ABD’nin Ortadoğu hesapları değişti mi?

Olası bir geri çekilmenin lojistik hazırlıklarıyla böyle bir geri çekilmeye yönelik siyasi karar alınmasını birbirinden ayırmak önemli

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera
TT

ABD’nin Ortadoğu hesapları değişti mi?

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera

Robert Ford

ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin 2024 yılında Ortadoğu'daki tüm askeri üslerden çekilmek gibi bir planı olmasa da ABD’nin Irak ve Suriye'deki askeri varlığının geleceği belirsizliğini koruyor.

ABD’nin Ortadoğu’da sayıları 30 bini bulan askerlerinin büyük bir bölümü Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) bulunan askeri üslerde konuşlandırılmış durumda. ABD Donanması’nın Basra Körfezi'ndeki 5. Filosu da İngiliz Ordusu'nun 1971 yılında Basra Körfezi'nden çekilmesinden bu yana Bahreyn'de konuşlu bulunuyor. Bahreyn’deki bu üs, başlarda Sovyetler Birliği’nin Basra Körfezi'ndeki nüfuzuna karşı koymak için kurulduysa da son yirmi yılda görevi, İran'ı bölgeyi istikrarsızlaştırıcı hamlelerinden caydırmak ve Umman Denizi'ndeki korsanlık eylemleriyle mücadele etmek olarak değişti. Bu hedefler, ABD Deniz Kuvvetleri’nin Husilere karşı mücadelesi sonrasında da var olmaya devam edecek.

ABD’nin Kuveyt'te ise biri kara biri hava olmak üzere iki üssü bulunuyor. ABD, 1991 yılında dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin'in Kuveyt’i işgali sonrası, Kuveyt'in kurtarılması sonucu bu ülkede konuşlandı. Katar’da da ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük askeri üssü olan el-Udeyd Hava Üssü bulunuyor. ABD, BAE’deki ez-Zafra Hava Üssü'nde 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra konuşlandı. ABD ayrıca Ürdün ve Suudi Arabistan’da askeri eğitim ve danışmanlık görevleri üstleniyor. ABD üslerine ev sahipliği yapan bu Arap ülkelerinde yine onların onayıyla bulunan askeri varlığından memnuniyet duyuluyor. Washington'ın İran ve Çin'in bölgede artan nüfuzuna ilişkin endişeleri göz önüne alındığında, ABD üslerine ev sahipliği yapan Arap ülkeleri istemedikçe ABD'nin bu üsleri boşaltması mümkün görünmüyor.

Durum daha da zorlaştı

Ancak İran destekli milislerin ABD’nin bölgedeki çıkarlarını hedef alan saldırılarının artması, saldırılar sonucu onlarca Amerikan askerinin ölmesi ve yaralanması ve ABD güçlerinin etkinliğinin azalmasıyla birlikte Irak’ta ve Suriye'de konuşlu askerlerin durumu daha da zorlaştı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı müfettişleri tarafından 5 Şubat'ta yayınlanan bir rapor, İran destekli milislerin saldırılarının ABD’nin çabalarını ve DEAŞ’ın kalıntılarıyla mücadeleyi zayıflattığına ve Washington’ı hem Irak’taki hem de Suriye’deki müttefik kuvvetleri güçlendirmeye yönelik temel misyondan uzaklaştırdığına işaret edildi. Rapora göre saldırılar ayrıca ABD’li subaylar ile yerel askeri ve siyasi liderler arasındaki toplantıların ya ertelenmesine ya da iptal edilmesine neden oldu.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin yardımcıları, Irak’ın Tahran ile Washington arasında savaş sahası haline getirilmesini reddettiklerini bir kez daha dile getirdiler.

Ama iyi tarafından bakıldığında söz konusu rapor, ABD istihbarat servislerinin DEAŞ’ın Irak’ta ve Suriye'de askeri açıdan yenilgiye uğratıldığına, artık ölüm-kalım mücadelesi verdiğine ve ne her iki ülkede ne de uluslararası alanda büyük ölçekli saldırılar gerçekleştirebildiğine ilişkin bulgularına da yer verdi. DEAŞ hücreleri, küçük pusular kurmaya devam etse de artık bir şehrin kontrolünü ele geçirmeye yönelik önemli  tehdit oluşturmuyorlar. Daha da önemlisi DEAŞ, Irak'ta son yerel seçimler ve dini etkinlikler sırasında hiçbir müdahalede bulunamadı.

Irak'taki ABD’nin askeri varlığına ilişkin tartışma

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak güvenlik güçlerinin artık ülke içindeki DEAŞ kalıntılarıyla baş edebilecek düzeyde olduğunu belirtti. Irak’ta konuşlu DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) güçlerinin geri çekilmesi için müzakerelerin başlatılmasının zamanının geldiğini söyleyen Başbakan Sudani, Irak’ın özellikle F-16 savaş uçakları gibi ABD yapımı silahları korumak için gerekli teknik destek konusunda askeri iş birliği yapılması da dahil olmak üzere ABD ile olumlu ikili ilişkileri sürdürmeyi istediğinin altını çizdi.

Irak Başbakanı, geçtiğimiz yıl ocak ayında bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Irak’taki ABD askerlerinin geri çekilmesine ilişkin herhangi bir takvimin olmadığını söylemişti. Fakat Sudani hükümetinin tutumu, son zamanlarda değişmeye başladı. Sudani’nin sözcüsü, ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarını ve ABD kuvvetlerine saldıran milis grupların liderlerinin hedef alınarak etkisiz hale getirilmesini, ‘Irak'ın egemenliğini ihlal eden istikrarsızlaştırıcı eylemler’ olarak nitelendirdi. Sudani'nin yardımcıları ise Irak'ın, İran ile ABD arasında savaş arenası haline getirilmesini reddettiklerini bir kez daha dile getirdiler.

Irak Silahlı Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, ABD'nin hava saldırılarını dikkati çeken sert bir dille eleştirdi. Tümgeneral Resul, ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarına karşı sert eleştirilerinin yanında, ABD askerlerinin ülkeden ne zaman çekileceklerinin belirlenmesi için açıkça müzakere çağrısında bulundu. Irak’taki ABD askerlerinin geleceğine ilişkin müzakerelerde Irak ordusunun tutumu büyük önem taşıyor. Zira ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), bu konudaki müzakereleri, Irak ordusunun DEAŞ’la mücadele sorumluluğunu bağımsız olarak üstlenmeye hazır olup olmadığına ilişkin teknik bir değerlendirme olarak görüyor. Daha sonra 11 Şubat'ta yaptığı bir sonraki açıklamasında eleştirilerinin dozunu azaltan Tümgeneral Resul, Uluslararası Koalisyon güçlerinin sayısını ‘kademeli ve planlı olarak düşürmesi’ ve ikili askeri ilişkilere geçişin önünü açması gereken teknik değerlendirmenin devam ettiğine işaret etti.

ABD’nin (Irak’tan) aceleyle geri çekilmesinin milislerin saldırıları karşısında zayıf görünmesine neden olabileceği endişesi söz konusu.

Öte yandan Sünni Kürt ve Arap siyasetçiler, konu hakkında kamuoyu önünde çok az konuşuyorlar. ABD’nin 2020 yılının ocak ayında İranlı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’i düzenlediği hava saldırısında öldürmesiyle ilgili tartışmaların ardından Sünni Kürt ve Arap milletvekilleri, ABD güçlerinin Irak'tan derhal çekilmesi çağrısı bulunmak üzere planlanan Temsilciler Meclisi’ndeki özel oturuma katılmaktan kaçındılar. Irak Temsilciler Meclisi’nde 10 Şubat'ta yapılan oturuma 329 milletvekilinden yalnızca 77'si katıldı. Bu tablo, İran ve müttefiklerinin Irak’ta büyük bir nüfuza sahip olduğunu gösterse de ABD’nin Irak’taki askeri varlığına ilişkin son kararları Bağdat'a verme yetkisine sahip olmadıkları ortaya çıktı.

Irak’ta ve Suriye’de faaliyet gösteren İran destekli milisler, 7 Ekim’den sonra ABD’nin bu iki ülkedeki çıkarlarını hedef alan saldırılarını artırması nedeniyle ABD güçlerinin daha zorlu bir operasyonel ortamla karşı karşıya olmasına rağmen, Biden yönetimi ve ABD Kongresi içinde Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmesi olasılığına ilişkin kamuoyu önünde yapılan açıklamaların hissedilir şekilde azalması dikkati çekti.

ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekilmesi sonrası DEAŞ’ın yükselişini halen hatırlayan ABD’li yetkililer, böyle bir çekilme için ek süre istiyorlar. Dahası, ABD’nin aceleyle geri çekilmesinin milislerin saldırıları karşısında zayıf görünmesine neden olabileceği endişesi söz konusu. Örneğin ABD’liler, 28 Ocak'ta Ürdün'de üç askerin ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Irak'taki Amerikan askerlerinin geleceğine ilişkin görüşmeleri ertelediler. Görüşmeler, Bağdat’ın ısrarı üzerine 11 Şubat'ta yeniden başladı.

ABD askeri olarak Erbil'de kalabilir mi?

ABD’nin Irak’taki askeri varlığının geleceğiyle ilgili tartışmalar sırasında bazı ABD’liler, askerlerin Bağdat'tan ve Irak'ın batısındaki Ayn'ul Esad Hava Üssü’nden çekilirken, Peşmerge ile birlikte eğitim faaliyetlerine katıldığı ve bir lojistik merkezi yönettiği Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) Erbil Uluslararası Havalimanı’nda çalışmalarına devam edebileceği hakkında spekülasyon yapıyorlar.

IKBY Başbakanı Mesrur ​​Barzani, 8 Şubat’ta NBC televizyon kanalına verdiği demeçte, ABD’nin Irak’taki askeri varlığının devam etmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklama, Erbil'in ABD’nin desteğini artırmasını istediğinin göstergesidir. Ancak Irak Anayasası'nın 110’uncu maddesi uyarınca Bağdat'taki federal hükümet, dış ilişkiler ve ulusal güvenlik politikası üzerinde münhasır kontrole sahip. Bu da Bağdat'ın, ABD’nin Erbil'de askeri faaliyetlerini sonlandırması yönündeki direktiflerini göz ardı etmesi halinde, IKBY'yi hukuki açıdan riskli bir duruma sokacaktır.

Bağdat'taki federal hükümet, Irak Anayasası'nın 110’uncu maddesi uyarınca dış ilişkiler ve ulusal güvenlik politikası üzerinde münhasır kontrole sahip.

Barzani'nin mensubu olduğu Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) Irak Meclis Başkanı İkinci Yardımcısı Şahvan Abdullah, 9 Şubat'ta hem ABD'nin Irak'ta düzenlediği hava saldırılarını hem de İran'ın Erbil Uluslararası Havalimanı’nı hedef alan saldırısını kınayarak, Bağdat'ın Irak'ın ulusal egemenliğini desteklemeye yönelik diplomatik ve güvenlik alanlarında karar alma yetkisine sahip olduğunu vurguladı. Şarku'l Avsat'ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu açıklama, gözlemciler arasında özel bir ilgi uyandırdı. Burada Erbil hükümetinin şu an Bağdat federal hükümetinden aldığı mali destekle sivil memurların maaşlarını ödediğini hatırlatmakta fayda var. Milis grupların liderleri ABD askerlerinin Erbil'de kalmasına karşılar. Bu yüzden Erbil hükümeti bu konuda harekete geçmek zorunda kalacak. Ancak böyle bir adım atmadan önce Bağdat'a misilleme yapılması ve geçmişte Kerkük çevresinde çatışmalara giren İran destekli milislerle Peşmerge güçleri arasındaki gerilimin artması gibi riskleri göz önünde bulundurması gerekiyor.

Peki ya Suriye ne olacak?

ABD'nin Erbil Uluslararası Havalimanı’ndaki lojistik merkezi, Suriye'deki askeri varlığının sürdürülmesi açısından hayati önem taşıyor. Eğer Irak hükümeti, ABD askerlerini, Erbil'den çıkarmaya karar verirse, bu aynı zamanda ABD’nin Suriye'den de geri çekilmesi anlamına gelecektir. Geniş deneyimiyle tanınan ABD Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Vekili ve Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland, 28 Ocak'ta Ankara'da yaptığı açıklamada, ABD'nin Suriye'den ayrılma gibi bir planının olmadığını, ancak Pentagon'un olası bir tahliye için planlar oluşturmaya başladığını söyledi. Burada olası bir geri çekilmenin lojistik hazırlıklarıyla böyle bir geri çekilmeye yönelik siyasi karar alınmasını birbirinden ayırmak önemli.

Bunun yanında ABD Savunma Bakan Yardımcısı Dana Stroul, aralık ayında görevinden ayrılması, ABD ordusunun Suriye'nin doğusundaki rolünün başlıca savunucularından birinin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Suriye'nin doğusundan bir kaynak 10 Şubat'ta bana, ABD’li yetkililerin Amerikan güçlerinin burada sonsuza kadar kalmayacağını söylediklerini aktarırken bunu da ABD’nin konuyla ilgili tutumunda bir değişikliğin işareti olarak değerlendirdi.

Suriye ordusu ülkenin doğusunu kontrol edecek personel gücüne sahip değil.

Ama ABD nihayetinde Suriye'den ayrıldığında, omurgasında Kürtlerin çoğunlukla yer aldığı Halk Savunma Birlikleri'nin (YPG) oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) büyük stratejik ikilemlerle karşı karşıya gelecek. Buna karşın Türkiye'nin YPG’ye karşı süregelen politikasının değişmesi pek mümkün görünmüyor. Türkiye'nin bu politikası geçmişte YPG'yi Rusya ve Suriye hükümetiyle taktiksel anlaşmalar yapmaya zorlamıştı. Örneğin YPG, 2019 yılında Rusya ve Suriye hükümetiyle ayrı ayrı iki anlaşma yapmış, bu anlaşmalar, Türkiye’yi olası askeri harekatlardan caydırmak için Rusya ve Suriye ordularının Suriye'nin kuzeyindeki varlığının artmasına neden olmuştu.

Bu yüzden Şam yanlısı güçler, İran yanlısı milislerle birlikte Halep ve Haseke illerindeki birçok noktada ve bazen de YPG üyeleriyle ortak noktalarda konuşlandırılmış durumdalar.

Anlaşma ve zorluklar

ABD, Suriye'den ayrıldıktan sonra bir yanda YPG ve SDG, diğer yanda Rusya ve Suriye hükümeti arasında kapsamlı bir anlaşmaya varılması gerekecek. Ancak böyle bir anlaşma, beraberinde çetrefilli üç zorluğu da getirecek. Bunlardan birincisi, şu anda yaklaşık bin ABD askerinin desteğiyle SDG tarafından kontrol edilen Suriye'nin doğusundaki Haseke ve Deyrizor illerinde güvenliğin geleceği. Zira Suriye düzenli ordusu, DEAŞ üyelerinin tutulduğu gözaltı kamplarının işletilmesi de dahil olmak üzere Suriye'nin doğusunu kontrol etmesi için gerekli personel gücüne sahip değil. DEAŞ’ın geri dönmek için serbest bırakılmalarını istediği on binlerce DEAŞ’lı mahkum ve onların aileleri buradaki gözaltı kamplarında kalıyor.

İllüstrasyon: Nash Weerasekera
İllüstrasyon: Nash Weerasekera

Bu yüzden Suriye ordusunun DEAŞ’ı kontrol altına almak için YPG ve SDG mensuplarına ihtiyacı var. Ancak bu durumda Şam’ın Suriye ordusuyla çalışma şekillerini belirlemek için YPG ve SDG ile anlaşması gerekecek.

İkincisi, hem Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hem de Şam'ın avuçlarını ovuşturduğu, Haseke ve Deyrizor'dan gelecek küçük ama önemli petrol gelirlerinin geleceği.

Üçüncü ve son zorluk ise yerel yönetim meselesi ve Şam'ın Haseke ve Deyrizor illeri üzerinde merkezi otoritesinin kabul edilmesi.

Çekilmeye sebep olan koşullar

Yukarıda bahsettiğimiz bu zorluklar, önümüzdeki yıllarda Tahran ve desteklediği milislerin, ABD’liler üzerinde siyasi ve askeri baskı kurmaları nedeniyle tartışma konusu olacak. ABD’nin milislere karşı misillemede bulunması, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin ülkesinde konuşlu ABD muharip güçlerinin geleceğiyle ilgili görüşmelerde sahip olduğu manevra alanını giderek daraltıyor. Dolayısıyla özellikle ikili görüşmeler, ABD’nin Irak’tan hızla ayrılmasını sağlamazsa, milisler daha fazla saldıracak.

Başkan Biden, mecbur olmadığı halde Suriye’den ve Irak'tan çekildiği için Kongre'deki pek çok isim tarafından sert şekilde eleştirilecek.

Üstelik milislerin bu saldırıları, Washington’ın ABD askerlerini DEAŞ’la mücadele ve güçlü müttefik güçler oluşturma kabiliyetlerinin azaldığı Irak’ta ve Suriye'de tutmasına yönelik temel gerekçesini de baltalıyor. Biden'ın, başkanlık seçimlerinin olduğu bir yılda, zaten zayıflamış olan DEAŞ’a karşı marjinal çıkarlar elde etmek amacıyla Irak’ta ve Suriye'de giderek daha riskli hale gelen bir askeri misyonu sürdürmek için İran'la daha büyük bir savaşa girmek isteyeceğine ihtimal verilmiyor.

Başkan Biden, mecbur olmadığı halde Suriye’den ve Irak'tan çekildiği için Kongre'deki pek çok isim tarafından sert şekilde eleştirilecek. Bu yılın sonlarında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinden sonra ister Biden kalsın ister Donald Trump yeniden seçilsin, göreve gelecek olan başkan geri çekilme için daha fazla siyasi alana sahip olacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Sarı hat, Mısır ile İsrail arasında gerilim yaratıyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
TT

Sarı hat, Mısır ile İsrail arasında gerilim yaratıyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)

İsrail medyasında, Binyamin Netanyahu hükümetinin Gazze Şeridi’ndeki uygulamaları nedeniyle Mısır ile İsrail arasındaki gerilimin son dönemde arttığına dair haberler yer alırken, Mısırlı üst düzey bir yetkili Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Mısır makamları İsrail’in Şarm eş-Şeyh Anlaşması’nı ihlal eden uygulamalarını tespit etti, bunlara ilişkin bir dosya hazırladı ve Washington’ı bilgilendirdi” dedi.

Mısır’da görev yapmış bazı eski askeri yetkililere göre ise Kahire, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki adımlarını, üzerinde uzlaşılan Trump planından kaçınma girişimi ve sarı hat olarak bilinen bölgede kalıcı bir İsrail askeri varlığı tesis etme çabası olarak değerlendiriyor. Bu durumun Mısır’ın ulusal güvenliğini tehdit ettiği ifade ediliyor.

Sarı hat, 10 Ekim’de Şarm eş-Şeyh’te ABD Başkanı Donald Trump’ın katılımıyla imzalanan ve Gazze savaşını sona erdirmeyi amaçlayan barış planı kapsamında, Gazze Şeridi’ni iki bölüme ayıran bir ayrım hattı olarak tanımlanıyor. Buna göre hat, Filistinlilerin kontrolündeki batı bölgesindeki toprakların yüzde 47’sini, İsrail’in kontrolü altındaki Gazze’nin yüzde 53’ünden ayırıyor. Gazze’deki Filistinlilerin neredeyse tamamının, bu hattın batısındaki bölgeye göç etmek zorunda kaldığı belirtiliyor.

xsdf
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında Gazze barış planını görüşmek üzere bu ayın sonlarında bir zirve yapılması bekleniyor. (AFP)

İsrail Kanal 14 televizyonunun yayımladığı bir raporda, İsrail ordusunun sarı hat olarak bilinen bölgede faaliyet yürüttüğü ve Gazze Şeridi’nin coğrafi yapısını değiştirdiği öne sürüldü. Kanalın aktardığına göre Kahire, bu durumu ‘bölgesel çıkarlarına yönelik doğrudan bir tehdit’ olarak değerlendiriyor. Raporda, söz konusu faaliyetlerin Mısır’ı öfkelendirdiği ve Kahire’nin, Gazze Şeridi’ni ikiye bölmeye, bölgenin demografik ve coğrafi yapısını değiştirmeye çalıştığı gerekçesiyle İsrail’i ABD’ye şikâyet ettiği belirtildi.

Rapora göre Kahire, özellikle İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in sarı hata ilişkin açıklamalarının ardından Gazze’de yaşananları büyük bir endişeyle izliyor. Zamir’in bu hattı yeni bir savunma ve saldırı hattı olarak nitelemesine dikkat çekilirken, İsrail ordusunun kontrolü altında bulunan bölgede tünel altyapısını tahrip etme ve evleri yıkma gibi faaliyetlerinin, Kahire’de Gazze’de uzun vadeli bir askeri varlık tesis edilmesine yönelik hazırlık olarak yorumlandığı ifade edildi. Bu durumun, Mısır’ı Washington nezdinde acil diplomatik girişimlerde bulunmaya sevk ettiği kaydedildi.

Mısır Askerî İstihbaratı eski Başkan Yardımcısı ve İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral Ahmed Kâmil ise Mısır’ın İsrail’in üzerinde uzlaşılan barış planından kaçınma girişimlerine karşı büyük bir öfke duyduğunu belirtti. Kâmil, İsrail’in sarı hattaki hamlelerinin Gazze’de ve Mısır sınırına yakın bölgelerde kalıcı bir askeri varlık oluşturma niyetine işaret ettiğini, bunun da Mısır’ın ulusal güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.

uı
Kaynaklar, Mısır'ın Sisi ve Netanyahu arasında bir zirve düzenlenmesi için şartlar belirlediğini bildiriyor. (İsrail medyası)

Kâmil, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Mısır’ın tutumunun ulusal güvenliği ilgilendiren bir dizi temel konuda açık, net ve değişmez olduğunu söyledi. Kâmil, bu tutumun, barışın Mısır dış politikasının temel ve stratejik hedefi olması, Kahire’nin İsrail tarafıyla imzalanan anlaşmalara bağlılığı ve İsrail’in iki taraf arasında imzalanan anlaşmalara saygı göstermesi gerekliliğine dayandığını ifade etti.

Kâmil, Mısır’ın İsrail ile gerilimin düşürülmesine yönelik şartlarının, Gazze anlaşmasının ABD Başkanı Donald Trump’ın girişimi doğrultusunda tüm aşamalarıyla uygulanmasını kapsadığını belirtti. Buna göre, herhangi bir engelleme ya da geçersiz gerekçeler olmaksızın ikinci aşamaya derhal geçilmesi, kalıcı ateşkesin tesis edilmesi ve barış sürecine geçilmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca İsrail’in anlaşmayı eksiksiz uygulaması, mutabık kalınan miktarlarda insani yardımların girişine izin vermesi ve Refah Sınır Kapısı’nın iki yönde açılması şartlarını sıraladı.

Kâmil’e göre diğer şartlar arasında, Mısır’ın Gazze Şeridi sakinlerinin zorla ya da gönüllü göçe zorlanmasını kesin olarak reddetmesi, İsrail’in Batı Şeria’da yerleşim kurulmasına ve bölgenin İsrail’e ilhakına yönelik adımlarına karşı çıkılması, İsrail ordusunun Philadelphia Koridoru da dahil olmak üzere Gazze Şeridi’nin tamamından çekilmesi ve 7 Ekim 2023 sınırlarına dönülmesi yer alıyor. Kâmil, mevcut İsrail varlığının, anlaşmanın aşamalarının uygulanmasına bağlı geçici bir durum olduğunu, sarı hat da dahil olmak üzere tüm hatların fiili ve hukuki geçerliliği olmayan, varsayımsal çizgiler olduğunu ifade etti.

Dördüncü şartın ise Netanyahu ve hükümetinin, Arap Barış Girişimi kapsamında yer alan açık Arap taleplerine ne ölçüde yanıt verdiğiyle ilgili olduğunu belirten Kâmil, bunun; işgal altındaki Arap topraklarından çekilme, iki devletli çözüme onay verilmesi ve Filistinlilerin Gazze ya da Batı Şeria’dan zorla yerinden edilmesinin reddedilmesi gibi başlıkları içerdiğini söyledi. Ayrıca İsrail’in iyi komşuluk ve saldırmazlık yönünde iyi niyet göstermesi, nükleer silah tehdidinden arındırılmış bir bölge oluşturulmasına ilişkin uluslararası taleplerle uyumlu adımlar atması ve bu alandaki uluslararası anlaşmalara katılması gerektiğini vurguladı.

d
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) çalışanlarını, ateşkes anlaşması kapsamında İsrail güçlerinin geri çekildiği ‘sarı hat’ içindeki bir bölgeye götürüyor. (Arşiv – Reuters)

Mısır’ın, ABD ve İsrail’in Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında bir görüşme düzenleme girişimlerine, İsrail’in barış ve bölgesel istikrara dair açık ve uygulanabilir bir girişimde bulunmadan yanıt vermeyeceği değerlendiriliyor.

İsrail medyasının aktardığına göre ABD, Sisi, Netanyahu ve Trump’ın katılımıyla Washington’da üçlü bir zirve düzenlemeyi denedi. Ancak bu girişim, Mısır’ın şartları nedeniyle İsrail açısından ‘kabul edilemez’ bulundu. Aynı raporlarda, Kahire’nin, Trump’ın bu ay sonunda Florida’da Netanyahu ile yapacağı görüşmede İsrail’e yönelik baskı yaparak Gazze’deki adımlarını sınırlaması yönünde rol oynayacağını beklediği kaydedildi.

Mısırlı strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçlarına büyük önem atfedildiğini ve Trump’ın, adını taşıyan Gazze Barış Planı’nın uygulanması konusunda Netanyahu üzerinde kesinlikle baskı kuracağını söyledi.

Ferec, Mısır’ın pozisyonunun, Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçlarına bağlı olarak değerlendirileceğini, ancak aynı zamanda İsrail’in sarı hat ya da Gazze’nin herhangi bir bölgesinde kalıcı askeri varlık tesis etmesini asla kabul etmeyeceğinin açık ve net olduğunu vurguladı. Ferec’e göre Mısır, Netanyahu hükümetinin tüm hareketlerinin, İsrail ordusunun Gazze’nin tamamından çekilmesini öngören barış planını engellemeye yönelik girişimler olduğunun farkında.

 


Irak hükümeti, Hizbullah ve Husileri terör örgütleri listesine dahil etmekten sorumlu yetkilileri görevden aldı

Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)
Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)
TT

Irak hükümeti, Hizbullah ve Husileri terör örgütleri listesine dahil etmekten sorumlu yetkilileri görevden aldı

Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)
Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)

Irak hükümeti dün yaptığı açıklamada, yaklaşık iki hafta önce Yemen’deki Husiler ile Lübnan’daki Hizbullah’ı ‘terör örgütü’ olarak sınıflandıran bir kararın yayımlanmasına ilişkin olarak bazı yetkililerin görevden alınmasını içeren yaptırımların onaylandığını duyurdu.

Irak Bakanlar Kurulu, resmî gazetede yayımlanmasının ardından özellikle hükümeti oluşturan ve söz konusu gruplara yakınlığıyla bilinen siyasi çevreler arasında geniş tartışmalara yol açan kararla ilgili kurulan soruşturma komisyonunun tavsiyelerini kabul etti.

Söz konusu sınıflandırmanın, iki grubun mal varlıklarının dondurulmasını da içermesi üzerine hükümet, kararın ‘yanlışlıkla’ yayımlandığını belirtmişti. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani, karardaki hataya ilişkin acil soruşturma başlatılması, sorumluların tespit edilmesi ve ihmali bulunanların hesap vermesi talimatını vermişti.

Hükümetin dün yayımladığı açıklamada, Bakanlar Kurulu’nun, Irak Resmi Gazetesi’nin 17 Kasım 2025 tarihli 4848 sayısında yer alan ve Teröristlerin Mallarının Dondurulması Komisyonu’nun 2025/61 sayılı kararına ilişkin soruşturma komisyonu tavsiyelerini onayladığı belirtildi. Tavsiyeler kapsamında, ilgili bazı yetkililerin görevden alınması ve bazılarının ise başka görevlere atanması gibi idari yaptırımların yer aldığı kaydedildi.

Diğer yandan Irak Ulusal Güvenlik Servisi dün yaptığı açıklamada, komşu bir ülkeden geldiği belirtilen ve DEAŞ terör örgütü bünyesindeki ‘en tehlikeli bomba uzmanlarından biri’ olarak tanımlanan bir kişinin yakalandığını duyurdu.

Irak Ulusal Güvenlik Servisi, Irak Haber Ajansı’na (INA) yaptığı açıklamada, 10 aydan uzun süren takip ve hassas izleme faaliyetlerini içeren nitelikli bir istihbarat operasyonu sonucunda, komşu ülkelerden birinden dönüşünün ardından DEAŞ’ın üst düzey isimlerinden birinin gözaltına alındığını bildirdi. Açıklamada, yakalanan kişinin yüksek derecede tehlikeli unsurlar arasında yer aldığı, adının terör örgütü lider kadrolarına ait listelerde bulunduğu ve 2004 yılından itibaren Bağdat’ta El Kaide unsurları içinde faaliyet göstermeye başladığı belirtildi. Ebu İlya lakabını kullanan şüphelinin, patlayıcı düzeneklerin hazırlanmasında uzmanlaştığı, beş kişiden oluşan bir hücreye liderlik ederek saldırıların gerçekleştirilmesinde rol aldığı kaydedildi.

Soruşturmalarda, söz konusu kişinin patlayıcıların cep telefonlarıyla irtibatlandırılması ve hazırlanmasından sorumlu olduğu, Bağdat’ta faaliyet gösterdiği dönem boyunca 100’den fazla patlayıcı düzeneği teslim ettiği ve başkentin farklı bölgelerini hedef alan terör eylemlerinin doğrudan uygulanmasına katkı sağladığı tespit edildi.


Eski rejimin kalıntıları Yeni Suriye’nin inşasını zorlaştırıyor

Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)
Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)
TT

Eski rejimin kalıntıları Yeni Suriye’nin inşasını zorlaştırıyor

Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)
Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)

Suriye’deki yeni yönetim, büyük şehirlerin kalabalık sokakları ile kırılgan, yoksul kırsal kesimler ve Suriye genelindeki yaygın yıkım arasında, önceki dönemin karmaşıklığından kaynaklanan muazzam zorluklarla karşı karşıya.

Beşşar Esed rejiminin düşüşünü günlerce kutlayan mahallelerin göz alıcı görüntüsünün ardında, daha az gürültülü ve daha karmaşık başka bir mücadele sürüyor. Bir güvenlik kaynağına göre bu mücadelede DEaŞ ve göçmenler (yabancı savaşçılar) en önemli zorlukları oluşturuyor.

Ancak bazıları DEAŞ’ı ve genel olarak aşırılığı güvenlik yaklaşımıyla çözülebilecek ‘teknik bir sorun’ olarak görürken, diğerleri ‘asıl sorunun, eğitim veya aile sistemi ya da herhangi bir örgütlü yaşam biçimi olmaksızın, birkaç yıldır normal sosyal bağlamın dışında gelişen devasa bir insan kitlesini absorbe edecek planlar yapmakta yattığını’ düşünüyor.

Zorluk, yıkıma uğrayan bölgeleri yeniden inşa etmek ve geçim kaynakları yaratmak, özellikle de siyasi ve sosyal kimliklerin radikal grupların mirasıyla iç içe geçmiş olduğu ve bu yüzden potansiyel çatışmalar için verimli bir zemin oluşturan İdlib gibi kırsal bölgelerde yatıyor.

ABD, Irak'tan çekilmeden önce Sünni aşiretlerinden oluşan ve el-Kaide'ye karşı savaşan Sahva Silahlı Güçleri deneyimi, radikalizmden etkilenenleri siyasi ve güvenlik yapılarına dönüştürerek Suriye için olası bir model sunarken, militarizasyondan siyasete ve hizipçilikten devletçiliğe geçiş, yeni Suriye'nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk olmaya devam ediyor.