İsrail 100 gün sonra savaştaki hedeflerini değiştirecek mi?

İsrail, Batı ve Amerikan çıkarlarını etkileyecek senaryolar beklentisiyle, siyasi ya da güvenlik seçeneğine ulaşılana kadar geçici de olsa bir çözüme muhtaç hale geldi.

Bir İsrail askeri, Gazze Şeridi ve İsrail'in güney sınırı boyunca konuşlandırılan muharebe tanklarının önünde ağır bir top mermisi taşıyor. / Fotoğraf: AFP
Bir İsrail askeri, Gazze Şeridi ve İsrail'in güney sınırı boyunca konuşlandırılan muharebe tanklarının önünde ağır bir top mermisi taşıyor. / Fotoğraf: AFP
TT

İsrail 100 gün sonra savaştaki hedeflerini değiştirecek mi?

Bir İsrail askeri, Gazze Şeridi ve İsrail'in güney sınırı boyunca konuşlandırılan muharebe tanklarının önünde ağır bir top mermisi taşıyor. / Fotoğraf: AFP
Bir İsrail askeri, Gazze Şeridi ve İsrail'in güney sınırı boyunca konuşlandırılan muharebe tanklarının önünde ağır bir top mermisi taşıyor. / Fotoğraf: AFP

Gazze Şeridi'nde 100 gün süren savaşın ardından şu soru sorulmaya devam ediyor: İsrail'in Gazze Şeridi'yle başa çıkmak için sahip olduğu seçenekler ve alternatifler, doğrudan çatışmanın taraflarının (Filistin Yönetimi, Hamas, İsrail) aştığı siyasi ve medyatik çatışma bittikten sonra ne olacak? Buradaki doğrudan taraflar (ABD, İran ya da onun sahada faaliyet gösteren vekil güçleri) ve dolaylı taraflar (Lübnan, Irak ve Suriye'deki Filistinli gruplar, Hizbullah güçleri ve Husi milisleri) bu çatışmalar bittikten sonra ne yapacak?

Belki de bu, şu anda zor bir geçiş aşamasında olduğumuzu doğruluyor. Aslında bu durum, mevcut dönemde planlanıp uygulamaya konulan güvenlik ve stratejik düzenlemelerle mevcut seçeneklerin ötesine geçerek, yani söylemden eyleme geçmekle bağlantılıdır.

Çarpıcı şema

İsrail hükümeti şu anda Gazze Şeridi'ndeki çatışmaların başka bir aşamasına geçmeyi planlıyor. Bu da mevcut aşamanın birkaç adımla bağlantılı olacağını gösteriyor.

Birincisi, Gazze Şeridi’nin alanını kuzeyden doğuya ve merkezden güneye olmak üzere kuzeyden ve tampon bölgelerden kırpmayı amaçlayan genişletilmiş bir stratejik iletişim hattı aracılığıyla doğrudan Gazze Şeridi’nin derinliklerinde çalışmaktır. Her ne kadar bu spesifik alanın büyüklüğüne ilişkin birçok tutarsızlık olsa da, en azından orta vadede İsrail için istenen stratejik güvenliği sağlayabilir. Özellikle de İsrail, ister Gazze Şeridi'nden ister kuzeyden olsun, 7 Ekim sahnesinin tekrarlanmasını istemediğinden, siyasi arenada huzursuzluk yaratmakla tehdit eden yerleşimcilere güvence mesajları gönderiyor. Aynı zamanda hükümeti çeşitli prosedürler ve önlemler almaya zorluyor. Zira aksi takdirde mesele İsrail için bir felaket olacaktır.

İkincisi, Filistinli aşiretlere ve gruplara güvenme yaklaşımını benimsemeye devam ederek, içeride idari tedbirlerin benimsenmesi aşamasına geçmektir. Bu nedenle, Filistin Yönetimi üyelerinin ya da ona bağlı bir Filistin gücünün ülkeye girişinden söz edilmesi hâlâ pek mümkün görünmüyor. Sonuçta bu, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın geçtiğimiz günlerde çağrı yaptığı gibi geçici çözümleri kabul etmemek anlamına gelecektir.

Zor ve etkisiz seçimler, Filistin Yönetimi'nin şu ana kadar yalnızca kayda değer uluslararası ve Arap desteğine sahip olduğunu doğruluyor. İsrail hâlâ Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'ndeki durumu yönetmekten aciz olduğuna inanmasına rağmen, Gazze Şeridi'nde ve hatta Batı Şeria'da hüküm süren istikrarsızlık ışığında, siyasi veya stratejik istikrar için gerçek fırsatların bulunmaması, herkesi bir anlaşmazlık alanına sokabilir.

Üçüncüsü, İsrail'in büyük askeri yeteneklerinin aslında Filistin direnişinde önemli bir azalmaya yol açtığının, Gazze Şeridi'ni yıktığının ve ekonomik yapısına tamamen zarar vererek buradaki yaşamı sekteye uğrattığının açıkça kanıtlanmış olmasıdır. Bu nedenle, direnişle çatışma hattını sürdürmenin İsrail için yararlı olmayacağı ve aslında maliyetli olacağı ve mevcut tüm politikaları bir bütün olarak gözden geçirmesi gerektiği yönündeki ciddi Amerikan çekinceleri ışığında ABD'nin önerdiği geçici ve kalıcı olmayan seçeneklere rağmen, kuzeyde yaşayanların geri dönüşüne dair söylemler yanıltıcıdır, hiçbir anlamı yoktur ve mantıksızdır.

Acil önlemler

İsrail burada genel prosedürlerden ve spesifik operasyonlardan bahsediyor. İsrail, özellikle saha düzeyinde Filistinli unsurları hedef alma yoğunluğunu azaltıyor ve kendi güçlerini Hizbullah güçlerine bağlı unsurları hedef almakla sınırlıyor.

Bu durum, İsrail'in Salih el-Aruri'nin tasfiyesinden sonra Filistin direnişinin diğer saha liderlerini hedef almayı bırakıp Hizbullah liderlerine suikast düzenlemekle yetinmesinin nedenlerini açıklıyor. Özellikle de siyasi düzeydekiler, İsrail ve müttefiklerinin başka çatışma alanlarına sürüklenmesine yol açabilecek kararlı strateji ya da Samson seçeneğine başvurulmaması konusunda uyarıda bulunmuştu. Bu durum, ABD ve İngiltere'nin Yemen'de saldırılar düzenlemeye başlamasının ardından bir yandan Husi milisler, diğer yandan Iraklı ve Suriyeli gruplar tarafından yürütülen operasyonların kapsamının genişlemesini ve uluslararası bölgesel çatışmalara yol açabilecek Hizbullah cephesinin kademeli olarak ateşlenmesini açıklıyor. Ayrıca ABD'nin İsrail'i sakinleşmeye ittiği stratejiyi doğruluyor. İsrail, Gazze Şeridi'nin derinliklerinde acil önlemler almaya başladı ve gerilim seviyesini düşürdü. Söz konusu durum İsrail'in, genel olarak Batı çıkarlarını ve özellikle de Amerikan çıkarlarını etkileyen, kısa vadede gözden geçirme ve yeni politikalar gerektiren senaryolar karşısında çatışma yoğunluğunu düşürme yolunda ilerlediğini teyit ediyor.

Sunulan yönelimler

Olan bitenin ışığında İsrail hükümeti bazı spesifik ve disiplinli seçenekleri benimseyecektir. Bunlardan en önemlisi stratejik başarı düzeyinin Ocak ayından Mart ayına kadar hızlandırılmasıdır. İlk üç ayda Mısır'ın öncülüğünde ilgili ülkelerin katılacağı siyasi ve güvenlik çözümüne giderek önce kendini öne sürme stratejisi benimseme eğiliminde olacak. Çokuluslu güçler, ABD ve belki de Almanya ve Norveç, bu meselenin uluslararası bir sorumluluk olduğunu ve esas olarak Arap ve Filistinlilerin rolünü göz önünde bulundurarak arabulucu taraflar olarak Filistin direnişinden geriye kalanlarla uğraşmayı erteliyor.

Bu, Hamas’ın varlığına rağmen Gazze Şeridi'yle uğraşmanın masada kalacağını ve sürecin bunun üzerine inşa edilebileceğini gösteriyor. Bu mesele, Hamas hareketine ait, meselelerle baş etme kabiliyetine sahip unsurlar aracılığıyla çözülecek. Bu da İsrail'in, ilk kurulduğunda Hamas Hareketi’ni kolaylaştırmasına izin verdiği prosedür ve adımlarla, verenin, sağlayanın ve kolaylaştıranın bizzat İsrail olduğunu hatırlatıyor.

Bu senaryonun önümüzdeki dönemde tekrarlanması muhtemel. Bu da İsrail'in öncelikle ABD ve Mısır'a, kısmi dosyalar ve askeri tutukluların serbest bırakılmasıyla uğraşmadan öncelikli olabilecek geçici ve acil çözümün benimsenmesini hızlandırmak için baskı uygulayacağını doğruluyor.

Bu, doğrudan taraflar arasındaki teklifte önceliğe sahip olacaktır. Özellikle de İsrail'in belirli Arap taraflardan olumlu ve yapıcı tarafsızlık sergileyen bir Körfez ülkesi aracılığıyla, geçici bir anlaşmaya varılmasına izin verilmesi karşılığında Gazze Şeridi'nde yaşananları durdurması için İran'a baskı yapmasını istemesi de bunu gösteriyor.

Almanya ve Norveç’in de devreye girmesiyle bazı mahkûmların serbest bırakılması konusunda gerçek bir ilerleme kaydedilebilir. Özellikle de İsrail, vekil güçlerin tepkisinden korktuğu için böyle bir adım atabilir. Söz konusu vekil güçler, yeni bir taktik izlemeye başlayan Hizbullah'tır. Bu, İsrail'e devlet ve hükümet olarak katlanamayacağı pek çok tepkiye mâl olabilir. Bu noktada İsrail hükümetinin, İsrail'deki siyasi yetkililerin gösterdiği gerginlik döneminden sonra sahneyi çeşitli yönlerden yönetme ve meseleyi çözme kararlılığı kendini gösteriyor. Söz konusu durum, ABD'nin İsrail'deki iktidar koalisyonunun bileşenlerinde değişiklik talep etmekten vazgeçmesine, hatta hükümetin mevcut pozisyonunu desteklemesine ve yaşananlara yönelik eleştiri düzeyini azaltmasına neden oldu. Ayrıca İsrail'in siyasi düzeyini güçlendirdi. İsrail, özellikle de Uluslararası Adalet Divanı'nın Güney Afrika'nın açtığı davayı incelemesinin ve uluslararası düzeyde eleştirilmeye devam etmesinin ardından desteğe ihtiyaç duyuyor. İsrail hükümetinin sonuçları olacağından korktuğu şey de işte budur.

Ayrıca İsrail, bugün ya da yarın uluslararası forumlarda bir hükümet olarak değil de bir devlet olarak gayri meşrulaştırılması da dahil olmak üzere herhangi bir davranışına karşı gelecek mevcut tepkiden korkuyor. Bu durum, Gazze Şeridi'nde 100 gün süren operasyonların ardından İsrail'in güvenlik ve siyasi varlığını gözden geçirmesi, siyasi ya da güvenlikle ilgili bir seçeneğe ulaşılana kadar geçici de olsa bir çözüm araması gerektiğini gösteriyor. İsrail'in farkında olduğu şey, bunun kısa ve orta vadedeki sonuçlarıdır.

Gerekli kontroller

Mevcut siyasi ve stratejik sahnenin açıklığı ve harekete geçmeyi teşvik eden faktörlerin yokluğu doğrultusunda, krizin çözülme şansı gerçek bir anlaşmadan daha fazlasını gerektiriyor. Bunun da ötesinde genel seçenekler üzerinde çalışmak, arabulucuların özellikle de Mısır ve Katar'ın üzerinde çalıştığı önerileri tamamen reddetmekten geçiyor. İsrail'in şu anda ihtiyaç duyduğu şey güvenliğini korumak, Hizbullah ile çatışmaya girmemek ve bölgesel varlığını güvence altına almaktır. İsrail'in kanamayı durdurmak için ihtiyaç duyduğuysa kendi evinde meydana gelen kayıplar ışığında açık çatışmalara girmemek ve buna odaklanmaktır.

Bu nedenle İsrail, meselenin çözümünü kabul etmek, mevcut çatışmayı sona erdirmek ve güvenlik düzenlemelerinin başka bir aşamasına geçmek için ABD’li, Avrupalı ve hatta uluslararası taraflarca sunulan kontrollere veya verilere yanıt gelmedikçe ateşkesi kabul etmeyecektir. İsrail, Batı Şeria'da daha fazla gerginliğe yol açabilecek büyük bir intifadanın patlak vermesi korkusu ve herhangi bir acil duruma hazırlanmak da dahil olmak üzere, diğer seçeneklerden önce güvenliğe odaklanan dar bir yaklaşımla çalışacaktır.

Gazze Şeridi'ndeki herhangi bir güvenlik düzenlemesinin daha fazla zaman gerektireceği beklentisi bulunuyor. Hamas hareketi tarafından birçok anlaşmazlığın gündeme getirileceği beklentisi ışığında İsrail, Hamas Hareketi’ndeki askerlerin ve saha liderliğinin kolayca teslim olmayacağını ve sahneyi terk etmeyi kabul etmeyeceğini biliyor. Buradaki çatışma hattı, cephelere dönüşürse mevcut istikrarı tehdit edebilir. Çözüm seçeneği üzerinde çalışılmasıyla bir süre için kabul edilebilir bir şey ortaya çıkacaktır. Ancak sunulacak çözüm gerçek ve doğrudan uzlaşmacı bir seçeneğin benimsenmemesi durumunda herhangi bir anlaşmanın başarısız olmasına yol açabilir. Gazze Şeridi'nde 100 gün süren savaşın ardından çatışmalar nasıl bir yol izleyecek? İsrail'in çözümü kabul edeceği gerçekçi senaryoyu hangi düzeyde bekleyebiliriz?

Sonuç:

Her halükârda İsrail'in, özellikle askeri veya stratejik olarak başaramadığı hedefler üzerinde çalışmanın zor olduğunu fark ettikten sonra bazı tavizler vermesi ve Gazze Şeridi'ndeki savaştan 100 gün önce açıkladığı söylemin tam tersi bir söylem ve tutum ortaya koyması gerekiyor.

Dolayısıyla çözüm, mevcut gerçekliği kabul edip, en azından şu anda ülke içinde ve hatta ülke dışında da siyasi düzeyde ve bazı güvenlik kesimleri tarafından kabul edilmeyebilecek belirli düzenlemeler çerçevesinde çalışmaktır.



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.