Nebil Fehmi
Son yazımda eylül ayının üçüncü haftasında beklenen önemli kararlar arasında, bazı ülkelerin Filistin devletini resmen tanıma kararlarını açıklamalarının da yer aldığına işaret etmiştim. Nitekim Fransa, İngiltere, Kanada, Avustralya, Portekiz ve San Marino bu adımı attılar ve 8 Ekim 2023'ten bu yana Filistin devletini yeni tanıyan ülke sayısı, bu yazının yazıldığı an itibarıyla 14'e ulaştı. Filistin devletini tanıyan toplam ülke sayısı ise 152 oldu.
Filistin devletini yeni tanıyan devletlerin çoğunun ortak özelliği, uzun yıllardır İsrail'e dost ülkeler olmalarıdır. Bu durum İsrail’i önemli ölçüde öfkelendirdi, ajitasyon ve kibirle tepki vermesine, bu ülkeleri terörü ödüllendirmek ve İsrail’in ulusal güvenliğini tehdit etmekle suçlamasına neden oldu. Bu tepkiyi, bizzat Başbakan Netanyahu verdi ve bu yeni tutumları benimseyen devletleri sert bir şekilde hedef aldı. Bu durum, özellikle Batı devletlerinde ve kamuoyunda İsrail'e verilen desteğin azalmasıyla eş zamanlı geldi. Bunun en güçlü göstergeleri arasında, bazı Batılı ülkelerin Gazze'deki olaylar nedeniyle bazı İsrailli bakanların topraklarından geçmeleri halinde tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya olduklarını duyurmaları, Trump'ın resmi olarak büyük bir coşkuyla karşılandığı son İngiltere ziyareti sırasında İngiliz STK'larının İngiliz hükümet binalarına Trump'ı eleştiren görüntüler yansıtmaları da yer alıyor.
Filistin Devleti'nin tanınmasının, bir devlet için gerekli dört temel unsurun yokluğu nedeniyle yersiz olduğuna inanan uluslararası hukuk uzmanları var.
Öte yandan Arap ve Batı kamuoyunda, tanımayı eyleme dönüşmeyecek sembolik, önemsiz bir adım olarak görenler var. Bazıları da başarının kendisine odaklanıp memnuniyetle karşılıyor, ancak tanımaları gerçeğe dönüştürmek ve Filistinliler için yeni bir statüko yaratmak için atılması gereken adımlara yeterince dikkat etmiyorlar.
Konuyu açıklığa kavuşturmak ve düzeltmek için bazı görüş ve gözlemleri, bunları uygulamak ve uygun bağlamlarına yerleştirmek amacıyla yorumlamak uygun olabilir.
1933 Montevideo Anlaşması, devlet olmak için dört temel kriter belirlemiştir ve ilk kriter bir halkın varlığıdır. Filistinlilerin 70 yılı aşkın süredir işgal altındaki toprakların hem içinde hem de dışında kimliklerini kanıtladıkları ve buna bağlı kaldıkları tartışmasızdır. İkinci kriter, diğer taraflarla iletişim kurma, sözleşme yapma ve uluslararası anlaşmalar imzalama becerisidir. Oslo Anlaşmaları ve diğer anlaşmalara göre İsrailliler ile üzerinde anlaşılan prosedürler, bu tür anlaşmaları yapabilme becerilerinin kanıtıdır. Üçüncü kriter, İsrail tarafının Filistin Ulusal Otoritesi'ni zayıflatarak, Filistinlilerin birleşmek yerine parçalanmaları için son derece zor koşullar altında Gazze'ye dönüp kontrolü ele geçirmesini engellemeye çalıştığı, işleri yönetebilecek etkili bir hükümetin mevcudiyetidir. Bu durum, Devlet Başkanı Ebu Mazen'i Suudi Arabistan ile Fransa’nın liderlik ettiği iki devletli çözüm konferansındaki son konuşmasında bir dizi reform adımı önermeye yöneltti.
İsrailliler ile şüphecilerin son argümanı ve iddiası ise Filistin devletinin topraklarının tanımlanmamış olduğu ve bu nedenle devletin tanınmaması gerektiğidir. Bu argüman birkaç nedenden dolayı zayıf. En önemlisi, 1967'de işgal edilen topraklara dayanarak Filistin topraklarının ayrıntılı bir şekilde tanımlanmasını engelleyenin bizzat İsrail olması. Bu topraklar, Taksim Kararı kapsamında Filistin'e tahsis edilen toprakların yüzölçümünden daha küçük. Dahası İsrail'in kendisinin de net bir şekilde tanımlanmış sınırları yok ve Taksim Kararı’nda kendisine tahsis edilen toprak ile yetinmemiş, şimdi de Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan sınırlarına uzanan Büyük İsrail'den bahsediyor. Bu durumda neye dayanarak 1967 sınırlarına dayanan Filistin’i tanımayı reddedip, kesin ve ayrıntılı sınırları olmayan İsrail'i tanıyabiliriz?
Ne yazık ki, çifte standartlar her zaman Arap hakları ve bölgedeki çıkarlarımız pahasına olmuştur. Bu durum, reddedilmesi, açık ve net bir şekilde ele alınması gereken bir konu. ABD Başkanı Donald Trump'ın konuşmasındaki çifte standarda şaşırmadım. Ama göçün motivasyonlarını azaltmak için güvenli anavatanlardaki sorunların çözülmesi gerekliliğine odaklanırken, aynı zamanda Filistinlilerin topraklarından sürgün edilmesi çağrısında bulunması beni oldukça şaşırttı.
Bu fırsatı, eşi benzeri görülmemiş zor koşullar ve çetin zorluklar karşısında kahramanca mücadele eden ve kararlı Filistin halkını selamlamak için kullanmak istiyorum. Ayrıca Mısır ve Ürdün'e, Filistin davasına sağladıkları siyasi destek, Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin halkına sundukları insani ve maddi destek için teşekkür ediyorum. Keza Suudi Arabistan ve Fransa'ya, iki devletli çözüm konferansını düzenleme, birçok ülkeyi uzun süreli bir gecikme, hukuki, ahlaki ve siyasi olarak haksız bir tereddütten sonra Filistin devletini tanımaya iten siyasi ivmeyi yaratan çabaları için teşekkür ediyorum.
Son gelişmelerden gerçekten memnunum ve Filistinlilerin haklarını destekleyen net kararlar alan ülkelerin tutumlarını takdir ediyorum. Ancak bu adımla yetinmemek önemli. Bu, Filistinlilerin hakları lehine artan siyasi ivme ışığında bir dönüm noktası ve üç paralel eksende harekete geçmek için bir motivasyon olarak görülmeli.
Birinci eksen, Mısır tarafından sunulan Arap-İslam planı ve iki devletli çözüm konferansı kararlarında öngörülen önlemler doğrultusunda, savaşın durdurulması, İsrail güçlerinin geri çekilmesi, tutuklu ve rehinelerin serbest bırakılması, Gazze'nin yeniden inşası eksenidir. Bu noktada, iletişimin ve baskının kapsamını genişletmek amacıyla, pratik önlemler ve belirli bir takvim içeren eylem planı doğrultusunda, son kararların etkili sayıda Arap ve Arap olmayan destekçisini bir araya getiren, yapıcı bir diplomatik eylem planının geliştirilmesini öneriyorum.
İkinci eksen, İsrail ve yetkililerinden hem şimdi hem de gelecekte ister Gazze'de ister Batı Şeria'da olsun, işgal altındaki topraklardaki uygulamaları için hesap sorulmasıdır. Buna tanınmış Filistin devletinin işgal altındaki topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğu için İsrail’in işgal altındaki bu toprakları sömürmesine karşı artan ve yoğunlaşan önlemler de eşlik etmeli. İspanya ve Norveç son zamanlarda bir dizi önlem aldı ve Avrupa Birliği ülkeleri de bir dizi tutumu ve önlemi değerlendiriyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre uluslararası hukuk tarafından yasadışı bir şekilde sömürülmesi yasaklanmış işgal altındaki Filistin devletinin zenginliklerinin bir parçası olduğu için İsrail'in bu toprakların zenginliklerini sömürmesi, buna göre değerlendirilip izlenmeli. Bu adımlardan ilki, İsrail'e silah sevkiyatını durdurmak, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki en saldırgan İsrailli kurumlar olan İsrail silahlı kuvvetleri ve polisi hakkında işlemde bulunmaktır.
Üçüncü eksen ise Filistinli kuruluşlara ve yetkililerine devletin bir parçası ve resmi egemen kurumlar olarak davranılması, Filistin toprakları içinde ve dışında Filistinli finans kuruluşlarıyla doğrudan ilişkiler de dahil olmak üzere, tüm hak, protokol ve prosedürlere sahip olmalarıdır.
Eylül ayının üçüncü haftasının, Gazze Şeridi'ndeki Filistin halkının ve Batı Şeria'daki Filistinlilerin devam eden insanlık dışı acılarına rağmen, Filistin siyasi süreci açısından olumlu geçtiğine inanıyorum. Ancak, başarılarımızı abartmak veya harekete geçme azmimizde rehavete kapılıp tereddüt etmek bir hata ve yanlış olacaktır. Zira Filistinlilerin hakları çiğnenmeye ve gasp edilmeye devam ediyor. İşgalciden hesap sorulana ve Filistin hayali somut bir gerçeğe dönüşene kadar atılan her adımın ardından ciddi, sürekli ve daimi adımlar atılmalı ve çabalar harcanmalıdır.
Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.