Aruri suikastı ve İsrail, İran ve ABD tarafından yapılan ‘tehlikeli’ hesaplar

Tel Aviv ‘saldırıyı önleme’ konusunda Hizbullah’tan daha fazla motive olmuş görünüyor.

İsrail’in kuzeyindeki Yukarı Celile’de, üniformasının sırt kısmına Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı hedef olarak gösteren bir çizimin bulunduğu tankın önünde duran İsrail asker. (AFP)
İsrail’in kuzeyindeki Yukarı Celile’de, üniformasının sırt kısmına Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı hedef olarak gösteren bir çizimin bulunduğu tankın önünde duran İsrail asker. (AFP)
TT

Aruri suikastı ve İsrail, İran ve ABD tarafından yapılan ‘tehlikeli’ hesaplar

İsrail’in kuzeyindeki Yukarı Celile’de, üniformasının sırt kısmına Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı hedef olarak gösteren bir çizimin bulunduğu tankın önünde duran İsrail asker. (AFP)
İsrail’in kuzeyindeki Yukarı Celile’de, üniformasının sırt kısmına Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı hedef olarak gösteren bir çizimin bulunduğu tankın önünde duran İsrail asker. (AFP)

Elie el-Kusayfi

İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik savaşının, ABD’nin ve İsrail’in adlandırmasıyla ‘üçüncü aşamaya’ doğru önemli bir dönüşüme sahne olduğunu gösteren pek çok işareti görmek artık mümkün. Bu adlandırmaya göre savaşın ilk aşaması, 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısına İsrail’in, Gazze Şeridi’ne yönelik yoğun bir bombardımanla karşılık vermesiydi. İkinci aşama ise İsrail’in 27 Ekim 2023’te Gazze Şeridi’ne kara saldırısı düzenlemesiyle başladı.

Pratikte ‘üçüncü aşamaya’ dair konuşmalar, yaklaşık iki hafta önce arttı. Bunun sebebi ise ABD’nin savaşa aynı hızla devam edemeyeceğini vurgulayarak İsrail üzerinde baskı kurmasıydı. Nitekim Filistinli kayıpların sayısındaki rekor artış, ABD yönetimi üzerinde siyasi baskı oluşturuyor. Ayrıca savaşın aynı ateşli yoğunlukta devam etmesi, çatışmaların bölgeye yayılma ihtimalini de artıracak, ki bu da uzun vadede Amerika’nın bölgeye ilişkin planlarını etkileyecektir.       

Bununla birlikte ‘üçüncü aşamaya’ geçişin sebebi, sadece Amerika’nın Tel Aviv üzerindeki baskısı değil. Bir diğer sebep, İsrail’in de Gazze Şeridi’ne yönelik savaşına aynı hızda devam edemeyecek olmasıdır. Zira kendisine yönelik küresel öfkenin artması sebebiyle ateş gücü, İsrail’e karşı tavır almaya başladı. Ancak yine de küresel öfkenin artması, 7 Ekim’deki saldırıdan bu yana ABD’nin ve Batı’nın bu ateş gücüne verdiği desteğin gücü konusunda şüphe uyandırmasın.  

Ayrıca İsrail, Gazze Şeridi’nin kuzeyinde Hamas’a karşı askerî hedeflerine ulaştı ve bu, pratikte büyük bir ‘zafer tablosu’ çizmese de ona savaşta yeni bir aşamaya geçme imkânı veriyor.

İsrail’in yedek tugaylar da dahil olmak üzere beş tugayı Gazze Şeridi’nden çıkarmaya ilişkin planları, üçüncü aşamaya geçildiğinin işaretlerinden biri. Bununla beraber İsrail, bu tugayların yeni varış noktasına dair bir anlaşmazlık yaşıyor. Kimilerine göre bu varış noktası, Han Yunus olacak. Nitekim İsrail’in Yahya es-Sinvar gibi Hamas liderlerinin burada saklandığı yönündeki değerlendirmesine bakarak, bir sonraki aşamada savaş operasyonlarının burada yoğunlaşacağı öngörülüyor. Kimilerine göre de yeni varış noktası, Hizbullah’la geniş çaplı bir savaş ihtimaline hazırlık yapmak ya da ona karşı caydırıcılığı güçlendirmek üzere Lübnan sınırı olacak.

Rıza Musevi suikastından ziyade Aruri ile arkadaşlarının öldürülmesi, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik savaşının ‘üçüncü aşamasının’ başladığını gösteriyor.

ABD’nin dönüşümü

İkinci işaret, ABD uçak gemisi Gerald Ford’un, önümüzdeki birkaç gün içinde ek muhriplerden oluşan bir görev gücüyle bölgeden ayrılıp ABD’nin Virginia eyaletindeki limanına dönmek üzere hazırlık yapmasıdır.  Bununla birlikte bir ABD uçak gemisi, yani Dwight Eisenhower, Ortadoğu’da kalacak. Bu, ABD’nin savaşa yaklaşımında esaslı bir dönüşümün güçlü bir delili olup, ABD’nin İsrail’in Gazze’ye karşı savaşının aynı hızla devam etmesini istemediğini gösteriyor. Gerald Ford’un ayrılışı aynı zamanda Washington’ın, İran’ı ve kollarını savaşın kapsamını genişletmekten caydırma şeklindeki sebebin ortadan kalktığını düşündüğüne de işaret ediyor. Bu da şu soruyu akla getiriyor: Gerald Ford’un ayrılışı, Tahran ile Washington arasında bir sonraki aşamaya dair varılan bazı anlaşmaların mı yoksa İran’ın ve vekillerinin savaşın kapsamını genişletme konusunda nihai olarak isteksiz oluşlarına dair ‘uzaktan’ bir değerlendirmenin mi sonucu?

Üçüncü işaret ise İsrail’in Hamas’a ve daha genel anlamda bölgedeki Direniş Ekseni’ne karşı güvenlik operasyonlarına yönelmesidir. Başlangıç adımı, İran Devrim Muhafızları Komutanı Rıza Musevi’nin 25 Aralık’ta Şam’da öldürülmesiyle atıldı. Bildiğimiz kadarıyla İsrail, geçen hafta Suriye’deki İranlı hedeflere yönelik de altı saldırı gerçekleştirdi. Bu, İsrail’in oradaki saldırılarının hızının artması olarak görülebilir.

sdwev
Hamas’ın 3 Ocak’ta servis ettiği tarihi belirsiz fotoğrafta el-Aruri, Beyrut’taki ofislerinden birinde görülüyor. (AFP)

İsrail daha sonra, geçtiğimiz salı günü Hamas’ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri’ye ve beraberinde hareketin Lübnan’daki iki önemli liderine suikast düzenledi. Bu iki liderden biri, Lübnan’dan İsrail’e birçok roketin fırlatılmasından sorumlu olan Hamas-Lübnan Teknoloji Birimi Başkanı Samir Fendi, diğeri ise İsrail medyasında yer alan haberlere göre İsrail içindeki pek çok saldırının sorumlusu olan Azzam el-Akra idi. Ayrıca saldırıda dört kişi daha öldürüldü.  

Zafer imajı

Şu durumda Rıza Musevi suikastından ziyade, el-Aruri ile arkadaşlarına yönelik suikast, İsrail’in Gazze Şeridi’ne karşı savaşının üçüncü aşamasının başladığını gösteriyor. Çünkü bu suikast, İsrail’in üçüncü aşamaya geçişin bir şartı ya da gerekçesi olarak, Gazze Şeridi’nin içinde olmasa da dışında ‘zafer puanları’ toplama çabasıyla bağlantılı. Bu suikastın, 3 Aralık’ta İsrail Güvenlik Teşkilatı (Şin Bet) Başkanı Ronan Bar’ın Hamas unsurlarını Gazze’de, Batı Şeria’da, Lübnan’da, Katar’da, her yerde takip edeceği yönündeki tehdidinin ilk pratik uyarlaması olduğu biliniyor. Geçtiğimiz ağustos ayında Binyamin Netanyahu da el-Aruri’ye suikast düzenleme tehdidinde bulunmuş ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da buna, İsrail’in Lübnan’da gerek Lübnanlı gerek Filistinli isimleri hedef alarak gerçekleştireceği herhangi bir suikastın karşılık gerektireceğini söyleyerek cevap vermişti.

Musevi ve el-Aruri suikastları arasında bağlantı kurmak, Hizbullah’ın kendi kalesinde işlenen el-Aruri suikastına cevabın biçimi, boyutu ve zamanlaması bakımından yaklaşımını kolaylaştırıyor.

Bu bağlamda Netanyahu’nun danışmanı Danny Danon’un, el-Aruri suikastı ardından dile getirdiği şu sözler hiç de önemsiz değildi:

Biz Lübnan’ı veya Hizbullah’ı değil, 7 Ekim saldırısında parmağı olan herkesi hedef alıyoruz.

İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari de ‘Beyrut operasyonundan’ sonra “Odak noktamız, Hamas’la mücadeleydi, halen de öyle” açıklamasında bulundu. İsrail Genelkurmay Başkanı ise çarşamba günü Lübnan sınırında şu açıklamayı yaptı:

Kuzeyde oldukça hazırlıklıyız. Ancak şu anda odak noktamız, Hamas’la savaşmak.

İsrail’in bu söylemleri, el-Aruri suikastının Gazze Şeridi’ne yönelik savaşın bir uzantısı olduğunu ve Lübnan-İsrail sınırında Hizbullah’la açık çatışma bağlamına girmediğini söylemek suretiyle Hizbullah’ı tarafsız kılmaya dönük karmaşık bir çabadır. Sanki Tel Aviv, buradaki coğrafi konumun ikincil öneme sahip bir veri olduğunu ima etmeye çalışıyor. Ancak yine de el-Aruri’nin Beyrut’ta öldürülmesi, İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmanın daha da tırmanması riskini barındırıyor. Zira stratejik olarak Hizbullah, kalesinin hedef alınmasına cevap vermek zorunda. Bu, iki taraf arasında ‘karşılıklı yanlış anlama’ ihtimalini artırıyor, ki bu da İsrail’i kuzey sınırlarında 2006’dakine benzer bir savaşa değil de belki bir ‘çatışma dönemine’ daha hazırlıklı kılıyor.

SDV'ler
Beyrut’ta, 4 Ocak’ta düzenlenen cenaze töreninde el-Aruri ve arkadaşlarının fotoğrafları taşındı. (Reuters)

Hizbullah ironik bir şekilde (muhtemelen Hamas içinde Hizbullah ve İran’la koordinasyondan sorumlu olan) el-Aruri’nin öldürülmesinin ardından yaptığı açıklamada, el-Aruri’ye yönelik suikast suçunu Rıza Musevi’ye yönelik suikastın bir devamı olarak değerlendirdi. Hizbullah bununla, ‘meydanların birliğinin’ bir göstergesi olarak Direniş Ekseni bileşenleri arasındaki ‘kan birliğini’ vurgulamaya çalışıyor. Ayrıca iki suikast arasında bağlantı kurmak, onun kendi kalesinde işlenen el-Aruri suikastı suçuna tepkinin biçimi, boyutu ve zamanlaması bakımından yaklaşımını kolaylaştırıyor. Şöyle ki bu suikast, Lübnan’ın güneyindeki açık çatışma bağlamının bir parçası değil; aksi takdirde Hizbullah, cephede caydırıcılık dengesini korumak için bu suikasta derhal ve güçlü bir karşılık vermek zorunda kalacaktı. Bu suikast daha geniş bir bağlam içerisinde yer alıyor. Nitekim bölgedeki Direniş Ekseni’nin sembol isimlerine yönelik diğer suikastlardan biri. Dolayısıyla ‘uygun zaman ve zeminde karşılık vermek’ açısından, o kişiler için geçerli olan el-Aruri için de geçerli. Burada ‘uygun zamanda ve zeminde verilecek karşılık’, Nasrallah’ın çarşamba günü dile getirdiği “Hizbullah ile İsrail arasında savaş meydanı, günler ve geceler var” sözüne bir göndermedir.  

Karmaşık dinamikler

Tüm bunlar gösteriyor ki halihazırdaki savaşın tüm karmaşık dinamikleri, el-Aruri suikastında bir araya geliyor. İsrail’den başlayarak ABD’ye, İran’a ve onunla beraber Hizbullah’a kadar savaşın tüm ana taraflarının ince ve karmaşık hesapları bu suikastta iç içe geçiyor.

İsrail’in hesapları, Gazze’de bir ‘zafer tablosu’ çizmek ile mevcut savaş motivasyonuyla ve ABD’nin desteğiyle Direniş Ekseni’ne karşı yeni bir caydırıcılık sistemi inşa ederek bölgede yeni bir emrivaki dayatmak arasında değişiyor. İsrail mevcut durumu, bölgedeki stratejik hedeflerine ulaşmak için ‘tarihî bir fırsat’ olarak görüyor. Bu, İran’ı birinci dereceden ilgilendiren bir konu. Bu yüzden bölgedeki (ve aynı şekilde İran’daki?!) ajanlarının peş peşe saldırılarıyla İran’ın caydırıcılık sistemini zayıflatan İsrail karşısında seyirci kalması mümkün değil. Bununla birlikte İran, daha uzun vadeli stratejik hesaplar adına, bölgede ‘çılgın’ İsrail’e karşı ‘aklı başında bir güç’ olarak görünmek istiyor. Şarku’L Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre bu, İran’ın ABD’lilerle yaptığı hesapların bir parçası. Zira Amerikalılar, dünya genelinde özellikle Çin ve Rusya tarafından daha önemli zorluklarla karşı karşıyayken bu işe daha fazla bulaşmak istemedikleri için Ortadoğu’da istikrarı savaşa tercih ediyorlar.

Tel Aviv’in de Gazze’de alıkonan vatandaşlarını kurtarma meselesini atlaması mümkün değil. Bu mesele, böyle bir zamanda el-Aruri suikastının ne faydası olduğuna ve bunun Hamas’a esirler ve ateşkes konusunda İsrail’le müzakereleri engellemesi için bir mazeret mi teşkil edeceğine yoksa onu sonunda taviz vermeye mi iteceğine ilişkin olarak İsrail’de yapılan iç tartışmaya dahil edildi.

Peki ya İsrail, Gazze dışındaki Hamas liderlerine suikastlar düzenlemek için en uygun sahanın Lübnan olduğuna karar verirse?

Nasrallah’ın tavanı

Hizbullah’a gelince… Hizbullah Genel Sekreteri, çarşamba günü yaptığı konuşmada açıkça, el-Aruri suikastı meselesinde şu iki konuyu ayrı ayrı değerlendirdi: Bizzat el-Aruri’nin hedef alınması ile Beyrut’un güney banliyösünde öldürülmesi.

Nasrallah, el-Aruri suikastının cezasız kalmayacağını söyledi. Ama mesele, Hizbullah’ın da belirttiği gibi, yalnızca el-Aruri’yle değil, bir bütün olarak Direniş Ekseni’yle alakalı. Nasrallah’ın çarşamba günkü konuşmasında, bu eksene bağlı güçlerden her birinin kendi kapsamına ve çıkar değerlendirmesine göre ‘bağımsız’ hareket ettiğini açıklaması dikkat çekiciydi. Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah, bu noktada meydanlar arasında bir ayrım yapıyor.  Dolayısıyla da ‘meydanların birliği’ konusunda ikili bir yaklaşım benimsiyor ve meydanları kâh ayırıp kâh birleştiriyor.

Aruri’nin Beyrut’ta öldürülmesi meselesinde ise Hizbullah’ın, 7 Ekim’den sonra Hizbullah ile İsrail arasındaki caydırıcılık hesaplarıyla bağlantılı başka hesapları var. Çarşamba günü Nasrallah’ın Direniş’in şu ana kadar doğru hesaplarla savaşmaya devam etmekle birlikte caydırılmadığının, ‘ancak düşman Lübnan’a bir savaş açmayı düşünürse o zaman ona karşı savaşın sınırsız ve kontrol olacağının’ altını çizmesi de bunun kanıtıdır. Böylece İsrail’in ‘tarihî fırsatı’ değerlendirerek Hizbullah’ı savaşa dahil etme niyetine dair söylentilerin artmasına karşılık Nasrallah, İsrail’e yönelik tehdit seviyesini savaşın başlangıcından bu yana görülen en yüksek seviyeye çıkarıyor. Bu da iki taraf arasında ‘büyük bir savaşın’ çıkması ihtimalinin üçüncü aşamada artıp artmayacağı sorusunu akıllara getiriyor.

dcvfe
Hizbullah’ın Kasım Süleymani suikastının yıldönümünde düzenlediği ve Nasrallah’ın konuşma yaptığı törende Kasım Süleymani’nin fotoğrafları taşındı. (AFP)

Şu ana kadar tarafların karşılıklı olarak verdiği siyasi ve ateşli mesajlar ve işaretlerde, özellikle de ABD’nin verdiği mesajlarda, İsrail ile Hizbullah arasındaki savaşın genişlemesinin kaçınılmaz olduğuna dair hiçbir emare yok. Ancak kesin olan şu ki İsrail, ‘saldırıyı önleme’ konusunda Hizbullah’tan daha fazla motive olmuş görünüyor. Bu, önümüzdeki dönemde ve İsrail’in zamanlamasına göre savaşın genişlemesi ihtimalini artırıyor. Hele de İsrail, Hizbullah’ın diplomasiyle olmuyorsa zorla Litani’nin kuzey bölgesine çekilmesini gerektiren 1701 sayılı kararın uygulanmasında ısrar ediyorken. Yani İsrail, kuzey sınırlarındaki durumun 7 Ekim’den önceki haline dönmesini kabul etmeyecektir. Bu, uzun ve karmaşık bir süreç ve Tel Aviv bu sürecin netleşmesini bekleyemeyebilir.

Ayrıca İsrail, Katar veya Türkiye’de gerçekleştirmenin zorluğunu (nitekim Türkiye, Mossad adına operasyonlar planladığı şüphesiyle 34 kişiyi tutukladı) göz önüne alarak, Gazze dışındaki Hamas liderlerine suikastlar düzenlemek için en uygun sahanın Lübnan olduğuna karar verirse bu, Hizbullah üzerinde fazladan bir baskı oluşturacaktır. Zira onun caydırıcılık sistemini temelden etkiler. Hizbullah, İsrail’in ciddi bir caydırıcılıkla karşılaşmadan peş peşe saldırılar gerçekleştirdiği Suriye’de yaşananlara benzer bir duruma uyum sağlayamaz. Peki, mevcut savaştaki güç dengesi, onun orantılı tepki vermesine müsaade ediyor mu?

Sonuçta Nasrallah, Direniş’in caydırılmadığını söyledi ama İsrail’in caydırıldığını söylemedi.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



İsrail ordusu, Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınına ve Genelkurmay karargahına hava saldırısı düzenledi

TT

İsrail ordusu, Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınına ve Genelkurmay karargahına hava saldırısı düzenledi

İsrail bugün Şam'daki Genelkurmay Başkanlığı karargahına hava saldırısı düzenledi. (Reuters)
İsrail bugün Şam'daki Genelkurmay Başkanlığı karargahına hava saldırısı düzenledi. (Reuters)

Bu sabah erken saatlerde Suriye'nin güneyindeki Suveyda kentinde Suriye hükümet güçleri ile yerel Dürzi militanlar arasındaki çatışmalar yeniden başlarken, İsrail dünden bu yana Suriye'nin güneyindeki Suveyda ve Dera ile sınırlı tuttuğu saldırılarını bugün Şam'daki Genelkurmay Başkanlığı yerleşkesini de kapsayacak şekilde genişletti. Duruma müdahalesini arttıran İsrail, başkent Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Genelkurmay Başkanlığı karargâhı yakınlarına art arda saldırılar düzenledi.

Saldırılar, Suriye hükümetinin, hükümet güçlerinin kentin kontrolünü ele geçirmesinden bir gün sonra Suveyda'da çatışmaların yeniden başladığını açıkladığı sırada gerçekleşti. Suriye resmi haber ajansı SANA, Savunma Bakanlığı'nın bugün yaptığı açıklamada, ‘yasadışı’ grupların Suveyda'daki ulusal hastaneyi ordu ve iç güvenlik güçlerine karşı operasyonları için bir merkez olarak kullandıklarını ifade ettiğini aktardı.

Savunma Bakanlığı Medya ve İletişim Dairesi, silahlı gruplara mensup çok sayıda keskin nişancının hastanenin çatılarında konuşlandığını ve hükümet güçlerini yoğun bir şekilde hedef aldığını bildirdi. Medya ve İletişim Dairesi tarafından yapılan açıklamada, “Hastane ve çevresinin temizlenmesi ve Sağlık ve Acil Durum bakanlıkları yetkililerinin hastaneye girmesine izin verilmesi için defalarca çağrı yaptık, ancak şu ana kadar herhangi bir yanıt alamadık” denildi.

cd
Suveyda'daki çatışmaların ardından ordu ve güvenlik güçleri kente konuşlandı. (EPA)

İsrail, önceki gün Suriye'nin güneyindeki Suveyda ve Dera ile sınırlı kalan saldırılarını bugün Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Genelkurmay Başkanlığı karargâhı çevresini de kapsayacak şekilde genişletti.

İsrail ordusu bugün yaptığı açıklamada, Şam'daki Genelkurmay Başkanlığı yerleşkesinin girişini hedef aldığını ve Suriye ile sınır bölgesindeki güçlerini takviye edeceğini duyurdu. İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee bugün yaptığı açıklamada, ordunun Suriye ordusunun başkent Şam'daki Genelkurmay Karargahı’nın girişine saldırı düzenlediğini bildirdi. Adraee yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun ‘Suriye'deki Dürzi vatandaşlara yönelik gelişmeleri ve eylemleri izlemeye devam ettiğini’ belirterek, siyasi direktifler doğrultusunda bölgede saldırılar düzenlediklerini ve farklı senaryolara karşı tetikte olduklarını söyledi. Genelkurmay Başkanlığı yerleşkesinin girişine yapılan saldırıdan birkaç saat sonra İsrail savaş uçakları, Şam'ın kalbindeki bu askeri bölgeye yeni saldırılar düzenlemek üzere geri döndü. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Suriye'ye yönelik acı verici saldırıların başladığını söyledi. Katz, “Şam'a verilen sinyaller sona erdi ve şimdi acı verici saldırılar gelecek” dedi.

Suriye resmi haber ajansı SANA bugün Şam'da bir patlama sesi duyulduğunu bildirirken, Suriye devlet televizyonu da İsrail insansız hava araçlarının (İHA) başkent üzerinde uçtuğunu duyurdu. Suriye devlet televizyonu, İsrail'in Şam'ın merkezinde düzenlediği saldırıda iki sivilin yaralandığını bildirirken, Reuters iki Suriyeli güvenlik kaynağına dayandırdığı haberinde İsrail hava saldırısının başkentteki Savunma Bakanlığı'nı hedef aldığını duyurdu. Suriye medyası daha sonra Genelkurmay Başkanlığı binasında ciddi hasar meydana geldiğini bildirdi.

Gelişmeler, Suveyda'da ilan edilen ateşkesin birkaç saat sonra çökmesinin ardından geldi. Ateşkes, insanların ölümüne neden olan ve günlerce süren kanlı mezhep çatışmalarına son vermeyi amaçlıyordu.

Suriye'nin güneyinde Dürzilerin çoğunlukta olduğu vilayette patlak veren şiddet olayları, çeşitli mezhepler arasındaki ayrışmaları gün yüzüne çıkardı.

yjuı
Dürzilerin çoğunlukta olduğu Suveyda'ya giren Suriye güvenlik güçleri, 15 Temmuz 2025 (Reuters)

Suriye güvenlik güçleri pazartesi günü Dürzi militanlar ile Bedevi aşiretler arasındaki çatışmaları kontrol altına almak üzere bölgeye sevk edilmiş, ancak Dürzi militanlarla çatışmaya girmişti. İsrail pazartesi ve salı günleri hükümet güçlerine hava saldırılarıyla müdahale etti ve amacın Dürzileri korumak olduğunu söyledi.

Suriye Savunma Bakanlığı tarafından dün gece ilan edilen ateşkes kısa sürdü. Yerel bir haber sitesi olan Suveyda 24'ün haberine göre Suveyda şehri ve civar köyler günün erken saatlerinde ağır topçu ve havan topu saldırısına maruz kaldı. Şarku’l Avsat’ın Suriye resmi haber ajansı SANA’dan aktardığına göre Suriye Savunma Bakanlığı, Suveyda'daki yasadışı grupları ateşkesi ihlal etmekle suçladı. Savunma Bakanlığı kent sakinlerine evlerinde kalmaları çağrısında bulundu.

Çatışmaların başladığı pazar gününden bu yana onlarca sivil, asker ve Dürzi militan öldü. Bir kişi, evinde başından vurulan kardeşinin cesedini bir Reuters muhabirine gösterdi.

fvgthy
Suriye güvenlik güçleri mensupları Suveyda'da bir mahallede, 15 Temmuz 2025 (AFP)

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz bugün yaptığı açıklamada, Suriye hükümetini ‘Dürzileri rahat bırakması’ konusunda uyardı ve İsrail ordusunun Suriye hükümet güçleri çekilene kadar onları bombalamaya devam edeceğini vurguladı. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack dün yaptığı açıklamada, ABD'nin ‘sükûnet ve bütünleşmeye doğru ilerlemek için’ tüm taraflarla temas halinde olduğunu ifade etti.