumlarında mümkün olduğunca fazla güç ele geçirmeyi amaçlayan mekanizmanın nasıl kurulacağına dair radikal bir tutum. Buradan hareketle, Müslüman Kardeşlerin suikasttan eğitimli ve silahlı grupların oluşturulmasına kadar her türlü şiddet eylemine dayalı konumunu inşa ettiği arka planı tartışabiliriz. Seyyid Kutub'un fikirlerinin şiddet teorisinde oynadığı merkezi rol hakkında çok sayıda makalenin kaleme alınmış olsa da şiddete başvurma ve şiddet kullanma, Hasan el-Benna'nın görüşlerinde de mevcut. Ancak Seyyid Kutub, şiddet kullanımının kapsamını genişletti ve buradan yola çıkarak en radikal gruplar, sadece ‘kafir’ devlete karşı savaşmakla kalmayıp, ‘cahil’ topluma da saldırma yönünde vizyonlarını geliştirdi. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın belki de kentsel varlıkları nedeniyle, sosyal farklılıkların daha katı ve belirgin olduğu kırsal alanlarda yayılan İslamcı veya cihatçı gruplar gibi diğer güçlere göre şiddet kullanımında daha temkinli davrandığının söylenmesi gerekiyor. El Kaide ve ardından DAEŞ’ın ortaya çıkışıyla din adına acımasız şiddetin zirvesine ulaşıldı. El Kaide ve DEAŞ’ın 11 Eylül 2001 saldırıları, DEAŞ’ın İslam devleti kurma çabaları sırasında yaptığı gibi köleliğin ve köle ticaretinin yeniden canlandırılması gibi terör eylemlerini küresel sahneye taşıyan diğer tüm örgütlerden ayrıldığı da söylenmeli.

g4tg
Tulkerim'de Hamas'ın kuruluşunun yıl dönümü töreninde Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurucusu Hasan el-Benna'nın resimlerini ellerinde tutan Hamas destekçileri, 14 Aralık 2014 (AFP)

Öte yandan, Müslüman Kardeşler Teşkilatı ve benzeri grupların iktidardaki hükümetlerle ateşkes dönemlerinde faaliyet gösterdikleri bağlamları burada hatırlamakta fayda var. Söz konusu gruplar, birçok büyük meslek sendikasında, özellikle bilimsel uzmanlık alanlarıyla uğraşanlarda (doktorlar, mühendisler vb.) liderlik pozisyonlarına yükselmiş, ‘bilim ve inanç’ ya da ‘Kuran'daki bilimsel mucizeler’ adlarıyla bilinen kavramlar aracılığıyla bilim ve teknolojiye ilişkin yanlış bir algı yaymayı başarmışlardır.

Müslüman Kardeşler Teşkilatı, yetkililerle yaşadığı zulüm ve kanlı çatışmalara rağmen, neden neredeyse 100 yıldır yok olmadı?

Ancak en önemli faktör, tutarlı ve istikrarlı olmayan siyasi otoritelerle olan ilişkilerden ziyade fırsatçılık ve fırsatları değerlendirmeye yakın bir ilişkiydi. Müslüman Kardeşler, belirli koşullarda taktiksel ilerleme kaydetmesini sağlayan projelere katılmayı kabul ediyordu. Örneğin, 1970'lerin ilk yarısında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın solcu üniversite öğrencilerine karşı başlattığı kampanyaya katılarak, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı solculara darbe vurmak için kullanmıştı. Daha sonra iktidarla ilişkiler bozuldu, ancak Hüsnü Mübarek döneminde yeniden düzeldi. Bu düzelme ‘25 Ocak Devrimi’ne kadar sürdü. Ancak Müslüman Kardeşler, ‘Öfke Cuması’ gerçekleşene kadar devrime katılmakta geç kalmıştı.

Dolayısıyla bu fenomenin yükselişi veya düşüşüyle ilgili birçok soru işareti var. Bunlar genellikle cevaplamaktan kaçındığımız sorular. Çünkü bunların mevcut durum ve onun örneğin, iktidar ve iktidara erişim sorunu, iktidarı talep etmenin meşruiyeti, din ve siyasetle ilişkisi, devletle/otoriteyle bütünleşmesi veya ayrılması gibi parametreleriyle bağlantılı olduğunu biliyoruz.

Bu yüzden yaklaşımlarımızı Müslüman Kardeşler ve diğerlerinin çelişkilerini araştırmakla sınırlıyoruz ve sorunların yüzeyinde ve bunlardan kaynaklanan siyasi ve sosyal çıkmazlarda küçük çizikler atmaktan öteye geçmek istemiyoruz. Müslüman Kardeşler Teşkilatı, yetkililerle yaşadığı zulüm ve kanlı çatışmalara rağmen, neredeyse 100 yıldır neden yok olmadı? Burada dışarıdan destek ve finansman aldıklarını hatırlamak yeterli olmaz. Çünkü aynı zamanda belirli koşullarda iktidarı ele geçirmeleri için teşvik edildiklerini de hatırlamak gerekir. Birçok güç benzer şekilde destek aldıktan sonra başarısız oldu ve ortadan kayboldu. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı, ulaşması imkânsız bir şeyi isteyen sosyal grubun ifadesi olarak görmek daha yararlı olacaktır. Çünkü ne zaman siyasi söylemine dini meşruiyet kazandırmak ve iktidarı ele geçirebilecek bir çoğunluğa dönüşmek istese başarısız oluyor. Bu kısır döngü, belirli aşamalarda devletin ve toplumun yapısını ve içindeki herkesi yok etme çabalarına dönüşen krizlere yol açtı.

Bu satırlarda gazeteciliğin temelindeki 5N1K sorularını yanıtlamamış olabiliriz, fakat bunları anlamsız sözlerle yanıtlamaktan kaçınmaktansa bilinçli bir şekilde ele almayı tercih ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Esed ailesinin Rusya'daki yaşamının detayları ortaya çıktı: Ailesi Moskova'da lüks ve gözlerden uzak bir hayat sürüyor

Beşşar Esed, eşi ve çocukları Hafız, Kerim ve Zeyn, 2022 yılında Halep'te (AFP)
Beşşar Esed, eşi ve çocukları Hafız, Kerim ve Zeyn, 2022 yılında Halep'te (AFP)
TT

Esed ailesinin Rusya'daki yaşamının detayları ortaya çıktı: Ailesi Moskova'da lüks ve gözlerden uzak bir hayat sürüyor

Beşşar Esed, eşi ve çocukları Hafız, Kerim ve Zeyn, 2022 yılında Halep'te (AFP)
Beşşar Esed, eşi ve çocukları Hafız, Kerim ve Zeyn, 2022 yılında Halep'te (AFP)

Suriye’deki rejimin devrilmesinin üzerinden bir yıl geçmesinin ardından, eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve ailesinin Moskova’da sakin ve lüks bir yaşam sürdüğü bildirildi. Aileye yakın bir ismin yanı sıra Rusya ve Suriye’den kaynaklar ile sızdırılan veriler, uzun yıllar Suriye’yi demir yumrukla yöneten ve artık büyük ölçüde izolasyon içinde yaşayan bu ailenin hayatına dair nadir bir tablo ortaya koydu.

Guardian’a konuşan bilgi sahibi bir kaynak, Londra’da göz hastalıkları alanında eğitim almış olan Esed’in, mesleki bilgisini tazelemek amacıyla şu sıralar yeniden ders aldığını söyledi.

Esed ailesiyle sürekli temas halinde olduğunu belirten bir aile dostu da bu bilgiyi doğrulayarak, “Rusça öğreniyor ve göz hastalıkları alanındaki bilgisini gözden geçiriyor. Doktorluk onun tutkusu; bunu para için yapmıyor. Suriye’de savaş başlamadan önce de Şam’da düzenli olarak göz doktorluğu yapıyordu” dedi.

Söz konusu kaynak, Moskova’daki varlıklı elit kesimin Esed’in potansiyel hasta kitlesini oluşturabileceğini de ifade etti.

Lüks bir konut ve son derece huzurlu bir yaşam

Konuya vakıf iki kaynağa göre Esed ailesi, büyük olasılıkla Moskova elitinin yaşadığı kapalı ve lüks bir yerleşim alanı olan Rublyovka semtinde ikamet ediyor. Şarku’l Avsat’ın Guardian’dan aktardığına göre aile, burada 2014’te Kiev’den kaçan ve bölgede yaşadığı düşünülen eski Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç gibi önde gelen isimlerle aynı çevrede bulunuyor.

Esed ailesinin mali sıkıntı yaşamadığı belirtiliyor. Aile, 2011 yılında Beşşar Esed yönetiminin protestoculara yönelik kanlı baskıları nedeniyle Batı yaptırımlarıyla küresel finans sisteminden izole edilmesinin ardından, servetinin önemli bir bölümünü Moskova’ya taşıdı. Bu durum, Batılı denetim mekanizmalarının söz konusu varlıklara erişimini zorlaştırdı.

Ancak lüks yaşam koşullarına rağmen Esed ailesi, geçmişte sahip olduğu Suriyeli ve Rus elit çevrelerle bağlarını büyük ölçüde kaybetmiş durumda. Esed’in ani şekilde Suriye’den kaçması, destekçileri arasında hayal kırıklığına yol açarken, Rus yardımcılarının da onun eski rejimin üst düzey isimleriyle temas kurmasını engellediği ifade ediliyor.

Beşşar Esed, 8 Aralık 2024 sabahının erken saatlerinde, Suriyeli muhalif güçlerin başkente kuzeyden ve güneyden yaklaşması üzerine çocuklarıyla birlikte Şam’dan ayrıldı. Rus askeri koruması tarafından karşılanan Esed ve ailesi, Hmeymim Hava Üssü’ne götürüldü ve buradan hava yoluyla ülke dışına çıkarıldı.

Esed’in, yaklaşan çöküş konusunda ne yakın akrabalarını ne de rejime yakın müttefiklerini bilgilendirdiği, onları kaderleriyle baş başa bıraktığı aktarıldı.

Beşşar Esad’ın kardeşi ve üst düzey askeri yetkili olan Mahir Esed’e yakın bir isim, saray çevresindeki birçok kişiyi tanıdığını belirterek, “Mahir günlerce Beşşar’ı aradı ama yanıt alamadı. Son ana kadar sarayda kaldı. Başkalarının kaçmasına yardımcı olan Beşşar değil, Mahir’di. Beşşar sadece kendisini düşündü” dedi.

Aileye yakın bir başka kaynak ise Esed’in Moskova’daki yaşamını ‘son derece sakin’ olarak nitelendirdi.

Kaynak, “Neredeyse dış dünyayla hiçbir teması yok. Sadece kendisine yakın iki isimle iletişim kuruyor; eski Cumhurbaşkanlığı İşleri Bakanı Mansur Azzam ve Esed’e yakınlığıyla bilinen iş insanı Yaser İbrahim” ifadelerini kullandı.

Beşşar, Putin için önemsiz

Kremlin'e yakın bir kaynak, Esed'in Putin ve Rus siyasi elitleri için büyük ölçüde ‘önemsiz’ hale geldiğini söyledi.

Kaynak, “Putin, iktidarını kaybeden liderlere tahammül edemez. Esed artık etkili bir figür olarak görülmüyor, hatta akşam yemeğinde hoş karşılanan bir misafir bile değil” dedi.

Esed'in medyada görünme arzusu

Beşşar Esed’in Suriye’den kaçışını izleyen ilk aylarda, eski rejimin müttefikleri onun öncelikleri arasında yer almadı. Esed’in odağı, uzun süredir lösemiyle mücadele eden ve sağlık durumu kötüleşen eşi Esma Esed’e destek olmaktı. Esma Esed, rejimin çöküşünden önce de Moskova’da tedavi görüyordu.

Esma Esed’in sağlık durumuna ilişkin ayrıntılara vakıf bir kaynağa göre, eski first lady Rus güvenlik birimlerinin gözetiminde uygulanan bir tedavi sonrasında iyileşti.

Eşi Esma’nın sağlık durumunun istikrara kavuşmasının ardından Esed’in, yaşananlara ilişkin kendi anlatısını kamuoyuna aktarma arayışına girdiği belirtildi. Bu kapsamda, Rusya’nın devlet kanalı RT ile sağcı görüşleriyle bilinen Amerikalı bir podcast sunucusuyla röportajlar ayarladığı, ancak medyaya çıkmak için Rus makamlarının onayını beklediği ifade edildi.

Ancak Rusya’nın Esed’in kamuoyuna açık şekilde görünmesine izin vermediği anlaşılıyor. Geçen ay Irak medyasında, Rusya’nın Bağdat Büyükelçisi Elbrus Kutraşev ile yapılan nadir bir röportajda, Esed’in Moskova’daki yaşamına değinilirken, eski Suriye liderinin herhangi bir kamusal faaliyette bulunmasının yasak olduğu doğrulandı.

Kutraşev, açıklamasında, “Esed burada ikamet ediyor olabilir, ancak herhangi bir siyasi faaliyette bulunma hakkı yoktur. Medyada görünmesi ya da siyasi bir faaliyet yürütmesi yasaktır. Onu hiç duydunuz mu? Hayır, çünkü buna izin verilmiyor. Ancak kendisi hayatta ve durumu iyi” ifadelerini kullandı.

Esed'in çocukları ‘şokta’

Aileye yakın bir isim, birkaç ay önce Esed’in bazı çocuklarıyla görüştüğünü belirterek, “Şaşkınlık içindeler. Hâlâ yaşadıkları şokun etkisindeler. Yeni hayata uyum sağlamaya çalışıyorlar” dedi.

Esed ailesinin, Beşşar Esed hariç olmak üzere, rejimin çöküşünden sonra kamuoyunda birlikte görüldüğü tek an, 30 Haziran’da kızı Zeyn Esed’in mezuniyet töreni oldu. Zeyn Esed, Moskova’daki seçkin ve çoğunlukla elit kesimin tercih ettiği Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden (MGIMO) uluslararası ilişkiler alanında diploma aldı.

MGIMO’nun resmi internet sitesinde yer alan bir fotoğrafta, 22 yaşındaki Zeyn Esed diğer mezunlarla birlikte ayakta görülüyor. Törene ait net olmayan ayrı bir videoda ise Esed ailesinin bazı üyeleri, Esma Esed ile oğulları Hafız (24) ve Kerim’in (21) de aralarında bulunduğu şekilde salonda yer alıyor.

Törene katılan ve Zeyn’in sınıf arkadaşları olan iki kişi, Esed ailesinden bazı isimlerin salonda bulunduğunu doğruladı ancak ailenin tören boyunca sessiz kaldığını söyledi.

İsminin açıklanmasını istemeyen öğrencilerden biri, “Aile uzun süre kalmadı ve diğer ailelerin yaptığı gibi sahnede Zeyn’le birlikte fotoğraf çektirmedi” dedi.

Daha önce Beşşar Esed’in muhtemel halefi olarak görülen Hafız Esed ise şubat ayında Telegram’da yayımladığı ve ailesinin Şam’dan kaçışına dair kendi anlatımını paylaştığı videonun ardından, kamuoyundan büyük ölçüde çekildi. Hafız, videoda müttefiklerini terk etmediklerini savunmuş ve Suriye’den ayrılma talimatının Moskova’dan geldiğini ileri sürmüştü.

Söz konusu videonun yayımlanmasının ardından Suriyeliler, Hafız’ın görüntüyü Moskova sokaklarında çekerken bulunduğu yeri kısa sürede tespit etti.

Sızdırılan verilere göre Hafız Esed, sosyal medya hesaplarının büyük bölümünü kapatarak, yerine bir Amerikan çocuk dizisinden esinlenen takma adlarla yeni hesaplar açtı.

Aileye yakın bir kaynağa göre, Beşşar Esed’in çocukları ve anneleri, zamanlarının büyük kısmını alışveriş yaparak geçiriyor ve Rusya’daki yeni evlerini lüks ürünlerle dolduruyor.


Hamas'ın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin şartları ilerleme şansını zayıflatıyor mu?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
TT

Hamas'ın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin şartları ilerleme şansını zayıflatıyor mu?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)

Gazze Şeridi’nde şu anda tıkanma yaşayan ateşkes anlaşması, Hamas’ın ikinci aşamada öngörülen idari ve güvenlik düzenlemelerine ilişkin çekinceleri ve kamuoyuna yansıyan talepleriyle yeniden gündeme düştü. Bu gelişme, ABD’den ikinci aşamaya geçiş konusunda ‘perde arkasında’ yürütülen çabalara dair açıklamaların yapıldığı bir döneme denk geldi.

Hamas’ın dün açıkladığı ve silahsızlanma, barış konseyi, istikrar güçleri ile Gazze Şeridi’nin yönetimi için bir komite oluşturulmasına ilişkin dört ana başlığı içeren bu çerçeveye dair değerlendirmelerde görüş ayrılığı yaşanıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan bazı uzmanlar, söz konusu taleplerin ikinci aşamaya geçişi zorlaştıran krizleri ortaya koyduğunu ve hareketin üzerindeki baskıyı azaltmaya yönelik manevralar olduğunu savunurken, diğerleri ise İsrail kaynaklı engellere rağmen Hamas’ın anlaşmayı uygulama konusunda ciddiyetini yansıttığı görüşünü dile getiriyor.

ABD Başkanı Donald Trump tarafından önerilen ve geçtiğimiz ekim ayında Gazze’de ateşkes sağlanmasına temel oluşturan barış planı, başkanlığını Trump’ın üstleneceği bir barış konseyi kurulmasını, bu konseyin Filistinli teknokratlardan oluşan bir komiteyi denetlemesini, Hamas’ın silahsızlandırılmasını, savaş sonrası Gazze yönetiminde rol almamasını ve istikrar güçlerinin konuşlandırılmasını öngörüyor.

Hamas’ın Gazze’deki lideri Halil el-Hayye, hareketin kuruluşunun 38. yıl dönümünde yaptığı açıklamada, silahın işgal altındaki halklar için uluslararası hukukla güvence altına alınmış bir hak olduğunu belirterek, bu hakkın korunmasını ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını güvence altına alan her türlü önerinin incelenmesine açık olduklarını ifade etti.

El-Hayye, Trump planında yer alan ve ABD Başkanı’nın liderliğinde kurulması öngörülen barış konseyinin görevinin, ateşkes anlaşmasının uygulanmasını gözetmek, finansmanı sağlamak ve Gazze Şeridi’nin yeniden imarını denetlemek olduğunu vurguladı. Filistinliler üzerinde ‘her türlü vesayet ve manda uygulamasını’ ise reddettiklerini söyledi.

Gazze Şeridi’nin yönetimi için Filistinli bağımsız isimlerden oluşan bir teknokratlar komitesinin derhal kurulması çağrısında bulunan el-Hayye, Hamas’ın tüm alanlardaki yetkileri bu komiteye devretmeye ve görevlerini kolaylaştırmaya hazır olduğunu kaydetti. Kurulması planlanan uluslararası gücün görevinin ise Gazze sınırlarında ateşkesi korumak olması gerektiğini vurguladı.

El-Hayye ayrıca, arabuluculara ve özellikle ‘temel garantör’ olarak nitelendirdiği ABD yönetimi ile Başkan Trump’a, İsrail’i anlaşmaya saygı göstermeye ve uygulamaya zorlamak için çalışmaları, anlaşmanın çöküşe sürüklenmesine izin vermemeleri çağrısında bulundu.

asdfr
Başlarında yük taşıyan kadınlar, Gazze Şeridi'nin güneyinde yerinden edilmiş Filistinlilere barınak sağlamak için temizlenmiş araziye kurulan çadırların önünden geçiyor. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk geçen hafta yaptığı açıklamada, ateşkesin ilan edilmesinden bu yana Gazze’de sarı hattın gerisinde kalan bölgede 350’den fazla İsrail saldırısının belgelendiğini ve en az 121 Filistinlinin hayatını kaybettiğini söyledi. Öte yandan Hamas liderlerinden Raid Saad, cumartesi günü İsrail’in Gazze’de aracını hedef alan saldırısında öldürüldü.

İsrailli yetkililer, ABD yönetiminin Gazze’de savaşı sona erdirmeyi amaçlayan planın ikinci aşamasını şekillendirmek üzere çalışmalar yürüttüğünü ve çok uluslu uluslararası gücün gelecek aydan itibaren bölgede göreve başlamasının planlandığını belirtti. İsrail Yayın Kurumu’na göre, ABD’li yetkililer bu bilgileri son günlerde yapılan görüşmelerde İsrailli muhataplarına iletti.

İsrail Kanal 14 televizyonu, kasım ayının sonlarında yaptığı bir haberde, ABD’nin uluslararası istikrar gücünün Gazze’de konuşlandırılması için tarih olarak ocak ayının ortasını belirlediğini, nisan ayı sonunu ise bölgedeki silahsızlanma sürecinin tamamlanması için nihai takvim olarak öngördüğünü aktarmıştı. Kanal, bu hedeflerin gerçeklikten kopuk bir beklenti olduğunu ve sürecin yeniden ertelenebileceğini kaydetmişti.

El-Ehram Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde İsrail meseleleri uzmanı olan Mısırlı analist Dr. Said Ukkaşe, Hamas’ın ortaya koyduğu çerçevenin ikinci aşamada ilerleme ihtimalinin zayıf olduğunu gösterdiğini ve bunun daha fazla İsrail saldırısını tetikleyebileceğini savundu. Ukkaşe, bu tutumun, tehlikeli koşullar altında ilerleyen ikinci aşama yükümlülükleri öncesinde Hamas üzerindeki baskıyı azaltmaya yönelik ‘manevralar’ olduğunu ifade etti.

Hamas dosyasına odaklanan Filistinli siyaset analisti İbrahim el-Medhun ise İsrail’in anlaşmayı sabote etmeye yönelik tekrarlanan engellerine rağmen ikinci aşamaya geçilmesi ve uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu dile getirdi. Silah meselesine ilişkin olarak Hamas’ın, Filistin iç kamuoyunda derinlemesine bir diyalog yürüttüğünü, Kahire’deki arabulucularla da şeffaf ve açık görüşmeler yaptığını belirten el-Medhun, tüm taraflarca kabul edilebilecek bir vizyonun şekillenebileceğini ve hareketin barış güçlerinin varlığına açık olduğunu söyledi.

Hamas’ın ortaya koyduğu bu çerçeveye arabulucuların henüz yorum yapmadığı bir ortamda, Mısır Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, İngiliz mevkidaşı Yvette Cooper ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde Gazze’de geçici bir uluslararası istikrar gücünün konuşlandırılmasının önemini vurguladığını bildirdi. Abdulati, ateşkesin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve Trump planının ikinci aşamasına ilişkin yükümlülüklerin uygulanmasının önemine dikkat çekti.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenen Sir Bani Yas Forumu’na katılımı sırasında konuşan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmesinin gerekliliğini ve uluslararası istikrar gücünün oluşturulmasının önemini yineledi.

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, cuma günü gazetecilere Gazze anlaşmasındaki gelişmelere ilişkin yaptığı açıklamada, “Barış anlaşmasının ikinci aşamasına yönelik olarak şu anda perde arkasında çok sayıda sessiz planlama yürütülüyor… Kalıcı ve sürdürülebilir bir barış sağlamak istiyoruz” ifadelerini kullandı.

ABD’nin Wall Street Journal gazetesi, cumartesi günü yetkililere dayandırdığı haberinde, Trump yönetiminin Gazze Şeridi’nde istikrarı sağlamak amacıyla bir ABD’li generalin komutasında 10 bin askerden oluşan çok uluslu bir güç oluşturmayı hedeflediğini aktardı. Haberde, bazı ülkelerin, gücün görev kapsamının Hamas’ın silahsızlandırılmasını da içerebileceğine yönelik çekinceleri nedeniyle henüz asker göndermediği belirtildi.

Gazete ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Gazze’de konuşlandırılması planlanan bu güç için yaklaşık 70 ülkeden askerî veya mali katkı talebinde bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker göndermeye ya da ekipman ve lojistik destek gibi farklı şekillerde katkı sunmaya istekli olduğunu yazdı.

Ukkaşe, Trump’ın 29 Aralık’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yapacağı görüşmede ikinci aşamanın başlatılması için baskı kuracağını öngörerek, İsrail’in bu aşamaya girmeyi kabul edeceğini ancak çekilmelerin uygulanmasına ilişkin müzakerelerin süresiz biçimde uzayabileceğini söyledi.

El-Medhun ise Kahire’nin İsrail kaynaklı engellerin farkında olduğunu ve anlaşmanın başarısızlığa uğramasına yol açabilecek muhtemel İsrail gerekçelerini ortadan kaldırmak için ikinci aşamaya geçişin hızlandırılmasını talep edeceğini ifade etti.