Arap dünyası için belirleyici bir an

Cesur pozisyonlar, belirli talepler ve belirgin hedeflerle daha etkili bir Arap siyasi eyleminin zamanı geldi.

Özellikle İsrail'in Gazze'deki tehlikeli ve çirkin ihlalleri konusunda etkili tutumlar benimseyememeleri sonucunda Arapların imajı ciddi şekilde sarsıldı (AFP)
Özellikle İsrail'in Gazze'deki tehlikeli ve çirkin ihlalleri konusunda etkili tutumlar benimseyememeleri sonucunda Arapların imajı ciddi şekilde sarsıldı (AFP)
TT

Arap dünyası için belirleyici bir an

Özellikle İsrail'in Gazze'deki tehlikeli ve çirkin ihlalleri konusunda etkili tutumlar benimseyememeleri sonucunda Arapların imajı ciddi şekilde sarsıldı (AFP)
Özellikle İsrail'in Gazze'deki tehlikeli ve çirkin ihlalleri konusunda etkili tutumlar benimseyememeleri sonucunda Arapların imajı ciddi şekilde sarsıldı (AFP)

Nebil Fehmi

Libya'da başarısız bir devlet, Sudan'da parçalanmış bir devlet, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da işgal edilmiş ve vahşice hedef alınan bir halk, Suriye'de hizmet vermeyen bir devlet ve topraklarında Türk ve diğer güçlerin devam eden varlığı, Lübnan’da gerilimler var. Irak ise iç zorluklar ve durduramadığı veya budayamadığı dış bölgesel ve yabancı müdahaleler karşısında iyileşmeye çalışıyor. İran-Körfez ilişkilerinde bir miktar iyileşmeye rağmen sınır anlaşmazlıkları devam ediyor. Yemen'deki durum, modern çağın önceki kargaşa ve parçalanma dönemlerinin tekrarı gibi görünüyor.

Bu kadarla sınırlı olmayan ve sadece örnek olarak saydığımız tüm bu vakalar, bir dizi başka konu, sorun ve siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal meydan okumalarla birlikte temel olarak ulus-devletin istikrarına ve egemenliğine yönelik ihlallere odaklanıyor.

Tüm bu tehlikeli ve hassas sorunlar karşısında Arap dünyası etkili politikalar benimseyemiyor ve kendisi için önemli ve dinamik girişimlerde bulunamıyor. Durumu kendi lehine döndürecek, krizleri çözecek ve hatta başkalarının bariz ve sınırsız insanlık dışı ihlallerini durduracak veya caydırıcı olacak kararlı tutumlar benimsemekten çekiniyor. Kahraman Filistin halkının maruz kaldıkları ve kardeş Sudan halkı arasındaki ölüm ve yıkım bunun en yakın örneği.

Güvenirlik bizden, zaman zaman Cezayir, Fas, Mısır, Suudi Arabistan ve diğerleri gibi bazı Arap ülkelerinin bu meselelerin bir kısmındaki kötüleşmeyi durdurma girişimlerine tanık olduğumuzu belirtmeyi gerektiriyor. Ancak somut bir diplomatik başarı elde edemiyor veya siyasi bir çözüme ulaşamıyorlar. Nedeni de sorunları çözmek için gerekli siyasi ağırlığın bulunmaması. Keza başarısız olmaları kimi zaman bir tarafı diğerine tercih etme çabasının bir sonucu olabiliyor. Halbuki mutabakata dayalı ulusal çıkarlardan yola çıkarak çeşitli alanlarda ortak Arap eylemi tercih edilmeli. İş birliği tümü değil de bazı bölgesel Arap taraflar ile sınırlı kalıp, öncelikler zaman zaman farklılık gösterse bile bölgesel koşullar uzlaşmacı çözümlerle güvence altına alınmalı.

Filistin-İsrail çatışmasının merkeziliği göz önüne alındığında, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı'nın “iki devletli çözümü uygulamak için uluslararası bir koalisyon” oluşturma ve ilk toplantısına yakında ev sahipliği yapma yönündeki duyurusuna işaret etmek ve duyduğum memnuniyeti belirtmek isterim. Bundan iki devleti destekleyecek ve bu çözümü doğrudan veya dolaylı olarak engelleyenlerden hesap sorulmasını sağlayacak net kararlar ve birleşik politikaların  çıkmasını ümit ettiğimi de söylemek isterim. Bölge dışından olumlu hamleler arasında ise Suudi Arabistan ve İran'ın son anlaşmalarının sponsoru olarak Çin'i seçmeleri yer alıyor. Ancak Arap ülkeleri tarafından daha önce yapılan birkaç başarısız girişimin ardından, Filistinli tarafların Arap olmayan arenalarda buluşmaya ve aralarında resmi bir uzlaşmaya varmaya ihtiyaç duymaları, çok geçmeden geri çekilmeleri konusunda hiç de rahat değildim.

Artık Arap tarafların Ortadoğu'daki bölgesel sorunları çözmeyi başaramadığı, hatta bölgede çoğunluğu oluşturmalarına ve meşru pozisyonlar benimsemelerine rağmen durumu kendi lehlerine çevirmeyi başaramadığı konusunda kendimize karşı dürüst olmamızın zamanı geldi. Bazı Arap ülkelerinin pozisyonlarının çeşitli ve Libya, Sudan, Suriye, İran, Yemen ve Kızıldeniz'in güvenliği de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda karşıt olduğu hiç kimse için bir sır değil. Bu da Arap ülkelerinin etkinliğini sınırladı ve Arap kamuoyunda bile uluslararası ve bölgesel olarak Arap siyasi anlayışı hakkında pek çok soruyu ve şüpheyi gündeme getirdi.

Gerçekten de Arapların imajı, özellikle İsrail'in Gazze'deki tehlikeli ve çirkin ihlalleri konusunda etkili tutumlar benimseyememeleri sonucunda ciddi şekilde sarsıldı. Bu İsrail'in kendisi ya da onu destekleyen ABD ve birçok Batılı ülke ile Güney Afrika’nın başını çektiği Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki dava, diğer uluslararası ve hukuki kurumlardaki faaliyetler hakkındaki tutumları için de geçerli.

Yurt dışı gezilerim sırasında birçok kez bana Arapların tutumunun neden zayıf olduğu sorusu soruldu. Arap ülkelerine ziyaretlerim sırasında ise milletimizin gençliğinin, siyasi Arap milleti kavramının artık var olmadığına, yarı bölgesel ilişkilere ya da Ortadoğulu olmayan taraflarla ilişkilere odaklanılmasının daha iyi olacağına dair tekrarlanan acı verici sözlerini defalarca dinledim. Ama bu gelecekte kimlik konusunda tehlikeli kapılar açıyor.

Gerçekten de Arap dünyasının işbirliğine dayalı siyasi anlayışı ciddi ve benzeri görülmemiş bir siyasi bozulmaya tanık oluyor. Şimdi son derece tehlikeli ve zor bir dönemdeyiz; bu dönemde kınama ve eleştiri yahut yalnızca yankı uyandıran ifadeler ve polemiklerle yetinemeyiz. Zira bazıları İran ile imzalanan nükleer anlaşmada olduğu gibi bize danışmayı bile ihmal ediyor, ardından Arapların işgale son verilmesi ve iki devletli çözüm yönündeki devam eden taleplerine onlarca yıldır yanıt vermeyi reddettikten sonra, yalnızca yangınları söndürmek ve durumun daha da kötüleşmesini önlemek için bize başvuruyorlar.

Artık yapılması gereken, hususiyetlere ve ulusal mülahazalara saygı göstererek, bölgesel çıkar ve istikrarı hedefleyerek, çeşitli alanlarda aktif Arap ülkeleri ile ulus-devletleri kapsayan  somut iş birliği çabaları aracılığıyla anlaşmazlıkları çözecek, amaçlı ve akıllı hareketler ve girişimlerdir. İş birliğinin amacı bu ülkeler farklı önceliklere sahip olsalar bile uzlaşmacı çözümler etrafında pozisyonlarını ve çıkarlarını uzlaştırmaya çalışmaktır çünkü kısmi başarılar, başarısız çabalardan ve sıfır toplamlı çözümlere dair umutlardan daha faydalıdır.

Dost ülkelerden destek talep etmeye ve ardından sorunlarımıza ilişkin politika ve standartlarındaki ikiyüzlülükleri ile yaşamaya artık razı olmamalıyız. Eylemlerimizin artık amaçlı olması, uluslararası ve bölgesel forumlarda ve dost ülkelerle ikili ilişkiler düzeyinde belirli icraatların talep edilmesi daha iyi ve hatta gerekli.

Libya'da resmi ve gayri resmi dış tarafların desteklediği karşıt iç gruplar arasındaki çatışmanın devam etmesinin ülkeyi bölme tehdidi oluşturduğunu, bunun Akdeniz'den Avrupa'ya kadar batı, doğu, güney ve hatta kuzeydeki tüm komşu ülkelere yansımaları olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, Libya'nın yeniden birleşmesi için uluslararası temsilcilerle birlikte Mısır-Cezayir ortak girişiminde bulunulması, kardeş ülkelerin bazı politikalarının uzlaştırılmasını gerektirse bile, çatışmanın Arap ve uluslararası denetim altında çözülmesine yönelik bir yol haritası geliştirilmesi çağrısında bulunuyorum.

Suudi Arabistan, Mısır ve BAE'yi, askeri olarak çatışan Sudanlı taraflar ve sivil toplum arasında, ülkenin birliğini koruyacak, çatışmaları durduracak, halkının acılarını hafifletecek siyasi ve meşru anlaşmalara ulaşmak için çabalarını buraya yönlendirmeye çağırıyorum. Üç ülke çabalarını, Sudan devletini ve kurumlarını korumak, ancak bir Sudanlı tarafı diğerine karşı güçlendirmeyen uzlaşmacı çözümlere ulaşmak için birleştirmeliler.

Lübnan ve İran'a yönelik saldırıların eşlik ettiği Gazze'deki duruma ve Netanyahu’nun, herhangi bir cephede müzakerelerin savaş örtüsü altında yapılacağı konusundaki ısrarına gelince, Amerikan sağının ve İsrail destekçilerinin dikkatini Harris yerine Trump'ı desteklemeye yöneltene kadar, önümüzdeki ekim ayının son haftalarından önce herhangi bir anlaşmaya varılmayacak.

Araplar, geçici bir süre için olsa bile, İsrail'in Gazze'nin bazı bölgelerini yeniden işgal etmesini resmi veya örtülü olarak kabul ettiklerini yansıtan her türlü tutumu reddetmeliler. Zira güç ve işgal gerçekliği adına meşruiyetin ve uluslararası hukukun temellerinin herhangi bir şekilde ihlali, Filistin-Arap-İsrail barışına ulaşmaya yönelik her türlü çaba için son derece tehlikeli emsaller yaratacaktır. Bu konudaki Arap sesinin kararlı ve kati olması gerekiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün, İsrail'in Batı Şeria'da operasyon yapma hakkına sahip olduğu yönündeki açıklamalarını büyük endişeyle takip ettim. Zira ABD’nin İsrail’in işgalci bir devlet olduğunu ve yerleşimlerin genişletilmesi ile militarizasyonunu finanse ettiğini tamamen göz ardı ederek, İsrail'in Gazze'de operasyon yapma ve Gazze’den gelebilecek herhangi bir dış saldırıya karşı kendini güvence altına alma hakkına sahip olduğuna dair benzer açıklamaları da olmuştu.

Arap ülkelerinin ayrıca İsrail'in ateşkesi engellemesine karşı açık ve net bir tavır alması da gerekiyor. Dost ülkelerden İsrail'e yönelik çeşitli askeri destekleri durdurmalarını talep etmeli, bunu önlemek için uluslararası ve ulusal forumlarda yasal girişimlerde bulunmalılar.

İsrail'in insani ihlallerinin yabancı mahkemelerde görülmesini teşvik etmeliler, hükümet kurumları veya sivil toplum aracılığıyla uluslararası düzeyde İsrail'in hesap vermesini talep eden sesin tonunu yükseltmeliler.

Araplar, bazı Avrupa Birliği ülkelerinin yaptığına benzer şekilde, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerden işgal altındaki Filistin topraklarından İsrail malları ithal etmekten kaçınmalarını talep etmeliler.

Çabalarımızı destekleyen ve çıkarlarımızı güvence altına alan cesur pozisyonlar, belirli talepler ve belirgin hedeflerle daha aktif, daha net ve daha etkili bir Arap siyasi eyleminin zamanı geldi. Böylece çıkarlarımız göz ardı edilmez, başkaları bize saldırmaz, hareketlerimiz üzerinde herhangi bir şekilde siyasi bir etki oluşmaz, gençlerimiz geleceğe yönelik güvenlerini ve ulusal siyasi umutlarını kaybetmez.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Libya merkezi yapıyı bırakıp federalizme mi geçiyor?

Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
TT

Libya merkezi yapıyı bırakıp federalizme mi geçiyor?

Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)

Kerime Naci

Libya'nın 1951 ile 1963 yılları arasında uyguladığı federal sistemin geri getirilmesi yönünde çağrılar artmaya başladı. Gözlemciler, bu dönemi Libya tarihinin ekonomik ve siyasi açıdan en iyi dönemi olarak nitelendiriyorlar. Bu sistem, Trablus, Sirenayka (Kirenayka) ve Fizan eyaletlerini birleştiren federal sistemi sona erdiren anayasa değişikliğinin ardından 1963 yılında kaldırılmıştı.

Bu değişiklikle devletin adı ‘Birleşik Libya Krallığı’ndan ‘Libya Krallığı’na dönüştü. Bu durum, Libya Parlamentosu tarafından atanan Libya Başbakanı'nın acil bir şekilde özerkliğe doğru bir adım attığını işaret ediyordu. Buna yanıt olarak Başkanlık Konseyi, Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) ve Devlet Yüksek Konseyi (DYK) tarafından, ülkede ‘en yüksek egemen otoriteyi oluşturan koordinasyon çerçevesi’ olarak hizmet etmek üzere ilan edilen ‘Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin kuruldu.

Tarihi model

Libya’nın güvenlik ve siyasi meseleleri uzmanı Saad ed-Dinali, federal sistemi, bir dizi tarihsel, coğrafi ve sosyal nedenden ötürü Libya için gerçekten uygun olan tek sistem olarak tanımlıyor.

Tarihi önemi ile ilgili olarak, Libya’nın 1951 yılında bir devlet olarak kurulduğunda Berka, Fizan ve Trablusgarp Bölgesi olmak üzere üç bölgeden oluşan bir federal sisteme sahip olduğunu belirten Dinali, bu dönemin ülkenin tarihindeki en iyi dönem olduğunu, bu dönemde siyasi istikrar ve ekonomik gelişme yaşandığını vurguladı.

Bu sistemin kaldırılmasının ardından Libya'nın bir kaos dönemine girdiğini, birçok şeyin değiştiğini ve bazı sorunların ortaya çıktığını ifade eden uzman, bunun da 1969 yılında Muammer Kaddafi'nin Kral İdris Senusi'ye karşı darbe yapmasına zemin hazırladığını belirtti. Dinali, Libya’nın o tarihten bu yana coğrafi ve tarihi gerçekliğine uygun bir denge kurmaya çalıştığını söyledi.

Libya’da 17 Şubat 2011 devriminden sonra, birçok sesin federal sistemi öngören, değiştirilmemiş 1951 anayasası altında ‘anayasal meşruiyete dönüş’ çağrısında bulunduğunu iddia eden Dinali, bu çağrıyı yapanların, federal sistemin Libya'nın birliğini, sürekliliğini ve istikrarını garanti altına alacak can simidi olduğuna inandığını aktardı.

Mevcut çatışmaların ve bölünmelerin, ülkenin kimsenin aşamayacağı coğrafi bir bölünmeye dayandığının açık bir kanıtı olduğuna inanan Libyalı güvenlik ve siyaset uzmanı, doğu, güney ve batıda devam eden çatışmalar, Libya'nın üç bölgeden oluştuğunu açıkça teyit ediyor. Çatışmanın asıl kaynağının bölgeler arasındaki çatışma olduğunun açık olduğunu belirten Dinali, bu krizin ideal çözümünün, üç bölgenin her birine kalkınma ve medeni haklarını garanti eden, kaynaklarını kullanma hakkı veren ve Libya devletinin himayesinde tüm bu hakları garanti eden bir anayasa kapsamında onlara yükümlülükler yükleyen federal sistemin geri getirilmesi olduğunu belirtti.

İki sistemli bir ülke

Libya Başbakanı Usame Hammad’ın Mareşal Halife Hafter'in genel liderliğiyle olan yakın ilişkilerinin ardındaki nedenleri, özellikle de ‘özerklik’ yönündeki adımları anlamak için, Birleşmiş Milletler (BM) kıdemli danışmanı ve Amazing Konferansı Yürütme Komitesi Başkanı İbrahim Grada, aralarında batı ve doğu Libya arasındaki uzun süredir devam eden siyasi ve coğrafi bölünme, ekonomik baskılar, bunların başında gelirlerin idari, kalkınma ve askeri yönetimin gereksinimlerini karşılayamaması ve gelirler üzerinde artan rekabetin olduğu birkaç noktanın dikkate alınması gerektiğini belirtti.

Mareşal Halife Hafter'in siyasi çıkmazı aşmak için halk ve toplum hareketine yönelmesinin, bunu spekülasyondan Libyalı tarafları aşan bir siyasi çözüme dönüştürdüğünü söyleyen Grada’ya göre Hafter’in ülkenin batı bölgesinden sosyal gruplarla arka arkaya yaptığı toplantılar ve görüşmeler bunu yansıtırken Hafter'in söylemleri, değişim için önemli bir siyasi aktör olarak halk hareketlerine başvurma eğilimini gösteriyor.

dfgtyh
UBH, ‘Başkanlıklar Yüksek Konseyi’nin kurulduğunu duyurdu (UBH resmi Facebook hesabı)

Hammad'ın Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, DYK Başkanı Muhammed Tekale ve UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe’den oluşan Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin koordinasyon organı olarak kurulduğunun açıklanmasından hemen sonra ‘özerklik’ konusunda açıklamada bulunduğuna dikkati çeken Grada, konseyin duyurulduğu toplantıya davet edilen Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih'in ise toplantıya katılmadığını belirtti. Bu tepkiler, Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin kurulması, ülkenin doğu bölgesindeki yetkililer tarafından memnuniyetsizlikle karşılandığına işaret etti.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere  göre Grada, Berka bölgesinin tamamını ve Fizan'ın bir kısmını kapsayan ve Libya'nın batısında bağlantıları olan Libya'nın doğusundaki paralel hükümetin Başbakanı Usame Hammad tarafından ‘özerklik’ tehdidinde bulunulmasının, mevcut duruma bir yaklaşım olduğunu belirtti. Bu yaklaşıma göre Libya devleti içinde, Çin-Hong Kong durumunda olduğu gibi iki sistemli tek bir devletin ya da Rusya Federasyonu'nda olduğu gibi çeşitli federal sistemlerin kurulması yahut İtalya Cumhuriyeti içinde özel özerk statüye sahip Sicilya veya Danimarka Krallığı içinde genişletilmiş özerkliğe sahip Grönland gibi bir sistemin kurulması ya da Birleşik Krallık ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) olduğu gibi bir model olabilir.

Bölgesel hesaplar

Öte yandan federal bir sistemin benimsenmesi halinde dış politika ve savunma alanlarının ortak kalacağını, kamu maliyesi, iç güvenlik ve yerel yönetim birimleri arasındaki ilişkilerin niteliği konusunda anlaşmalar yapılacağını söyleyen Grada, bunun gerçekte kolay olmadığını, çünkü bölgeler arasındaki sınırlar sorununu gündeme getireceğini vurguladı. Bunun kaynakların dağıtımı sorununu gündeme getireceğini ve devlet başkanının kim olacağı ve yetkilerinin ne olacağı konusundaki ikilemi artıracağını belirten Grada, Libya krizinin yakın tarihini ve bunun birikmiş köklerini, ayrıca Libya'nın güney komşularında, özellikle Sudan ve Mali'de olup bitenleri göz ardı etmemek gerektiği konusunda uyarıda bulunarak, bunların Libya üzerinde kara bir gölge oluşturduğunu belirtti.

Libya’daki herhangi bir bölgenin özerkliği meselesinin, özellikle devletin zayıflığı ve toplumun kırılganlığı göz önüne alındığında, yerel bir mesele olmayacağını, aksine bölgesel ve uluslararası bir mesele olacağını düşünen Grada’ya göre kendi çıkarları için bunu teşvik eden taraflar olabilir. Ancak bazı ülkeler, özellikle Libya'nın komşuları, bunu jeopolitik ve güvenlik tehdidi olarak görmeleri de mümkün. Hammad'ın özerkliğe geçme olasılığı hakkındaki açıklamasına bölgesel veya uluslararası düzeyde herhangi bir tepki veya yorum gelmediğini belirten Grada, bunun ya bu konunun ciddiye alınmadığı ya da ilgili ülkelerin Hammad'ın özerkliğe geçme tehdidini incelediği anlamına geldiğini açıkladı.

En etkili ve beklenen tepkilerden birinin, ister yönetiminden ister Başkan Donald Trump'ın Afrika'dan Sorumlu Kıdemli Danışmanı Massad Fares Boulos'tan olsun, ABD'nin tutumu olduğunu ve beklentilerin her türlü olasılığa açık olduğunu ifade eden Grada, Mısır ve Cezayir'in Libya'ya yakınlıkları ve bölgesel karışıklıklardan mustarip olmaları nedeniyle tutumlarının da önemli olduğunu hatırlatırken, Rusya'nın bu tehdide nasıl tepki vereceğini beklediğini söyledi. Grada, bunun yanında Suudi Arabistan, Türkiye, Tunus, BAE, Katar, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi Libya krizinde etkili veya ilgili olan ülkelerin yanı sıra, yukarıda sayılan tüm ülkeler, kendilerini etkileyen ve Libya coğrafyasının ötesine geçen jeopolitik, güvenlik ve çıkar hesaplarına ve yönelimlere sahip.

Karşı tepki

Diğer yandan siyasi analist Hazım er-Rayis, ülkenin doğusundaki paralel hükümetin özerklik tehdidinin, batı Libya'daki egemenlik pozisyonlarını koordine etmek için oluşturulan Başkanlıklar Yüksek Konseyi’nin Trablus’ta kurulmasına doğrudan bir tepki olarak ortaya çıktığına inanıyor. Rayis’e göre bu gelişme, şu anda Trablus'taki pozisyonun birliğini zayıflatmak ve iç parçalanmaya neden olmak isteyen Hafter’i endişelendirdi.

Temsilciler Meclisi’nin atadığı hükümet başkanı Usame Hammad'ın kendi inisiyatifiyle özerkliği gündeme getirmediğini, aksine yaptığı açıklamanın Hafter'in kampının politikasını yansıttığını, bu kampın Libyalı aşiretleri kendi şemsiyesi ve koruması altında bir halk hareketi başlatmak için harekete geçirdiğini vurgulayan Rayis, “Dolayısıyla Hammad hükümetinin Libya halkına açıkça ‘ya tüm ülkeyi yönetmemizi ve kalkınma projelerimizin tüm bölgelere ulaşmasını sağlayan bir girişimin etrafında birleşin ya da özerkliğe gideceğiz ve ülkenin geri kalanından idari olarak ayrılacağız’ mesajını verdi. Bu tutum, ABD’nin bütçe ve ardından yürütme birliği için baskı yapma girişimleri çerçevesinde şu anda doğu ve batı arasında tırmanan kutuplaşmayı yansıtıyor. Bu durum, her iki tarafın da yaklaşan müzakerelerde daha fazla manevra alanı sağlayacak yeni bir avantaj elde etmeye çalıştığı orduya da uzanıyor” ifadelerini kullandı.

Libya gibi geniş coğrafyaya sahip bir ülkede ademi merkeziyetçiliğin hayati bir gereklilik olduğunu, ancak bu yaklaşımın benimsenmesinin herhangi bir siyasi veya askeri parti tarafından tek taraflı olarak alınabilecek bir karar olamayacağını, özerklik veya federal sistemin de tek taraflı olarak önerilemeyeceğini belirten Rayis, “Bu seçenekler, anayasa taslağı üzerinde oy kullanma ve açık ve meşru anayasal mekanizmalar aracılığıyla devletin yapısına karar verme yetkisine sahip olan Libya halkının münhasır hakkı” diye ekledi.


Sisi: Filistin trajedisi, uluslararası sorumluluk gerektiriyor

Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
TT

Sisi: Filistin trajedisi, uluslararası sorumluluk gerektiriyor

Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Filistin halkının acılarının sadece Gazze'de yaşananlarla sınırlı olmadığını, dünyanın orada tanık olduğu vahşete rağmen Batı Şeria ve Kudüs'e de uzandığını söyledi.

Sisi, Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü dolayısıyla Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a (Ebu Mazen) gönderdiği mektupta, Batı Şeria ve Kudüs'teki Filistinlilerin her gün hareket kısıtlaması, topraklara el konulması ve yerleşimcilerin silahsız sivillere yönelik saldırıları gibi sistematik uygulamalara maruz kaldığını belirterek, bu ve diğer ihlallerin, zor koşullara rağmen Filistinlilerin yaşamlarını sürdürmelerini engellemediğini kaydetti.

Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamaya göre Sisi, "Yetmiş yılı aşkın süredir devam eden bu insani trajedi, uluslararası topluma Filistin halkına her türlü imkânı kullanarak destek olma yönünde insani ve ahlaki bir görev yüklemektedir" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, Sisi'nin uluslararası toplumu "Gazze'de savaşın yok ettiği yerleri yeniden inşa etme ve Filistin halkına insan onurunu geri kazandırma konusunda sorumluluğunu üstlenmeye, erken iyileştirme ve yeniden yapılanma çabalarına katkıda bulunmaya" çağırdığını belirterek, "Filistin Yönetimi'ni desteklemenin, Filistin halkına karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmesi ve onlara hak ettikleri saygı ve takdirle kamu hizmetleri sunabilmesi için temel hedef olmaya devam ettiğini" vurguladı.

Mısır Cumhurbaşkanı, mesajının sonunda "Kahraman Filistin halkına saygı ve hayranlıkla övgüler yağdırdı ve Mısır'ın Filistin halkının davasını içtenlikle desteklediğini, desteklemeye devam edeceğini ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma yönündeki meşru hayalleri gerçekleşene kadar her platformda ve her düzeyde Filistin halkının yanında olacağını" vurguladı.


Hamas, arabulucuların İsrail'e baskı yapma konusunda yetersiz kaldığını düşünüyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)
TT

Hamas, arabulucuların İsrail'e baskı yapma konusunda yetersiz kaldığını düşünüyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda langırt oynayan Filistinli çocuklar, 29 Kasım 2025 (AFP)

Gazze Şeridi’nde 10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkese rağmen İsrail’in ihlallerini artırdığı bir dönemde, müzakere sürecine katılan Hamas ve diğer Filistinli gruplardan kaynaklar, arabulucuların İsrail’i anlaşma hükümlerine uymaya zorlayamadığı yönünde Hamas yönetiminde giderek güçlenen bir kanaat bulunduğunu aktardı.

Sürece dair birçok ayrıntıya ve aralıksız yürütülen temasların perde arkasına hâkim olan kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, İsrail’in kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini ve arabulucular da dahil olmak üzere tüm taraflara, üzerinde baskı kurulamayacak bir konumda olduğunu göstermek istediğini belirtti. Kaynaklara göre İsrail, bu yaklaşım doğrultusunda zaman zaman tansiyonu yükseltiyor ve ateşkesi günlük olarak yoğun biçimde ihlal ederek gerçek bir caydırıcılık olmadığını ortaya koyuyor.

sdfrgt
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda ailesine götürdüğü su dolu bir bidonu taşıyan arabayı iten Filistinli çocuk, 29 Kasım 2025 (AFP)

Kaynaklar, Filistinli grupların İsrail’in artan ihlalleri karşısında sabrının tükenmeye başladığı konusunda kendi aralarında hemfikir olduğunu ancak buna rağmen siyasi ve askeri tüm kademelerde, hatta muhtemelen tabanda dahi, bu ihlallere askeri yolla karşılık vermenin şu aşamada mümkün olmadığı yönünde ortak bir değerlendirme bulunduğunu aktarıyor. Buna göre tek çıkış yolu, arabulucular ve diğer aktörler üzerinden daha etkili adımlar atılmasını içeren gerçek ve kapsamlı bir diplomatik çözüm olarak görülüyor.

Kaynaklara yöneltilen, özellikle Hamas’ın Gazze’den İsrail’e yönelik saldırılar düzenlemekten çekindiği ya da buna güç yetiremediği iddialarına ilişkin soruya karşılık, hareket içinde genel kanaatin, Gazze Şeridi’nin yeniden savaşa sürüklenmesini önlemenin öncelik olduğu yönünde olduğu ifade ediliyor. Buna göre, İsrail’in zaman zaman gerçekleştirdiği saldırılar ile günlük ihlallerin belli ölçüde tolere edilmesinin, çatışmaların yeniden başlamasını engellemek açısından zorunlu olduğu belirtiliyor. Ancak bu durumun, teslimiyet anlamına gelmediği ve Gazze Şeridi’nin İsrail’in dilediği zaman saldırı gerçekleştirebileceği açık bir savaş alanına dönüşmesine izin verilmeyeceği vurgulanıyor.

Kaynaklar ayrıca, İsrail’in Gazze’deki eylemleriyle direniş gruplarını provoke ederek onları savaşı yeniden başlatacak bir karşılık vermeye zorlamayı hedeflediğini dile getiriyor. Bu senaryonun, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetine siyasi olarak ayakta kalma imkânı sağlayacağı ve aşırı uçtaki hedeflerini ilerletmesine zemin oluşturacağı değerlendirmesi yapılıyor. Aynı kaynaklara göre, ABD’nin baskısının zaman zaman etkili, zaman zaman ise gevşek olması, Netanyahu hükümetine bu süreçte manevra alanı tanıyor; iki taraf arasında bu çerçevede bir eşgüdüm bulunduğu düşünülüyor.

gthy
Gazze şehrinde İsrail bombardımanı sonucu yıkılan binaların kalıntıları yakınındaki bir açık hava sinemasında film izleyen Filistinli çocuklar, 28 Kasım 2025 (EPA)

Kaynaklar, Filistinli grupların kendi içinde bazı kesimlerin arabulucuları, İsrail’e gerçek anlamda baskı kuramamakla veya onu etkileyememekle suçladığını da gizlemiyor. Zaman zaman aynı eleştirilerin ABD’ye de yöneltildiği belirtiliyor. Bununla birlikte kaynaklar, arabulucuların bazı dönemlerde ABD Başkanı Donald Trump yönetimi üzerindeki etkilerini kullanarak İsrail’i belli maddeleri uygulamaya zorlamayı başardığını hatırlatıyor.

Kaynaklar, ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin birçok maddenin İsrail tarafından yerine getirilmediğini belirtti. Bu maddeler arasında acil insani yardım malzemelerinin bölgeye sokulması ve insani koşulların iyileştirilmesi gibi başlıklar bulunuyor. Ancak sahadaki koşulların hâlâ büyük ölçüde değişmediği, yaşanan sınırlı iyileşmenin ise halkın karşı karşıya olduğu zorlukları hafifletmeye yetmediği ifade ediliyor.

İkinci aşamaya geçiş

Kaynaklara göre Hamas liderliği, arabuluculara ikinci aşamaya geçilmesine karşı olmadığını iletti. Ancak hareket, esas sorunun İsrail’in direniş silahlarının geleceği, Gazze Şeridi’nde kimin yönetimi üstleneceği ve yeniden imarın belirli siyasi koşullara bağlanması gibi kritik başlıklarda dayattığı şartlardan kaynaklandığını belirtiyor. Hamas’ın, Gazze Şeridi’nin geleceği ve direnişin silahları gibi acil ve önemli konularda ulusal bir mutabakat sağlanması için El Fetih, Filistin Yönetimi ve diğer tüm grupların katılacağı geniş kapsamlı bir ulusal toplantı yapılmasını istediği aktarılıyor. Bu toplantının Kahire’de düzenlenmesinin yeniden gündeme geldiği, ancak El Fetih’in haftalar önce ilk toplantıya katılmayı reddetmesi nedeniyle bu kez katılıp katılmayacağının henüz netleşmediği ifade ediliyor.

İsrail ise Gazze’de tutulan iki cesedin teslim edilmesi gerçekleşmeden ikinci aşamaya geçilmesine karşı çıkmayı sürdürüyor. Öte yandan Filistinli kaynaklar, son günlerde Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamalarda, söz konusu cesetleri bulmanın zorlaştığını belirtti. Bu zorluğun, İsrail’in onları elinde tutan sorumluları öldürmesi ve cesetlerin bulunduğu bölgeleri yoğun bombardıman, kazı ve yıkım operasyonlarıyla tahrip etmesinden kaynaklandığı ifade edildi.

dcfrg
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda yerinden edilmiş kişilerin çadırlarının yakınında bulunan bir su birikintisi, 29 Kasım 2025 (AFP)

Kaynaklara göre İsrail, Gazze Şeridi’nin yeniden inşasını da aynı dosyaya bağlıyor ve ABD ile birlikte, özellikle İsrail kontrolündeki bölgelerde -başta Refah’ta- yeniden inşa sürecini başlatmayı planlıyor. Ancak bu yaklaşım, İsrail güvenlik kabinesindeki bazı bakanların itirazına yol açtı. Yediot Aharonot gazetesi, yaklaşık iki hafta önce Başbakan Binyamin Netanyahu’nun bu planı bakanlara sunduğunu ve bunun kabine içinde tartışma yarattığını yazmıştı.

Son günlerde yayımlanan Amerikan ve İsrail basınındaki haberlere göre ABD, İsrail kontrolündeki Refah’ın bazı bölgelerinde enkaz kaldırma çalışmalarına fiilen başlamış durumda. Bu hazırlıkların, bölgede yeniden inşa faaliyetlerinin önünü açmayı amaçladığı belirtiliyor. Netanyahu hükümeti ise bu iddiaları ne doğruladı ne de yalanladı. Hamas ve diğer Filistinli gruplar da konuya ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.

Hamas ve Filistinli gruplardan kaynaklar, yeniden inşa dosyasının arabulucularla sürekli olarak ele alındığını, tek taraflı atılacak adımların hiçbir anlam taşımadığını vurguluyor. Kaynaklar, yeniden imar sürecinin Gazze Şeridi’nin tamamını kapsaması gerektiğini, halkın acil insani ihtiyaçlarının siyasi koşullara bağlanmasının ise açık bir baskı ve dayatma yöntemi olduğunu belirtiyor. Bu değerlendirmeler, söz konusu gruplar tarafından Şarku’l Avsat’a aktarıldı.

İnsani açıdan

Tüm bu gelişmeler, Gazze Şeridi’ndeki İsrail kaynaklı gerilim ve ihlallerin sürdüğü bir dönemde yaşanıyor. Dün Han Yunus’un doğusundaki Beni Suheyla beldesinde, ateşkes anlaşması uyarınca belirlenen İsrail çekilme hattını gösteren sarı hatta yaklaşan Ebu Asi ailesinden iki kardeş çocuk, İsrail ateşi sonucu hayatını kaybetti.

yju
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda bir çöp yığınını karıştıran Filistinliler, 29 Kasım 2025 (AFP)

İki çocuk, engelli babaları ve hasta anneleri için odun toplamaya çalıştıkları sırada, bir İsrail insansız hava aracı (İHA) tarafından hedef alınarak hayatını kaybetti.

Ateşkesin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana en az 355 Filistinli İsrail ihlalleri nedeniyle yaşamını yitirdi, yüzlercesi de yaralandı.

İsrail savaş uçakları dün, Refah ve Han Yunus’ta bir dizi hava saldırısı düzenledi. Saldırıların, Refah’ın doğusundaki tünellerde Hamas mensuplarını hedef alma ve Han Yunus’taki bazı altyapıları imha etme amacı taşıdığı belirtildi. Aynı zamanda sarı hattın her iki tarafında, Gazze kentinin doğusunda ve kuzey bölgelerinde geniş çaplı patlatma operasyonları yürütüldü. Bu operasyonlara topçu atışları, zırhlı araç ve İHA’lardan açılan ateş ile sahil kesiminin çeşitli noktalarına savaş gemilerinden yapılan bombardıman eşlik etti.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım, cuma gecesinden cumartesi sabahına kadar İsrail ordusunun kara, deniz ve hava saldırılarını yoğunlaştırdığını söyledi. Kasım, ordunun iki çocuğu kasten öldürdüğünü öne sürerek bunun ‘soykırım savaşının devam ettiğinin ve ateşkesin fiilen durmadığının, sadece hız değiştirdiğinin’ göstergesi olduğunu ifade etti.

İnsani durum açısından bakıldığında, Filistin Sivil Toplum Ağı, Gazze Şeridi’ne insani yardım girişinde kayda değer bir iyileşme görülmediğini, yardım akışının hâlâ ihtiyaç duyulan minimum seviyenin altında kaldığını açıkladı. Bölgeye giren kamyonların çoğunun ticari nitelikte olduğu, yardım amaçlı getirilen malzemelerin ise çok sınırlı miktarda ulaştığı belirtildi.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ise kötüleşen beslenme koşullarının kış mevsiminin başlamasıyla birlikte Gazze Şeridi’ndeki çocukların hayatını ciddi biçimde tehdit ettiğini bildirdi. UNICEF, kış aylarının hastalıkların yayılmasını hızlandırarak özellikle en savunmasız durumdaki çocuklar için ölüm riskini artırdığını vurguladı.

UNICEF, ekim ayında yapılan beslenme taramalarında, Gazze Şeridi’nde 5 yaş altı yaklaşık 9 bin 300 çocuğun ağır akut yetersiz beslenme yaşadığının tespit edildiğini açıkladı ve tüm taraflara, insani yardımın tüm mümkün güzergâhlardan geçişini sağlayacak şekilde Gazze sınır kapılarını açma çağrısında bulundu.