Batı Şeria’da tansiyon yükseliyor: Aruri suikastı sonrası intikam çağrıları yapıldı

Mescid-i Aksa’ya yönelik yerleşimci akınları ve çeşitli şehirlerdeki baskı uygulamaları yeniden başladı

Mescid-i Aksa’nın avlusuna provokatif baskınlar yeniden başladı (Reuters)
Mescid-i Aksa’nın avlusuna provokatif baskınlar yeniden başladı (Reuters)
TT

Batı Şeria’da tansiyon yükseliyor: Aruri suikastı sonrası intikam çağrıları yapıldı

Mescid-i Aksa’nın avlusuna provokatif baskınlar yeniden başladı (Reuters)
Mescid-i Aksa’nın avlusuna provokatif baskınlar yeniden başladı (Reuters)

Batı Şeria’nın çeşitli bölgeleri dün (Çarşamba), tüm Filistinli gruplar tarafından duyurulan kapsamlı bir grev ile, Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri’nin Beyrut’ta öldürülmesini kınayan geniş çaplı gösterilere tanık oldu. Bu gösteriler sırasında İsrail’den bu suikastın intikamının alınmasını talep eden sloganlar atıldı.

Gösteriler Ramallah’ın merkezinde ve Aruri’nin doğduğu yer olan şehrin kuzeybatısındaki Arura kasabasındaki yürüyüşlerle başladı. Ayrıca el-Halil’in kuzeyindeki Arrub kampında, Nablus’ta ve birçok köyde de yürüyüş yapıldı. Ramallah’taki gösteriye katılanlar, Aruri suikastına öfkelerini dile getiren sloganlarda ‘Ah gözler ağla, ah Aruri, bu bir borç oldu’ ve ‘İntikam, intikam, ey el-Kassam Tugayları’ ifadelerine yer verildi.

Askeri, siyasi ve sivil çevreler Hamas hareketinin lideri için başsağlığı diledi. El-Fetih hareketine bağlı el-Aksa Şehitleri Tugayları yaptığı açıklamada, ‘şehit, ulusal lider Salih el-Aruri’yi büyük bir gurur ve onurla’ andığını belirtti. Hareketin yaptığı açıklamada, Aruri suikastının sadece ‘direnme ve özgürleşme kararlılığını artıracağı’ ifade edildi.

Ramallah ve el-Bireh’deki milli ve İslami güçler, ‘Aruri ve arkadaşlarının kanı, özgürlük ve bağımsızlığa kadar milli mücadelenin ateşini körükleyecek’ ifadelerini kullandı. Yaptıkları bir basın açıklamasında ‘suikasttan tamamen işgal güçlerinin sorumlu tutukları’ belirtildi.

Filistin Tutuklular ve Eski Tutuklular İşleri Komisyonu, Filistin Esirler Kulübü, Tutuklular ve Eski Tutuklular İşleri Yüksek Kurumu ve Ulusal Esir Hareketi işgal hapishanelerinden serbest bırakılan ve sınır dışı edilen ‘özgürlük savaşçısı’ ve ‘ulusal lider’ olarak nitelendirdikleri Şeyh Salih el-Aruri için başsağlığı mesajı yayınladı. Bu kurumlardan yapılan ortak açıklamada, Aruri’nin ‘toprağının ve halkının özgürlüğü için hayatının son anına kadar çaba sarf ettiği’ belirtildi.

Açıklamada, Aruri’nin ‘İsrail işgal hapishanelerinde toplam yaklaşık 18 yıl geçirdiği’ vurgulandı.

Öte yandan İsrail ordu güçleri çarşamba günü de Tulkarm şehrindeki Nur Şems kampına yönelik saldırılarını sürdürdü. Yerel kaynaklar “İşgal güçleri, Nur Şems kampındaki bir alanı insansız hava aracından yönlendirilen füzeyle bombaladı. İşgal araçları, şehrin batısında Adliyeler olarak bilinen el-Alimi kavşağında konuşlanarak özel bir aracın yolunu kesti ve işgal askerleri, yolcuları araçtan inmeye zorladı” ifadelerine yer verdi. Kaynaklar, işgal güçlerinin Nur Şems kampındaki vatandaşlara yönelik büyük çaplı gözaltı furyasını sürdürdüğünü, operasyonun kamptaki vatandaşların evlerini kapsadığını, hastanelerde yaralıların olduğunu da belirtti.

Saatlerce gözaltında tutulan bazı kamp sakinleri, işgal güçlerinin kendilerini soruşturma ve sorguya tabi tuttuğunu, kamptakilerin evlerine dönmelerini engellediğini ayrıca ‘askeri operasyonun’ devam etmesi bahanesiyle tekrar tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını belirtti.

Kudüs’te ise yerleşimciler dün İsrail polisinin koruması altında Mescid-i Aksa’nın avlularına baskın düzenledi. Görgü tanıkları, onlarca yerleşimcinin Megaribe Kapısı yönünden Mescid-i Aksa’ya baskın yaptığını, avlularında provokatif turlar attığını ve Talmud ritüelleri gerçekleştirdiğini bildirdi. Aynı zamanda Eski Şehir ve Mescid-i Aksa’nın kapılarına konuşlanan polis güçleri, Müslüman vatandaşların Mescid-i Aksa’ya girmesini engelledi.

Dün Nablus yakınlarındaki Kasra kasabasında yerleşimciler mobil evler (karavanlar) yerleştirdi. Yerleşim Direniş Komitesi aktivistlerinden Fuat Hasan “Yerleşimciler kasabadaki vatandaşların topraklarına, özellikle Migdalim yerleşim yerinin karşı tarafında, daha önce buldozerle geçtikleri arazilere 4 yeni karavan yerleştirdiler ve bir hafta içinde yerleştirilen karavan sayısını 9’a çıkardılar” dedi.

İsrail merkezli gazetelerde yer alan haberler, özellikle de 7 Ekim’de tutuklanan Filistinli tutukluların ağır taciz ve işkenceye maruz kaldığını ortaya çıkardı.

Haaretz gazetesi bir haberinde, Sde Teman İsrail ordu kampı duvarları arkasında tutulan Gazzeli tutuklulara ve güvenlik tehdidi bağlamında Gilboa ve Megiddo cezaevlerinde tutuklu bulunanlara yönelik sert muameleye ilişkin verilen ifadelerin ele alınması gerektiğini aktardı.

Gazete, Gazzeli tutukluların ilk durağının Sde Teman olduğunu orada darp edildiklerini, tel örgülere bağlandıklarını, elleri başlarının üstünde bağlanarak tutulduklarını gardiyanların onlara saldırdığını, hakaret ettiğini ve kötü davrandığını aktardı.

Yakın zamanda serbest bırakılan bir mahkumun “Gardiyanlar İsrail bayrağını taşıyarak içeri girdiler ve mahkumları onu öpmeye zorladılar, kim öpmezse darp edildi” ifadelerini aktaran gazete, mahkumun ‘gardiyanların mahkumlardan emeklemelerini istediğini’ anlattığını da belirtti.

Benzer bir ifade Moked Bireyi Koruma Vakfı tarafına da ulaştı. Söz konusu ifade yakın zamanda İsrail Hükümeti Yargı Danışmanı Ghali Behrav-Mayara’ya sunulurken, tutuklu ifadesinde, gardiyanların hücreye girip içindekileri dövdüğünü, sırtlarında İsrail bayrağı varken kendi kendilerine küfretmeye ve sürünmeye zorladıklarını söyledi.

Gazete haberinde “Savaşın başlangıcından bu yana beş Filistinli mahkum hapishane tesislerinde öldü. Bunlardan ikisi hakkında soruşturma başlatıldı, cesetlerde morluklar tespit edildi, ayrıca biri Antot askeri hapishanesinde, diğeri ise Ofer askeri hapishanesinde olmak üzere iki Gazzeli işçi belirsiz bir şekilde hayatını kaybetti” ifadelerine yer verildi.

Tutuklulara yönelik bu muamelenin sürdürülmemesi konusunda uyarıda bulunulan haberde, “İsrail Devleti bir terör örgütü değildir. 7 Ekim olaylarına ve Hamas’ın adamlarının kaçırılan İsraillilere uyguladığı vahşete rağmen, devletin elindeki Filistinlilere yönelik muamelede hoşgörü gösterilmemesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur” ifadeleri de yer aldı. Ayrıca hükümetin Yargı Danışmanı Behrav-Mayara’ya acil müdahale çağrısı yapıldı.



Suyu silah haline getiren İsrail'in verdiği hasar korkunç

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Suyu silah haline getiren İsrail'in verdiği hasar korkunç

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının geçen yıl şiddetlenmesinden bu yana, sağlık sisteminin çöküşüne, çocuklarda yetersiz beslenmenin hızla artmasına ve Filistinli sivillerin ölümüne trajik bir netlikle tanık olduk. Ancak Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler temel su ihtiyaçlarını karşılamak için mücadele ederken, yeraltında daha sessiz bir kriz yaşanıyor.

Ekim 2023'ten önce bile Gazze'nin suyu krizdeydi. Yeraltı sularının en az yüzde 96'sı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) standartlarına göre tüketime uygun görülmüyordu. Bu büyük ölçüde yeraltı sularının çıkarılmasına aşırı bağımlılıktan kaynaklanıyordu. Aşırı bağımlılık, çıkarılan suyun tuzdan arındırılmadan içilemez hale gelmesine yol açtı.

Araştırmamızın sonuçları ayrıca, 2022 itibarıyla Gazze Şeridi'ndeki hanelerin üçte birinden fazlasının bir önceki yıl su güvensizliği yaşadığını ve Batı Şeria ve Gazze'de ankete katılan yetişkinlerin yaklaşık dörtte birinin orta ila yüksek düzeyde su güvensizliği yaşadığına işaret ediyor. Ve durum sadece daha da kötüye gidecek.

Zaten kırılgan su altyapısı hem hedefli saldırılar hem de savaşın dolaylı etkileri nedeniyle tahrip oldu. İsrail'in insani yardım malzemelerine uyguladığı ablukalar temiz suyun (ve suyun tuzdan arındırılması ve dağıtımı için kritik önem taşıyan yakıtın) ihtiyaç sahibi kişilere ulaşmasını engellemekle kalmadı, İsrail Savunma Kuvvetleri, Hamas tünellerini deniz suyuyla doldurarak sorunu daha da kötüleştirdi ve muhtemelen yeraltı sularının tuzluluk oranını arttırdı.

Ek olarak, Gazze'de suyun arıtılması için yaygın kullanılan bir yöntem olan klor, "çift kullanımlı" (yani hem sivil hem de askeri amaçlar için yararlı) bir madde olarak kabul edildiğinden, Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) eylülde az miktarda klor dağıtmasına rağmen Ocak 2024'ten bu yana Gazze'ye girmesine izin verilmedi.

Mevcut çatışma boyunca İsrail, Gazze'deki Filistinlilere insani yardım sağlama konusundaki yasal yükümlülüğünü defalarca yerine getirmedi. İsrail hükümetine ait bir su şirketi olan Mekorot'un işlettiği boru hatları aracılığıyla sınır ötesi su transferine getirilen kısıtlamalar, İsrail'den Gazze'ye akan suyun doğası gereği siyasi olduğu yönündeki acımasız gerçeğin altını çiziyor. Sonuçta siviller büyük ölçüde güvenli suya erişimden yoksun bırakılıyor ve bu da zaten vahim olan halk sağlığı krizini daha da derinleştiriyor.

Gazze'deki Filistinlilerin, mevcut su krizinin doğrudan bir sonucu olan arıtılmamış pis su göllerinden kaçınmaya çalışarak molozların arasında dikkatlice ilerledikleri yaygın görüntüleri şüphesiz görmüşsünüzdür. Bu, mevcut su krizinin doğrudan bir sonucu. Washington Post'a konuşan 6 çocuk babası Adel Abu Obeida, kendisinin ve ailesinin "kelimenin tam anlamıyla büyük bir pis su bataklığında yaşadığını" söyledi.

Hayal bile edilemez ama Gazze'deki pek çok kişi için günlük hareketlilik, yeterli drenaj olmadan sokaklarda durgunlaşan büyük atık su havuzlarından kaçınmanın yollarını bulmayı içeriyor.

Kanalizasyon sadece sokaklara değil, aynı zamanda başta Akdeniz olmak üzere çevreye de endişe verici miktarlarda boşaltılıyor. Mart 2024'te günde 60 bin metreküp (yaklaşık 24 olimpik yüzme havuzu) olduğu tahmin ediliyordu. Gazze Şeridi'ndeki hiçbir atık su tesisinin çalışmadığı bildiriliyor.

Yeterli atık su arıtımının olmaması ve içme suyu kaynaklarının kaçınılmaz olarak kirlenmesi, bireyleri patojenlere maruz bırakıp Filistinliler için ciddi sağlık riskleri yaratıyor. Trajik bir şekilde birçok gereksiz ölüm de buna dahil.

Viral karaciğer enfeksiyonu Hepatit A, atık su yaşam alanlarını kirlettiğinde kontrol edilmeden yayılabilir. Aşıyla önlenebilen bu enfeksiyon şiddetli ishale ve karaciğer iltihabına yol açarak sarılığa (gözlerin ve cildin sararması) neden olabilir.

DSÖ'nün tahminlerine göre, Ekim 2023'ten bu yana şüpheli akut Hepatit A vakalarının sayısı 100 bini  aştı. Bir önceki yıl Gazze Şeridi'nde bildirilen 100'den az vaka, bu sayının yanında devede kulak kalıyor.

Göçmen kamplarındaki menenjit salgınları da atık suyun yayılmasına bağlanıyor.

Bu yaz, uluslararası yetkililer Gazze'deki atık suda çocuk felci tespit edildiğini duyurdu ve bunu Ağustos 2024'te teşhis edilen ilk felç vakası izledi. Atık sularda yayılan ve genellikle savaş ve yerinden edilme ortamlarında görülen çocuk felcinin yeniden ortaya çıkması, Gazze'den yaklaşık 25 yıl önce ortadan kaldırılmış olması nedeniyle özellikle dikkat çekici. Benzer şekilde, kolera da ortaya çıkarsa daha da ölümcül olabilir.

Geçici bir çözüm olsa da temiz suyun yanı sıra yakıt, klor ve diğer su, sanitasyon ve hijyen (yıkama) malzemelerinin sağlanması için sınırsız insani yardım erişimine ihtiyaç var. Temiz suya erişime en çok ihtiyaç duyanları desteklemek için ev tipi su arıtma kitleri ve güneş enerjisiyle çalışan küçük ölçekli tuzdan arındırma sistemleri dağıtılmalı.

Yerel mühendislerin ve sanitasyon çalışanlarının hasarlı altyapıda gerekli onarımları yapabilecek kaynaklarla donatılması ve bunu yaparken güvenliklerinin sağlanması da kritik önem taşıyor.

Ancak uzun vadede altyapının yeniden inşa edilmesi gerekecek ve bu çabaya kimin öncülük edeceği ve hatta finanse edeceğine dair sorular şüphesiz bunun gerçekleşmesini geciktirecek.

Her ne kadar suyun silah haline getirilmesi kullanılması yeni bir şey olmasa da (benzer taktikler Ukrayna, Suriye, Etiyopya ve başka yerlerde de uygulandı) yine de uluslararası insancıl hukukun ciddi bir ihlali ve derhal ele almamız gereken bir konu. Su temel bir insan hakkı ve hızlı bir şekilde müdahale edilmezse, anlatılamayacak hasarlar ortaya çıkacak.

Brian Perlman, Johns Hopkins Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencisi ve UC Berkeley Gazetecilik Enstitüsü ve Berkeley Hukuk İnsan Hakları Merkezi mezunudur. Bu makaleye ayrıca Tulane Üniversitesi, Londra Hijyen & Tropik Tıp Okulu ve Twente Üniversitesi'nden su ve halk sağlığı uzmanları Dr. Shalean Collins, PhD; Dr. Zeina Jamaluddine, PhD ve Dr. Juliane Schillinger, PhD ve Harvard Tıp Fakültesi'nden bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dr. Amir Mohareb, MD katkıda bulunmuştur.

Independent Türkçe