Güney banliyösü Hamas ve Lübnan dışından gelen yetkililer için güvenli bir sığınak mı?

Hamas için geçerli olan İslami Cihad için geçerli değil.

Beyrut’un güney banliyösünde bir itfaiyeci saldırı alanını temizliyor (Reuters)
Beyrut’un güney banliyösünde bir itfaiyeci saldırı alanını temizliyor (Reuters)
TT

Güney banliyösü Hamas ve Lübnan dışından gelen yetkililer için güvenli bir sığınak mı?

Beyrut’un güney banliyösünde bir itfaiyeci saldırı alanını temizliyor (Reuters)
Beyrut’un güney banliyösünde bir itfaiyeci saldırı alanını temizliyor (Reuters)

Hamas yöneticilerinden Salih el-Aruri’nin öldürülmesinin ardından hareketin Beyrut’un güney banliyölerindeki yerleşim bölgelerinde liderleri için neden ofisler kurduğuna dair ortaya atılan sorular kamuoyunu meşgul etmeye devam ediyor. Öyle ki bu durum, özellikle İsrail’in dünyanın neresinde olursa olsun Hamas yetkililerini takip etme yönündeki tehditleri göz önüne alındığında, bölge sakinlerini çeşitli tehlikelere maruz bırakıyor. Ancak gerçek şu ki, Hamas’ın Lübnan’daki güvenlik ve askeri varlığı, Suriye krizi ve hareketin Suriye rejimiyle yaşadığı büyük anlaşmazlıktan sonra daha da arttı. Bu da siyasi liderlerinin Doha ile Türkiye arasında dağıtılmasına ve bu güvenlik ve askeri personelin Lübnan’da, özellikle ülkenin güneyindeki Sayda bölgesine ve bazı kamplara, esas olarak ise Hizbullah’ın kalesi olan ve onlar için güvenli bir sığınak olan Beyrut’un güney banliyölerine yerleştirilmesine yol açtı.

Ancak Hamas için geçerli olan, Şam’dan ayrılıp oraya geri dönmeyen İslami Cihad Hareketi için geçerli değil. Liderlerinin Lübnan’daki varlığı sınırlı ve ayrıca direniş eksenindeki gruplar arasındaki koordinasyon çerçevesinde kalmış durumda.

Konu hakkında bilgi sahibi bir kaynak, “Askeri rolü olan ve İran’la doğrudan koordinasyon sağlaması gereken liderler, Lübnan’da bulunuyor. Bunlar arasında Hamas ve İslami Cihad’dan isimler de yer alıyor. Katar ve Türkiye’deki liderler ise siyasi liderlik rolüne ve askeri olmayan faaliyetlere sahipler” dedi. Aynı kaynak, “Güney banliyöleri, genellikle bu liderler için ideal yerlerdir. Ancak İsrail, Aruri’ye suikast düzenleyerek Hamas liderlerinin çatışma kurallarının dışında olduğu mesajını verdi” ifadelerini kullandı. Beyrut’un güney banliyösü, güvenlik kontrolüne tabi olduğu için Hizbullah’ın ana kalesi olarak kabul edilirken, resmi Lübnan güvenlik güçlerinin oradaki varlığı sembolik görünüyor.

Stratejik Araştırmalar ve İnsani Gelişme Geliştirme Merkezi Direktörü Filistinli araştırmacı Hişam Debsi, “Hamas’ın siyasi liderliğinin Lübnan’da yoğunlaşması, Ahmed Abdulhadi, Ali Baraka, Eymen Şanaa ve Rıfat Marra gibi Lübnan arenasından sorumlu olanlarla sınırlıdır. Usame Hamdan, Aruri, Halil el-Hayye, İsmail Heniyye ve diğerleri gibi üst düzey liderler ise Doha’da görev yapıyor” açıklamasında bulundu. Debsi, “Diğer ülkelerin kendi topraklarında bu tür eylemleri engellemesinin bir sonucu olarak, Lübnan arenasında tüm bu insanların oynadığı önemli bir medya rolü var. Hatta Usame Hamdan bile Beyrut’ta Gazze ile ilgili basın toplantıları yaparken, Heniyye de kaydedilmiş videolar gönderiyor” dedi.

Debsi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Hamas’tan farklı olarak İslami Cihad Hareketi’nin, Suriye güvenlik güçleri ve İran Devrim Muhafızları’nın koruması altında, Suriye rejiminin ve liderlerinin ‘kucağında’ olduğunu belirtti.

Lübnan’daki Filistin meselesiyle ilgilenen kaynaklar, Aruri suikastının, Hamas’ın güvenlik ve askeri liderlerinin Lübnan ve banliyölerdeki varlığını ve konumunu etkilemeyeceğini söyledi.

7 Ekim’den bu yana Hizbullah’ın yanı sıra Filistinli ve Lübnanlı silahlı gruplar, Gazze’deki savaşçılara destek amacıyla Lübnan’ın güney sınır bölgesinden işgal altındaki bölgelere yönelik saldırılar gerçekleştiriyor.



Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
TT

Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Hizbullah savaşçılarının, 1990 iç savaşından sonra olduğu gibi Lübnan ordusuna entegre edilmesi önerisi siyasi çevrelerde ve uzmanlar arasında tartışma konusu oldu.

Ordunun çeşitli sebeplerle bu savaşçıları bünyesine katamaması nedeniyle öneri henüz yaygın kabul görmezken, uzmanlar bu meselenin doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Bunun ‘silahlarını devlete teslim etmesi karşılığında Hizbullah için bir teselli ödülü’ olduğunu belirten uzmanlar, ‘dini emir alan ve ideolojik inanca sahip olan unsurların orduda yer alamayacağını’ vurguladı.

Cumhurbaşkanı Avn basına verdiği demeçte, “Ordu içinde Hizbullah savaşçılarından oluşan bağımsız bir birim oluşturmak mümkün değil. Ancak 1990'ların başında Lübnan'daki iç savaşın sonunda çeşitli taraflarla olduğu gibi üyeleri orduya katılabilir ve kurslara tabi tutulabilir” ifadelerini kullandı.

Bu öneriyi yorumlayan Güçlü Cumhuriyet Bloğu Milletvekili Giyas Yazbek, ordunun ‘Hizbullah'ın dış uzantılarla ordusunu oluşturduğunu iddia ettiği 100 bin savaşçıyı absorbe edemeyeceğini’ söyledi. Şarku’l Avsat'a konuşan Yazbek, “Hizbullah'ın 25 bin savaşçısı olsa bile, şu anda subaylarının ve üyelerinin maaşlarını dış yardımlarla güvence altına almaya çalışan askeri kuruma bunları dahil etmek imkânsız” dedi.

Yazbek, ‘ordunun cumhurbaşkanı ve hükümetle birlikte geliştirdiği ulusal güvenlik stratejisinin henüz Lübnan'ın ordu ve güvenlik güçlerinin sayısına olan ihtiyacını belirlemediğini’ vurguladı. Yazbek, “Sınırlarımızı çizdiğimizde, savaşın nedenlerini ortadan kaldırdığımızda ve Lübnan'da siyasi bir çözüme doğru ilerlediğimizde, ordunun mevcut subay ve personel sayısı yeterli olacak ve artacaktır” şeklinde konuştu.

Hizbullah savaşçılarının durumu

Askeri uzman Halid Hamade'ye göre, ‘Taif Anlaşması'ndan sonra silahlı milislerin dağıtılmasında olduğu gibi bugün de Hizbullah savaşçılarının orduya alınması önerisi, Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah'ı silahlarını devlete teslim etmeye ikna etme çabaları bağlamında Hizbullah için bir teselli ödülüdür.’

Hamade, ‘Hizbullah savaşçılarının orduya entegre edilmesinin, özellikle ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ardından yaşanan gelişmelerden sonra, birçok engelle karşı karşıya olduğunu’ savundu.

fvdgh
Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in 24 Şubat 2025 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Deyr Kanun en-Nahr kasabasında düzenlenen cenaze töreni sırasında Hizbullah üyeleri (Reuters)

“İç savaşın sona ermesinin ardından Lübnan devletinin yüzlerce milisi orduya ve güvenlik güçlerine katmayı başardığı doğrudur, ancak Hizbullah'ın durumuyla karşılaştırma yapmak artık mümkün değildir” diyen Hamade, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ulusal Mutabakat Belgesi imzalandığında milis liderleri belgeyi tanıdı, milislerin feshedildiğini duyurdu, silahlarını gönüllü olarak devlete teslim etti ve siyasi sürecin bir parçası oldu. Hizbullah ise ateşkes anlaşmasını tanımıyor ve silahlarını teslim etmeyi kabul etmiyor. Dolayısıyla siyasi sürecin bir parçası haline geldiğini ve artık askeri bir kanadı olmadığını kabul etmeden milislerini orduya dahil etmekten bahsetmek bağlamdan kopuktur.”

Hizbullah'ın ideolojisi

Yazbek'e göre Hizbullah'ın ideolojisi, savaşçılarının orduya entegrasyonunun önündeki en büyük engel. Yazbek, “Hizbullah, Lübnan'ı İran'ın uzantısı olan coğrafi bir nokta olarak görüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın silahları teslim etmeyeceğini ve silahların devletin elinde olmasıyla ilgili konuşmalarla ilgilenmediğini açıklamasının da gösterdiği gibi bu doktrin halen varlığını sürdürüyor” ifadelerini kullandı.

ukıo
24 Şubat 2025 tarihinde düzenlenen cenaze töreninde eski Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in tabutunu taşıyan Hizbullah savaşçıları (AP)

‘Lübnan iç savaşı sırasında milisleri olan ve devlet şemsiyesi altına giren liderlerin Lübnanlı liderler olduğunu, kararlarının Lübnanlıların kararı olduğunu’ hatırlatan Hamade, “Hizbullah ise organik olarak bölgesel bir otoriteye bağlıdır ve hem Lübnan içinde hem de dışında tehlikeli askeri ve güvenlik rolleri oynamıştır” dedi. Hizbullah'ın ‘Tahran'dan ayrıldığını, yerel bir siyasi bileşen olmayı kabul ettiğini ve askeri kolunu feshettiğini açıklamadığına, böylece savaşçılarının ordu içinde absorbe edilmesi konusunun tartışılabileceğine’ dikkat çeken Hamade sözlerini şöyle sürdürdü: “Veliyyül Fakih tarafından verilen ve uygulanması gereken meşru yetki çerçevesinde faaliyet gösteren askeri bir grup ile anayasal makamlar tarafından demokratik mekanizmalar çerçevesinde alınan siyasi bir karar çerçevesinde faaliyet gösteren başka bir grubu uzlaştırmak nasıl mümkün olabilir? İster sivil idarelerde ister güvenlik kurumlarında milislerin devlete entegre edilmesi deneyimi tekrarlanabilecek kadar başarılı oldu mu?”

Ordu disiplini

Bazılarının iddia ettiği gibi iç savaş sürecindeki milislerin orduya alınmadığını belirten Yazbek, ‘güvenlik ve askeri kurumlara alınanların Lübnan'ı yöneten Suriye rejimine yakın olduğunu, ülkenin egemenliği için savaşan ve Suriye işgaline karşı çıkanların ise kovalandığını, hapsedildiğini ve birçoğunun Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldığını’ vurguladı. Yazbek ayrıca, ‘ordu personeli tarafından uygulanan disiplinin Hizbullah savaşçıları için geçerli olmadığını, çünkü milislerin orduyla, ordunun da onlarla uyumlu olmadığını’ belirtti.

Hamade, “Hizbullah savaşçılarının Lübnan ordusuna ve diğer devlet kurumlarına dahil edilmesinin artıları ve eksileri ne olursa olsun, doğru yol Hizbullah'ın silahlarını devlete teslim etmesiyle başlamalı. Hizbullah üyeleri Lübnan toplumundan izole edilmiş bir grup değildir ve topluma entegre edilmelidir. Ancak Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi için bir tür ayartma olarak özümsenmeleri konusunu gündeme getirmekte acele etmek hedefe ulaşılmasını sağlamayacaktır. Gerekli olan, Hizbullah’ın öncelikle devleti, silahların yalnızca devletin elinde olmasını, savaş ve barış kararının devletin elinde olduğunu ve bu konuda meydana gelebilecek herhangi bir düzenlemenin başlangıcı olarak uluslararası kararları uygulama ihtiyacını tanımasıdır” dedi.