Ebu Ammar'dan Sinvar'a silahlı mücadelenin trajedisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Ebu Ammar'dan Sinvar'a silahlı mücadelenin trajedisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Macid Kayali

Yaşananlar trajik bir davanın trajik sonu gibi görünüyor ama Filistin halkının gerçek ya da efsanevi mücadelesinin öyküsünün sonu değil. Bu mücadele, İsrail, doğası gereği sömürgeci, yerleşimci, ırkçı ve saldırgan bir devlet olarak kaldığı, tarihi Filistin topraklarının tamamında Filistin halkının varlığını hedef almaya devam ettiği sürece, farklı biçimlerde devam edecektir. 
Ancak İsrail'in Gazze'yi silme girişimiyle bugün bazı bölümlerine tanık olduğumuz bu son, Filistin ulusal hareketi tarihinde geçtiğimiz 60 yıl boyunca içeride ve dışarıda tüm biçim ve düzeyleri ile silahlı mücadeleyi merkeze alan bir aşamanın, bir sayfanın kapanmasının ifadesi gibi gönüyor.
Dışarıdaki silahlı mücadele, Lübnan döneminde (1970-1982) tüm komplikasyonları ve müdahaleleriyle askeri düzeyde en yüksek noktasına ulaşmıştı. Lübnan’daki askeri mücadele İsrail’in bu ülkeyi işgali ile sonuçlandı ve onunla birlikte yurtdışındaki silahlı mücadele de sona erdi. Daha sonra militarize edilen ve canlı bomba (şehitlik) eylemleri modelinin hakim olduğu İkinci İntifada sırasında (2000-2004) bu kez içeride yükseldi. Ancak bu da İsrail'in Batı Şeria üzerindeki kontrolünü sıkılaştırması ve Filistinliler arasındaki bölünme nedeniyle başarısız oldu. Bu iki deneyimin ardından, Filistin askeri gücünün Hamas ile zirveye ulaştığına tanık olduk. Hamas önce füze savaşını benimseyerek Gazze'yi askeri üs haline getirdi, ardından da 2023 sonunda Aksa Tufanı’nı gerçekleştirdi. İsrail ordusuna karşı bir ordu gibi mücadele etti ve bu da bir yılı aşkın süredir acımasız bir soykırım savaşına maruz kalan ve kalmaya devam eden özellikle Gazze'deki Filistinliler için yeni bir Nekbe’ye yol açtı.
Yani trajik ve korkunç bir sonla karşı karşıyayız, ama yalnızca belirli iki mücadele ve siyaset biçimi için. Bu iki biçim, Haziran 1967’deki yenilgiye bir yanıt olarak, altmışlı yılların ortalarındaki Arap ve uluslararası koşullar altında ortaya çıkan yurtdışındaki Filistin ulusal hareketinin gücü sayesinde hakim oldu. O dönemde Filistin silahlı mücadelesi, Soğuk Savaş çatışmaları bağlamında, Arap rejimler için yenilgilerini örtbas etmek için bir ihtiyaç gibi göründü. Ayrıca Filistin silahlı mücadelesinin zor koşullar altında, zayıf imkanlarla yetim doğduğunu, dışa bağımlı olduğunu, bölgesel olarak kullanıldığını da belirtelim. Yani bu, rejimlerin “bilinçli katılımı” ve “Filistin'in Arap dünyası için merkezi bir dava olduğu” (daha sonra İslam dünyası da eklendi!) yanılsamasıyla girişilen bir maceraydı.
Sonuç olarak, Filistin silahlı mücadelesi, örneğin iki süper güç olan Sovyetler Birliği ve Çin ile Kuzey Vietnam devletine dayanan Vietnam devriminin olanaklarına sahip olmadı. Keza uygun dış koşullarla birlikte Arap ve uluslararası desteğe sahip olan Cezayir devrimi gibi bir destek de bulamadı.

Kolektif ve bireysel, siyasi ve sivil meşru hakları için, hiçbir devlete bağımlı olmaksızın, bir halk olarak kendi güç ve kapasitelerine dayanarak ulusal mücadelelerini sürdürmek Filistinlileri ilgilendirir.

Buna göre, bütün fedakarlıklara ve kahramanlıklara saygı duyup takdir etsek de, Filistin ulusal hareketinin, imkânları ve koşullarıyla, çevresinden üstün ve güçlü olan, güvenliği, istikrarı ve üstünlüğü başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin garantisinde olan İsrail'i yeneceğini veya ona karşı durabileceğini hayal etmek ya da zannetmek haksızlıktır.
Dolayısıyla, İsrail'in yerleşimci ve baskıcı politikalarına tepki olarak bireylerin şurada burada eylemler düzenlemesine engel olmasa da, şu anda Filistin silahlı mücadelesinin örgütsel biçiminin sonuna tanıklık ediyor olabiliriz. Ancak bu sayfanın sona erdiğini ya da kapandığını söylemek, nehirden denize kadarki topraklarda tek bir demokratik devlet veya Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kurulacak bir Filistin devleti ya da iki uluslu bir devlet çatısı altında Filistin halkının ulusal haklarını barışçıl yollarla veya gösteriler, müzakereler ve çağrılar yoluyla geri kazanacağı zannına kapılabileceğimiz anlamına gelmiyor. Zira gerçek şu ki, bir askeri/Sparta devleti şeklinde ve ırkçı, sömürgeci ve yerleşimci bir devlet olarak tasarlanan İsrail, Filistin halkına taviz vermeyecektir.
Yukarıda zikredilenlere en anlamlı delil, 30 yıl önce imzalanan Oslo Anlaşması deneyimi olabilir. Filistin halkının lideri tarihi Filistin'in yüzde 22'si üzerinde de olsa bir devlet kurulmasını kabul etti ancak İsrail, doğasıyla çeliştiği için anlaşmaya uymadı. Bunlar Ehud Barak, Binyamin Netanyahu ve Ehud Olmert döneminde yaşandı. Bugün de İsrail'deki çeşitli siyasi muhalefet partilerinin, Netanyahu, Bezalel Smotrich ve Itamar Ben Gvir üçlüsü liderliğindeki İsrail hükümetinin Filistin ve Lübnan'da başlattığı imha savaşının arkasında saf tuttuğuna tanık oluyoruz. Yine bu İsrail, vatandaşları varsayılan 1948 Filistinlilerine karşı kendisini Yahudiler için bir ulus-devlet olarak görmekte ısrar ediyor, bu da 1948 Filistinlilerini yalnızca İsrail topraklarında yaşayan yabancılar veya daha düşük dereceli vatandaşlar olarak gördüğü anlamına geliyor.
Bu, altmış yıllık derslere dayanarak kolektif ve bireysel, siyasi ve sivil meşru hakları için kendi ulusal mücadelelerini sürdürmenin Filistinlileri ilgilendirdiğini gösteriyor. Bunun için hiçbir devlete bağımlı olmaksızın, halk olarak kendi imkanlarına güvenmeliler. Halk, toprak ve milli dava arasındaki uyumu yeniden tesis ederek, onları silahlı çatışmaya çekerek İsrail'in tuzağına düşmelerini engelleyecek en uygun, sürdürülebilir ve en etkili mücadele biçimini seçmeliler. Zira silahlı çatışmalarda İsrail üstün olandır ve bu da ona istediği gibi Filistin halkına baskı yapma, onların kararlılıklarını ve topraklarındaki varlığını sarsma olanağı tanıyabilir.

Bu felaketin ardından Filistin deneyimini, başarıları ve başarısızlıklarıyla eleştirel, derin, cesur ve sorumlu bir şekilde gözden geçirmek ve kendisinden iyi dersler çıkarmak gerekiyor.

Burada unutulmaması gereken husus, Filistinlilerin silahlı mücadelenin dışında, 1948 Filistinlilerinin kendi topraklarında kalmalarını garanti altına alan, sömürgeci ve ırkçı İsrail'e karşı mücadeledeki rollerini en üst düzeye çıkarırken, oradaki konumlarını güçlendiren bir yolun temsil ettiği başka mücadele deneyimlerinin de olduğudur. Bir diğer deneyim, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde işgal altındaki topraklarda (1967) Filistinlilerin Filistin Otoritesi kurulmadan önce izlediği halk intifadası (ayaklanması) yoludur. Bu, örneğin Filistin halkının gücünü ve dayanma kapasitesini en iyi şekilde temsil eden Birinci İntifada’da (1987-1993) şahit olduğumuz gibi, İsrail'in Filistinlilere karşı askeri gücünü en üst düzeyde kullanmasına engel olmuştu. Birinci İntifada İsrail’e karşı mücadelede, içindeki çelişkileri körüklemede ve İsrail içinde kendisinden siyasi olarak faydalanmada en yararlı mücadele biçimiydi.
Özetle, yurtdışındaki Filistinli silahlı mücadele dönemi, Yaser Arafat ve Fetih'teki arkadaşları için bir macerayı temsil ediyordu. İkinci iç intifada aşaması Fetih ve Hamas liderliğinin ortak macerasıydı. Aksa Tufanı macerasıysa, Yahya Sinvar ve Kassam Tugayları’ndaki yoldaşları için bir maceraydı. Bu maceraların sorunu, zayıf imkanlara rağmen yüksek özgüvene, Arap ve uluslararası verileri anlamada eksikliğe, düşmanın siyasi, ekonomik, askeri ve teknolojik gücünü ve dünyadaki egemen güçlerle farklı ilişkisini küçümsemeye dayanıyordu.
Şimdi bu felaketin ardından, söylemlerin, yapıların, eylem biçimlerinin, siyaset ve mücadele seçeneklerinin, geçmiş sayfayı çevirme esasına dayanması kaydıyla, Filistin deneyimini, başarıları ve başarısızlıklarıyla eleştirel, derin, cesur ve sorumlu bir şekilde gözden geçirmek ve kendisinden iyi dersler çıkarmak gerekiyor. Zira acıları ve fedakarlıklarıyla bu deneyimin, kibrin, maceraların, gerçekliğin inkarının ve sloganların üstün tutulmasının bedelini ağır bir şekilde ödeyen Filistin halkının, liderlerinden ve örgütlerinden ya da geride kalanlardan bunu beklemeye hakkı var.
Bu gözden geçirme, her şeyden önce Filistinlilerin kendi topraklarında kalma direnişlerinin güçlendirilmesine dayalı ulusal mutabakatların oluşturulmasını ve çeşitli biçimleri ile ulusal kurumlarının geliştirilmesini gerektiriyor. Çünkü herhangi bir siyasi tercih veya direniş seçeneği, önemi ne olursa olsun, bu temele sahip olmadığı takdirde başarıya ulaşamaz, boşa gider ve felaketle sonuçlanabilir. Bu, son 60 yılda başarısız olan deneyimlerin yaşadığı en yaygın şeydir ve tekrarlanmaması, aksine durdurulması gerekir.
Ebu Ammar gitti, Yahya Sinvar gitti ama Filistin halkı topraklarında kalacak ve mücadelesine devam edecek.

Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Şarku'l Avsat’a konuşan kaynaklar: Hamas, Sinvar'ın halefinin kimliğini gizlemek için harekete geçti... Sinvar'ın yerine geçebilecek 5 muhtemel aday var

TT

Şarku'l Avsat’a konuşan kaynaklar: Hamas, Sinvar'ın halefinin kimliğini gizlemek için harekete geçti... Sinvar'ın yerine geçebilecek 5 muhtemel aday var

Yahya Sinvar’ın 21 Ekim 2011 tarihinde Gazze Şeridi'nde çekilen bir fotoğrafı (AP)
Yahya Sinvar’ın 21 Ekim 2011 tarihinde Gazze Şeridi'nde çekilen bir fotoğrafı (AP)
İsmail Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesinin üzerinden üç ay geçmeden İsrail'in Gazze Şeridi'nde Yahya Sinvar'ı öldürmesinin ardından Hamas yeni siyasi büro başkanının kimliğini gizlemek için harekete geçti.
Şarku’l Avsat'a konuşan Hamas kaynakları hareket içinde bu konuda tartışmalar olduğunu söyledi. Kaynaklar ayrıca, “Hareketin liderliği, siyasi bürosunun yeni başkanının kim olacağı konusunda istisnai bir karar verme eğiliminde. Hamas’ın karşı karşıya olduğu güvenlik sorunları nedeniyle bu ismi gizli tutması muhtemel” ifadelerini kullandı.
Kaynaklar, hareketin liderliği içinde, hem hareketin içinde hem de dışında bu konuda neredeyse oybirliği olduğunu açıkladılar.
Bu hamlenin amacının yeni yetkiliye çalışmak için daha fazla alan sağlamak ve hareketin liderlerinin çoğuna suikast düzenlemeye çalışan İsrail'in işini zorlaştırmak olduğunu vurguladılar.
Bu hamle aynı zamanda ‘çalışmaların daha sorunsuz bir şekilde yürütülmesine, hareket içindeki genel düzen ve uyumun korunmasına ve hiyerarşinin muhafaza edilmesine olanak tanıyor.’
 
Jxjdj
Yahya Sinvar’ın 21 Ekim 2011 tarihinde Gazze Şeridi'nde çekilen bir fotoğrafı (AP)

Hamas, Gazze Şeridi'nde ateşkes ve esir değişimi müzakerelerinin yeniden başlaması halinde kararları kimin alacağı konusunda İsrail'in kafasını karıştırmak istiyor.

Sinvar'ın resmi ölüm ilanının duyurulduğu cuma gününden bu yana Hamas liderliği yerine geçecek kişinin kim olacağını ve kimliğinin kamuoyuna açıklanıp açıklanmayacağını tartışıyor.
Sinvar'ın yaklaşık üç ay önce Hamas'ın liderliğine seçilmesinde birkaç neden vardı. Sinvar yaklaşık üç ay önce İsrail'e meydan okuyan bir mesaj vermek ve Hamas'ın Aksa Tufanı Operasyonu’na bağlılığını göstermek için atanmıştı. Sinvar'ın seçilmesi aynı zamanda, İsrail'in tehditleri, arabulucuların siyasi baskısı ve ev sahibi ülkelerin Hamas liderlerini sınır dışı etme çağrılarıyla karşı karşıya olan örgütün dış liderliği üzerindeki baskıyı azaltmayı amaçlıyordu.
 
Muhtemel adaylar...
‘Gölge adam’ Derviş
Sinvar'ın yerine geçecek birkaç potansiyel aday var. Ancak Heniyye'nin 31 Temmuz'da Tahran'da öldürülmesinin ardından siyasi büro başkanlığı için kimse Sinvar'la yarışmadı.
Şu anda tüm gözler Muhammed Derviş'in (Ebu Ömer Hasan) üzerinde. Derviş, Hamas'ın Şura Konseyi Başkanı olarak görev yapıyor. Bilinmeyen bir figür olarak kabul edilen Derviş, Heniyye'nin suikastından sonra ön plana çıktı. Bazıları şansının çok yüksek olduğuna inanıyor. Son zamanlarda birçok resmi toplantıda hareketin tarihi liderlerinin önünde yer aldı.
Bir Hamas kaynağı, ‘gölge adam’ olarak görülen Derviş'in hareket içinde üst düzey bir yetkili olarak görünmeye başladığını söyledi. Derviş, son zamanlarda gelen ziyaretçileri Hamas adına kabul ediyor.
Derviş hayatını yurtdışında geçirdi. İç tüzüğünde değişiklik yapmadan önce Hamas'ın da içinden çıktığı Müslüman Kardeşler ile yakından bağlantılıydı. Daha sonra Hamas, Müslüman Kardeşler ile bağlarını kopardı.
 
Xkkxkk
Halil el-Hayye Hamas'a liderlik edecek adaylardan biri (AP)

Sinvar'ın yardımcısı Halil el-Hayye

Derviş'in yanı sıra Halil el-Hayye'nin ismi de öne çıkıyor. El-Hayye resmi olarak Sinvar'ın yardımcısı görevini yürütüyordu. Sinvar'ın şehadetinin ardından el-Hayye hareketin sembolü haline geldi.
El-Hayye, Gazze Şeridi'nde uzun süredir siyasi bir yetkili konumunda. Gazze Şeridi’nin yönetiminde Sinvar'ın yardımcısı ve ona yakın bir isimdi. Ardından Hamas'ın Gazze'deki yetkilisi oldu. Şimdi savaşı durdurmak ve takas anlaşmasını tamamlamak için müzakere ekibine liderlik ediyor. El-Hayye hareket adına birden fazla önemli olayda boy gösterdi. 7 Ekim saldırısının yıldönümünde yaptığı ve Sinvar'ın yasını tuttuğu, kendisinin Aksa Tufanı’nın lideri olduğunu söylediği son konuşması da bu önemli olaylar arasında. El-Hayye o konuşmada şu hususların altını çizdi: “Direniş, halkımızın kapsamlı kurtuluş özlemleri gerçekleşene kadar kurucu liderlerin ve şehitlerin ahdiyle devam edecek. Başkenti Kudüs olan tüm Filistin toprakları üzerinde bir Filistin devletinin kuruluşu gerçekleşene kadar direniş sürecek.”
El-Hayye ayrıca şu ifadeleri kullandı: “Direnişin elindeki esirler, Gazze Şeridi'ne yönelik saldırganlık durdurulmadıkça geri dönmeyecek. İşgalciler Gazze Şeridi'nden çekilmeden esirler iade edilmeyecek. Kahraman tutsaklarımız işgalcilerin hapishanelerinden serbest bırakılmadıkça esirler geri dönmeyecek.”
Hamas'ın siyasi şahinlerinden biri olarak kabul edilen el-Hayye, İran'la ittifakın önemi konusunda Sinvar'la hemfikirdi.
 
Dkkdkd
 Hamas lideri Halid Meşal Doha'da yaptığı bir konuşma sırasında (Arşiv - Reuters)

Halid Meşal... Müslüman Kardeşler'e İran'dan daha yakın

El-Hayye ve Derviş'in yanı sıra Halid Meşal, Musa Ebu Merzuk ve Muhammed Nazzal da harekete liderlik etmek için öne sürülen isimler arasında yer alıyor.
Meşal yaklaşık 21 yıl boyunca Hamas Siyasi Büro Başkanlığı görevini yürüttü ve halen Hamas'ın yurtdışı sorumlusu olarak görev yapıyor. Heniyye'nin öldürülmesinden sonra sağlık koşulları ve mevcut durumun doğasıyla ilgili diğer nedenlerden dolayı Heniyye'nin görevini devralmadığı düşünülüyor. Meşal'in Sinvar'dan sonra hareketin liderliğini üstlenme konusundaki mevcut pozisyonu bilinmiyor.
Meşal siyasi olarak tanınan bir isim ve Müslüman Kardeşler'e İran'dan daha yakın duruyor.
 
Hamas'ın şahinlerinden Muhammed Nazzal
Son seçimlerde ortaya çıkan Muhammed Nazzal'ın gücü de göz ardı edilemez.
Batı Şerialı olan Nazzal, Ürdün'ün başkenti Amman'da doğup büyüdükten sonra Kuveyt'te eğitim gördü. Hamas'a kuruluşunun ilk yıllarında katılan Nazzal, 1996'da Siyasi Büro üyeliğine seçildi ve bugüne kadar da bu görevi sürdürdü. Nazzal, Hamas'ın şahinlerinden biri olarak kabul ediliyor.
 
Xjkxkx
Hamas Siyasi Büro Üyesi Musa Ebu Merzuk (Reuters)

Ebu Merzuk... Siyasi Büro'nun ilk başkanı

 
Önerilen isimler arasında 1987'de Hamas'ın kurucularından biri ve siyasi bürosunun ilk başkanı olan Musa Ebu Merzuk da yer alıyor. Halen hareketin yurtdışındaki başkan yardımcısı olan Ebu Merzuk, 1951 yılında Refah'taki bir mülteci kampında doğdu (ailesi Remle bölgesindeki bir köyden göç ettirilmişti).
Her halükârda, Sinvar'dan sonra Hamas liderinin Gazze Şeridi'ndeki herhangi birileri arasından değil, bu kişiler arasından seçilmesi bekleniyor. Gazze'deki siyasi büronun bazı liderleriyle iletişimin kopması da bunu destekliyor.
Hamas'ta boşalan herhangi bir pozisyona halef seçmek için dahili bir sistem bulunuyor.
 
Jxjxjx
Hamas'ın kurucusu Ahmed Yasin (solda) 2002 yılında eski Hamas lideri İsmail Heniyye ile konuşurken (Reuters)

Hamas liderinin kimliğini gizleme taktiği

Hamas, İsrail'in 22 Mart'ta kurucusu Ahmed Yasin'i, 17 Nisan'da da halefi Abdulaziz Rantisi'yi öldürmesinin ardından 2004 yılında liderinin kimliğini gizlemeye başladı.
Hamas, İsrail'in kovuşturmasından kaçınmak için hareketin Filistin'deki liderinin adını uzun süre açıklamadı.
Sinvar'ın 17 Ekim'de öldürülmesi, eski siyasi büro başkanı İsmail Heniyye'nin Tahran'da suikasta kurban gitmesinden sadece üç ay sonra Hamas için büyük bir gerileme oldu.
Sinvar'ın öldürülmesi hareketi, mevcut çatışma ve ateşkes müzakerelerine ilişkin gelecekteki politikasını etkilemesi beklenen geniş istişareler başlatmaya zorladı.
Sinvar'ın vefatı Hamas'ta karar alma mekanizmasını ağırlık merkezi olan Gazze Şeridi'nden dışarıya kaydırdı.
Etkili tarihi liderlerin yokluğunda, gelecekteki kararların daha geniş bir kolektif tartışmaya tabi olması muhtemel.
Burada söz konusu olan Hizbullah'a benzer bir kolektif liderlik değil, kolektif istişarenin daha geniş bir şekilde yerleşmesidir.
Hamas'ın 1987'de kurulmasından bu yana siyasi büroya dört kişi başkanlık etti: 1992'den 1996'ya kadar siyasi büronun ilk başkanı olarak görev yapan Musa Ebu Merzuk, 1996'dan 2017'ye kadar Halid Meşal, 2017'den bu yıl öldürülene kadar Meşal'in yerine geçen İsmail Heniyye ve son olarak Yahya Sinvar. Beşinci başkanın da önümüzdeki günlerde seçilmesi bekleniyor.