İslam İşbirliği Teşkilatı, tüm ülkeleri, İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon’a katılmaya davet ediyor

TT

İslam İşbirliği Teşkilatı, tüm ülkeleri, İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon’a katılmaya davet ediyor

İslam İşbirliği Teşkilatı, tüm ülkeleri, İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon’a katılmaya davet ediyor

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), tüm ülkeleri, Suudi Arabistan tarafından başlatılan İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon adlı tarihi siyasi girişime katılmaya çağırdı. Söz konusu girişimin uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM) kararları çerçevesinde iki devletli çözüm vizyonu için siyasi bir koruma ağı oluşturduğu ve İsrail işgalinin sona erdirilmesi, Filistin devletinin kurulması ve bölgede adil, kapsamlı ve kalıcı barışın sağlanması yönündeki çabaları destekleme taahhüdünü içerdiği belirtildi.

vfk
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Hüseyin İbrahim Taha (Şarku’l Avsat)

İİT Genel Sekreteri Hüseyin İbrahim Taha, New York'ta düzenlenen BM 79. Genel Kurulu çerçevesinde gerçekleştirilen üst düzey toplantı sırasında Suudi Arabistan ve ortakları tarafından ilan edilen İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon'un başlatılmasının önemini vurguladı.

Taha, Filistin devletini tanımayan ülkelere, Filistin'in meşruiyetini, siyasi ve hukuki statüsünü güçlendirmek ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı da dâhil olmak üzere devredilemez haklarının tesis edilmesine ve başkenti Kudüs olan, 4 Haziran 1967 sınırlarında bağımsız ve egemen bir devlet kurulmasına katkıda bulunmak amacıyla, Filistin'i tanıyan ve BM'ye tam üyelik hakkını destekleyen 149 ülkenin oluşturduğu uluslararası konsensüse katılmaları çağrısını yineledi.

scdvfbrgthy
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan New York'ta gazetecilere konuştu. (DPA)

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, New York'ta düzenlenen BM 79. Genel Kurulu çerçevesinde, ülkesinin öncülüğünde Arap ve İslam ülkeleri ile Avrupalı ortakların katılımıyla Filistinliler ve İsrailliler arasında İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon’un kurulduğunu duyurdu.

Filistin dosyasının ele alındığı toplantıda Faysal bin Ferhan, Gazze Şeridi'ne yönelik savaşın insani bir felakete yol açtığını vurguladı. İsrail işgal güçlerinin Batı Şeria'da gerçekleştirdiği ciddi ihlallere ve Mescid-i Aksa ile dini mabetlere yönelik tehdide ek olarak, işgal ve şiddet içeren aşırıcılık politikasını sürdürdüğünü belirtti. Faysal bin Ferhan, “Meşru müdafaa on binlerce sivilin öldürülmesini, sistematik yıkım uygulamasını, zorla yerinden edilmeyi ve açlığın bir savaş aracı olarak kullanılmasını haklı gösteremez” ifadesini kullandı.

Bölgedeki gerilime de değinen Faysal bin Ferhan, “Bugünlerde kardeş Lübnan Cumhuriyeti'ni etkileyen ve bizi, bölgemizi ve tüm dünyayı tehdit eden bölgesel bir savaş riskine sürükleyen tehlikeli bir gerilime tanık oluyoruz” dedi.



Hasan Nasrallah'ın ölümü Hizbullah'ın silahsızlandırılması için bir boşluk yaratır mı?

İsrail'in kuzey cephesini güvence altına aldıktan sonraki tutumu şüphe uyandırıyor (AFP)
İsrail'in kuzey cephesini güvence altına aldıktan sonraki tutumu şüphe uyandırıyor (AFP)
TT

Hasan Nasrallah'ın ölümü Hizbullah'ın silahsızlandırılması için bir boşluk yaratır mı?

İsrail'in kuzey cephesini güvence altına aldıktan sonraki tutumu şüphe uyandırıyor (AFP)
İsrail'in kuzey cephesini güvence altına aldıktan sonraki tutumu şüphe uyandırıyor (AFP)

Mustafa el-Ensari

İsrail tarafından kısa bir süre önce öldürülen Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah hakkındaki anlaşmazlık ne olursa olsun Nasrallah, aktif ve etkili olduğu ortamda bir boşluk bırakmadan, bu boşluktan kimin yararlandığına ve kimin zarar gördüğüne bakılmaksızın etkisiz hale getirilebilecek sıradan bir kişi değildi.

Irak'ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, işlediği korkunç suçlara rağmen, bölge ülkelerinin halen bedelini ödediği ağır bir miras ve boşluk bıraktı. Acımasız yönetimiyle Körfez bölgesini İran ve Kuveyt ile iki kanlı savaşa sürükledi. Bu da ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte ortadan kaldırıldığı üçüncü bir savaşın önünü açtı. Saddam, Irak’taki Baas rejimi sırasında en büyük umudu Bağdat'a karşı güvende olmak olan Velayet-i Fakih (İran) rejimi için sağlam bir engeldi. Bunun dışında İran, Bağdat'ı atlayarak Arap komşularına ulaşmayı ya da şehirlerini, konumunu, manevi alanlarını (türbeler) ve stratejik kaynaklarını Velayet-i Fakih'in yayılmacı ve mezhepçi hedeflerine ulaşmak için kullanmayı arzulayamazdı.

Benzer şekilde Nasrallah, Suriye ve Yemen'de Lübnanlı ve Arap çevresine karşı, Körfez'de ve dünyanın dört bir yanında kışkırtmalar ve sabotajlarla gereksiz ve mezhepsel savaşlar verdi. Her ne kadar bu savaşları Tahran'ın hedef alınmasını engellemek ve bölgedeki çıkarlarını korumak için vermiş olsa da, birçoklarına göre Nasrallah, İsrail'in ‘baş belasıydı’. Ancak sonuç, varlığının, İran, Hizbullah ve diğer tüm ‘direniş ekseni’ ve siyasal İslamcı gruplar da dahil olmak üzere Ortadoğu'daki tüm terörist ve radikal güçlere bahane sağlayan ve sağlamaya devam eden baskı, saldırı ve işgalci İsrail için ‘bir miktar caydırıcılık ve dikkat dağıtıcıılık’ teşkil ettiğini gösteriyor.

Bu durum, Hizbullah'ı bölgesel denklemde etkisiz hale getirdikten sonra İsrail'in, Tahran'ın Saddam rejimini devirip bölgesel güç dengesi haritasından sildikten sonra olduğu kadar cesur ve küstah olacağına dair korkuları arttırıyor.

Bu durum bizzat İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından ABD’nin New York şehrindeki Birleşmiş Milletler Genel Kurul görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmasında kabul edilmiş ve İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi tarafından İsrail ordusunun Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın hedef almasının başarısı teyit edilirken tekrarlanmıştı. Netanyahu, İsrail'in kolunun İran'da ya da Ortadoğu'da ulaşamayacağı hiçbir yer olmadığını söylemekten çekinmedi. Bugün bunun ne kadar doğru olduğunu zaten biliyoruz. Netanyahu sadece Tahran'ı kastetmiyor. Bu çok açık bir başlık, ülkesinin üstünlüğünü tanıması gerektiğini söylediği tüm bölgeyi kastediyor.

Kushner: Fırsatı kaçırmayın!

Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde İsrail'e oldukça yakın olan Jared Kushner, X hesabından yaptığı açıklamada Hasan Nasrallah suikastına açıkça atıfta bulunarak bunun Lübnan'ın her zaman bedelini ödediği bir mesele olan Hizbullah’ın silahsızlandırılması gibi daha önce ertelenen projelerin hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak görülebileceğini, ancak asıl sorunun İsrail'in bundan memnun olup olmayacağı olduğunu yazdı.

Kushner, şöyle devam etti:

“Nasrallah'ın ölümünün doğrulanması ve sadece dokuz gün içinde Hizbullah’ın 16 üst düzey komutanının ortadan kaldırılması, İran'ın İsrail'i hedef alan cephaneliğinin olmadığı bir Ortadoğu'yu düşünmeye başladığım ilk gün oldu. Bunun potansiyel olarak bir dizi olumlu sonucu var.”

Ülkesini bu fırsatı kaçırmaması konusunda uyaran Kushner, Ortadoğu'nun genellikle çok az değişimin yaşandığı katı bir blok olduğunu belirterek “Bugün ise akışkan ve bu bloğu yeniden şekillendirme fırsatları sınırsız. Bu anı kaçırmayın!” ifadelerini kullandı.

Barışın, İsrail ulusunun ve Hizbullah yüzünden acı çeken ve ülkelerinin refah içinde olduğu günlere dönmek isteyen Lübnanlıların büyük bir bölümünün arkasında durmak için doğru zaman olduğunu söyledi.

Eğer Kushner'in bahsettiği denklem doğruysa ve başka bir gerilimin kapısını açmazsa iyi olabilir, ama sorunun kökeni Hizbullah'tan çok daha öncesine dayanıyor. Başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki müttefiklerinin 'çatışma ve acı döngüsünü kıracak en iyi çözümün bir Filistin devletinin kurulması olduğunu’ sık sık tekrarlamalarına rağmen ABD, İsrail'in Filistin'i işgalini şimdiye kadar hiç ciddiye almadı.

Oslo sancısı

Dolayısıyla Nasrallah'ın ölümünden sonra sadece İran değil, ABD ve İsrail’de sınava tabi tutulacak. Eğer Tel Aviv'in İran ve vekillerine karşı zaferi gerçekleşirse, bu zafer bir Filistin devletinin kurulmasına ve bölgede barışın sağlanmasına dayanacaktır. Araplar da bunu umuyor, ama bunun tam tersi olursa, ki korkulan da bu, o zaman İsrail’in hırsları da baskıları da zirveye ulaşacak. Güç, ne kadar büyük olursa olsun, İsraillilerin ve komşularının ihtiyaç duyduğu barış, istikrar ve kalkınmayı tek başına yaratmaya yetmez. Bunu ABD de tecrübe etti ve ona hatalarını tekrarlamaması tavsiye edildi.

Sonuç olarak ya Saddam'ın düşüşünü takip eden kaosa geri dönmek ya da İran ve vekillerinin hareket özgürlüğünün kısıtlanması ve ABD’nin garantörlüğüyle İsrail'in akıl sağlığına kavuşmasının sağlanmasıyla daha iyi bir duruma geçmek arasında bir seçimle karşı karşıyayız. Bu da anca İsrail’e baskı yaparak ve bir Filistin devletinin kurulması için bastırarak yapılabilir. Tıpkı 1982 yılındaki savaşın ardından Oslo'da varılan anlaşmayla Arafat ile Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) askeri olarak yenilmiş olsalar da siyasi olarak galip bir şekilde anavatanlarına dönmelerindeki gibi.

Bölgesel ve uluslararası düzeydeki durum böyle. Nasrallah'ın yokluğunun yarattığı iç boşluk ve bunun Şii bileşen üzerindeki etkisi içinse eğer yukarıdaki karşılaştırma doğruysa, Saddam sonrası Irak dokusu üzerindeki büyük etkiye bakmamız yeterli olur. Neyse ki bu kısım Lübnan'ın ve mezhepler arasındaki uzlaşmanın lehine olmuş olabilir, ancak büyük olasılıkla Tahran ve direniş ekseninin çıkarlarına hizmet edecek şekilde değil. İç savaş sonrası Lübnan saflarını hiçbir şey Hizbullah'ın hegemonyasını ve egemen kararını diğer bileşenlere silah zoruyla, imayla ya da açıklamayla dayatması kadar bölemedi.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Indpendent Arabia'dan çevrilmiştir.