ABD’nin Ortadoğu hesapları değişti mi?

Olası bir geri çekilmenin lojistik hazırlıklarıyla böyle bir geri çekilmeye yönelik siyasi karar alınmasını birbirinden ayırmak önemli

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera
TT

ABD’nin Ortadoğu hesapları değişti mi?

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera

Robert Ford

ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin 2024 yılında Ortadoğu'daki tüm askeri üslerden çekilmek gibi bir planı olmasa da ABD’nin Irak ve Suriye'deki askeri varlığının geleceği belirsizliğini koruyor.

ABD’nin Ortadoğu’da sayıları 30 bini bulan askerlerinin büyük bir bölümü Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) bulunan askeri üslerde konuşlandırılmış durumda. ABD Donanması’nın Basra Körfezi'ndeki 5. Filosu da İngiliz Ordusu'nun 1971 yılında Basra Körfezi'nden çekilmesinden bu yana Bahreyn'de konuşlu bulunuyor. Bahreyn’deki bu üs, başlarda Sovyetler Birliği’nin Basra Körfezi'ndeki nüfuzuna karşı koymak için kurulduysa da son yirmi yılda görevi, İran'ı bölgeyi istikrarsızlaştırıcı hamlelerinden caydırmak ve Umman Denizi'ndeki korsanlık eylemleriyle mücadele etmek olarak değişti. Bu hedefler, ABD Deniz Kuvvetleri’nin Husilere karşı mücadelesi sonrasında da var olmaya devam edecek.

ABD’nin Kuveyt'te ise biri kara biri hava olmak üzere iki üssü bulunuyor. ABD, 1991 yılında dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin'in Kuveyt’i işgali sonrası, Kuveyt'in kurtarılması sonucu bu ülkede konuşlandı. Katar’da da ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük askeri üssü olan el-Udeyd Hava Üssü bulunuyor. ABD, BAE’deki ez-Zafra Hava Üssü'nde 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra konuşlandı. ABD ayrıca Ürdün ve Suudi Arabistan’da askeri eğitim ve danışmanlık görevleri üstleniyor. ABD üslerine ev sahipliği yapan bu Arap ülkelerinde yine onların onayıyla bulunan askeri varlığından memnuniyet duyuluyor. Washington'ın İran ve Çin'in bölgede artan nüfuzuna ilişkin endişeleri göz önüne alındığında, ABD üslerine ev sahipliği yapan Arap ülkeleri istemedikçe ABD'nin bu üsleri boşaltması mümkün görünmüyor.

Durum daha da zorlaştı

Ancak İran destekli milislerin ABD’nin bölgedeki çıkarlarını hedef alan saldırılarının artması, saldırılar sonucu onlarca Amerikan askerinin ölmesi ve yaralanması ve ABD güçlerinin etkinliğinin azalmasıyla birlikte Irak’ta ve Suriye'de konuşlu askerlerin durumu daha da zorlaştı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı müfettişleri tarafından 5 Şubat'ta yayınlanan bir rapor, İran destekli milislerin saldırılarının ABD’nin çabalarını ve DEAŞ’ın kalıntılarıyla mücadeleyi zayıflattığına ve Washington’ı hem Irak’taki hem de Suriye’deki müttefik kuvvetleri güçlendirmeye yönelik temel misyondan uzaklaştırdığına işaret edildi. Rapora göre saldırılar ayrıca ABD’li subaylar ile yerel askeri ve siyasi liderler arasındaki toplantıların ya ertelenmesine ya da iptal edilmesine neden oldu.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin yardımcıları, Irak’ın Tahran ile Washington arasında savaş sahası haline getirilmesini reddettiklerini bir kez daha dile getirdiler.

Ama iyi tarafından bakıldığında söz konusu rapor, ABD istihbarat servislerinin DEAŞ’ın Irak’ta ve Suriye'de askeri açıdan yenilgiye uğratıldığına, artık ölüm-kalım mücadelesi verdiğine ve ne her iki ülkede ne de uluslararası alanda büyük ölçekli saldırılar gerçekleştirebildiğine ilişkin bulgularına da yer verdi. DEAŞ hücreleri, küçük pusular kurmaya devam etse de artık bir şehrin kontrolünü ele geçirmeye yönelik önemli  tehdit oluşturmuyorlar. Daha da önemlisi DEAŞ, Irak'ta son yerel seçimler ve dini etkinlikler sırasında hiçbir müdahalede bulunamadı.

Irak'taki ABD’nin askeri varlığına ilişkin tartışma

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak güvenlik güçlerinin artık ülke içindeki DEAŞ kalıntılarıyla baş edebilecek düzeyde olduğunu belirtti. Irak’ta konuşlu DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) güçlerinin geri çekilmesi için müzakerelerin başlatılmasının zamanının geldiğini söyleyen Başbakan Sudani, Irak’ın özellikle F-16 savaş uçakları gibi ABD yapımı silahları korumak için gerekli teknik destek konusunda askeri iş birliği yapılması da dahil olmak üzere ABD ile olumlu ikili ilişkileri sürdürmeyi istediğinin altını çizdi.

Irak Başbakanı, geçtiğimiz yıl ocak ayında bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Irak’taki ABD askerlerinin geri çekilmesine ilişkin herhangi bir takvimin olmadığını söylemişti. Fakat Sudani hükümetinin tutumu, son zamanlarda değişmeye başladı. Sudani’nin sözcüsü, ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarını ve ABD kuvvetlerine saldıran milis grupların liderlerinin hedef alınarak etkisiz hale getirilmesini, ‘Irak'ın egemenliğini ihlal eden istikrarsızlaştırıcı eylemler’ olarak nitelendirdi. Sudani'nin yardımcıları ise Irak'ın, İran ile ABD arasında savaş arenası haline getirilmesini reddettiklerini bir kez daha dile getirdiler.

Irak Silahlı Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, ABD'nin hava saldırılarını dikkati çeken sert bir dille eleştirdi. Tümgeneral Resul, ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarına karşı sert eleştirilerinin yanında, ABD askerlerinin ülkeden ne zaman çekileceklerinin belirlenmesi için açıkça müzakere çağrısında bulundu. Irak’taki ABD askerlerinin geleceğine ilişkin müzakerelerde Irak ordusunun tutumu büyük önem taşıyor. Zira ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), bu konudaki müzakereleri, Irak ordusunun DEAŞ’la mücadele sorumluluğunu bağımsız olarak üstlenmeye hazır olup olmadığına ilişkin teknik bir değerlendirme olarak görüyor. Daha sonra 11 Şubat'ta yaptığı bir sonraki açıklamasında eleştirilerinin dozunu azaltan Tümgeneral Resul, Uluslararası Koalisyon güçlerinin sayısını ‘kademeli ve planlı olarak düşürmesi’ ve ikili askeri ilişkilere geçişin önünü açması gereken teknik değerlendirmenin devam ettiğine işaret etti.

ABD’nin (Irak’tan) aceleyle geri çekilmesinin milislerin saldırıları karşısında zayıf görünmesine neden olabileceği endişesi söz konusu.

Öte yandan Sünni Kürt ve Arap siyasetçiler, konu hakkında kamuoyu önünde çok az konuşuyorlar. ABD’nin 2020 yılının ocak ayında İranlı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’i düzenlediği hava saldırısında öldürmesiyle ilgili tartışmaların ardından Sünni Kürt ve Arap milletvekilleri, ABD güçlerinin Irak'tan derhal çekilmesi çağrısı bulunmak üzere planlanan Temsilciler Meclisi’ndeki özel oturuma katılmaktan kaçındılar. Irak Temsilciler Meclisi’nde 10 Şubat'ta yapılan oturuma 329 milletvekilinden yalnızca 77'si katıldı. Bu tablo, İran ve müttefiklerinin Irak’ta büyük bir nüfuza sahip olduğunu gösterse de ABD’nin Irak’taki askeri varlığına ilişkin son kararları Bağdat'a verme yetkisine sahip olmadıkları ortaya çıktı.

Irak’ta ve Suriye’de faaliyet gösteren İran destekli milisler, 7 Ekim’den sonra ABD’nin bu iki ülkedeki çıkarlarını hedef alan saldırılarını artırması nedeniyle ABD güçlerinin daha zorlu bir operasyonel ortamla karşı karşıya olmasına rağmen, Biden yönetimi ve ABD Kongresi içinde Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmesi olasılığına ilişkin kamuoyu önünde yapılan açıklamaların hissedilir şekilde azalması dikkati çekti.

ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekilmesi sonrası DEAŞ’ın yükselişini halen hatırlayan ABD’li yetkililer, böyle bir çekilme için ek süre istiyorlar. Dahası, ABD’nin aceleyle geri çekilmesinin milislerin saldırıları karşısında zayıf görünmesine neden olabileceği endişesi söz konusu. Örneğin ABD’liler, 28 Ocak'ta Ürdün'de üç askerin ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Irak'taki Amerikan askerlerinin geleceğine ilişkin görüşmeleri ertelediler. Görüşmeler, Bağdat’ın ısrarı üzerine 11 Şubat'ta yeniden başladı.

ABD askeri olarak Erbil'de kalabilir mi?

ABD’nin Irak’taki askeri varlığının geleceğiyle ilgili tartışmalar sırasında bazı ABD’liler, askerlerin Bağdat'tan ve Irak'ın batısındaki Ayn'ul Esad Hava Üssü’nden çekilirken, Peşmerge ile birlikte eğitim faaliyetlerine katıldığı ve bir lojistik merkezi yönettiği Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) Erbil Uluslararası Havalimanı’nda çalışmalarına devam edebileceği hakkında spekülasyon yapıyorlar.

IKBY Başbakanı Mesrur ​​Barzani, 8 Şubat’ta NBC televizyon kanalına verdiği demeçte, ABD’nin Irak’taki askeri varlığının devam etmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklama, Erbil'in ABD’nin desteğini artırmasını istediğinin göstergesidir. Ancak Irak Anayasası'nın 110’uncu maddesi uyarınca Bağdat'taki federal hükümet, dış ilişkiler ve ulusal güvenlik politikası üzerinde münhasır kontrole sahip. Bu da Bağdat'ın, ABD’nin Erbil'de askeri faaliyetlerini sonlandırması yönündeki direktiflerini göz ardı etmesi halinde, IKBY'yi hukuki açıdan riskli bir duruma sokacaktır.

Bağdat'taki federal hükümet, Irak Anayasası'nın 110’uncu maddesi uyarınca dış ilişkiler ve ulusal güvenlik politikası üzerinde münhasır kontrole sahip.

Barzani'nin mensubu olduğu Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) Irak Meclis Başkanı İkinci Yardımcısı Şahvan Abdullah, 9 Şubat'ta hem ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarını hem de İran'ın Erbil Uluslararası Havalimanı’nı hedef alan saldırısını kınayarak, Bağdat'ın Irak'ın ulusal egemenliğini desteklemeye yönelik diplomatik ve güvenlik alanlarında karar alma yetkisine sahip olduğunu vurguladı. Şarku'l Avsat'ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu açıklama, gözlemciler arasında özel bir ilgi uyandırdı. Burada Erbil hükümetinin şu an Bağdat federal hükümetinden aldığı mali destekle sivil memurların maaşlarını ödediğini hatırlatmakta fayda var. Milis grupların liderleri ABD askerlerinin Erbil'de kalmasına karşılar. Bu yüzden Erbil hükümeti bu konuda harekete geçmek zorunda kalacak. Ancak böyle bir adım atmadan önce Bağdat'a misilleme yapılması ve geçmişte Kerkük çevresinde çatışmalara giren İran destekli milislerle Peşmerge güçleri arasındaki gerilimin artması gibi riskleri göz önünde bulundurması gerekiyor.

Peki ya Suriye ne olacak?

ABD'nin Erbil Uluslararası Havalimanı’ndaki lojistik merkezi, Suriye'deki askeri varlığının sürdürülmesi açısından hayati önem taşıyor. Eğer Irak hükümeti, ABD askerlerini, Erbil'den çıkarmaya karar verirse, bu aynı zamanda ABD’nin Suriye'den de geri çekilmesi anlamına gelecektir. Geniş deneyimiyle tanınan ABD Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Vekili ve Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland, 28 Ocak'ta Ankara'da yaptığı açıklamada, ABD'nin Suriye'den ayrılma gibi bir planının olmadığını, ancak Pentagon'un olası bir tahliye için planlar oluşturmaya başladığını söyledi. Burada olası bir geri çekilmenin lojistik hazırlıklarıyla böyle bir geri çekilmeye yönelik siyasi karar alınmasını birbirinden ayırmak önemli.

Bunun yanında ABD Savunma Bakan Yardımcısı Dana Stroul, aralık ayında görevinden ayrılması, ABD ordusunun Suriye'nin doğusundaki rolünün başlıca savunucularından birinin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Suriye'nin doğusundan bir kaynak 10 Şubat'ta bana, ABD’li yetkililerin Amerikan güçlerinin burada sonsuza kadar kalmayacağını söylediklerini aktarırken bunu da ABD’nin konuyla ilgili tutumunda bir değişikliğin işareti olarak değerlendirdi.

Suriye ordusu ülkenin doğusunu kontrol edecek personel gücüne sahip değil.

Ama ABD nihayetinde Suriye'den ayrıldığında, omurgasında Kürtlerin çoğunlukla yer aldığı Halk Savunma Birlikleri'nin (YPG) oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) büyük stratejik ikilemlerle karşı karşıya gelecek. Buna karşın Türkiye'nin YPG’ye karşı süregelen politikasının değişmesi pek mümkün görünmüyor. Türkiye'nin bu politikası geçmişte YPG'yi Rusya ve Suriye hükümetiyle taktiksel anlaşmalar yapmaya zorlamıştı. Örneğin YPG, 2019 yılında Rusya ve Suriye hükümetiyle ayrı ayrı iki anlaşma yapmış, bu anlaşmalar, Türkiye’yi olası askeri harekatlardan caydırmak için Rusya ve Suriye ordularının Suriye'nin kuzeyindeki varlığının artmasına neden olmuştu.

Bu yüzden Şam yanlısı güçler, İran yanlısı milislerle birlikte Halep ve Haseke illerindeki birçok noktada ve bazen de YPG üyeleriyle ortak noktalarda konuşlandırılmış durumdalar.

Anlaşma ve zorluklar

ABD, Suriye'den ayrıldıktan sonra bir yanda YPG ve SDG, diğer yanda Rusya ve Suriye hükümeti arasında kapsamlı bir anlaşmaya varılması gerekecek. Ancak böyle bir anlaşma, beraberinde çetrefilli üç zorluğu da getirecek. Bunlardan birincisi, şu anda yaklaşık bin ABD askerinin desteğiyle SDG tarafından kontrol edilen Suriye'nin doğusundaki Haseke ve Deyrizor illerinde güvenliğin geleceği. Zira Suriye düzenli ordusu, DEAŞ üyelerinin tutulduğu gözaltı kamplarının işletilmesi de dahil olmak üzere Suriye'nin doğusunu kontrol etmesi için gerekli personel gücüne sahip değil. DEAŞ’ın geri dönmek için serbest bırakılmalarını istediği on binlerce DEAŞ’lı mahkum ve onların aileleri buradaki gözaltı kamplarında kalıyor.

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera

Bu yüzden Suriye ordusunun DEAŞ’ı kontrol altına almak için YPG ve SDG mensuplarına ihtiyacı var. Ancak bu durumda Şam’ın Suriye ordusuyla çalışma şekillerini belirlemek için YPG ve SDG ile anlaşması gerekecek.

İkincisi, hem Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hem de Şam'ın avuçlarını ovuşturduğu, Haseke ve Deyrizor'dan gelecek küçük ama önemli petrol gelirlerinin geleceği.

Üçüncü ve son zorluk ise yerel yönetim meselesi ve Şam'ın Haseke ve Deyrizor illeri üzerinde merkezi otoritesinin kabul edilmesi.

Çekilmeye sebep olan koşullar

Yukarıda bahsettiğimiz bu zorluklar, önümüzdeki yıllarda Tahran ve desteklediği milislerin, ABD’liler üzerinde siyasi ve askeri baskı kurmaları nedeniyle tartışma konusu olacak. ABD’nin milislere karşı misillemede bulunması, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin ülkesinde konuşlu ABD muharip güçlerinin geleceğiyle ilgili görüşmelerde sahip olduğu manevra alanını giderek daraltıyor. Dolayısıyla özellikle ikili görüşmeler, ABD’nin Irak’tan hızla ayrılmasını sağlamazsa, milisler daha fazla saldıracak.

Başkan Biden, mecbur olmadığı halde Suriye’den ve Irak'tan çekildiği için Kongre'deki pek çok isim tarafından sert şekilde eleştirilecek.

Üstelik milislerin bu saldırıları, Washington’ın ABD askerlerini DEAŞ’la mücadele ve güçlü müttefik güçler oluşturma kabiliyetlerinin azaldığı Irak’ta ve Suriye'de tutmasına yönelik temel gerekçesini de baltalıyor. Biden'ın, başkanlık seçimlerinin olduğu bir yılda, zaten zayıflamış olan DEAŞ’a karşı marjinal çıkarlar elde etmek amacıyla Irak’ta ve Suriye'de giderek daha riskli hale gelen bir askeri misyonu sürdürmek için İran'la daha büyük bir savaşa girmek isteyeceğine ihtimal verilmiyor.

Başkan Biden, mecbur olmadığı halde Suriye’den ve Irak'tan çekildiği için Kongre'deki pek çok isim tarafından sert şekilde eleştirilecek. Bu yılın sonlarında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinden sonra ister Biden kalsın ister Donald Trump yeniden seçilsin, göreve gelecek olan başkan geri çekilme için daha fazla siyasi alana sahip olacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
TT

Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

İki yılı aşkın süredir devam eden şiddetli çatışmaların ardından Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) geçtiğimiz pazartesi günü, Orta Sudan’daki Batı Kordofan eyaletinin merkezi Babnusa şehrinde, Sudan ordusunun son kalesi olan 22. Piyade Tugayı üzerinde ‘tam kontrol’ sağladığını duyurdu. Bu arada bazı askeri uzmanlar, petrol zenginliği ve süt ürünleri üretimi ile tanınan stratejik şehrin düşmesinin, kuzey ve güneydeki diğer bölgelere yönelik yeni saha kazanımları için bir sıçrama noktası haline gelebileceğini öngörüyor. Olayın üzerinden iki gün geçmesine rağmen Sudan ordusundan resmi bir açıklama gelmezken, orduya yakın platformlarda, şehirdeki birliklerin aynı eyaletteki Heglig bölgesine çekildiği iddiaları paylaşıldı.

Kordofan şehirleri sallantıda

Kordofan’daki büyük şehirler, HDK’nin baskılarının artmasıyla sallantıda. Sudan ordusunun elinde sadece, Batı Kordofan’da Nuhud ve Babnusa’nın düşmesinin ardından Kuzey Kordofan eyaletinin el-Ubeyd ve Um Ruvabe şehirleri ile Batı Kordofan’daki petrol zengini Heglig kaldı. Güney Kordofan eyaletinde ise ordu Kadugli ve Deleng’i kontrol ederken, HDK ed-Dubeybat’ta hakimiyet kurmuş durumda. Diğer yandan HDK’nin müttefiki olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin Abdulaziz el-Hilu kanadı, Güney Kordofan’daki Nuba Dağları’ndaki Kauda şehrini kontrol ediyor.

Babnusa’nın önemi

Batı Kordofan eyaletinde, Doğu Darfur sınırına yakın konumda bulunan Babnusa, başkent Hartum’a yaklaşık 600 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Sudan demiryolu ağının en önemli kavşaklarından biri olan şehir, ülkenin batısı ile doğusu ve kuzeyini birbirine bağlıyor. Babnusa, Sudan’ın önde gelen süt fabrikalarına ev sahipliği yapmasının yanı sıra petrol zenginliği ile ekonomik açıdan stratejik bir şehir olarak kabul ediliyor.

dfvg
El-Faşir'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) eline geçmesinin ardından şehirden kaçmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş Sudanlılar, 26 Ekim 2025 (AFP)

HDK, Babnusa’nın düşüşünün ardından izleyeceği net stratejiyi henüz açıklamamış olsa da, eski Sudan ordusu askerleri olası senaryolar üzerinde değerlendirmelerde bulundu. İsminin açıklanmasını istemeyen eski bir Sudan ordusu subayı, Babnusa’nın hem askeri hem de coğrafi açıdan büyük öneme sahip olduğunu, düşmesinin savaşın gidişatında kritik bir dönüm noktası oluşturabileceğini ve bunun, Güney Kordofan’ın başkenti Kadugli, Deleng ve ordunun hâlâ kontrolünde tuttuğu diğer bölgelerin ele geçirilmesine kapı açabileceğini belirtti. Subay, “HDK, Kuzey Kordofan eyaletinin başkenti el-Ubeyd’i öncelikli askeri hedefleri arasına almış ve sürekli saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. Kuvvetlerini stratejik noktalara yaymaları, şehre yönelik bir saldırının her an gerçekleşebileceğini gösteriyor” dedi.

HDK ateşkese uymadı

Kaynak, HDK’nin tek taraflı bir ateşkes ilan etmiş olmasına rağmen buna uymadığını ve 22. Piyade Tugayı’na bağlı askerlerin mevzilerine yönelik saldırılarına devam ederek şehri ele geçirdiğini belirtti. Bu durum, grubun askeri hedeflerinin henüz tamamlanmadığını ortaya koyuyor.

Askeri uzmanlara göre HDK’nin bu bölgeyi ele geçirmesi, ona daha fazla askeri operasyon için iyi bir üs sağlıyor. Uzmanlar, kuvvetlerin müttefiki olan Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Halk Kurtuluş Hareketi’ni destekleyerek, Güney Kordofan eyaletinin başkenti Kadugli’yi ele geçirmeye çalışmasının muhtemel olduğunu belirtiyor. Bu, ordunun eyaletteki önemli bazı kasabaları ele geçirmesinin ardından gelen stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor.

Sudan ordusunun eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve sözcüsü Tümgeneral Muhammed Beşir Süleyman, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Babnusa’nın HDK’nin eline geçmesinin beklenen bir gelişme olduğunu ve kenti kontrol eden tarafın operasyonel manevra alanını büyük ölçüde genişleteceğini söyledi. Süleyman, “Babnusa, petrol zenginliğiyle ekonomik açıdan önemli bir eyalette yer alıyor. Ayrıca demografik yapısı, HDK’nin sosyal tabanlarını oluşturuyor. Bu durum, onlara siyasi bir boyut kazandırıyor; özellikle Darfur bölgesi ile bağlantılı olarak kontrol alanlarını genişletmek ve Kordofan’da savaşçılar için lojistik destek sağlamak amacıyla bir tür geçici yönetim oluşturma stratejisi izliyorlar” ifadelerini kullandı.

efrf
El-Faşir'den gelen Sudanlı mülteciler, Tine Mülteci Kampı (Reuters)

Süleyman, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirmesinin, ordunun Kuzey Kordofan eyaletindeki operasyonel ilerleyişine karşı onu daha avantajlı bir askeri konuma getirdiğini, buna rağmen ordunun el-Ubeyd’in batısı ve Nuba Dağları’nda elde ettiği zaferlerin önemini koruduğunu belirtti.

Ordu neye ihtiyaç duyuyor?

Süleyman, ordunun Kuzey ve Batı Kordofan’daki tüm cephelerde operasyonları yönetebilmesi için doğru planlamaya ihtiyaç duyduğunu vurguladı. Bunun, kuvvetler, lojistik destek ve yedeklerin sağlanması gibi büyük askeri kaynakları gerektirdiğini ifade ederek, “Operasyonel başarısızlığa yer yok. Stratejik hedef, Darfur’un yeniden kontrolünü sağlamak” dedi.

Eski asker, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirerek başarmayı hedeflediği askeri amaçların başında, Sudan ordusunu Batı Kordofan’daki sosyal tabanlarından uzaklaştırmak olduğunu söyledi.

Süleyman, “Bu bölgeyi kontrol etmek HDK’ye, operasyonlarında asker ve teçhizat tedarikini sürdürme imkânı sunuyor, böylece daha fazla toprak kazanabiliyor, aynı zamanda Darfur’u güvence altına alıyor ve stratejik öneme sahip el-Ubeyd şehrine yönelik operasyonlarını geliştirebiliyor” dedi.

Süleyman ayrıca, HDK’nin kenti ele geçirme çabasının, askeri ve siyasi olarak konumunu güçlendirme, kara hakimiyetini genişletme ve böylece daha güçlü bir müzakere pozisyonu elde etme amacı taşıdığını vurguladı. Bu çerçevede, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın dahil olduğu Dörtlü’nün Sudan’da üç aylık bir insani ateşkes sağlama çabaları da devam ediyor.


Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde 70 bin kişinin hayatını kaybetmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, yüz binlerce insanın yerinden edilmesi ve neredeyse bütün mahallelerin yok olmasının ardından, yeniden inşa artık hayal gücünü zorlayan, neredeyse tasavvur edilemez bir görev haline geldi.

Buna rağmen, bölgede en değerli tarihi yapılar arasında yer alıp ağır hasar gören az sayıdaki noktada, işçiler şimdiden çalışmaya başladı. Amaç, geçmişten geriye kalan az sayıdaki kalıntıyı toprak altından çıkarmak.

Bu alanlar arasında, Gazze’nin eski kent merkezinde bulunan ve savaş sırasında İsrail güçlerinin hedef aldığı en önemli kültürel miras olan Büyük Ömer Camii de bulunuyor. İsrail ordusu, avlularının altında savaşçılar tarafından kullanılan bir tünel bulunduğunu öne sürerek yapıyı bombaladığını açıklamıştı. Filistinliler ise böyle bir tünelin varlığını reddediyor ve saldırının Gazze’nin dini ve kültürel mirasını yok etmeye yönelik olduğunu savunuyor.

dfrgt
Gazze şehrinde bulunan Büyük Ömer Camii'nin içindeki enkazı temizleyen bir işçi, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Batı Şeria’daki Beytüllahim’de bulunan Miras Koruma Merkezi’nde mimar ve kültürel miras uzmanı olarak görev yapan ve şu anda savaşta zarar gören alanları kurtarmak için Gazze’de çalışan Hammude ed-Dehdar, İsrail’in bu yapıların yıkımının Filistin tarihini silebileceğini düşünerek ‘yanıldığını’ söyledi.

Dehdar, Gazze’de Reuters’a yaptığı açıklamada, bu yapıların kadim bir halkın ortak hafızasını temsil ettiğini belirterek, “Bu miras, korunması ve savunulması için ortak çaba gerektiren bir bellektir” dedi.

İsrail ordusu ise Hamas hedeflerine yönelik her saldırının, bu tür alanları tehlikeye atabilecek olması nedeniyle sıkı bir onay sürecinden geçtiğini açıkladı.

fgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada, “İsrail ordusu, kültürel miras alanları ile tarihi ve kültürel önemi bulunan mekânlara azami hassasiyetle yaklaşmaktadır. Bu alanlar ve sivillerin zarar görmesini en aza indirmek, saldırı planlamasında temel bir önceliktir” ifadeleri yer aldı.

Zamansız hikayeler

Nüfusunun büyük bölümü, bugün İsrail sınırları içinde kalan şehir ve köylerden zorla göç ettirilmiş mülteciler ya da onların çocuklarından oluşan Gazze Şeridi’nde, Büyük Ömer Camii, Gazze halkını kendi kültürel mirasına ve Ortadoğu’nun zengin mimari tarihine bağlayan temel unsurlardan biriydi.

Halk arasında anlatılan geleneksel hikâyelere göre Samson’un onu esir alanların üzerine tapınağı yıktığı yer olduğu söylenen bu alan, İslam’ın 7. yüzyılda Halife Ömer bin Hattab döneminde Akdeniz’e ulaşmasından önce bir Bizans kilisesine de ev sahipliği yapıyordu. Bölge İslam hâkimiyetine girdikten sonra yapı camiye dönüştürüldü.

Sonraki yüzyıllar boyunca yapı; Memlükler, Haçlılar ve Osmanlılar tarafından pek çok kez yeniden şekillendirildi ve Orta Çağ’da bölgenin mimari harikalarından biri olarak ün kazandı.

Caminin minaresi, Gazze siluetinin en belirgin unsurlarından biriydi. Cemaat, kubbeli tavanlar altında ve cilalı taşlarla döşeli avlularda ibadet eder; namazın ardından caminin görkemli cephesinin önünden geçerek kapılarından dışarı çıkar ve eski kentin çevresindeki çarşı sokaklarına doğru akardı.

frgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

Yakındaki Kayseriyye Çarşısı, dükkânlarıyla ünlüydü; esnafı ve komşuları, âşıkların düğün takılarından kıskanç kayınvalidelerin hikâyelerine uzanan unutulmaz öyküler anlatırdı. Bugün bunlardan geriye neredeyse hiçbir iz kalmadı.

Ağır hasar gören bir diğer yapı da 13. yüzyıla uzanan tarihi Paşa Sarayı oldu. Bir müzeye ev sahipliği yapan yapının sergilediği eserler artık kayıp.

Dehdar, kültür ve miras söz konusu olduğunda bunun yalnızca eski bir bina ya da tarihi taşlardan ibaret olmadığını vurgulayarak, “Her taş bir hikâye anlatır” dedi.

Filistin’in Batı Şeria merkezli Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı Müsteşarı Cihad Yasin ise Filistinli yetkililer ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tarihi alanların restorasyonu için üç aşamalı bir plan hazırladığını, ilk maliyetin 133 milyon dolar olarak öngörüldüğünü belirtti.

Yasin, önceliğin çökme riski taşıyan yapıların hızlı müdahaleyle desteklenmesi olduğunu söyledi. Ancak beyaz çimento ve alçı sıkıntısı yaşandığını, Gazze’deki kaynakların sınırlı olduğunu ve restorasyon malzemelerinin fiyatlarının ciddi şekilde arttığını ifade etti.

sdfgt
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta İsrail hava saldırıları sırasında hasar gören, kısmen yıkılmış Berkuk Kalesi, 16 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde kültürel mirasın yıkımı, evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetmiş yaslı aileler arasında bile ayrı bir acı yaratmaya devam ediyor.

Münzir Ebu Asi, küçük kızı Kenzi’nin Büyük Ömer Camii’nin vurulduğunu duyunca hissettiği derin üzüntü nedeniyle onu teselli etmek zorunda kaldığını söyledi.

Ebu Asi, “Küçük kızım Kenzi çok üzüldü. Camiye saldırı haberini duyduğumuzda biz de şaşırdık; neden böyle bir şey yapıldı?” dedi.

Sözlerini sürdüren Ebu Asi, Paşa Sarayı’nın da bombalanmasının ardından artık kesin bir kanaate vardıklarını belirterek, “Bu işgalin, Filistin kimliğini yok etmek, her türlü Filistin eserini silmek istediği artık bizim için kesinleşti” ifadesini kullandı.


Etiyopya, Mısır'ı Afrika Boynuzu'nda ‘istikrarsızlaştırma kampanyası’ yürütmekle suçluyor

Rönesans Barajı (Reuters)
Rönesans Barajı (Reuters)
TT

Etiyopya, Mısır'ı Afrika Boynuzu'nda ‘istikrarsızlaştırma kampanyası’ yürütmekle suçluyor

Rönesans Barajı (Reuters)
Rönesans Barajı (Reuters)

Etiyopya Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Mısır’ı Afrika Boynuzu bölgesinde ‘Etiyopya’yı hedef alan bir istikrarsızlaştırma kampanyası yürütmekle’ ve ‘gerilimi artırmaya zemin hazırlamakla’ suçladı.

İki ülke arasında Mavi Nil üzerindeki Rönesans Barajı konusunda süren anlaşmazlığa atıfta bulunan bakanlık, açıklamasında Mısır’ın ‘Afrika Boynuzu’nda Etiyopya’yı merkeze alan, ancak onunla sınırlı olmayan bir istikrarsızlaştırma kampanyası yürüttüğünü’ savundu.

Bakanlık, Mısır’ın ‘diyaloğu reddettiğini ve gerilimi artırma niyetini açıkça ortaya koyan düşmanca söylemini yoğunlaştırdığını’ iddia etti.

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ise dün yaptığı açıklamada, ülkesinin Etiyopya’nın Rönesans Barajı’na ilişkin tek taraflı adımlarını reddettiğini yineleyerek, “Etiyopya’nın uygulamaları tüm Afrika kıtasının istikrarını tehdit eden ciddi bir tehlike oluşturuyor” dedi.

Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanlığı da geçen ay yaptığı açıklamada, Etiyopya’nın baraj yönetiminde ‘tek taraflı ve kontrolsüz uygulamalarını’ sürdürdüğünü, bunun ‘havza ülkelerinin hak ve çıkarlarını tehdit eden ciddi riskler barındırdığını’ vurguladı.

Etiyopya, milyarlarca dolara mâl olan dev Rönesans Barajı’nın inşasına Nil Nehri üzerinde 2011 yılında başladı. Mısır ise projeyi, Afrika’nın en uzun nehrindeki tarihi su haklarını tehdit eden bir girişim olarak görüyor.

Afrika Birliği (AfB) arabuluculuğunda Mısır ile Etiyopya arasında yürütülen müzakereler Nisan 2021’de sonuçsuz kalmış; bunun üzerine Kahire, Addis Ababa’ya baskı uygulanması için konuyu Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne taşımıştı.