ABD’nin Ortadoğu hesapları değişti mi?

Olası bir geri çekilmenin lojistik hazırlıklarıyla böyle bir geri çekilmeye yönelik siyasi karar alınmasını birbirinden ayırmak önemli

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera
TT

ABD’nin Ortadoğu hesapları değişti mi?

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera

Robert Ford

ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin 2024 yılında Ortadoğu'daki tüm askeri üslerden çekilmek gibi bir planı olmasa da ABD’nin Irak ve Suriye'deki askeri varlığının geleceği belirsizliğini koruyor.

ABD’nin Ortadoğu’da sayıları 30 bini bulan askerlerinin büyük bir bölümü Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) bulunan askeri üslerde konuşlandırılmış durumda. ABD Donanması’nın Basra Körfezi'ndeki 5. Filosu da İngiliz Ordusu'nun 1971 yılında Basra Körfezi'nden çekilmesinden bu yana Bahreyn'de konuşlu bulunuyor. Bahreyn’deki bu üs, başlarda Sovyetler Birliği’nin Basra Körfezi'ndeki nüfuzuna karşı koymak için kurulduysa da son yirmi yılda görevi, İran'ı bölgeyi istikrarsızlaştırıcı hamlelerinden caydırmak ve Umman Denizi'ndeki korsanlık eylemleriyle mücadele etmek olarak değişti. Bu hedefler, ABD Deniz Kuvvetleri’nin Husilere karşı mücadelesi sonrasında da var olmaya devam edecek.

ABD’nin Kuveyt'te ise biri kara biri hava olmak üzere iki üssü bulunuyor. ABD, 1991 yılında dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin'in Kuveyt’i işgali sonrası, Kuveyt'in kurtarılması sonucu bu ülkede konuşlandı. Katar’da da ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük askeri üssü olan el-Udeyd Hava Üssü bulunuyor. ABD, BAE’deki ez-Zafra Hava Üssü'nde 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra konuşlandı. ABD ayrıca Ürdün ve Suudi Arabistan’da askeri eğitim ve danışmanlık görevleri üstleniyor. ABD üslerine ev sahipliği yapan bu Arap ülkelerinde yine onların onayıyla bulunan askeri varlığından memnuniyet duyuluyor. Washington'ın İran ve Çin'in bölgede artan nüfuzuna ilişkin endişeleri göz önüne alındığında, ABD üslerine ev sahipliği yapan Arap ülkeleri istemedikçe ABD'nin bu üsleri boşaltması mümkün görünmüyor.

Durum daha da zorlaştı

Ancak İran destekli milislerin ABD’nin bölgedeki çıkarlarını hedef alan saldırılarının artması, saldırılar sonucu onlarca Amerikan askerinin ölmesi ve yaralanması ve ABD güçlerinin etkinliğinin azalmasıyla birlikte Irak’ta ve Suriye'de konuşlu askerlerin durumu daha da zorlaştı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı müfettişleri tarafından 5 Şubat'ta yayınlanan bir rapor, İran destekli milislerin saldırılarının ABD’nin çabalarını ve DEAŞ’ın kalıntılarıyla mücadeleyi zayıflattığına ve Washington’ı hem Irak’taki hem de Suriye’deki müttefik kuvvetleri güçlendirmeye yönelik temel misyondan uzaklaştırdığına işaret edildi. Rapora göre saldırılar ayrıca ABD’li subaylar ile yerel askeri ve siyasi liderler arasındaki toplantıların ya ertelenmesine ya da iptal edilmesine neden oldu.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin yardımcıları, Irak’ın Tahran ile Washington arasında savaş sahası haline getirilmesini reddettiklerini bir kez daha dile getirdiler.

Ama iyi tarafından bakıldığında söz konusu rapor, ABD istihbarat servislerinin DEAŞ’ın Irak’ta ve Suriye'de askeri açıdan yenilgiye uğratıldığına, artık ölüm-kalım mücadelesi verdiğine ve ne her iki ülkede ne de uluslararası alanda büyük ölçekli saldırılar gerçekleştirebildiğine ilişkin bulgularına da yer verdi. DEAŞ hücreleri, küçük pusular kurmaya devam etse de artık bir şehrin kontrolünü ele geçirmeye yönelik önemli  tehdit oluşturmuyorlar. Daha da önemlisi DEAŞ, Irak'ta son yerel seçimler ve dini etkinlikler sırasında hiçbir müdahalede bulunamadı.

Irak'taki ABD’nin askeri varlığına ilişkin tartışma

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak güvenlik güçlerinin artık ülke içindeki DEAŞ kalıntılarıyla baş edebilecek düzeyde olduğunu belirtti. Irak’ta konuşlu DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) güçlerinin geri çekilmesi için müzakerelerin başlatılmasının zamanının geldiğini söyleyen Başbakan Sudani, Irak’ın özellikle F-16 savaş uçakları gibi ABD yapımı silahları korumak için gerekli teknik destek konusunda askeri iş birliği yapılması da dahil olmak üzere ABD ile olumlu ikili ilişkileri sürdürmeyi istediğinin altını çizdi.

Irak Başbakanı, geçtiğimiz yıl ocak ayında bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Irak’taki ABD askerlerinin geri çekilmesine ilişkin herhangi bir takvimin olmadığını söylemişti. Fakat Sudani hükümetinin tutumu, son zamanlarda değişmeye başladı. Sudani’nin sözcüsü, ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarını ve ABD kuvvetlerine saldıran milis grupların liderlerinin hedef alınarak etkisiz hale getirilmesini, ‘Irak'ın egemenliğini ihlal eden istikrarsızlaştırıcı eylemler’ olarak nitelendirdi. Sudani'nin yardımcıları ise Irak'ın, İran ile ABD arasında savaş arenası haline getirilmesini reddettiklerini bir kez daha dile getirdiler.

Irak Silahlı Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, ABD'nin hava saldırılarını dikkati çeken sert bir dille eleştirdi. Tümgeneral Resul, ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarına karşı sert eleştirilerinin yanında, ABD askerlerinin ülkeden ne zaman çekileceklerinin belirlenmesi için açıkça müzakere çağrısında bulundu. Irak’taki ABD askerlerinin geleceğine ilişkin müzakerelerde Irak ordusunun tutumu büyük önem taşıyor. Zira ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), bu konudaki müzakereleri, Irak ordusunun DEAŞ’la mücadele sorumluluğunu bağımsız olarak üstlenmeye hazır olup olmadığına ilişkin teknik bir değerlendirme olarak görüyor. Daha sonra 11 Şubat'ta yaptığı bir sonraki açıklamasında eleştirilerinin dozunu azaltan Tümgeneral Resul, Uluslararası Koalisyon güçlerinin sayısını ‘kademeli ve planlı olarak düşürmesi’ ve ikili askeri ilişkilere geçişin önünü açması gereken teknik değerlendirmenin devam ettiğine işaret etti.

ABD’nin (Irak’tan) aceleyle geri çekilmesinin milislerin saldırıları karşısında zayıf görünmesine neden olabileceği endişesi söz konusu.

Öte yandan Sünni Kürt ve Arap siyasetçiler, konu hakkında kamuoyu önünde çok az konuşuyorlar. ABD’nin 2020 yılının ocak ayında İranlı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’i düzenlediği hava saldırısında öldürmesiyle ilgili tartışmaların ardından Sünni Kürt ve Arap milletvekilleri, ABD güçlerinin Irak'tan derhal çekilmesi çağrısı bulunmak üzere planlanan Temsilciler Meclisi’ndeki özel oturuma katılmaktan kaçındılar. Irak Temsilciler Meclisi’nde 10 Şubat'ta yapılan oturuma 329 milletvekilinden yalnızca 77'si katıldı. Bu tablo, İran ve müttefiklerinin Irak’ta büyük bir nüfuza sahip olduğunu gösterse de ABD’nin Irak’taki askeri varlığına ilişkin son kararları Bağdat'a verme yetkisine sahip olmadıkları ortaya çıktı.

Irak’ta ve Suriye’de faaliyet gösteren İran destekli milisler, 7 Ekim’den sonra ABD’nin bu iki ülkedeki çıkarlarını hedef alan saldırılarını artırması nedeniyle ABD güçlerinin daha zorlu bir operasyonel ortamla karşı karşıya olmasına rağmen, Biden yönetimi ve ABD Kongresi içinde Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmesi olasılığına ilişkin kamuoyu önünde yapılan açıklamaların hissedilir şekilde azalması dikkati çekti.

ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekilmesi sonrası DEAŞ’ın yükselişini halen hatırlayan ABD’li yetkililer, böyle bir çekilme için ek süre istiyorlar. Dahası, ABD’nin aceleyle geri çekilmesinin milislerin saldırıları karşısında zayıf görünmesine neden olabileceği endişesi söz konusu. Örneğin ABD’liler, 28 Ocak'ta Ürdün'de üç askerin ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Irak'taki Amerikan askerlerinin geleceğine ilişkin görüşmeleri ertelediler. Görüşmeler, Bağdat’ın ısrarı üzerine 11 Şubat'ta yeniden başladı.

ABD askeri olarak Erbil'de kalabilir mi?

ABD’nin Irak’taki askeri varlığının geleceğiyle ilgili tartışmalar sırasında bazı ABD’liler, askerlerin Bağdat'tan ve Irak'ın batısındaki Ayn'ul Esad Hava Üssü’nden çekilirken, Peşmerge ile birlikte eğitim faaliyetlerine katıldığı ve bir lojistik merkezi yönettiği Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) Erbil Uluslararası Havalimanı’nda çalışmalarına devam edebileceği hakkında spekülasyon yapıyorlar.

IKBY Başbakanı Mesrur ​​Barzani, 8 Şubat’ta NBC televizyon kanalına verdiği demeçte, ABD’nin Irak’taki askeri varlığının devam etmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklama, Erbil'in ABD’nin desteğini artırmasını istediğinin göstergesidir. Ancak Irak Anayasası'nın 110’uncu maddesi uyarınca Bağdat'taki federal hükümet, dış ilişkiler ve ulusal güvenlik politikası üzerinde münhasır kontrole sahip. Bu da Bağdat'ın, ABD’nin Erbil'de askeri faaliyetlerini sonlandırması yönündeki direktiflerini göz ardı etmesi halinde, IKBY'yi hukuki açıdan riskli bir duruma sokacaktır.

Bağdat'taki federal hükümet, Irak Anayasası'nın 110’uncu maddesi uyarınca dış ilişkiler ve ulusal güvenlik politikası üzerinde münhasır kontrole sahip.

Barzani'nin mensubu olduğu Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) Irak Meclis Başkanı İkinci Yardımcısı Şahvan Abdullah, 9 Şubat'ta hem ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarını hem de İran'ın Erbil Uluslararası Havalimanı’nı hedef alan saldırısını kınayarak, Bağdat'ın Irak'ın ulusal egemenliğini desteklemeye yönelik diplomatik ve güvenlik alanlarında karar alma yetkisine sahip olduğunu vurguladı. Şarku'l Avsat'ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu açıklama, gözlemciler arasında özel bir ilgi uyandırdı. Burada Erbil hükümetinin şu an Bağdat federal hükümetinden aldığı mali destekle sivil memurların maaşlarını ödediğini hatırlatmakta fayda var. Milis grupların liderleri ABD askerlerinin Erbil'de kalmasına karşılar. Bu yüzden Erbil hükümeti bu konuda harekete geçmek zorunda kalacak. Ancak böyle bir adım atmadan önce Bağdat'a misilleme yapılması ve geçmişte Kerkük çevresinde çatışmalara giren İran destekli milislerle Peşmerge güçleri arasındaki gerilimin artması gibi riskleri göz önünde bulundurması gerekiyor.

Peki ya Suriye ne olacak?

ABD'nin Erbil Uluslararası Havalimanı’ndaki lojistik merkezi, Suriye'deki askeri varlığının sürdürülmesi açısından hayati önem taşıyor. Eğer Irak hükümeti, ABD askerlerini, Erbil'den çıkarmaya karar verirse, bu aynı zamanda ABD’nin Suriye'den de geri çekilmesi anlamına gelecektir. Geniş deneyimiyle tanınan ABD Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Vekili ve Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland, 28 Ocak'ta Ankara'da yaptığı açıklamada, ABD'nin Suriye'den ayrılma gibi bir planının olmadığını, ancak Pentagon'un olası bir tahliye için planlar oluşturmaya başladığını söyledi. Burada olası bir geri çekilmenin lojistik hazırlıklarıyla böyle bir geri çekilmeye yönelik siyasi karar alınmasını birbirinden ayırmak önemli.

Bunun yanında ABD Savunma Bakan Yardımcısı Dana Stroul, aralık ayında görevinden ayrılması, ABD ordusunun Suriye'nin doğusundaki rolünün başlıca savunucularından birinin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Suriye'nin doğusundan bir kaynak 10 Şubat'ta bana, ABD’li yetkililerin Amerikan güçlerinin burada sonsuza kadar kalmayacağını söylediklerini aktarırken bunu da ABD’nin konuyla ilgili tutumunda bir değişikliğin işareti olarak değerlendirdi.

Suriye ordusu ülkenin doğusunu kontrol edecek personel gücüne sahip değil.

Ama ABD nihayetinde Suriye'den ayrıldığında, omurgasında Kürtlerin çoğunlukla yer aldığı Halk Savunma Birlikleri'nin (YPG) oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) büyük stratejik ikilemlerle karşı karşıya gelecek. Buna karşın Türkiye'nin YPG’ye karşı süregelen politikasının değişmesi pek mümkün görünmüyor. Türkiye'nin bu politikası geçmişte YPG'yi Rusya ve Suriye hükümetiyle taktiksel anlaşmalar yapmaya zorlamıştı. Örneğin YPG, 2019 yılında Rusya ve Suriye hükümetiyle ayrı ayrı iki anlaşma yapmış, bu anlaşmalar, Türkiye’yi olası askeri harekatlardan caydırmak için Rusya ve Suriye ordularının Suriye'nin kuzeyindeki varlığının artmasına neden olmuştu.

Bu yüzden Şam yanlısı güçler, İran yanlısı milislerle birlikte Halep ve Haseke illerindeki birçok noktada ve bazen de YPG üyeleriyle ortak noktalarda konuşlandırılmış durumdalar.

Anlaşma ve zorluklar

ABD, Suriye'den ayrıldıktan sonra bir yanda YPG ve SDG, diğer yanda Rusya ve Suriye hükümeti arasında kapsamlı bir anlaşmaya varılması gerekecek. Ancak böyle bir anlaşma, beraberinde çetrefilli üç zorluğu da getirecek. Bunlardan birincisi, şu anda yaklaşık bin ABD askerinin desteğiyle SDG tarafından kontrol edilen Suriye'nin doğusundaki Haseke ve Deyrizor illerinde güvenliğin geleceği. Zira Suriye düzenli ordusu, DEAŞ üyelerinin tutulduğu gözaltı kamplarının işletilmesi de dahil olmak üzere Suriye'nin doğusunu kontrol etmesi için gerekli personel gücüne sahip değil. DEAŞ’ın geri dönmek için serbest bırakılmalarını istediği on binlerce DEAŞ’lı mahkum ve onların aileleri buradaki gözaltı kamplarında kalıyor.

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera

Bu yüzden Suriye ordusunun DEAŞ’ı kontrol altına almak için YPG ve SDG mensuplarına ihtiyacı var. Ancak bu durumda Şam’ın Suriye ordusuyla çalışma şekillerini belirlemek için YPG ve SDG ile anlaşması gerekecek.

İkincisi, hem Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hem de Şam'ın avuçlarını ovuşturduğu, Haseke ve Deyrizor'dan gelecek küçük ama önemli petrol gelirlerinin geleceği.

Üçüncü ve son zorluk ise yerel yönetim meselesi ve Şam'ın Haseke ve Deyrizor illeri üzerinde merkezi otoritesinin kabul edilmesi.

Çekilmeye sebep olan koşullar

Yukarıda bahsettiğimiz bu zorluklar, önümüzdeki yıllarda Tahran ve desteklediği milislerin, ABD’liler üzerinde siyasi ve askeri baskı kurmaları nedeniyle tartışma konusu olacak. ABD’nin milislere karşı misillemede bulunması, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin ülkesinde konuşlu ABD muharip güçlerinin geleceğiyle ilgili görüşmelerde sahip olduğu manevra alanını giderek daraltıyor. Dolayısıyla özellikle ikili görüşmeler, ABD’nin Irak’tan hızla ayrılmasını sağlamazsa, milisler daha fazla saldıracak.

Başkan Biden, mecbur olmadığı halde Suriye’den ve Irak'tan çekildiği için Kongre'deki pek çok isim tarafından sert şekilde eleştirilecek.

Üstelik milislerin bu saldırıları, Washington’ın ABD askerlerini DEAŞ’la mücadele ve güçlü müttefik güçler oluşturma kabiliyetlerinin azaldığı Irak’ta ve Suriye'de tutmasına yönelik temel gerekçesini de baltalıyor. Biden'ın, başkanlık seçimlerinin olduğu bir yılda, zaten zayıflamış olan DEAŞ’a karşı marjinal çıkarlar elde etmek amacıyla Irak’ta ve Suriye'de giderek daha riskli hale gelen bir askeri misyonu sürdürmek için İran'la daha büyük bir savaşa girmek isteyeceğine ihtimal verilmiyor.

Başkan Biden, mecbur olmadığı halde Suriye’den ve Irak'tan çekildiği için Kongre'deki pek çok isim tarafından sert şekilde eleştirilecek. Bu yılın sonlarında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinden sonra ister Biden kalsın ister Donald Trump yeniden seçilsin, göreve gelecek olan başkan geri çekilme için daha fazla siyasi alana sahip olacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Suriye'de askeri otobüste meydana gelen patlamada 4 asker şehit oldu, 9 asker yaralandı

Suriye askerleri (Arşiv- SANA- AFP)
Suriye askerleri (Arşiv- SANA- AFP)
TT

Suriye'de askeri otobüste meydana gelen patlamada 4 asker şehit oldu, 9 asker yaralandı

Suriye askerleri (Arşiv- SANA- AFP)
Suriye askerleri (Arşiv- SANA- AFP)

Suriye medyası bugün, Deyrizor'un doğu kırsalında Savunma Bakanlığı'na ait bir otobüse tuzaklanan  patlayıcının infilak ettirilmesi sonucu 4 askerin öldüğünü, 9 askerin de yaralandığını bildirdi.

Haleb Today TV, patlamanın Deyrizor ve El-Meyadin şehirlerini birbirine bağlayan yolda meydana geldiğini bildirdi. Olayla ilgili daha fazla ayrıntı verilmedi.


Tetteh'in Libya kriziyle ilgili brifingi siyasi bölünmeleri yeniden gündeme getirdi

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, BM Güvenlik Konseyi'ne video konferans yoluyla brifing verdi. (UNSMIL)
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, BM Güvenlik Konseyi'ne video konferans yoluyla brifing verdi. (UNSMIL)
TT

Tetteh'in Libya kriziyle ilgili brifingi siyasi bölünmeleri yeniden gündeme getirdi

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, BM Güvenlik Konseyi'ne video konferans yoluyla brifing verdi. (UNSMIL)
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Hanna Tetteh, BM Güvenlik Konseyi'ne video konferans yoluyla brifing verdi. (UNSMIL)

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi ve Libya'daki BM Destek Misyonu (UNSMIL) Başkanı Hanna Tetteh, BM Güvenlik Konseyi'ne verdiği brifingde, süreci engelleyenlere alışılmadık bir şekilde uyarıda bulunup, Libyalılar arasındaki bölünmeleri yeniden gündeme getirdi. Tetteh ilk kez, Temsilciler Meclisi (TM) ve Devlet Yüksek Konseyi'nin (DYK) BM yol haritasının ilk adımlarını uygulamaması halinde ‘alternatif bir yaklaşım’ benimseneceğini ima etti.

Libyalı siyasetçiler ve analistler, BM Libya Özel Temsilcisi’nin BM Güvenlik Konseyi'ne verdiği brifing üzerine Libya'nın batısı ve doğusu arasındaki çatışmanın iki tarafı arasında mevcut bölünmenin, sadece anlık siyasi tepkilerle sınırlı olmadığını, Libya'daki gergin durumu çevreleyen uluslararası ve bölgesel dengeler ışığında, nüfuz ve meşruiyet mücadelesi olduğunu düşünüyorlar.

scd
Trablus'ta Libya Devlet Yüksek Konseyi (DYK) ve Temsilciler Meclisi (TM) temsilcileri arasında yapılan toplantıdan (Devlet Yüksek Konseyi)

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Tetteh'in brifingini memnuniyetle karşılarken, resmi tutumlarda bölünme açıkça görülüyordu. BM ile koordinasyon içinde çalışmaya kararlı olduğunu vurgulayan Menfi, bütçenin birleştirilmesi, istikrarın sağlanması ve yolsuzlukla mücadele çağrısında bulundu. Öte yandan, Trablus'taki Ulusal Birlik Hükümeti'nin (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, bu yazının yazıldığı sırada henüz bir yanıt vermemişti.

Buna karşılık, TM tarafından atanan hükümetin başkanı Usame Hammad, Tetteh’e ‘BM'nin yetkisini aştığı ve egemen kurumlara müdahale ettiği’ suçlamasıyla şiddetli bir saldırı başlattı ve ‘Libya'nın egemenliğini korumak’ için diplomatik önlemler alacağına söz verdi.

Bu olay, biri Dibeybe'nin liderliğindeki batı Libya'da, diğeri Hammad'ın liderliğindeki doğu ve güneyin bir kısmını kontrol eden iki hükümet arasında siyasi bölünmeden mustarip bir ülkede meydana geldi.

Çelişkili pozisyonlar

Libyalı siyasi analist Husam Feniş, Tetteh'in brifingindeki açıklamalarıyla ilgili bu bölünmeyi, ‘her bir yerel tarafı çevreleyen uluslararası ve bölgesel kesişim noktaları ve ortaya çıkan uluslararası ve bölgesel siyasi denklemdeki fırsatlarıyla bağlantılı pozisyonlardaki çelişki’ olarak nitelendirdi.

Şarku’l Avsat'a konuşan Feniş şu ifadeleri kullandı: “Hammad'ın hükümeti, etkisini sürdürmek isteyen aktif bir tarafın siyasi cephesini temsil ediyor. Öte yandan Muhammed el-Menfi, Trablus'taki gerginliği kontrol altına alma rolünü kullanarak uluslararası toplumu kazanmak isteyen bağımsız bir taraf olarak kendini göstermeye çalışıyor.”

d
Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe (Dibeybe'nin ofisi)

Libyalı siyaset araştırmacısı Halid el-Hicazi'ye göre bu anlaşmazlık, TM ile DYK arasında ‘hesaplı bölünme yönetimi’ olarak bilinen sürecin bir parçası olabilir. El-Hicazi, Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, her iki tarafın da ‘siyasi kazanımlarını kaybetme korkusuyla statükoyu korumaya çalıştığını’ söyledi. El-Hicazi, son birkaç ay içinde Washington'un önderliğinde iki taraf arasında yapılan önceki toplantıları örnek gösterdi.

Bu arada politikacılar, bu bölünmenin BM Libya Özel Temsilcisi’nin ‘teşvikten baskıya’ kademeli geçişinin doğal bir sonucu olduğuna inanıyor ve ‘BM'nin yol haritasını dayatmak için acil müdahalesini’ bekliyorlar. Bu görüş, eski cumhurbaşkanı adayı Fadıl el-Emin'e ait olup, ‘Libya'nın daha fazla erteleme veya engellemeye tahammülü yok’ uyarısına ve ‘başka bir yaklaşım’ izleyeceği tehdidine dayanıyor.

BM'nin bu uyarısı, BM tarafından oluşturulan Libyalı uzmanlar komitesinin daha önce önerdiği seçeneklerden birini akla getiriyor. Bu seçenek, mevcut kurumların feshedilmesini, yeni bir yürütme organı atamak için bir diyalog forumu toplanmasını ve ulusal seçimler için geçici anayasa ve seçim yasalarını onaylamak üzere 60 üyeli bir anayasa meclisi seçilmesini öngörüyor.

Güvenin yeniden tesis edilmesi çabası

İhtiyatlı bir üslup kullanmasına rağmen Tetteh brifinginde diplomatik dengeyi koruyarak, Libya liderlerine önümüzdeki ay içinde ‘yol haritasının’ ilk adımlarının uygulanmasını hızlandırmaları çağrısında bulundu. Siyasi sürece olan güvenin yeniden tesis edilmesi çabası olarak anlaşılan bu çağrıda, uzmanlar komitesinin onlarla yapıcı bir iş birliği içinde olmaya hazır olduğunu vurguladı.

Bu, iki konseyin üyeleri arasında egemenlik pozisyonlarının dağılımı konusunda devam eden istişarelerle aynı zamana denk geliyor. Aktivist Enes ez-Zeydani'ye göre siyasi aktörler arasında önemli bir ilerleme kaydedilemedi ve aktivistler bu aktörleri ‘iktidara ve paraya sarılmış’ olarak görüyor.

fgthy
Libya Ulusal Ordusu (LUO) Başkomutanı Mareşal Halife Hafter (LUO)

Bu noktada, analist es-Senusi İsmail, uzmanlar komitesinin ‘yeni bir geçiş sürecine zemin hazırlamasını’ bekliyor. İsmail bu sürecin, TM ve DYK’nin derhal feshedilmesini hedeflemediğini, ancak ‘birleşik bir hükümetin kurulması ve kurumların birleştirilmesini, mali çöküşün önlenmesi ve uluslararası güvenin yeniden kazanılmasıyla ilişkilendirdiğini’ belirtiyor.

Araştırmacı Muhammed el-Emin, Tetteh'in ‘uyarı ve umut arasında bir denge kurmaya çalıştığını, ancak aynı zamanda Libya'daki çıkmazın derinliğini ortaya koyduğunu’ düşünüyor. El-Emin, Tetteh'in ‘liderlerin eylemlerinin sözleriyle uyuşmadığı’ şeklindeki ifadesinin uluslararası toplumun hayal kırıklığını yansıttığını ve ‘iktidar sistemindeki yapısal bir kusuru’ ortaya çıkardığını düşünüyor.

BM yol haritası üç aşamaya dayanıyor: Libya Yüksek Seçim Komisyonu'nun yeniden yapılandırılması, yeni bir hükümet aracılığıyla kurumların birleştirilmesi ve kapsamlı bir ulusal diyalogun düzenlenmesi.

Ancak yol haritası konusundaki bölünme, Tetteh'in brifingini siyasi ivmeyi yeniden kazanmak için bir fırsat olarak görenler ile bunu uluslararası gözetim altında yeni bir geçiş aşamasının başlangıcı olarak görenler arasında, Libya'daki tarafların iktidarın geleceğine ilişkin vizyonlarındaki temel farkı yansıtıyor gibi görünüyor.


Kassam Tugayları, ulaşabildiği tüm rehinelerin cesetlerini teslim ettiğini duyurdu

Uluslararası Kızılhaç Komitesi'ne (ICRC) ait araçlar, Gazze şehrinde Hamas tarafından teslim edilen İsrailli rehinelerin cenazelerini taşıyor. (EPA)
Uluslararası Kızılhaç Komitesi'ne (ICRC) ait araçlar, Gazze şehrinde Hamas tarafından teslim edilen İsrailli rehinelerin cenazelerini taşıyor. (EPA)
TT

Kassam Tugayları, ulaşabildiği tüm rehinelerin cesetlerini teslim ettiğini duyurdu

Uluslararası Kızılhaç Komitesi'ne (ICRC) ait araçlar, Gazze şehrinde Hamas tarafından teslim edilen İsrailli rehinelerin cenazelerini taşıyor. (EPA)
Uluslararası Kızılhaç Komitesi'ne (ICRC) ait araçlar, Gazze şehrinde Hamas tarafından teslim edilen İsrailli rehinelerin cenazelerini taşıyor. (EPA)

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşması kapsamında Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nin (ICRC) Gazze'de iki rehineye ait cesetleri teslim aldığını duyurdu.

Ordu tarafından yapılan açıklamada, “ICRC'nin verdiği bilgiye göre, kaçırılan kişilere ait iki kişinin tabutları teslim edildi ve şu anda Gazze Şeridi'ndeki İsrail ordusu ve Şin-Bet güçlerine doğru yola çıktılar” denildi.

Daha önce Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, bu gece Gazze Şeridi'ndeki iki rehinenin cenazesini teslim etmeye hazır olduğunu açıklamıştı.

Kassam Tugayları tarafından yapılan açıklamada, “İzzeddin el-Kassam Tugayları, Gazze Şeridi'ndeki iki işgalci esirin cesetlerini saat 22:00'de teslim etmeye karar verdi… Anlaşılan hususlara bağlı kaldık ve ulaşabildiğimiz tüm canlı esirleri ve cesetleri teslim ettik” ifadeleri yer aldı.

Geri kalan cesetlerin bulunması ve çıkarılması için önemli çaba ve özel ekipman gerektiğini belirten Kassam Tugayları, bu dosyayı kapatmak için büyük çaba sarf ettiklerini, ellerinde bulunan tüm canlı rehineleri ve ulaşabildikleri cesetleri teslim ettiklerini açıkladı.

Ateşkes anlaşması uyarınca Hamas, toplam 28 cesedi teslim etmekle yükümlü.

Hamas pazartesi günü, hayatta kalan son 20 rehineyi serbest bıraktıktan birkaç saat sonra dört rehinenin cesedini teslim etti. Ardından salı günü dört ceset teslim etti, ancak İsrail bu cesetlerden birinin İsrailli bir rehineye ait olmadığını açıkladı.

Hamas daha önce, Gazze Şeridi'nde iki yıl süren savaşın ardından enkaz arasında cesetleri bulmanın zor olduğunu belirtmişti.

Ancak İsrail medyası, İsrail'in bunu bir oyalama taktiği olarak gördüğünü ve tüm rehinelerin cesetleri teslim edilene kadar Gazze Şeridi'ne yardım girişini kısıtlamaya ve Refah Sınır Kapısı’nı kapalı tutmaya çalıştığını bildirdi.

sdfrg
İsrail ile Hamas arasında Gazze'de ateşkes anlaşması ve esir takası sonrasında teslim edilen dört rehinenin cenazelerini Tel Aviv'deki Ulusal Adli Tıp Merkezi'ne taşıyan araçlar, 15 Ekim 2025 (AFP)

Anlaşmanın ilk aşaması, İsrail'in yaklaşık 2 bin Filistinli mahkûmu serbest bırakması karşılığında, 20'si hayatta ve 28'i ölü olmak üzere 48 İsrailli rehinenin serbest bırakılmasına ilave olarak, ateşkes ve İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nden kısmi çekilmesini öngörüyor. Ayrıca, anlaşmanın şartlarının sahada uygulanmasını takip etmek üzere uluslararası bir izleme mekanizmasının kurulmasını da öngörüyor. İsrail, Gazze Şeridi'nden 7 rehinenin cesedini aldıktan sonra 21 İsraillinin cesedinin halen Gazze'de tutulduğunu söylerken, İsrailli yetkililer Hamas'a ‘cesetleri teslim etme konusunda tam bir taahhütte bulunma’ çağrısında bulundu.

İbrani radyosu, geçen hafta Şarm eş-Şeyh'te imzalanan ateşkes anlaşmasının ikinci aşaması kapsamında, ICRC ve uluslararası arabulucularla koordineli olarak Gazze Şeridi'nden rehinelerin cesetlerinin geri alınma sürecinin halen devam ettiğini bildirdi.