Sudan ve açık sorular

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri’nin anlatıları arasındaki farklılıklar ve savaşın uzatılması olasılığı

Doğu Nil Eyaletinde iki Hızlı Destek Kuvvetleri üyesi (AP)
Doğu Nil Eyaletinde iki Hızlı Destek Kuvvetleri üyesi (AP)
TT

Sudan ve açık sorular

Doğu Nil Eyaletinde iki Hızlı Destek Kuvvetleri üyesi (AP)
Doğu Nil Eyaletinde iki Hızlı Destek Kuvvetleri üyesi (AP)

Amani el-Tavil

Savaş sonucunda Sudan'da yaşanan sivil kayıpların boyutu ve çöllerden kaçmaya çalışanların yaşadığı insani trajedilere dair anlatılanlar, bu insani kanamayı durdurmanın olası yolları ve Sudan Devleti'nin 2000'lerde stratejik düzeyde uğradığı kritik kayıplar konusunda açık sorular dayatıyor.

Bu savaşta ve yarattığı kaosun bir sonucu olarak Sudan Silahlı Kuvvetleri, bugün Sudan'ı var eden tek kurum olması nedeniyle devletin sembolüdür. Bildiğim kadarıyla, ülkeler veya kuruluşlar tarafından resmi düzeyde bu değerlendirme üzerinde mutabık kalınmış. Buradan yola çıkarak Sudan ordusu, bölgesel ve uluslararası kabul görüyor. Sudan halkı arasında Silahlı Kuvvetleri bekleyen, insani trajedilerin devam etmesine değil, kanın durmasına katkıda bulunmasını uman geniş bir kuluçka merkezi bulunuyor. Sudan Silahlı Kuvvetlerinden ayrıca, çok sayıda kültürel ve etnik tezahürü olan büyük ölçekli bir iç savaşta, ayakta kalma veya tamamen çökme açısından devletin kendisinin karşı karşıya olduğu varoluşsal meydan okumalar ile yüzleşmeye çalışması da isteniyor.

Buradan yola çıkarak, bu yazıda ordunun ve Hızlı Destek Kuvvetlerinin (HDK) mevcut çatışmaya ilişkin anlatıları ve tezleri, savaşı durdurma isteği bağlamında siyasi tarafların anlatılara yönelik tutumu hakkında birtakım soruları gündeme getireceğiz.

 Ordunun anlatısı ve tezleri

Ordunun ilk tezi, çatışma durumunu genel olarak "anavatanı ve vatandaşı, diğer ülkelerden gelen teröristler" olarak adlandırdığı kişilerin saldırılardan korumak olarak sınıflandırıyor. Bu, ordunun düşman ile ilgili bu sınıflandırmasına bakılmaksızın henüz ulaşamadığı bir hedef. Zira HDK’nin eline geçen şehir ve bölgelerin, yüz binlerce insan için güvenli sığınak olan şehirlerde, ülke içinde ve dışında yerinden edilenlerin sayısı artıyor.

Öne sürülen tezlerden bir diğeri de ordunun karşı tarafı yok edecek bir zafere ulaşmasını sağlayacak askeri kapasitesinin bulunduğudur. Bu bağlamda ordu, silah desteği elde etmek ve özellikle Batı Afrika'dan savaşçı akışını durdurmak için liderlerinin İran, Rusya veya Afrika Sahel ülkeleri nezdindeki temaslarına güveniyor.

Ordunun tezlerinden üçüncüsü ise HDK tarafından işlenen ihlaller, soykırım suçları, vatandaşların evlerinin işgal edilmesi ile birlikte müzakere sürecine girilemeyeceğini söylüyor. Çünkü bunlardan kaynaklanan intikam duygusu devam ediyor ve ordu bunu iki konuda kullanıyor; intikam almak amacıyla savaşın sürdürülmesine tahrik etmek, ne zaman biteceği belli olmayan bir savaşta halk desteğinin ordunun etrafında birleşmesini sağlamak.

Sudanlı çocuklar, ordu ile HDK arasında devam eden savaş nedeniyle yetersiz beslenme sorunu yaşıyor (AP)Sudanlı çocuklar, ordu ile HDK arasında devam eden savaş nedeniyle yetersiz beslenme sorunu yaşıyor (AP)

Eski rejime ait kesimler

İttifaklar ve siyasi kuluçka merkezleri açısından ordunun müttefikleri arasında eski rejimin bazı kesimleri bulunuyor ve bunların öncüsü, Ulusal İslami Cephe’ye bağlı silahlı gruplardır. Tüm çelişkileri, anlaşmazlıkları ve halihazırda geri çekilmiş kesimleriyle eski rejimin iktidar partisi Ulusal Kongre Partisi'ne bağlı hiziplere ek olarak, Darfur'daki silahlı gruplar da var. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre son gruplar askeri rollerine ek olarak, Sudan’da siyasal İslam’a bağlı gruplara karşı gerekli dengeyi sağlamakla bağlantılı siyasi işlevler de yerine getiriyorlar.

Bize öyle geliyor ki, gerek tezleri gerekse ittifakları açısından ordunun şu anda karşı karşıya olduğu sorunlar iki nokta ile özetlenebilir; birinci nokta, intikam tezinin hedeflerine ulaşmada, yani insanların terk ettikleri evlerine dönmesi veya HDK’nin siyasi emellerinin kontrol altına alınması hedefinde ne kadar inandırıcı olduğudur. Zira ordu ve müttefiklerinin sahadaki mevcut askeri performansı, bırakın bölgelerine ve evlerine dönmeyi sağlama, insanlar için güvenlik ve emniyeti sağlama gücüne ilişkin hiçbir gerçekçi gösterge sunmuyor.

Paralel bir bağlamda, ordu liderlerinin dış taraflardan zamanında ve çok geç olmadan silah tedarik etme becerisinin boyutuna ilişkin de soru işaretleri bulunuyor. Ordunun, HDK’nin doğu Sudan'a ulaşmasını ve Sudan’ın yağmurlu bölgesinin tamamını kontrol etmesini engellemeye yönelik askeri hedefini yerine getirmek için bu desteğe gereksinimi var. Zira HDK’nin bahsi geçen bölgeleri ele geçirmesi ona Etiyopya üzerinden yeni bir lojistik tedarik noktası sağlayacak. Bu, HDK için arzu edilen bir hayat öpücüğü ve kendisine çeşitli noktalarda lojistik destek sağlayarak her türlü baskıdan kurtarıp, çatışmalardaki kapsamlı gücünü destekleyecek.

Silah takviyesi hesapları

Ancak ordunun silah taleplerinin İranlılar ve Ruslar tarafından karşılanması kritik dengelerle bağlantılı olduğundan, orduya silah tedarik edecek dış tarafların da hesapları var. İran, Gazze'deki çatışmayı çevreleyen mevcut denklemleri etkileyecek ve etkileşimlerinin kapsamını genişleterek bölgesel bir savaşa dönüştürebilecek şekilde Sudan ordusuna verdiği desteği genişletmek istemiyor. Ruslar, Ukrayna'daki savaşları ve Avrupa dengeleriyle meşgul. Aynı zamanda Rusya üzerindeki Batı baskısını artırmamak için Afrika bağlamındaki ihtiyaçlarını dikkatle hesaplanmış bir genişleme yoluyla karşılıyor.

HDK’nin tezleri

Öte yandan HDK’nin tezleri, anlatıları ve askeri genişlemeleri aynı zamanda liderlerinin ve destekçisi kabilelerin Sudan'ı yönetme emellerini gerçekleştirme gücünün boyutunu belirleyen soruları gündeme getiriyor. Çünkü Yeni Sudan Projesi’nin ayrıntılarına göre HDK’nin, Sudan'da demokratik dönüşümün ve eşit vatandaşlık devletinin gerçekleştirilmesine ilişkin fikirleri benimsediği tezinin, HDK’nın siyasi ve sosyal kuluçka merkezleri arasında bile inandırıcılığı yok. Zira bunların inşa ve kalkınma umutları olan spesifik bir siyasi projeden ziyade ırkçı ve intikamcı eğilimleri bulunuyor.

Askeri düzeyde HDK’nın Sudan Devleti'nin varlığını sürdürecek kurumsal anlamda orduya alternatif olma yeteneği yok denecek kadar az. Burada iki zorluk ortaya çıkıyor; birincisi, HDK liderliğinin tüm kuvvetleri askeri olarak kontrol edebilme seviyesi. İkincisi ise bu güçlerin savaş boyunca işledikleri ihlallerin boyutu. Bu ise onu Sudan'da kabile ve sosyal düzeyde büyük bir intikam birikimiyle karşı karşıya bırakıyor. Hem iç hem de dış düzeylerde HDK’nin siyasi kabul elde edememesinin temellerini atıyor.

Sonuç olarak bize öyle geliyor ki, çatışan iki tarafın anlatıları, şu anda yaşadığımız insanlık trajedileri dışında bir gerçekliğe ulaşmayı sağlayacak araçlara sahip değil. Öte yandan, her kesimden sivil taraflar, iki tarafın da herhangi bir anlatısının veya tezinin gerçekliğinin olmadığının tamamen farkında görünüyor. Ama aynı zamanda ilk adım olan ateşkes ile savaşı sonlandıracak bir yol haritasına sahip olmaktan da tamamen aciz.

Uluslararası çatışma

Şu anda önerilen, Sudanlı sivil taraflar arasında koordinasyonun sağlanmasıdır. Bunun amacı, Temmuz’un ilk haftasında savaşın ertesi günü ile ilgili bir konferans düzenlemesi beklenen Kahire'nin çabaları doğrultusunda, savaşın ertesi gününün denklemleri üzerinde anlaşmaya varmaktır. Koordinasyon çabaları, Kahire toplantısının ardından Addis Ababa ve Cenevre'de Afrika ve Avrupa Birliği tarafından düzenlenecek toplantılar tarafından rehin alınacaklar. Zira Sudan'daki barış girişimleri nasıl bölgesel çekişme ve çatışma kaynağı ise Sudan sivil güçleri arasında savaşın sona erdirilmesine yönelik koordinasyon da uluslararası taraflar arasında çekişme kaynağı oluşturuyor, çünkü herkes denklemde yer almak istiyor.

Bu durumun ortasında uluslararası toplumun Sudan kriziyle Güvenlik Konseyi çerçevesinde etkileşim kurma yönünde ilerlediğini düşünüyorum. Bu ise BM Sözleşmesi’nin 7’inci maddesinin yetkisi altında kararların alınması kapısını açıyor. Benim tahminime göre, bu adımın beklenen sonuçları Sudan'daki çatışmanın sona ermesi değil, belki de hem Mali'de hem de Somali'de olduğu gibi onlarca yıl devam edecek çatışmanın yönetilmesi olacaktır. Bu, hükümet, seçkinler ve belki de halk olarak Kahire’nin direndiği bir husus. Ancak bunun için ister Tekaddum Koordinasyonu içinde ister dışında olsun, Sudanlı elitlerin en büyük kesiminin desteğine ihtiyacı var. Böylelikle savaşın uzamasını engelleme ve kıtamızda hiçbir faydasını görmediğimiz 7’inci maddenin sonuçlarından kaçınma iradeleri varsa farklı bir yol seçebilirler. Zira söz konusu madde açık sorular durumunun devam etmesine ve "bu tartışmanın kazananı kim?" sorusuna kimse cevap veremezken, ülkelerin çökmesine katkıda bulundu

* Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



İsrail, Hizbullah ve İran: Çıkarların buluşması ve uyumsuzluğu

İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Tayr Harfa köyüne düzenlediği hava saldırısı sonucu dumanlar yükseliyor. (AFP)
İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Tayr Harfa köyüne düzenlediği hava saldırısı sonucu dumanlar yükseliyor. (AFP)
TT

İsrail, Hizbullah ve İran: Çıkarların buluşması ve uyumsuzluğu

İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Tayr Harfa köyüne düzenlediği hava saldırısı sonucu dumanlar yükseliyor. (AFP)
İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Tayr Harfa köyüne düzenlediği hava saldırısı sonucu dumanlar yükseliyor. (AFP)

Macid Kayali

Geçtiğimiz aylarda herkesin ve tüm tarafların aklını kurcalayan soru şuydu: İsrail'in Gazze'deki imha savaşı ne zaman sona erecek? Bugünün sorusu ise şu: İsrail'in Lübnan'a karşı savaşı ne zaman başlayacak? Her iki durumda da kastedilen, Hamas'ın Gazze'de, Hizbullah'ın da Lübnan'da yaptığı coşkulu ve tehditkar konuşmalar bir yana, savaşı yürüten, öldüren, yok eden, yerinden edenin İsrail olduğu dolayısıyla onu durduracak tarafın da o olduğudur.

Yine kastedilen, Gazze'deki savaştan Lübnan'daki savaşa geçişe zorlayan faktörleri biriktirenin de İsrail olduğudur. Bunu da ordusunu hazırlayarak, meşru müdafaa ve Hizbullah'ın gelecekte (geçtiğimiz 7 Ekim'deki) Hamas saldırısına benzer bir “Tufan 2” ile onu hedef almasına izin vermeme bahanesiyle savaşın meşruiyetini güvence altına alacak iç ve dış siyasi ortamı sağlayarak yapıyor. Buna bir de İran'ın artan nüfuzunun ve hem kendisine hem de bölgesel ve uluslararası istikrara tehdit oluşturan bölgedeki milislerinin oluşturduğu tehlikeyi bertaraf etme gerekçesini ekliyor. Yemen'de, Babu’l Mendeb ve Hürmüz boğazlarında olup bitenleri örnek gösteriyor.

Pratikte hiçbir şey İsrail'i, varlığı ve güvenliği için hayati önemde gördüğü böyle bir adımı atmaktan alıkoyamaz.  Yenilmez İsrail ordusu imajını yeniden tesis etme çabası kapsamında kendisini caydırıcı bir devlet olarak kanıtlamasını engelleyemez. Bütün bunlar, İsrail'in bölgesel ve uluslararası düzeyde statüsünü ve imajını yeniden tesis etmesi ve güvenli bir yer olarak Yahudi vatandaşlarının kendisine güvenini pekiştirmesi açısından son derece önemli konular. İsrail'in Lübnan'da savaşa yönelmesini destekleyen faktörlerden bir diğeri radikal hükümeti, sınırsız Amerikan desteği ve nisan ayında İran füzelerinin püskürtülmesi olayında olduğu gibi Batılı ülkelerin kendisine yönelik her türlü tehdide karşı onu savunma eğilimidir.

Ancak açıkça görüldüğü gibi İsrail, İkinci Lübnan Savaşı'ndan (2006) sonra alınan 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararını uygulamaya Lübnan'ı zorlamak için siyasi fırsatlardan sonuna kadar yararlanmadan savaşa girmeyecek. Bahsi geçen savaş Beyrut’un güney banliyösünün büyük bir bölümünün ve Güney Lübnan'daki bölgelerin yerle bir olması ve 1.200 Lübnanlının ölümüyle sonuçlanmıştı. Savaştan sonra alınan 1701 sayılı karar ise Litani Nehri’nin güneyindeki bölgenin Hizbullah güçlerinden boşaltılmasını ve oraya Lübnan ordusu ile uluslararası güçlerin yerleştirilmesini gerektiriyor.

İsrail'in Lübnan'da savaşa yönelmesini destekleyen faktörlerden bir diğeri radikal hükümeti, Amerikan desteği ve Batılı ülkelerin kendisini tehdit eden her türlü tehdide karşı onu savunma eğilimidir.

Hizbullah ise bu taleplere boyun eğmeyi reddediyor. Bunun yerine, üzerinde anlaşmaya varılan ve özellikle İsrail tarafından bazen ihlal edilen kurallara uygun olarak kendisi ile İsrail arasında devam eden çatışmayı durdurmayı reddediyor. Hizbullah bu çatışmayı Gazze'ye destek olarak değerlendirerek 8 Ekim'den beri sürdürüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın 19 Haziran’daki konuşmasında İsrail'e yönelttiği tehdit bunun en belirgin kanıtı olabilir. Bu konuşmasında Nasrallah, Hizbullah ile İran'ın bölgedeki milislerini birleşik bir cephe sayıp İsrail'e acı darbeler indirebileceklerini söyledi. İsrail'i “direnişe karada, denizde ve havada kapsamlı bir savaş dayatılması halinde kontroller, kurallar ve çıtalar olmadan savaşacağı” gözdağını verdi. Direnişin Celile'ye girebileceği ve düşmanın, tüm kıyılarının ve gemilerinin hedef alınacağı Akdeniz'de kendisini neyin beklediğini çok iyi bildiği imasında bulundu. Hatta Avrupa Birliği üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tehdit edecek kadar ileri gitti.

Hizbullah, tüm tezlerinde, özellikle önceki yıllarda kendisini karakterize eden “stratejik sabır” politikasından vazgeçmeye yönelen İran'ın kendisine sağladığı sınırsız desteğe güveniyor. İran bu strateji kapsamında İsrail'in Lübnan'da, Suriye'de ve hatta kendi sınırları içindeki saldırılarına kendisine doğrudan karşılık vermeden maruz kalıyordu. Dini Lider Ali Hamaney, Aksa Tufanı operasyonundan İran’ı uzak tutma politikasından geri adım atıldığını söylediği konuşması (6/3/2024) ile İran’ın bu stratejik sabır politikasından vazgeçtiğini duyurmuştu. Aynı konuşmada Hamaney, Gazze'de ateşkes konusunda her türlü müzakereyi reddetti, İsrail'in kurtarılmasına izin vermeyeceklerini söyledi ve Tufan operasyonunun ABD'nin Ortadoğu'daki düzenlemelerini engellemek için gerekli olduğunu ifade etti.

Şimdi temel soru şu; İran, İsrail'e karşı doğrudan veya dolaylı savaş seçeneğini İran’ın kendi içinde İran rejimini tehdit edecek noktaya getirmeye hazır mı? Yoksa Aksa Tufanı'nın ilk gününde aralarında Dini Lider'in de bulunduğu yetkililerin açıklamalarında görüldüğü üzere, İsrail'in Gazze'de başlattığı tüm savaşlara karışmaktan her zamanki gibi kaçınarak savaştan uzakta pazarlık pozisyonunu güçlendirmek için mi tehdit ediyor? İsrail'in Lübnan'da Hizbullah’a karşı başlatacağı bir savaş ile ilgili olsa da bunu sürdürecek mi?

İran'ın kendisini korumak ve kapasitesini güçlendirmek, bölgesel ve uluslararası konumunu pekiştirmek ve aynı zamanda kendini savunmak için farklı kalkanlar bulma yönünde bir yaklaşım üzerinde çalıştığı aşikar. Yani İran rejiminin hedefi, her iki durumda da  ABD'nin (ve İsrail'in) İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki politikalarına yaptığı yatırımlarla aynı çizgide veya onlarla uyumlu. Zira bu politikalar, İsrail'in bölgedeki konumunu güçlendirmeye hizmet etti. ABD'nin İran etkisini kullanarak Arap ülkelerine şantaj yapmasını kolaylaştırdı. Bu olası pazarlıkta İran rejimi, ABD'de İsrail'in Arap Maşrık (Levant) bölgesini zayıflatma, toplumsal birliğine mezhepsel gerekçelerle darbe indirme çıkarlarına hizmet edecek politikaları ile anlaşanların veya onlara yatırım yapanların olduğunun farkında. Nitekim İran Maşrık’ta bunu başardı. Öte yandan İran, ABD'nin bu politikasından bir nevi dolaylı faydalanma ve gizli iş birliği yoluyla yurt içinde ve bölgede otoritesini güçlendirmek için bir fırsat olarak yararlandı. İran'ın belki de şu anda bahis oynadığı şey de budur.

Şimdi temel soru şu; İran, İsrail'e karşı doğrudan veya dolaylı savaş seçeneğini İran’ın kendi içinde İran rejimini tehdit edecek noktaya getirmeye hazır mı?

Bu varsayımın sorunu, İsrail'in Gazze savaşında yaşananlardan sonra artık önceki formülle bir arada yaşamamakla ilgilenmeye başlamasıdır. Yani kuzey sınırlarında Hizbullah'ın varlığı, İran'ın sahip olduğu füze gücü ve sahip olabileceği nükleer güç ile artık yaşamak istememesidir. Dolayısıyla mevcut hükümeti, İran'a ve nükleer projesine bir darbe indirilsin ya da indirilmesin, Hizbullah'ı devre dışı bırakmak ya da ona ağır bir darbe indirmekle ilgileniyor. Netanyahu hükümeti ile Biden yönetimi arasındaki anlaşmazlığın belki de en önemli noktalarından biri bu. Bu nedenle ister sınırlı isterse kapsamlı bir savaş ya da hiç savaş olmasın ne olacağını kimse tahmin edemez. Zira İsrail Lübnan'ı, Gazze'ye çevirmek ya da Taş Devri'ne geri döndürmekle tehdit ediyor. Hizbullah, İsrail'i her açıdan zayıflatacak saldırılar düzenleme tehdidinde bulunuyor ve durum tüm taraflar için son derece karmaşık.

Ancak burada ve Hizbullah'ın İran'a bağımlılığı göz önüne alındığında büyük olasılıkla önemli olan, öncelikle Hizbullah’ın hayatta kalması ve savaşın İran’a kadar ulaşmaması veya onun savaşa dahil olmamasıdır. İran kimse için hatta Hizbullah için bile hayatını tehlikeye atmayacaktır. Çünkü onun çıkarı her şeyin üstündedir ve Batılı ülkelerin desteklediği İsrail'e kıyasla kendi gücünün ve varsa müttefik ülkelerin sınırlarını en iyi bilen de odur.

İkinci öncelik ise Hizbullah'ı yıkıcı bir savaştan kurtarmaktır. Dahası Hizbullah'ın önceliği, eğer koşullar uygun olursa Gazze'deki savaşı durdurma ve İsrail ile kara sınırlarının çizilmesi yönünde siyasi bir çözüm ile çıktığı ağaçtan onurlu bir şekilde inmeyi garantilemektir. Lübnan'daki hegemonyasını korumak ve İran'ın Suriye'deki bölgesel kolu olarak varlığını sürdürmek adına, kara sınırlarının çizilmesini, sınırın 10 kilometre ötesine şimdilik de olsa geri çekilmek için kullanacağı bir gerekçe olarak görecektir. Özellikle de ABD'de İran'ın bölgedeki politikalarına yatırım yapmanın İsrail için bile bir kazanç olduğunu düşünenler halen varken, İsrail'i dizginleyebilecek tek şey bu olabilir.

Bütün bu nedenlerle, tüketime yönelik sloganlar ve Filistin meselesinin bazı kişiler tarafından başka amaçlarla kullanılması bir yana, savaşı başlatma inisiyatifi, birçok nedenden dolayı kendisini isteyen İsrail'in elinde. Bu sürecin durdurulması ise Hizbullah'ın ne yapacağına ve İsrail'in kendi rızası olmadan Lübnan'da bir savaşa girişemeyeceği ABD'ye bağlı.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.