Ürdün ve Müslüman Kardeşler: Ortaklıktan yasaklanmaya

Karar bir dönemi tamamen kapatırken geleceği çeşitli senaryolara açıyor

İslami Hareket Cephesi'nin Amman'daki ofisinin önünde bekleyen Ürdün polisi, 23 Nisan 2025 (Reuters)
İslami Hareket Cephesi'nin Amman'daki ofisinin önünde bekleyen Ürdün polisi, 23 Nisan 2025 (Reuters)
TT

Ürdün ve Müslüman Kardeşler: Ortaklıktan yasaklanmaya

İslami Hareket Cephesi'nin Amman'daki ofisinin önünde bekleyen Ürdün polisi, 23 Nisan 2025 (Reuters)
İslami Hareket Cephesi'nin Amman'daki ofisinin önünde bekleyen Ürdün polisi, 23 Nisan 2025 (Reuters)

Malik Athamneh

Ürdün devleti ile Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) arasındaki ilişkinin tarihinde önemli bir adım atan İçişleri Bakanı Mazin el-Feraye, çarşamba günü öğleden sonra Müslüman Kardeşlerin Ürdün'de yasaklanacağını resmen duyurdu.

Bu duyuru bir boşluk anından ziyade Müslüman Kardeşlerin 1945 yılındaki kuruluşundan bugüne kadar geçirdiği uzun bir siyasi ve sosyal dönüşüm sürecinin doruk noktası oldu.

Kuruluş ve anlayış

Ürdün'deki Müslüman Kardeşler 1945 yılında tebliğ ve hayır amaçlı resmi makamlarca izin verilen bir dernek olarak kuruldu. Müslüman Kardeşler, kuruluşundan itibaren özellikle onu ülkede milliyetçi ve solcu dalgaya karşı bir müttefiki olarak gören merhum Kral Hüseyin bin Talal döneminde, devletle dengeli bir ilişkiye sahipti. Bu ilişki 1970'li yıllarda Ürdün devleti ile Filistinli direniş grupları arasındaki iç ayaklanma ve çatışmalarda İhvan'ın devletin yanında yer almasına kadar devam etti.

Eğitim, sendikalar ve hayır işleri

Müslüman Kardeşlerin ülkedeki faaliyetleri eğitim ve hayır işlerine kadar uzanmış, okullar ve dini merkezler kurmuş ve meslek sendikalarında önemli noktaları kontrol etmişti. Tüm bunlar daha sonra siyasi olarak güçlenmesine katkıda bulunan geniş bir toplumsal nüfuz elde etmesini sağladı. Müslüman Kardeşler, bu genişleme sayesinde hayır işlerine dayalı toplumsal temeller inşa edebilmiş, ayrıca bu hareket alanını kendi çıkarları için kolejler, enstitüler, üniversiteler ve bankalar da dahil olmak üzere yatırım kurumları kurmak için kullanmış ve bu sayede mali serveti önemli ölçüde artmıştır.

1990'lı yıllar ve İslami Hareket Cephesi'nin yükselişi

Müslüman Kardeşler, ülkede 1989 yılının nisan ayında yaşanan ayaklanmadan sonra siyasi hayatın tüm kesimlere açılması ve parlamenter hayata geri dönülmesiyle birlikte İslamcıların siyasi sürece dahil edilmesini iç dengeleri ayarlamanın bir aracı olarak gören Kral Hüseyin yönetimindeki devletin üstü kapalı desteğiyle 1992 yılında siyasi kolu İslami Hareket Cephesi'ni (Cebhet'ül Emel'ül-İslami/IAF)kurdu. IAF, geleneksel sol ve sağ partilerin zayıf olduğu bir dönemde seçimleri kazanarak birinci parti oldu.

“Ürdün güvenlik güçleri, bu ayın ortalarında ideolojik ve örgütsel olarak Müslüman Kardeşler ile bağlantılı bir hücre tarafından yönetilen ve son yılların en tehlikelisi olarak tanımlanan bir terör planının engellendiğini duyurdu.

Bozulan anlayışlar

Ancak Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasındaki Oslo Anlaşması sürprizinin bir sonucu olarak 1994 yılında İsrail ile Vadi Araba Anlaşması'nın imzalanmasıyla birlikte Müslüman Kardeşler ile Ürdün devleti arasındaki gerginliğin ilk işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Müslüman Kardeşlerin anlaşmaya açıkça karşı çıkması ve dış ve iç politikada eleştirel tutumlar sergilemesi, yetkilileri iki taraf arasında ilişkiyi yeniden değerlendirmeye itti.  Ardından Müslüman Kardeşlerin aktif rol üstlendiği halk hareketi ‘Arap Baharı’ süreci başladı. Bu da devletle arasındaki güvensizliği artırdı. Bu durum daha sonra İhvan’ın bölünmesine ve 2015 yılında yasal olarak ruhsatlı bir derneğin doğmasına yol açtı.

Hamas ile yolların kesiştiği nokta

Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e düzenlediği saldırının ardından Ürdün'deki Müslüman Kardeşler, Hamas'a kamuoyu desteği vererek kendini yeniden konumlandırmaya başlamış gibi görünüyordu. Ancak Ürdün devleti bunu özellikle de İhvan’ın kamusal söyleminin sokakta yoğunlaşmaya, güvenlik güçleriyle doğrudan çatışmalara ve İslamcı söylemde daha önce emsali görülmemiş aşırılıklara varılmaya başlandığında ülke içindeki bölgesel olayları siyasi olarak istismar etme girişimi olarak gördü.

dsfrgt
Ürdün İçişleri Bakanı Mazin el-Feraye, Müslüman Kardeşlerin faaliyetlerinin yasaklandığını ve yasadışı ilan edildiğini duyurdu, Amman, 23 Nisan 2025 (PETRA)

IFA, 2023 yılında yapılan parlamento seçimlerinde gözlemciler tarafından Ürdün devletinin gerilimleri kontrol altına alma ve İslamcılara fikirlerini sokak yerine parlamento aracılığıyla ifade etmeleri için meşru bir çıkış yolu sağlama politikası çerçevesinde görülen adil ve şeffaf bir seçim atmosferinde siyaset sahnesine katılma şansı yakaladı. Parti, parlamentoda önemli bir siyasi yapı olduğunu gösteren çok sayıda koltuk elde etmeyi başardı.

Ancak bu fırsata rağmen İhvan, halk baskısını sokak üzerinden sürdürmeyi tercih etti. Bu durum devletle olan ilişkilerinin yeniden gerilmesine yol açtı ve Müslüman Kardeşlerin kurumsal siyaset oyununu oynama konusundaki kararlılığına dair akıllarda soru işaretleri yarattı.

Karar anı

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Ürdün güvenlik güçleri, bu ayın ortalarında ideolojik ve örgütsel olarak Müslüman Kardeşler ile bağlantılı bir hücre tarafından yönetilen ve son yılların en tehlikelisi olarak tanımlanan bir terör planının engellendiğini duyurdu. Soruşturmalar, hücrenin 16 üyesinin başkent Amman ve Zerka'daki gizli depolarda saklanan kısa menzilli füzeler ve  İHA’ların yanında TNT ve C4 gibi yüksek etkili patlayıcı malzemeler kullanarak Ürdün içindeki güvenlik bölgelerini hedef alan saldırılar gerçekleştirmeyi planladığını gösterdi.

Müslüman Kardeşler, 2020 tarihli bir Yargıtay kararı çerçevesinde resmen yasaklandı.

Daha sonra hücrenin bazı üyelerinin ülke dışında eğitim aldığının ve bazıları ile Müslüman Kardeşler Şura Konseyi arasında doğrudan bağlantılar bulunduğunun ortaya çıkması, devletin İhvan tehdidinin geleneksel siyasi çerçevenin ötesine geçtiğine dair inancını pekiştirdi.

IAF, her ne kadar bazı şüphelilerin üyeliğini dondurarak partiyle ilişkilerini reddetme girişiminde bulunsa da devlet, yaşananları açık siyasi söylem ile gizli örgütsel söylem arasında tehlikeli bir kopyalamanın kesin kanıtı olarak değerlendirdi. Bu durum, ulusal güvenliği korumaya yönelik kararlı bir adım olarak, güvenlik ifşasından sadece bir hafta sonra yasaklama kararının alınmasını hızlandırdı.

Yasaklama kararı uzun bir sürecin doruk noktasıydı

Müslüman Kardeşler, 2020 tarihli bir Yargıtay kararı çerçevesinde resmen yasaklandı. IAF halen lisanslı bir siyasi parti olsa da, bu karar din ve siyaset arasındaki uzun bir örtüşme sürecinin sonuna işaret ediyor ve devletin parti hayatını yeni yasaya uygun olarak düzenleme eğilimini güçlendiriyor.

fgthyu
Ürdün'ün başkenti Amman'da Gazze'ye destek için toplanan göstericiler Ürdün ve Filistin bayraklarının yanı sıra Müslüman Kardeşler flaması taşırken 27 Ocak 2023 (AFP)

Gazze'deki Hamas'ın Ürdün'ü tutuklanan ve Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne sevk edilen kişileri serbest bırakmaya çağıran açıklamasından sadece bir gün sonra bu güvenlik adımı atıldı ve Müslüman Kardeşler Ürdün’de yasaklandı. Ülkenin siyasi aklına yönelik bir provokasyon ve grup ile kontrolden çıkmış olan Hamas Hareketi arasındaki bağlantının bir başka göstergesiydi. Ülkenin siyasi aklına yönelik bir provokasyon ve Müslüman Kardeşler ile kontrolden çıkmış Hamas Hareketi arasındaki bağlantının bir başka göstergesi olan bu durum, bazı analistlerin İhvan’ın faaliyetlerinin yasaklanması kararını ve bunun uygulanmasını Hamas'ın açıklamasına bağlamasına ve devletin bazı karar alıcı çevrelerce ‘açık’ ve ‘kabul edilemez’ olarak değerlendirdiği bu müdahaleye verdiği dolaylı bir cevap olarak görülmesine neden oldu.

Ürdün devletinin anayasa ve yasalara olan bağlılığı açısından Müslüman Kardeşlerin kökünü kazımak kolay bir karar değil. Zira gelecek senaryolarının çizilmesi sürecinin siyasi ve hukuki açıdan dikkatle değerlendirilmesini gerekiyor.

Analistlere göre geleceğe dair senaryolar tamamen siyasi ve güvenlik yaklaşımlarına dayanıyor. IFA lisanslı bir parti, ancak siyasi olarak yasaklı bir grubun uzantısı. Partinin lisansı iptal edilirse, parlamentodaki varlığının anayasaya uygunluğu konusu tartışmaya açılır ve bazılarının parlamentonun feshedilmesini içerdiğine inandığı çözümler aranır. Bu durum anayasal olarak parlamentonun feshedildiği hükümetin görevden ayrılmasıyla dört ay içinde seçimlere gidilmesi anlamına gelir. Son anayasa değişikliklerine göre ayrılan hükümetin başkanı yeni bir hükümet kurmakla görevlendirilemez. Bu da karar alıcıların hükümeti ve yeni atanan başbakanını muhafaza etme arzuna ters düşer.

Bu sorun karşısında gözlemciler, senaryoların ya IFA milletvekillerinin görevden alınması ve yerlerine ulusal parti listelerinden sıradaki isimlerin getirilmesi gibi daha karmaşık mekanizmaların devreye girdiği dar bir çerçeveye ya da anayasa maddelerinin değiştirilmesi gibi daha radikal bir çözüme gidilebileceğini öngörüyor.

Ürdün Kraliyet Divanı’na yakın bir kaynak, parlamentoyu feshetme ve seçimleri denetlemek üzere yeni bir hükümet atama ve ardından istifa etme senaryosunu öne sürerek, Başbakan Dr. Cafer Hasan'ın son dönemde sonuçları elle tutulur hale gelen yoğun ekonomik programını sürdürmek üzere yeniden atanmasını kolaylaştıracağını belirtti. Kaynağa göre bu aynı zamanda Başbakan Dr. Hasan'a, son olaylardan önce bir hükümet değişikliğine gidilebileceği yönündeki söylentilerle daha uyumlu bir hükümet kurma fırsatı sağlayacak.

efrtgy6
Ürdün ve İsrail arasında su için güneş enerjisi konusunda ABD arabuluculuğunda imzalanan 'Niyet Beyanı' anlaşmasını görüşmek üzere düzenlenen parlamento oturumuna katılan Ürdünlü milletvekilleri, 15 Aralık 2021 tarihinde (AFP)

Ürdün devletinin anayasa ve yasalara olan bağlılığı açısından Müslüman Kardeşlerin kökünü kazımak kolay bir karar değil. Zira gelecek senaryolarının çizilmesi sürecinin siyasi ve hukuki açıdan dikkatle değerlendirilmesini gerekiyor. Ancak Müslüman Kardeşleri ‘bitirme’ ve siyasi olarak tasfiye etme kararı geri döndürülemez olduğundan bu durum, bölgesel ve uluslararası dosyaları, bölge ve dünyadaki değişimlerle daha tutarlı bir şekilde yeniden şekillendirecek.

Müslüman Kardeşlerin Ürdün’de Kral Hüseyin dönemindeki ortaklıkla başlayan hayatı, 1990'lı yıllarda yapılan seçimlerdeki yükselişi ve Arap Baharı'ndan sonraki siyasi geri çekilme arasında, devlet ile siyasal İslamcılığın en tehlikeli hareketi arasındaki iç içe geçmiş ilişkilerin bir sayfasını kapatan bir kararla bugün sona ererken Ürdün siyasi tarihinde de bir dönem böyleye kapanmış oluyor.



Sudan, HDK’nın terör örgütü olarak ilan edilmesini talep etti

HDK’nın kontrolüne geçen el-Faşir'den kaçan yerinden edilmiş kişiler, önceki gün yakınlardaki Tavila beldesine ulaştı (AFP)
HDK’nın kontrolüne geçen el-Faşir'den kaçan yerinden edilmiş kişiler, önceki gün yakınlardaki Tavila beldesine ulaştı (AFP)
TT

Sudan, HDK’nın terör örgütü olarak ilan edilmesini talep etti

HDK’nın kontrolüne geçen el-Faşir'den kaçan yerinden edilmiş kişiler, önceki gün yakınlardaki Tavila beldesine ulaştı (AFP)
HDK’nın kontrolüne geçen el-Faşir'den kaçan yerinden edilmiş kişiler, önceki gün yakınlardaki Tavila beldesine ulaştı (AFP)

Sudan hükümeti, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) üyelerinin, Sudan ordusu ve müttefik güçleriyle uzun süren çatışmaların ardından bu kontrolü yeniden ele geçirdiği Kuzey Darfur Eyaleti'nin yönetim şehri el-Faşir’de ve Kuzey Kordofan Eyaleti'nin Bara şehrinde işledikleri ağır ihlaller ve katliamlar karşısında, uluslararası topluma HDK'yı caydırmak ve terör örgütü olarak sınıflandırmak için acil önlemler alması çağrısında bulundu.

Sudan Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin el-Emin, dün geçici başkent Port Sudan'da düzenlenen basın toplantısında, el-Faşir'de yaşananları ‘cezasızlığın açık bir örneği’ olarak nitelendirdi. Emin, uluslararası topluma, ‘kaosu körükleyen ve milislerin daha fazla suç işlemesine olanak tanıyan’ HDK'yı destekleyen ülkeleri caydırma çağrısında bulundu.

Öte yandan HDK Komutanı Muhammed Hamdan Dagalu (Hamideti), el-Faşir'de meydana gelen ihlalleri soruşturmak üzere bir komite kurulduğunu doğruladı ve failleri sorumlu tutmaya ve soruşturma sonuçlarını herkese açıklamaya tam olarak kararlı olduğunu ifade etti. El-Faşir'in güvenli olacağını söyleyen Hamideti, Sudan'ı ‘ya barış ya da savaş yoluyla’ birleştireceğine söz verdi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) dün el-Faşir’deki Suudi Doğum Hastanesi’nde 460'tan fazla kişinin öldürüldüğü haberlerinin ardından Sudan'da acil ateşkes çağrısında bulundu.


Suudi Arabistan, Suriye ekonomisini geleceğe taşıyor

Prens Muhammed bin Selman, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’yı karşılarken, Donald Trump Jr.’ın dün Riyad'da düzenlenen Gelecek Yatırım Girişimi konferansına katıldığı görüldü (SPA)
Prens Muhammed bin Selman, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’yı karşılarken, Donald Trump Jr.’ın dün Riyad'da düzenlenen Gelecek Yatırım Girişimi konferansına katıldığı görüldü (SPA)
TT

Suudi Arabistan, Suriye ekonomisini geleceğe taşıyor

Prens Muhammed bin Selman, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’yı karşılarken, Donald Trump Jr.’ın dün Riyad'da düzenlenen Gelecek Yatırım Girişimi konferansına katıldığı görüldü (SPA)
Prens Muhammed bin Selman, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’yı karşılarken, Donald Trump Jr.’ın dün Riyad'da düzenlenen Gelecek Yatırım Girişimi konferansına katıldığı görüldü (SPA)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın dün Riyad'da düzenlenen Gelecek Yatırım Girişimi konferansına katılarak yaptığı açıklamalar, Riyad'ın önceliklerinden biri haline getirdiği Suriye ekonomisinin geleceğine ışık tuttu.

Şara, ülkesinin ‘anahtarı bildiğini’ söyleyerek Suudi Arabistan'ı ‘ekonominin merkezi’ olarak nitelendirdi.

Suudi Arabistan'ın bölge için büyük önem taşıdığını ve ülkesine sağladığı desteğin ‘Suriye'nin dünyaya ve kalkınmaya açılan kapısı’ olduğunu vurgulayan Suriye Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan Başbakanı ve Savunma Bakanı Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın da katıldığı konferansta, ‘güvenlik ve istikrarın ekonomik kalkınmayla bağlantılı olduğunu ve Suudi Arabistan’ın şu anda bunu temsil ettiğini’ sözlerine ekledi.

Şara, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Suudi Arabistan, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın önderliğindeki yeni vizyonuyla, ekonomistler için bir ekonomik pusula ve mıknatıs haline geldi. İlk ziyaretimizde, dünyanın anahtarının burada olduğunu anladık.”

Ülkesinin bölgedeki istikrarın temel direği olduğunu söyleyen Suriye Cumhurbaşkanı, Suriye’nin istikrarının ekonomik kalkınma ile bağlantılı olduğunu belirterek, dünyanın başarısızlığını ve bunun yol açtığı stratejik riskleri yaşadığını kaydetti.

Konferans salonlarında dikkat çekici bir katılımın yaşandığı ve ikinci günün oturumlarının çoğuna yapay zeka (AI) teknolojisinin hakim olduğu bir ortamda, Kamu Yatırım Fonu (PIF) Başkanı ve Gelecek Yatırım Girişimi Mütevelli Heyeti Başkanı Yasir er-Rumayyan, PIF’in değerinin 2025 yılı sonlarında 2015 yılındaki değerinin dört katı olan bir trilyon dolara ulaşacağını açıkladı.

Yeni stratejinin hedeflediği altı ana sektör olduğunu belirten Rumayyan, bunları tek bir sistem olarak seyahat, turizm ve eğlence ve bağımsız bir sistem olarak kentsel gelişim ve yaşam kalitesi, hassas üretim ve inovasyon, endüstri ve lojistik hizmetleri, temiz enerji ve yenilenebilir altyapı olarak sıraladı. Rumayyan bunun her alana aynı öncelikle yatırım yapmak istemedikleri için belli bir takvime göre sermaye dağıtımına öncelik vermelerine yardımcı olacağını söyledi.

Öte yandan Şarku’l Avsat’a konuşan Dünya Enerji Konseyi Genel Sekreteri Dr. Angela Wilkinson, Suudi Arabistan'ın küresel sahnede önemli bir diplomatik rol oynadığının altını çizerken Çin merkezli Lenovo şirketinin Finans Direktörü Winston Cheng, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Riyad'da dünyanın en büyük ve en kapsamlı fabrikalarından birinin inşaatının tamamlanmak üzere olduğunu söyledi.


ABD-Çin rekabetinin terazisindeki Gazze: Trump'ın planı oyunun kurallarını değiştirecek mi?

Al Majalla/AFP
Al Majalla/AFP
TT

ABD-Çin rekabetinin terazisindeki Gazze: Trump'ın planı oyunun kurallarını değiştirecek mi?

Al Majalla/AFP
Al Majalla/AFP

Şerbil Berakat

ABD Başkanı Donald Trump, Gazze Şeridi'ni kontrol altına alıp ‘Ortadoğu'nun Rivierası’na dönüştürme planıyla dünyayı şaşkına çevirdiğinde Çin, bu planı açıkça reddetti ve kapsamlı bir ateşkes ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşası çağrısında bulundu. Çin ayrıca, ‘Filistin'i Filistinliler yönetir’ ilkesini ve iki devletli çözümü vurguladı. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, o dönemde “Gazze Şeridi'ni zorla dönüştürmeye çalışmak sadece kaos getirecektir” yorumunda bulundu.

Yaklaşık sekiz ay süren ve ABD Başkanı Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya ‘Gazze’deki işi bitirmek’ için serbest hareket etme hakkı verdiği bu sürecin ardından Trump, Gazze’yi rivieraya çevrime planından vazgeçti. Filistinlileri yerinden etme fikrini de içeren bu planın yerine, ateşkesin sağlanmasını ve daha geniş bağlamda savaşın sona erdirilmesini ve Gazze Şeridi'nin yeniden inşasını amaçlayan, ‘Filistinlilerin bağımsız bir devlet kurma arzularını’ tanıyan ‘20 maddelik plan’ ortaya koydu.

Körfez bölgesinde görev yapan Çinli bir diplomat, özel bir görüşmede bu değişimi ‘hatayı yapanların bunu kendileri düzeltmeye karar verdikleri an’ olarak nitelendirdi. Bu ifade, Pekin'in 7 Ekim 2023'teki saldırıdan bu yana İsrail'in savaşı genişletmesine yardım eden ve ona silah ve siyasi destek sağlayan ülkenin ABD olduğu ve bu yüzden savaşı durdurabilecek tek ülkenin de yine o olduğu şeklindeki tutumunu doğru bir şekilde özetledi. Zira başka bir ülkenin, özellikle de Çin'in, ABD’nin hatalarını düzeltmesi mantıklı değil.

Proaktif girişimler

Çin’in bu tutumları geçici tutumlar değil. ABD’nin tutumu barış sürecinde tarafsız arabulucu rolünden çıkıp İsrail'e kontrolsüz bir taraflı yaklaşıma kayarken, Pekin'in Filistin-İsrail çatışmasına yaklaşımında izlediği ve sürdürdüğü ilkesel tarihi yaklaşımın bir parçasıydı. Bu yorum, Çin'in kaçınılmaz patlamayı öngörmesini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda bunu önlemek için proaktif girişimlerde bulunmasını da sağladı. Hamas'ın Gazze Şeridi'ne saldırısından beş ay önce, özellikle 2023 yılının nisan ayında Çin, Suudi Arabistan ile İran arasında uzlaşı için Pekin’de varılan bir anlaşmayla sadece bir ay önce elde ettiği diplomatik ivmeyi kullanarak, İsrail ile Filistinliler arasındaki barış sürecinin yeniden başlatılması için arabuluculuk yapmayı teklif etti. Ancak bu girişim, o dönemde ABD başkanı olan Joe Biden’ın yönetiminin Suudi Arabistan ile kapsamlı bir anlaşma imzalamaya yönelik çabalarına odaklanmış olan İsrail'de yankı bulmadı. Bu anlaşma, Suudi Arabistan'ın Filistin devletinin kurulmasıyla ilişkilendirdiği Riyad ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin normalleşmesini de içeriyordu. Bu girişimi ısrarla sürdüren Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, aynı yılın haziran ayında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı Pekin'de ağırlayarak, ülkesinin Filistin meselesinin kapsamlı, adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi için çaba göstermeye hazır olduğunu yineledi.

Arapların arkasında konumlandırma

Pekin, 7 Ekim 2023'teki saldırıyı aynı stratejik perspektiften, barış sürecinin başarısızlığının ve uluslararası toplumun işgali sona erdirip Filistinlilerin kendi kaderlerini belirlemelerine olanak sağlamadaki yetersizliğinin canlı bir örneği olarak yorumladı. Çinli stratejistler, bu bağlamda Hamas'ın saldırısını, Filistinlilerle barışın Arap ülkeleriyle bölgesel normalleşme süreci tamamlandıktan sonra ‘bunun bir ilk değil, son olması’ gerektiğine inanan Netanyahu'nun izlediği aşırı stratejik mantığa radikal bir tepki olarak nitelendirdi. Bu bakış açısı, Ortadoğu'yu iç içe geçmiş bölgesel nüfuz ağına dahil ederken karmaşık bir mesele olan Filistin davasını daha sonraki aşamaya erteleyen ABD stratejisiyle yakından bağlantılıydı.

Xinhua Haber Ajansı, Trump'ın planının uygulama ayrıntılarının eksik ve gösterişçiliğin hakim olduğunu düşünerek, Washington'ın Şarm eş-Şeyh zirvesini bölgedeki nüfuzunu yeniden kazanmak için kullanıp kullanmadığını sorguladı.

O dönemde ‘İsrail'in kendini savunma hakkını desteklemek’ ve saldırıya yanıt vermek sloganıyla uluslararası kutuplaşmaartarken, Çin, güvenliğin yeniden tesis edilmesinin barışa doğru ilerlemeyi gerektirdiği ve bunun da kronik Filistin sorununun çözülmesiyle olabileceği şeklindeki Arap ülkelerinin tutumuna uyum sağlamayı tercih etti.

Bu uyum, geçtiğimiz yılın mart ayında Pekin'de düzenlenen Çin-Arap İşbirliği Forumu'nda açıkça görüldü. Toplantının sonuç bildirgesinde, ‘Çin ve Arap ülkeleri arasında Filistin halkının haklarını destekleme ve bölgede barışı sağlamak için birlikte çalışma konusunda tam bir uzlaşı olduğu’ vurgulandı. Bildiri, Gazze Şeridi'ndeki savaşın derhal durdurulması ve iki devletli bir çözümün sağlanması için ciddi çabalar gösterilmesi çağrısında bulunurken, zorla yerinden edilme girişimlerini reddetti.

ABD Başkanı Donald Trump, Japonya'nın Osaka kentinde düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya geldi, 29 Haziran 2019 (Reuters)ABD Başkanı Donald Trump, Japonya'nın Osaka kentinde düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya geldi, 29 Haziran 2019 (Reuters)

Çin, Filistin'in konumunu zayıflatan engellerin aşılmasına ciddi bir katkı sağlamak amacıyla Hamas ve Fetih Hareketi (El Fetih) başta olmak üzere 14 Filistinli grubu, geçtiğimiz yılın temmuz ayında ‘Bölünmeyi Sonlandırmak ve Ulusal Birliği Teşvik Etmek için Pekin Deklarasyonu’nu imzalamaya ikna etmeyi başardı. Bu deklarasyon, geçici bir ulusal hükümetin kurulmasını, yeni bir Filistin Ulusal Konseyi için seçimlerin yapılmasını ve İsrail saldırıları karşısında birliğin ilan edilmesini içeriyordu.

Trump planına karşı üç husus

Gazze'deki acımasız katliamlar devam ederken ve uluslararası kamuoyu İsrail'e karşı tavır alırken, Çin, Hamas ve İsrail'in savaşı sona erdirmek için Trump'ın planını kabul etmelerine rağmen tutumunu değiştirmedi. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, planla ilgili yaptığı açıklamada ‘barışı yeniden tesis etmek ve hayatları kurtarmak için gösterilen tüm çabaları’ memnuniyetle karşıladıklarını belirtti, ancak ABD’nin önerisindeki yapısal kusurları vurgulayan üç önemli hususa dikkat çekti. Bunlardan birincisi, insani krizi etkili bir şekilde hafifleten ve bölgesel istikrarı yeniden tesis eden kapsamlı ve kalıcı bir ateşkesin sağlanması için ortak çabalar, ikincisi, Gazze'nin geleceğine ilişkin her türlü düzenlemenin Filistin halkının iradesine saygı göstermesi gerektiği ilkesine dayalı olarak ‘Filistinlilerin kendi kendilerini yönetmesi’ ilkesinin uygulanması ve üçüncüsü, geri adım atmadan iki devletli çözüme bağlı kalınmasıydı. Çin’e göre tarihsel adaletsizlikler ve şiddetin kökleri ancak bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve Filistinlilerin ulusal haklarının güvence altına alınmasıyla ortadan kaldırılabilir ve Filistinliler ile İsrailliler arasında kalıcı barış ve bir arada yaşama sağlanabilir. Bu üç husus, ABD’nin önerisindeki zayıflıkları, özellikle de bölgenin yönetimini denetleyecek olan Uluslararası Barış Konseyi'ne verilecek yetki sınırları ve kalıcı ateşkesi izlemek ve sürdürmekle görevli uluslararası güçle ilgili belirsizlikleri ele alıyor.

Resmi makamların temkinli tutumunun aksine Çin basını, Trump'ın planına daha açık bir şüpheyle yaklaştı. Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) yayın organı olan Halkın Günlüğü gazetesi, Şarm eş-Şeyh’taki Gazze konulu zirveyi ‘içeriksel olmaktan çok sembolik’ olarak nitelendirdi. Gazze’deki savaşın tarafları olan İsrail ve Hamas'ın zirveye katılmadığına dikkati çeken gazete, ‘Başlıca ilgili tarafları dışlayan hiçbir müzakere kalıcı barışa yol açamaz argümanını ileri sürerken iki devletli çözümü göz ardı etmenin ‘geçici ateşkesleri kırılgan hale getireceği ve her an çökebileceği’ uyarısında bulundu.

ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Gazze konulu zirveye katıldı, 13 Ekim 2025 (AFP)ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Gazze konulu zirveye katıldı, 13 Ekim 2025 (AFP)

Çin'in resmi haber ajansı olan Xinhua, Trump'ın planının uygulama ayrıntılarının eksik olduğunu ve gösterişçiliğin hakim olduğunu değerlendirerek, Washington'ın Şarm eş-Şeyh zirvesini bölgedeki nüfuzunu yeniden kazanmak için kullanıp kullanmadığını sorguladı.

Uluslararası güç ve yeniden yapılanma

Çin'in Trump planına yönelik şüpheci yaklaşımı, özellikle de Arap ülkelerinin plandaki boşlukları doldurma çabaları çerçevesinde Pekin'in kendisini bu plandan tamamen soyutlayacağı anlamına gelmiyor.

Mısır'ın eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Muhammed Hicazi, özellikle Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi konuşmasında iki devletli çözümün uygulanması gerektiğine değindiği ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından Gazze'ye uluslararası güçlerin konuşlandırılması için bir karar alınmasını talep ettiği için Çin'in Şarm eş-Şeyh’teki zirvede önerilen çözüm için uygun gördüğü her türlü desteğin önemli ve gerekli olduğuna inanıyor. Çünkü iki devletli çözümün uygulanması ve BMGK’nin bir karar çıkarması talebi, Pekin'in tercih ettiği yaklaşıma uygun ve bu tür harekete uluslararası meşruiyet kazandıracak bir adım.

Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası güç BM'nin yetkisi altında faaliyetlerini yürütür ve Filistin'in egemenliğine saygı gösterirse, Çin bu güce anlayış gösterebilir ve hatta destek verebilir.

Hicazi al Majalla’ya yaptığı açıklamada, Mısır’ın Gazze’deki uluslararası güçle ilgili herhangi bir karar önermeden önce Çin ve diğer daimî üyelerle koordinasyon içinde olacağını söyledi. Pekin'in Gazze'nin yeniden inşası için Mısır'ın planını destekleyeceğinden emin olduğunu belirten Hicazi, bu planın önümüzdeki dönemde Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için uluslararası toplumun referans noktası olacağına inanıyor.

Birçok uzman, uluslararası bir güç oluşturmanın başarısının Amerikan planının kaderini belirleyen en önemli faktör olabileceğini vurgularken, Çinli yazar ve uluslararası ilişkiler uzmanı Zhao Zhijun, Çin'in bu güce karşı son derece ihtiyatlı olduğunu ifade ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Zhao Zhijun, Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası güç BM'nin yetkisi altında faaliyetlerini yürütür ve Filistin'in egemenliğine saygı gösterirse, Çin bu güce anlayış gösterebileceğini ve hatta destek verebileceğini, ancak önerinin ABD tarafından yönlendirilmesi ve BM’nin yetkisi altında olmaması halinde Pekin'in bunu, ABD'nin Ortadoğu'daki nüfuzunu genişletmeyi amaçlayan yeni bir aracı olarak göreceğini belirtti.

Çin'in Mısır liderliğindeki gücün kurulmasına karşı çıkmayacağını, fakat açıkça destek vereceğini de açıklamayacağını düşünen Zhao Zhijun, Pekin'in temkinli tavrının, kasım ayında yapılması planlanan Kahire yeniden inşa konferansında daha büyük bir rol oynamak da dahil olmak üzere, gelecekte manevra alanı bırakma isteğini yansıttığını söyledi.

ABD’nin ‘geri dönüşü’ ve jeopolitik rekabet

Öte yandan gözlemciler ve uzmanlar, Çin'in Filistin meselesindeki güçlü konumuna olan güvenine rağmen, ABD ile arasındaki jeopolitik rekabetin yoğunlaştığı bir dönemde Trump'ın Gazze’deki savaşı sona erdirme planının ve Pekin’in davet edilmediği Şarm eş-Şeyh’teki zirvesinin, Kuşak ve Yol Girişimi'nin stratejik merkezi olarak kabul edilen bölgedeki diplomatik ve siyasi nüfuzunun sınırlı olduğunu gösterdiğinden Pekin için endişe kaynağı olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı içindeler. Çin’in son birkaç yıldır bu bölgeye muazzam ekonomik ve siyasi kaynaklar aktardığı biliniyor.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Çin'in Pekin kentindeki Büyük Halk Sarayı'nda, 18 Temmuz 2017 (Reuters)Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Çin'in Pekin kentindeki Büyük Halk Sarayı'nda, 18 Temmuz 2017 (Reuters)

Diğer gözlemciler ve uzmanlar ise Trump'ın Netanyahu'ya sınırsız desteği, uluslararası ve Amerikan kamuoyunun Filistinliler lehine değişen tutumu ve İsrail'in Doha'ya hava saldırısı düzenlemesinin ardından Körfez ülkeleri için ABD'nin güvenlik şemsiyesine dair artan şüphelerin, Trump'ı tutumunu düzeltmek ve Arap ülkelerinin güvenini geri kazanmak için belirsiz bir hamle yapmaya ittiğini düşünüyor. Ayrıca Trump'ın önerdiği planın yakında çökecek gösterişli bir jestten ibaret olduğu, çelişen çıkarların ağırlığı ve bölgede barış için net bir Amerikan vizyonunun olmaması nedeniyle er ya da geç çökeceğini belirtiyorlar.

Suudi Arabistan, Çin'in İslamabad'ın başlıca silah tedarikçisi olduğu ve Pekin'in bölgesel güvenlikte giderek daha etkili bir aktör haline geldiği bir dönemde Pakistan ile savunma anlaşması imzaladı.

Bu ikinci görüşü savunanlar arasında, Batı Asya ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü'nün kıdemli araştırmacısı ve Çin Sosyal Bilimler Akademisi Siyaset Bilimi Bölümü direktörü Dr. Tang Zhichao da bulunuyor. Dr. Tang Zhichao, Al Majalla’ya yaptığı açıklamada, Trump'ın barış planını önermesinin ve Şarm eş-Şeyh’te Gazze konulu zirvenin düzenlenmesinin, bir dereceye kadar Trump’ın Nobel Barış Ödülü'nü kazanma hırsını körükleme girişimi ve İsrail'in Katar'a saldırısının ardından bölgeyi, özellikle de Arap Körfez ülkelerini saran panik ve öfkeye karşı atılmış bir adım olduğunu sbelirtti.

Çin Ortadoğu Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcılığı ve Genel Sekreterliği görevi gören Dr. Tang, Trump'ın planının Amerikan hegemonyasına dönüşün başlangıcı olduğu yönündeki söylemlerin oldukça şüpheli olduğunu ifade etti. Dr. Tang’a göre Trump'ın savaşı teşvik ederken birdenbire kendini barış elçisi olarak ortaya atması onun gerçek niyetleri ve planının gerçekçiliği hakkında soru işaretleri yarattı.

‘Büyük İsrail Planı'nın ortaya çıkmasının ve Tel Aviv'in bölgesel düzeni yeniden şekillendirme çabalarının, Trump'ın İsrail'e sınırsız desteğinin doğrudan bir sonucu olduğunu belirten Dr. Tang, “Bu yaklaşım, ABD’nin bölgedeki konumunu zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacak” değerlendirmesinde bulundu. Dr. Tang, buna karşın Çin'in ‘bölgesel güvenliğin destekçisi ve kurucusu olarak rolünü ve Arap ülkelerini barış ve kalkınmada ortaklar olarak görmesini’ Çin'in Ortadoğu'daki güvenilirliğini ve siyasi ve güvenlik alanındaki etkisini benzeri görülmemiş bir şekilde artırdığını söyledi.

Pekin'deki Diaoyutai Devlet Konukevi'nde Çin-Arap İşbirliği Forumu'nun 10. Bakanlar Toplantısı'nın açılış töreni öncesinde çekilen hatıra fotoğrafı, 30 Mayıs 2024 (AFP)Pekin'deki Diaoyutai Devlet Konukevi'nde Çin-Arap İşbirliği Forumu'nun 10. Bakanlar Toplantısı'nın açılış töreni öncesinde çekilen hatıra fotoğrafı, 30 Mayıs 2024 (AFP)

Öte yandan Pekin'deki Yabancı Diller Okulu'nda Arapça çalışmaları profesörü olan Dr. Yu Mai, tamamen farklı bir yaklaşım sergiliyor. Dr. Yu, Trump'ın planını ABD'nin Ortadoğu'daki rolünün geri dönüşüyle ilişkilendirmenin, Çin ve ABD'nin bölgesel angajman modelleri arasındaki temel farkı vurguladığını düşünüyor. Dr. Yu’ya göre Washington geleneksel güvenlik ittifaklarına ve siyasi müdahaleye dayanırken, Çin ekonomik entegrasyon, kalkınma iş birliği ve büyük güçlerin karakteristik diplomasi yoluyla tamamlayıcı bir rol oynuyor.

Al Majalla’ya konuşan Dr. Yu, ekonomi ve güvenlik alanlarında Çin'in bölgedeki rolünün sınırlı olmadığını, aksine Batı hegemonyası çerçevesinde Çin'in rolünü değerlendirmek yanlış bir algı olduğunu göz önünde bulundurarak, etkinliği kademeli ve pratik bir şekilde yeniden tanımladığını kaydetti. Çin’in sıfır toplamlı oyunları reddettiğini ve nüfuzunun, kalkınma yoluyla istikrarı teşvik eden ve diyalog yoluyla anlaşmazlıkları çözen uzun vadeli stratejisinde açıkça görüldüğünü belirten Dr. Yu, bunun bölgesel güvenlik sistemine önemli bir katkı sağladığını, onun bir alternatifi olmadığını vurguladı.

Çin uzmanı Tamara Birru, Çin'in Ortadoğu'nun ABD'nin oyun alanı olduğunu ve bölgedeki ülkelerin Washington'ı asla terk etmeyeceğini çok iyi bildiğini söyledi. Bu yüzden Çin’in enerji güvenliği ve Kuşak ve Yol Girişimi için Ortadoğu'nun önemini göz önünde bulundurarak, bölgede ABD ile rekabet etmek istemediği ve Washington'ı kızdırmaya gerek duymadığı değerlendirmesinde bulunan Birru, Çin’in bunun yerine Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik ilişkileri güçlendirmeye ve ortak askeri tatbikatlar ve eğitimler yoluyla güvenlik ve askeri varlığını sürdürmeye odaklandığını belirtti.

Bu arada Çin Devlet Başkan Yardımcısı Han Zheng, Şarm eş-Şeyh’teki Gazze konulu zirvenin ardından, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Çin ile Arap ülkeleri arasındaki iş birliğinden geri adım atılmayacağını vurgulamak amacıyla Suudi Arabistan'da başlayan ve Kuveyt ile Katar'ı da kapsayan Körfez bölgesinde siyasi ve ekonomik bir resmi tur gerçekleştirdi.

Birçok Çinli uzman, Trump'ın Gazze'den başlayarak Ortadoğu'yu ABD'nin çıkarlarına göre yeniden şekillendirme planının başarılı olup olmayacağına bakılmaksızın, Batılı meslektaşlarının bölgedeki Çin stratejisine ilişkin değerlendirmelerinin geleneksel çerçevelerle sınırlı kaldığına inanıyor. Bu değerlendirmeler, Pekin'in rolünü güvenlik konusunda bedavacılık yapmak ve Washington ile stratejik rolleri paylaşmakla sınırlandırıyor, yani güvenlik yönetimini Amerikalılara bırakıp karşılığında Çin'in ekonomik kazançlara yatırım yapmasını öngörüyor. Ancak bu yorumlar, Çin’in güç araçlarındaki temel değişiklikleri göz ardı ediyor. Zira bu araçlar, bölgesel güç dengesini yeniden şekillendirebilecek dolaylı güvenlik boyutlarını da içerecek şekilde genişledi. Çin’in İslamabad’ın başlıca silah tedarikçisi ve en yakın askeri ortağı olduğu bir dönemde Suudi Arabistan’ın Pakistan ile ortak savunma anlaşması imzalaması, bunun bir örneğiydi. Bu durum, Pekin'i dolaylı da olsa bölgesel güvenlik denkleminde giderek daha etkili bir aktör haline getirirken, ABD geleneksel güvenlik rolüne olan güveni yeniden tesis etmekte zorlanıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.