Husi füzeleri, Mısır- İran normalleşmesini de vurdu mu?

Mısır ve İran arasındaki resmi temaslara rağmen ilişkiler henüz normalleşmedi. Gözlemciler, Kahire’nin, bu adımı atmaması konusunda ABD ve İsrail’in siyasi baskısı altında olduğunu belirtti.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi (AFP)
TT

Husi füzeleri, Mısır- İran normalleşmesini de vurdu mu?

Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi (AFP)

Mısır ve İran, 45 yıllık kopuşun ardından geçen yıl diplomatik düzeyde yoğun temaslar yoluyla ilişkilerini normalleştirmeye yönelik adımları hızlandırdı. Bu süreç, iki cumhurbaşkanı arasında görüşmelere dönüştü. Ancak bu çabalar, Mısır’ın son iki yıldır Türkiye ile izlediği yol olan ilişkilerin tamamen normalleşmesine ve büyükelçi mübadelesine dönüşmedi.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, geçen pazartesi günü yaptığı açıklamada, ‘Kahire ve Tahran arasında olumlu bir atmosferin hakim olduğunu, iki ülke ilişkilerinin, iki ülke dışişleri bakanlarının New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturum aralarındaki görüşmeleri sırasında iki liderin vizyonları uyarınca çizdikleri yol haritası temelinde ilerlediğini’ dile getirdi.

Kenani, yaptığı basın açıklamasında İran ile Mısır arasında büyükelçi mübadelesine ilişkin bir soruya yanıt olarak, “Tahran, belirlenen yol çerçevesinde ilişkileri adım adım geliştirmekle ilgileniyor. İkili ilişkilere olumlu yansımalarını görmeyi umuyoruz” derken, iki ülkeyi bölgedeki iki önemli ve etkili İslam ülkesi olarak nitelendirdi. İki ülkenin dışişleri bakanları arasındaki görüşmelerin birkaç aşamada gerçekleştiğine dikkati çeken Kenani, iki ülkenin cumhurbaşkanlarının Riyad’da bir araya geldiğini ve geçtiğimiz günlerde telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini söyledi.

Riyad’daki Arap-İslam ortak zirvesinin oturum aralarında Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi ile görüşerek, Gazze’deki duruma ilişkin görüş alışverişinde bulundu. Ayrıca Mısır Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre iki lider, bölgedeki çatışma çemberinin genişletilmemesine ve bölgesel güvenlik ve istikrarın korunmasının önemine değindi.

Husi saldırıları

İlişkilerin ne ölçüde normalleştiğiyle ilgili olarak ise eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Hüseyin Haridi, “İlk adım, diplomatik ilişkilerin yeniden başladığını duyurarak Tahran’dan gelmeli. Çünkü 1979’daki İran devriminden sonra Mısır’ı bölme girişiminde bulunan ve Mısır’a düşman olan oydu. Dolayısıyla hatayı yapan kim olursa olsun bunu düzeltmeli” diyerek, Mısır’ın İran ile ilişkileri onarmaktan çekinmediğini vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre Haridi’nin özel olarak yaptığı gazeteye yaptığı açıklamada, “Kızıldeniz’de İran’a bağlı Yemenli Husi grubunun başına gelenler, Süveyş Kanalı’nın gelirlerini etkilediği gibi Mısır’ın önce ulusal güvenliğini, ardından da ekonomisini temelden etkiliyor” ifadelerini kullandı. Ayrıca “Mevcut durumun ve ortaya çıkan bölgesel durumların, Mısır’ın İran’la ilişkilerin düzeldiğini duyurma adımını atmasına yardımcı olduğuna inanıyoruz” şeklinde konuştu.

Geçen Kasım ayında Husiler, ‘Gazze halkını desteklemek’ amacıyla İsrail limanlarına giden ticari gemilere bir dizi saldırı başlattı. Bu durum, büyük deniz taşımacılığı şirketlerinin Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı’ndan geçmekten kaçınmasına ve Ümit Burnu rotasına yönelmesine neden oldu.

Küresel ticaret trafiğinin yüzde 12’si, konteyner taşımacılığının ise yüzde 30’u Süveyş Kanalı’ndan geçiyor. Kanalın önceki 2022-2023 mali yılındaki geliri yaklaşık 9,4 milyar dolardı.

Cumhurbaşkanlığı ve bakanlık temaslarına ilişkin olarak Haridi, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Mısırlı mevkidaşı Abdülfettah es-Sisi’yi yeniden seçilmesi nedeniyle tebrik etmesinin, ‘ülkeler arası ilişkilerde değişiklik anlamına gelmeyen bir protokol prosedüründen başka bir şey olmadığını’ söyledi. Yetkili, Husilerin Babu’l Mendeb’de seyrüseferi ve Süveyş Kanalı üzerindeki nüfuzunu hedef alması öncesinde bakanlar arasında yoğun bir iletişimin gerçekleştiğine dikkat çekti.

23 Aralık’ta Sisi, İran Cumhurbaşkanından kendisini son cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki zaferinden ve Mısır cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmesinden dolayı tebrik eden bir telefon aldı. Mısır Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Sisi, bu takdire şayan jesti takdir etti.

Gazze Şeridi'ndeki durumla ilgili gelişmelerin tartışılmasının yanı sıra Mısır, yaptığı açıklamada iki cumhurbaşkanının görüşmelerinin ‘iki ülke arasında askıda kalmış sorunları çözmenin yolunu’ ele aldığını açıkladı.

Temkinli bakış

Öte yandan İran uzmanı Mısırlı araştırmacı Ahmed Faruk, İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün de belirttiği gibi, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesinin doğal yolunda ilerlediğine dikkati çekti. Büyükelçi mübadelesinin zaman aldığını ve Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkileri normalleştirmeye yönelik Pekin anlaşmasından sonra da aynı şeyin yaşandığını belirtti. Gazze savaşı ve Husi saldırıları gibi bölgedeki gerginliklerin de ‘ilişkiler için motive edici bir faktör’ olduğunu belirten Faruk, “Çünkü iki ülkenin çeşitli kurumları arasında iletişim hatları mevcut olmasına rağmen bu gerilimler, iki ülke arasındaki iletişimi artırıyor” dedi.

Mısırlı araştırmacı, her iki ülkenin de diğerine bir dereceye kadar ‘temkinli’ baktığını inkâr etmedi. Ancak İran’ın Mısır’la ilişkileri onarmaya ilgi duyduğunu belirten Ahmed Faruk, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın bunu kendisi için kişisel bir başarı olarak nitelendireceğini söyledi. Ona göre İbrahim Reisi yönetimi de tıpkı Suudi Arabistan ve Orta Asya ülkeleriyle ilişkileri onarmadaki başarısı gibi, mevcut hükümetin kredisini artıran bu meseleyle ilgileniyor.

Faruk, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, İran diplomasisinin bir süredir Mısır’da, aralarında İran Dışişleri Bakanlığı’nın mevcut sözcüsü ve Mısır’daki eski Maslahatgüzar olan Nasıl Kenani’nin ve mevcut Maslahatgüzar Büyükelçi Muhammed Hüseyin Sultani Ferd’in de bulunduğu özel bir çalışma ekibi oluşturmakla ilgilendiğini belirtti.

Ahmed Faruk’a göre ilişkileri resmi olarak normalleştirme kararının alınması, Kahire’nin önem gösterdiği Irak, Suriye ve Filistin’deki koşulların yanı sıra, İran’ın bölgedeki milislere verdiği destek ve mezhepsel mülahazalar gibi iç değerlendirmeler ve geleneksel tartışmalı konular tarafından yönetiliyor. Faruk, bu meselelerin hem Kahire’nin hem de Tahran’ın aktif rol oynadığı konular olduğunu vurguladı.

Mısır’a baskı

Öte yandan İranlı akademisyen ve yazar Imad Abşanas, Kahire ve Tahran’ın ilişkilerin tamamen normale döndüğünü resmi olarak duyurma aşamasına ulaşamamasının, ABD ve İsrail’in bu adımı atmaması yönünde Kahire’ye uyguladığı büyük siyasi baskıdan kaynaklandığını söyledi. Abşanas, bu baskıların bir süredir devam ettiğine ve Gazze Savaşı’nın başlamasından sonraki mevcut bölgesel durumun sonucu olmadığına dikkat çekti.

Imad Abşanas, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, Mısır ve İran arasındaki temasın, birçok konuda koordinasyon sağlamak amacıyla her zaman çeşitli düzeylerde devam ettiğini vurguladı. Ayrıca büyükelçi mübadelesi ilanının çok önemli olmadığını, çünkü İran maslahatgüzarının büyükelçi rütbesine sahip olduğunu belirtti.

ABD’deki Maryland Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent olan Merve Mezid, daha önce Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada İsrail ve ABD’nin Mısır üzerindeki baskısına değinmişti. Mezid, “Mısır, ABD ve İsrail’in olumsuz tepkisini çekmemek için İran’la ilişkilerine ilişkin diplomatik adımları yavaş atmaya istekli olabilir” demişti.

İran’ın girişimi

İki ülke arasındaki ilişkileri yeniden tesis etme konusundaki konuşmalar, Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şukri’nin Kasım 2022’de Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Anlaşması Taraflar Konferansı (COP27) oturum aralarında İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Salajegheh ile yaptığı görüşmeyle, bir yıl önce yenilendi.

Ertesi ay Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, Ürdün’de düzenlenen Bağdat 2 konferansının oturum aralarında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile yüzeysel bir görüşme gerçekleştirdi. Bunu da İranlı bakanın, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Mısır- İran diyaloğunun başlatılması önerisinde bulunduğunu ilan etmesi takip etti.

Mart 2023’te Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkileri normalleştirme anlaşması, Kahire ile Tahran arasında da benzer bir adımın yakın olduğu yönünde spekülasyonlara yol açtı. Bu durum, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ali Kenani’nin Mısır’ı bölgede önemli bir ülke olarak nitelendiren açıklamalarıyla da güçlendirildi.

İran’ın açılımı, geçen Mayıs ayında, İran Cumhurbaşkanı’nın Dışişleri Bakanlığı’na ‘Mısır’la ilişkileri güçlendirmek için gerekli önlemleri alması’ talimatını vermesiyle tekrarlandı. Aynı şekilde Abdullahiyan, Mısır’la ilişkilerin ciddi ve karşılıklı gelişme ve açılıma sahne olmasını umduğunu da ifade etti. Kahire ile ilişkilerin İran’ın dış politika öncelikleri arasında yer aldığını belirten Abdullahiyan, iki ülkeyi ikili ilişkilerin seviyesini yükseltmeye teşvik eden ve bunun için çaba gösteren isimsiz ülkelerin var olduğunu da ifade etti. Basında çıkan haberlerde ise Umman Sultanlığı ve Irak’ın, Mısır ile İran arasındaki mesafenin kapatılmasında rol oynadığı belirtildi.

İran’ın bu iyimserliği, Mısır’ın ılımlı tepkisiyle karşılandı. Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şukri, Mısır- İran sürecinin varlığına ilişkin medyada çıkan haberleri yalanladı. İranlı bakanın açıklamalarından yaklaşık bir hafta sonra Şukri, açıklamaların ‘gerçekte hiçbir dayanağı olmadığını’ ifade etti.

Ancak ikili görüşmelerin hızı, iki ülke arasında durgun suların hareket ettiğini ortaya koydu. Öyle ki iki ülkenin dışişleri bakanları geçen Eylül ayında New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturum aralarında bir araya geldi. Birkaç gün sonra iki ülkenin maliye bakanları Şarm eş-Şeyh’te Asya Altyapı Bankası toplantısının oturum aralarında bir araya geldi. Ayrıca İran Şura Konseyi Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, BRICS’in parlamentolar topluluğunun Güney Afrika’daki toplantısı sırasında Mısır Parlamentosu Başkanı Hanefi Cibali ile bir araya geldi.

Mısır-İran ihtilafının tarihi

İran, İsrail’le barış anlaşması imzalamasının ardından ve 1979 yılının başında patlak veren devrimle devrilen Şah Muhammed Rıza Pehlevi’yi kabul etmesi sonrasında 1979’da Mısır’la diplomatik ilişkilerini keseceğini açıklamıştı.

1990’lı yılların başında Mısırlı ve İranlı yetkililer arasında uluslararası forumlarda bazı görüşmeler başladı. İki ülkedeki çıkar bölümü misyonlarının diplomatik temsil düzeyi, büyükelçi düzeyine çıkarıldı ve Mısır, Mısır bankalarındaki İran bakiyelerini serbest bıraktı.

Onlarca yıldır Tahran’ı ziyaret eden ilk Mısır cumhurbaşkanı olan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi döneminde ilişkilerde gözle görülür bir iyileşme yaşandı. Ancak bu gelişme, İslam İşbirliği Konseyi zirvesine katılım amacı taşıyordu. Ayrıca İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da Nisan 2013’te Kahire’yi ziyaret etti ve resmi alkışlarla karşılandı.

Ancak bu ziyaretler diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması yönünde resmi bir karara dönüşmedi. 30 Haziran 2013’teki devrimin ardından Mursi’nin devrilmesinden sonra, 2014 yılında Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin göreve başlama törenine katılmak üzere İran Cumhurbaşkanı’na resmi bir davet gönderilmesi dışında, ilişkilerdeki donukluk yeniden baş gösterdi. O dönemde İran’ı, Mısır’da şu anda İran diplomasisinin başında bulunan dönemin Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan temsil etti.



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir