Şam-SDG sorunsalı: Çetrefilli müzakereler, sınırların ötesine sıçrayacak bir savaşın patlak vermesi korkusu ve sıfır sonuç

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)
TT

Şam-SDG sorunsalı: Çetrefilli müzakereler, sınırların ötesine sıçrayacak bir savaşın patlak vermesi korkusu ve sıfır sonuç

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)

Sobhi Frangieh

Suriye’de Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol ettiği bölgelerin ve Suveyda’nın hariç tutulduğu parlamento seçimlerinden bir gün sonra ve ABD’nin arabuluculuğunda SDG lideri Mazlum Abdi başkanlığındaki SDG heyetinin Suriye hükümetiyle yeni bir müzakere turu yapmak üzere Şam’a gelmesinden birkaç saat önce 6 Ekim Pazartesi günü Halep'in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde SDG ile Suriye hükümeti güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.

Suriye hükümeti, gayri resmi kanallardan, çatışmanın SDG tarafından başlatıldığını ve Suriye hükümeti güçlerinin Şeyh Maksud mahallesi yakınlarında konuşlu olduğu noktaya arkadan erişebilmek için kazılmış bir tünel keşfedildiğini açıkladı. Açıklamada tünelin havaya uçurulduğu ve mahallelere giden sınır kapılarının kapatıldığı, ancak SDG’nin hükümet güçlerini hedef almak için üyelerini sivillerin arasına konuşlandığı belirtildi. Buna karşın SDG de gayri resmi kanallardan yaptığı açıklamada, çatışmayı başlatanın Suriye hükümeti olduğunu ve sınır kapılarının kapatılmasına karşı protesto eden sivilleri hedef aldığını söyledi.

SDG, Halep'teki Seyfe d-Devle mahallesini havan toplarıyla hedef aldı. Ayrıca Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin çevresindeki yerleşim bölgelerini de hedef aldı ve çatışmalar çıktı. Çatışmalarda her iki tarafta da kayıplar verirken yaralanan sekiz sivil er-Razi Hastanesine kaldırıldı. Çatışmalardan saatler sonra, iki taraf ateşkes anlaşmasına vardı ve durum yavaş yavaş normale döndü. Suriye hükümeti, bir tanesi hariç, iki mahalleye giden sınır kapılarını kapalı tutmaya devam etti.

Taraflar arasındaki şiddetli çatışma hem SDG hem de Suriye hükümeti için zayıf bir nokta olarak kabul edilen bir bölgede meydana geldi. SDG'nin bu bölgeye ikmal hatları bulunmuyor. Suriye hükümeti ise iki mahallenin bir yerleşim bölgesinde yer aldığını ve SDG'nin bu mahalleleri hedef almaya devam etmesi halinde çatışmanın sivil kayıplara yol açacağını biliyor. Bu yüzden her iki taraf da kayıpları önlemek için ateşkese vardı. Bununla birlikte her iki taraf da 7 Ekim Salı günü yapılan toplantıda müzakere konumlarını güçlendirmek amacıyla birbirlerine askeri güçlerini sergiledi. Toplantı, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart'ta imzalanan anlaşmanın uygulama mekanizmalarının tartışılmasından, iki taraf arasında ateşkesin konuşulmasına kaydı. Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kusra, Şam’da Abdi ile yaptığı görüşmenin ardından, iki tarafın ‘Suriye’nin kuzeyi ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaşmaya vardığını ve bu anlaşmanın derhal uygulanacağını’ söyledi. Ancak toplantılar, iki taraf arasında mart ayında imzalanan anlaşmanın pratik uygulaması konusunda önemli bir ilerleme sağlamadı.

İki taraf arasındaki şiddetli çatışma hem SDG hem de Suriye hükümeti için zayıf nokta olarak kabul edilen bir bölgede meydana geldi.

Pazartesi günü patlak veren çatışma taraflar arasındaki ilk çatışma olmasa da 10 Mart’ta varılan anlaşmadan sonra yaşanan en şiddetli çatışmaydı. Öncesinde Deyrizor çevresinde ve Suriye'nin kuzeyindeki temas bölgelerinde bazı seyrek çatışmalar yaşanmıştı. İki taraf arasında zaman zaman yaşanan çatışmalar, Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin çevresinde uzun süreli çatışmalarla sonuçlandı ve bu çatışmaların amacına dair birçok soru işareti yarattı. Bunlar, iki taraf arasındaki müzakere koşullarını iyileştirmek için askeri güç gösterisinde bulunma girişimleri mi, yoksa herkesin kaçınmaya çalıştığı ve bölgesel ve uluslararası ülkelerin önlemek için arabuluculuk yaptığı bir savaşın habercisi mi? Bu savaşın Suriye, bölge ve uluslararası güvenlik üzerindeki etkileri hakkında da birtakım sorular var. 

Karmaşık müzakereler

Mazlum Abdi ile Suriye hükümeti arasında Şam'da yapılan görüşmelerde, özellikle geçtiğimiz mart ayında yapılan anlaşmada belirlenen son tarih yaklaşırken iki taraf arasındaki çıkmazı sona erdirmek için somut adımlar konusunda herhangi bir anlaşmaya varılamadı. Topyekûn askeri çatışma ihtimali her zamankinden daha fazla gündemdeyken, bu durum özellikle endişeye yol açıyor. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı bilgilere göre ABD, iki tarafı anlaşmazlıklarını çözmeye ikna etmeye çalıştı, ancak tarafların önümüzdeki haftalarda anlaşmanın kısmi olarak uygulanması için seçenekleri incelemek üzere fikir birliğine ulaşmalarına rağmen sonuç alınamadı. Ancak, SDG içinde Şam ile varılabilecek anlaşmaların niteliği konusunda iç karışıklıklar sürerken, SDG'nin Suriye'de yönetişim şeklinde askeri ve siyasi etkisini, bunun ademi merkeziyetçiliğe dayalı olması şartıyla, güvence altına almak mümkün görünmüyor. Şam ile SDG arasında anlaşmaya varılmasını engelleyen bir diğer faktör de SDG içinde siyasi müzakerelere girmektense askeri bir çözümü tercih eden tarafların olması.

ABD ‘nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, gazetecilere yaptığı açıklamada, 7 Ekim Salı günü Şam'da Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi ile ‘harika’ görüşmeler yaptığını söyledi. Şara ve Abdi ile ateşkes konusunda anlaştığını ve Şara ile 10 Mart’ta imzalanan anlaşmanın uygulanmasını görüştüğünü belirten Barrack, “Her şey doğru yönde ilerliyor” dedi. Buna karşın Türkiye tarafından dün yapılan açıklamalar, müzakere sürecinde herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini gösterdi. Türkiye Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Suriye hükümeti ile SDG arasındaki çatışmanın tırmanması halinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) müdahale edebileceği belirtildi. TSK’nın Suriye ordusu ile ortak bir askeri operasyon yürütmeye hazır olduğu vurgulanan açıklamada, SDG'nin Suriye ordusuna entegre olması için son tarihin bu yılın sonu olduğuna dikkat çekildi.

Şam ile SDG arasında anlaşmaya varılmasını engelleyen bir diğer faktör de SDG içinde siyasi müzakerelere girmektense askeri bir çözümü tercih eden tarafların olması.

SDG, özellikle ABD tarafının Şam ile müzakere sürecinde esneklik gösterilmesi gerektiğine dair sayısız sinyal vermesiyle birlikte müzakere sürecinde mümkün olan her yolla bazı siyasi ve askeri kazanımlar elde etmek istiyor. Bu sinyallerin en sonuncusu, 6 Ekim Pazartesi günü ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Amiral Brad Cooper, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack ve SDG lideri Abdi ile örgütün diğer üst düzey isimleri arasında yapılan toplantıda verildi. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla'dan aktardığı bilgilere göre Amiral Cooper, SDG ile Şam arasında güvenlik anlaşmalarının çözülmeye başlanması gerektiğini vurguladı. Zira bu, Washington'ın önümüzdeki dönemde ABD ile İsrail ve yine ABD ile İran arasında yeni gerilimler yaşanması durumunda Suriye'de mümkün olduğunca sükunetin sağlanması yönündeki vizyonuyla uyumlu. Washington ayrıca, yabancı uyruklu DEAŞ üyelerinin ülkelerine iade edilerek DEAŞ üyelerinin ve ailelerinin kaldığı el-Hol kampı ve hapishanelerle ilgili sorunları bir an önce çözmek istiyor. SDG ise, Şam ile müzakere sürecinde ihtiyaç duyduğu uluslararası siyasi gücü kaybetmesine neden olacağı gerekçesiyle bunu engellemeye çalışıyor. Al Majalla’nın edindiği bilgilere göre Mazlum Abdi başkanlığındaki SDG heyeti, Amiral Cooper ve Özel Temsilci Barrack ile birlikte salı günü Erbil'e, ardından Şam'a giderek Suriye hükümeti ile görüşmelerde bulundu.

Yine edinilen bilgilere göre SDG, Şam ile yapılan anlaşmaların uygulanmasını sağlamak için Fransız ve Amerikan güçlerinin bölgeye konuşlanması gerektiğini vurguluyor. Bu şekilde SDG, konuyu uluslararası gözetim altında tutuyor ve SDG'nin, uluslararası güçlerin sahada varlığı nedeniyle önceki dönemlerden çok da farklı olmadığını düşündüğü bir dönemde, daha fazla zaman ve müzakereye kapıyı aralıyor. ABD, bölgedeki diğer güçlerin varlığına yanıt vermemiş, ancak SDG'ye, DAEŞ'i yenme misyonu tamamlanana ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu'da barış vizyonu gerçekleştirilene kadar öngörülebilir gelecekte Suriye topraklarında kalacağını bildirmişti.

Washington, anlaşmayı kısmen ve aşamalı olarak uygulamaya çalışmanın Şam ile SDF arasında güven inşa etmek ve anlaşmaların tamamının uygulanmasının önünü açmak için anahtar rol oynayabileceğine inanıyor. Bu nedenle, Deyrizor veya Rakka'nın güvenin tesisinde kilit rol oynayabileceğini düşünüyor. Ancak SDG, Deyrizor’u Suriye hükümetine teslim etmek istemiyor, çünkü bu hamle askeri açıdan SDG'nin Şam ile arasındaki su bariyerini (Deyrizor vilayetini ikiye ayıran Fırat Nehri) kaybetmesine neden olacak. Şam, bu su bariyeri olmadan askeri teçhizat ve personeli cepheye nakletme konusunda avantajlı. Şam, SDG'nin kontrolündeki Deyrizor bölgelerindeki kabileler aracılığıyla da daha fazla insan gücü kazanıyor. SDG, son yıllarda bu bölgelerdeki aşiretleri kendi tarafına çekmeyi başaramamıştı.

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi (KDSDÖY) Dış İlişkiler Komitesi Eşbaşkan İlham Ahmed, geçtiğimiz eylül ayı sonlarında Al Majalla’ya verdiği röportajda, ABD'nin Deyrizor ve Rakka’dan çekilip bu bölgeleri Suriye hükümetine devretme talebinde bulunduğu iddialarını yalanladı, ancak aynı röportajda SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonu konusunda görüşmelerin sürdüğünü söyledi. Deyrizor ile başlanması önerisi olduğunu ve bu konunun Deyrizor sakinleriyle görüşüldüğü belirten Ahmed, Bölgede bir yerel konsey var. Yerel konsey, bölgedeki aşiretlerin liderleri ve ileri gelenleriyle birlikte bu konuyu görüşüyor. Bu konularda aydınlara da danışılıyor ve Deyrizor çevresinde yapılan görüşmelerden haberdarlar” ifadelerini kullandı.

Doğu Fırat sorununu çözmek için iç ve bölgesel baskı altında olan Şam ise, SDG’ye güç ve yeteneklerini gösterme baskısı uyguluyor. Ekim ayı başında, Deyrizor’da SDG ve Suriye hükümeti bölgeleri arasındaki altı geçiş noktasını kısa süreliğine kapatarak, iki taraf arasındaki sivil ve ticari hareketliliği felç etti. Şam, bölgedeki sivillere kapatmanın güvenlik nedenleriyle yapıldığını söyledi ve bu, Suriye hükümeti mevzilerine büyük takviye kuvvetlerin gelmesiyle aynı zamana denk geldi. Kapatma ve takviye kuvvetler, Şam’ın SDG’ye verdiği mesajlar olarak yorumlanabilir ve Halep’te meydana gelen çatışma da iki taraf arasındaki çifte mesaj olarak yorumlanabilir. Her iki taraf da müzakere pozisyonunu güçlendirmek için askeri gücünü göstermeye çalışıyor.

SDG, Şam ile yapılan anlaşmaların uygulanmasını sağlamak için Fransız ve Amerikan güçlerinin bölgeye konuşlanması gerektiğini vurguluyor.

Şam’ın DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na (DMUK) katılımı onaylaması, Şam'a Fırat'ın doğusu sorununu çözmede daha fazla etki sağlayan bir başka siyasi faktör oldu. Bugün SDG, Suriye'de DMUK’un fiili ortağı ve Şam'ın DMUK’tan uzak durması, siyasi ve askeri desteğin SDG'ye yönelmesini sağlıyordu. Şam'ın DMUK’a katılması, hem Washington'daki yetkililer tarafından defalarca kez dile getirilen bir ABD talebi hem de Şam’ın talebiydi. Şam daha önce Halep, İdlib ve El-Badiye (çöl) bölgesinde gerçekleştirilen kara operasyonlarında Washington ile koordinasyon konusunda olumlu bir tutum sergiledi. Suriye tarafı, İçişleri Bakanlığı (Genel Güvenlik) aracılığıyla uluslararası koalisyon tarafından yürütülen operasyonlara katıldı ve Savunma Bakanlığı bu operasyonlara müdahil olmadı. Bu durum, Şam'ın uluslararası koalisyona katılmak için gerekli adımları tamamlaması halinde, Suriye Savunma Bakanlığı'nın (yapı ve organizasyon açısından) operasyonların ana aktörü olmaya hazır olup olmadığı konusunda bazı soru işaretlerini gündeme getiriyor.

sdfgrth
CENTCOM Komutanı Amiral Brad Cooper ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam'da Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşürken, 12 Eylül 2025 (AFP)

Şam ile SDG arasında siyasi ve askeri düzeyde bir mücadele var ve her iki taraf da kendisi ve geleceği için uygun gördüğü kazanımları elde etmeye çalışıyor. SDG, Suriye'nin geleceğinde askeri ve idari nüfuzunu güvence altına almak isterken Şam, Suriye coğrafyasını birleştirmek ve siyasi ve iç adımlarına ağır yük getiren gayri resmi askeri blokların varlığını sona erdirmek istiyor. Ayrıca, söz konusu bloklar, Suriye'nin bazı bölgelerini dış müdahaleye açık tutuyor ve ülkedeki istikrarsızlığı sürdürüyor. Şam ve SDG’nin hedefleri birbiriyle çeliştiği için, anlaşmaya zemin hazırlamak kolay değil. Bu uzun zaman alabilir, fakat bu sorunu çözme yönündeki uluslararası irade, iki taraf arasında anlaşmayı hızlandırmada ve Suriye, bölge ve uluslararası güvenlik için felaketle sonuçlanacak topyekûn bir askeri çatışmaya sürüklenmelerini önlemede olumlu bir rol oynayabilir.

Bölgesel, uluslararası ve içerideki yangınlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara yaptığı açıklamada, Şam ve SDG'nin felaketle sonuçlanacak olmasına rağmen askeri harekata hazırlandığını söyledi. Suriye Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Ahmed Zidan, siyasi müzakerelerin başarısız olması halinde askeri çatışma da dahil olmak üzere tüm seçeneklerin masada olduğunu yineledi. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığına göre Suriye Savunma Bakanlığı, SDG ile cephe hattında bulunan askeri birimlere, iki taraf arasında bir çatışmanın patlak vermesi ihtimaline karşı yüksek alarm durumunda kalmaları talimatını verdi. SDG ise kendi bölgelerinde askeri hazırlıklarını artırdı. Son aylarda, yüzlerce eski rejim üyesinin saflarına katılmaları için kapılarını açan SDG, onları Suriye hükümeti ile cephede görevlendirdi. SDG, Suriye hükümeti ile çatışmaya girilmesi durumunda Arap-Kürt ve aşiret bileşenleri arasında bölünmeler yaşanacağını öngördüğü için böyle bir adım attı. Buna karşın savaşın patlak vermesini önlemek için yoğun uluslararası çabalar devam ediyor. Zira böyle bir durum, Ortadoğu'da istikrarı teşvik etmek için yapılan uluslararası çabalar için zor sonuçlar doğurur. Bu çabaların başında Trump'ın bölgedeki savaşı sona erdirme arzusu geliyor.

Suriye hükümeti için cephedeki zorluk göz önüne alındığında, bölgede SDG ile arasında bir su boşluğu bulunduğu için savaşın Deyrizor’da başlaması olası değil. Öte yandan SDG, Suriye hükümeti ile birlikte savaşmaya hazırlanan Arap aşiretlerinin varlığı nedeniyle cephe hattını tam olarak kontrol edemediği için bu cephenin tehlikesinin farkında. Bu yüzden hem SDG hem de hükümet askeri desteklerini Suriye'nin kuzey cephelerine (Rakka, Tişrin Barajı bölgesi, Deyr Hafir) yoğunlaştırıyor. Askerî açıdan bakıldığında, Tişrin Barajı çevresi her iki taraf için de askeri bir yük olabilir, çünkü SDG yüksek bir bölgede konumlandığından coğrafi koşullar, hükümetin ilerlemesinin önünde engel teşkil ediyor. Suriye hükümetinin bu bölgede üstünlüğü olduğu için SDG'nin Deyr Hafir    çevresine doğru ilerlemesi olasılığı bulunmuyor. Savaş cepheleri, her iki tarafın kazanımları açısından dengesiz ve önemli insani kayıplara neden olabilir.

Yerel düzeyde, SDG ile hükümet arasında patlak verebilecek olası bir çatışmanın, bilançosu ağır ve kanlı bir çatışma olacağı tahmin ediliyor. SDG, kendisine öfkeli Arap ve Kürt grupların olmasından dolayı kendi bölgelerinde güvende değil, bu da Suriye hükümetine karşı çatışmalarla birlikte iç çatışmaların da çıkma olasılığını artırıyor. Bununla birlikte SDG’nin kontrolündeki bölgelerde bulunan DAEŞ hücrelerinin de bu fırsatı değerlendirerek SDG’ye veya binlerce DEAŞ militanının tutulduğu hapishanelere saldırılar düzenleyerek DEAŞ’lıların serbest kalmasını sağlamaya çalışmaları bekleniyor. SDG ağır kayıplar vereceği ve bunun da SDG'nin hedefleri ve gelecekte ulaşmak istediği amaçlarla uyumlu olmayan yeni bir gerçeklik yaratabileceği düşünülüyor.

Yerel düzeyde, SDG ile hükümet arasında patlak verebilecek olası bir çatışmanın, bilançosu ağır ve kanlı bir çatışma olacağı tahmin ediliyor. SDG, kendisine öfkeli Arap ve Kürt grupların olmasından dolayı kendi bölgelerinde güvende değil.

Suriye hükümeti de birçok engelle karşılaşacak. İç politikada, SDG ile savaşın önemli insani ve askeri lojistik takviyeleri gerektirmesi nedeniyle, Suriye kıyıları, güney, el-Badiye ve sınır bölgelerinde güvenlik açıkları oluşacak. Bunun yanında özellikle Suriye halkının, bu yıl Suriye kıyıları ve Suveyda’da meydana gelen çatışmaların korkunç sonuçları göz önüne alındığında, Suriye-Suriye çatışmaları sonucu ülkenin yeni bir kanlı felaketi tolere edemeyeceği düşünülürse, siyasi kayıpların da yaşanacağına şüphe yok. Öte yandan yeni bir iç savaş, yatırıma elverişli ortamı, Suriye'ye yönelik uluslararası desteği, Suriye'yi yaptırım listelerinden çıkarma çabalarını zayıflatacak ve yıkılmış ülkenin yeniden inşa ve istikrar döngüsüne girmesinin önünü açacak.

Suriye hükümeti ile SDG arasında bir savaş çıkması durumunda, Fırat Nehri'nin doğusunda askeri üsleri bulunan ABD'nin bu duruma seyirci kalması imkansız gibi görünüyor. Söz konusu üslerin, iki taraf arasındaki savaşın fitilini ateşleyeceği yangından etkilenmemesi mümkün değil. Ayrıca bu yangın, ABD'nin müdahalesinin sınırlarını ve sonuçlarını karmaşık hale getirecektir.

Bu savaş, DEAŞ ile mücadele eden ABD ve DMUK güçlerinin misyonunu da olumsuz etkileyecek. DEAŞ’ın da bu durumu kendi güçlerini yeniden inşa etmek için kullanacağı şüphesiz. Suriye-Irak sınır bölgesindeki kargaşanın yanı sıra, Washington, İran'ın güvenlik kırılganlığını sınır ötesi milisleri aracılığıyla nüfuzunu yeniden kazanmak için kullanmasından korkuyor. ABD ve Batılı ülkelerin, Rusya'nın özellikle hem Hmeymim Hava Üssü’nde hem de Kamışlı Havaalanı’nda halen askeri varlığı olmasından dolayı Suriye'deki güvenlik ve askeri durumun çökmesi halinde Suriye'ye yeniden nüfuz etmesinden duydukları endişe de göz ardı edilmemeli.

Türkiye, SDG ile yüzleşmek için Suriye'ye doğrudan müdahale etmek istememesine rağmen, Suriye hükümetinin doğu Fırat sorununu her ne pahasına olursa olsun çözmesini istiyor. Zira böyle bir müdahale bir yandan Türkiye-ABD ilişkilerini karmaşık hale getirir, diğer yandan Suriye hükümetini zor bir siyasi duruma sokar. Ancak Ankara, iki taraf arasında çatışmaların başlaması ve SDG'yi Suriye ordusuna entegre etmek ve Fırat'ın doğusunun yeniden Şam'ın kontrolüne geçmesi için askeri güçlerini lağvetmek amacıyla yürütülen müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde Suriye hükümetini desteklemek için müdahale edeceği tehdidini defalarca kez dile getirdi. Bu nedenle, SDG'nin Ankara'nın ulusal güvenliğine tehdit oluşturması nedeniyle, Türkiye'nin Şam'ı SDG'ye karşı desteklemek için müdahale etmesi ihtimali göz ardı edilemez.

Washington ve Ankara, Suriye hükümeti ile SDG arasında savaş çıkması durumunda çıkarlarını korumak için müdahale ederse bu gelişme, iki taraf arasındaki ilişkilerde yeni bir gerçeklik yaratarak bölgedeki güç dengesinin değişmesine yol açabilir. Ancak bu durum, her iki tarafın da diplomatik çabalarla çözmeye çalıştığı anlaşmazlıkları daha da karmaşık hale getirir.

frgt
Suriye'nin doğusundaki Deyrizor ilindeki Ömer Petrol Sahası’nda düzenlenen askeri geçit törenine katılan SDG üyeleri, 23 Mart 2021 (AFP)

Irak ve Lübnan da bu olası savaşın yol açacağı yangından etkilenecektir. Zira Suriye'nin güvenliğindeki herhangi bir bozulma sınırlarında istikrarsızlığa yol açar. Bu kırılganlık hali, İran ve Hizbullah tarafından, ya Suriye'deki nüfuslarını yeniden kazanarak bölgeye kaos getirmek ya da İran silahlarının Hizbullah’a ulaştırılmasını hızlandırmak suretiyle istismar edilecek ve bu da İsrail'in boş durmayacağı anlamına gelecek. Böyle bir durumda İsrail, ulusal güvenliğini koruma bahanesiyle Suriye ve Lübnan'da askeri saldırılar düzenleyebilir.

SDG ile Suriye hükümeti arasındaki savaş, sadece Suriyelileri yıkıma sürüklemeyecek bölgedeki ittifakların istikrarını ve bölgesel güvenliği tehdit eden ve DEAŞ'ı yeniden ön plana çıkarabilecek bir kıvılcım da olacak. Tarafların hiçbiri bu savaşa girmek istemiyor. Bölge ülkeleri ve uluslararası taraflar da bunun olmasını önlemek için çaba sarf ediyor. Ancak, Şam ile SDG arasındaki ara sıra çıkan çatışmalar, müzakerelerdeki konumlarını güçlendirme çabaları bağlamında değerlendirilebilir olsa da bir tarafın yanlış hesap yapması veya taraflar arasındaki yüksek gerginlikle birlikte çıkmaza girilmesi durumunda, kaçınmak istedikleri bu savaşın fitili ateşlenebilir.



Kaynaklar: Sudani'nin listesi Irak seçimlerinde ‘büyük bir zafer’ elde etti

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)
TT

Kaynaklar: Sudani'nin listesi Irak seçimlerinde ‘büyük bir zafer’ elde etti

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin koalisyonuna yakın kaynaklar, Sudani'nin listesinin dün yapılan parlamento seçimlerinde ‘büyük bir zafer’ elde ettiğini söyledi.

Başbakan’a yakın bir yetkili AFP'ye, “Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Bloğu çok önemli bir zafer elde etti” derken, listeye yakın diğer iki kaynak da bloğun yaklaşık 50 veya daha fazla sandalye ile ‘en büyük parlamento bloğunu’ kazandığını doğruladı.

dfv
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullanmadan önce (EPA)

Irak Bağımsız Seçim Komisyonu'nun bu akşam geç saatlerde ön sonuçları açıklaması bekleniyor.

Sudani, üç yıl önce İran'a yakın Şii partiler ve grupların oluşturduğu Koordinasyon Çerçevesi'nin desteğiyle iktidara geldikten sonra Irak'ta önemli bir siyasi güç haline geldi.

Seçim merkezleri, dört yıllık görev süresi için Temsilciler Meclisi’ni seçmek üzere kayıtlı 21,4 milyondan fazla seçmene 11 saat boyunca oy kullanma imkânı tanıdıktan sonra akşam 18:00’de kapandı.

Parlamento bir başkan atadıktan sonra, başkan anayasaya göre ‘en büyük parlamento bloğunun’ adayı olan ve fiilen yürütme organının temsilcisi olan başbakanı atar.

Mutlak çoğunluk bulunmadığında, müttefikleriyle müzakere ederek en büyük bloğu oluşturabilecek herhangi bir koalisyon, bir sonraki başbakanı seçer.

Başbakanın atanması ve hükümetin kurulması süreci, seçimlerden sonra en karmaşık süreçtir. Önceki örneklerde olduğu gibi, Şii çoğunluğa mensup partiler, başbakanı atamak ve hükümeti kurmak için anlaşmaya vardılar.

sdf
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırları içerisinde bulunan Erbil'in kuzeyindeki Akra kentinde oy kullanmak için sıra bekleyen seçmenler (AFP)

2003 yılında ABD'nin işgaliyle Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Irak'ta yerleşen geleneklere göre, Şii çoğunluk en önemli pozisyon olan başbakanlık görevini üstlenirken, Sünniler Temsilciler Meclisi'ni elinde tutuyor. Büyük ölçüde sembolik olan cumhurbaşkanlığı görevi ise Kürtlere veriliyor.

Irak Bağımsız Seçim Komisyonu'na göre, dünkü seçimlerde seçmen katılımı yüzde 55'i aştı. Bu oran, Şii lider Mukteda es-Sadr'ın bu yılki seçimleri boykot etmesine ve birçok Iraklının, yeni adayların olmaması nedeniyle seçimlerin hayatlarında gerçek bir değişiklik getirmeyeceği yönündeki hayal kırıklığını dile getirmesine rağmen, 2021'deki son seçimlerde kaydedilen yüzde 41'lik orandan önemli ölçüde yüksek.


ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı
TT

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

Refik Huri

Irak'ın geleceği, yeni bir Ortadoğu'ya giden yolda yaşanan hızlı değişimlerle bağlantılı olduğundan belirsizliğini koruyor. Ülkede yapılan parlamento seçimleri, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden bu yana devam eden çıkmazın ve ardından Mezopotamya'da nüfuz mücadelesi veren ABD ile İran arasındaki rekabetin bir tekrarından ibaret. Mezopotamya, ulusal kimlikten mezhepsel, dini, etnik ve bölgesel kimliklere doğru bir inişe tanık oldu. Mevcut durum ve çıkmaz, iki zıt pozisyonla özetlenebilir. Bunlardan biri Irak’ta faaliyet gösteren Hizbullah Tugayları sözcüsünün “Şiiler Irak üzerinde tam bir vesayet sahibidir” açıklamasında ifade edilirken diğeri Washington tarafından tekrarlanan ‘milislerden arındırılmış bir gelecek sağlamak için Irak'ın yanında durmak’ şeklindeki açıklamalarda dile getiriliyor. Şiilerin ‘tam vesayet’ sahibi olduğu ve Sünniler, Kürtler, Hıristiyanlar ve bir dizi tarihi mezhebin Şiilerin vesayeti altında olduğu bir ülkede devlet kurmak imkânsız. Bir milyondan fazla askeri personeli olan, ancak çoğu İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ile bağlantılı 70 silahlı örgütün yer aldığı Halk Seferberlik Güçleri’ne (Haşdi Şabi) güvenmek zorunda kalan bir ülkede devlet kurmak mümkün değil.

Suudi Arabistan’dan sonra petrol rezervleri açısından ikinci sırada yer alan Irak, iflas etmemiş, soyulmuş, önde gelen simalar tarafından zenginlikleri çalınmış ve sanki hiçbir kaynağı yokmuş gibi elektrik, su ve altyapıdan yoksun kalmıştır. Yolsuzluk o kadar yaygın hale gelmiştir ki, bazı bakanlar milyarlarca dolar çalmış ve milyarlarca dolarlık rüşvet almıştır. Bazı hükümet başkanları ise göreve başladıklarından daha zengin bir şekilde, hesaplarında on milyarlarca dolar ile görevlerinden ayrılmıştır. Irak’ta kimse ya yetersizlikten ya da yolsuzluktan faydalanma ve dış güçleri memnun etme arzusu yüzünden bu yaptıklarının hesabını vermez. Kerbela, Nasiriye, Meysan, Vasit, Basra gibi gençlerin ‘ABD ve İran işgalinden kurtulun!’ sloganını attığı güney illerinde yaygın bir şekilde patlak veren ‘Ekim Devrimi’ en şiddetli baskı, şiddet ve katliamlarla bastırıldı. İran'ın vesayeti dışında kalan İyad Allavi ve Mustafa el-Kazımi haricinde Şii partilerin liderlerinin başını çektiği hükümetler ya İran'ın nüfuzunu lehine dengelemeye ya da Washington ve Tahran ile ilişkilerde minimum bir denge sağlamaya ve kardeş Arap ülkelerine açılmaya çalıştı. Ancak tüm bunlara rağmen ülkedeki çıkmaz devam etti.

Ebu Bekir el-Bağdadi'nin Musul Camii’nden duyurduğu ve Suriye'nin Rakka kentini başkenti olarak ilan ettiği ‘Irak ve Şam İslam Devleti’nin (DEAŞ) düşmesinden sonra bile Enbar dışından gelen silahlı milisler nüfuzlarını sürdürmeye devam ediyor. Mukteda es-Sadr’ın lideri olduğu Sadr Hareketi, meclisteki en fazla sandalye sayısını kazandığında ve iktidar yapısını parti kotalarından uzaklaştırıp ulusal bir programa kaydırmaya çalıştığında meclisten çekilmek zorunda kaldı. Boşalan sandalyelere ise seçimin kaybedenleri tarafından dolduruldu. Sadr Hareketi, yeni seçimleri de boykot etme kararı aldı. Ancak İran, ‘Şii vesayetinin İran vesayeti’ olduğu gerekçesiyle oyuna devam ediyor. Nehreyn Üniversitesi'nde ulusal güvenlik profesörü olan Hüseyin Allavi, “Irak, İran'ın ulusal güvenlik politikasının ilk halkasını temsil ediyor” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye'ye gelince, Ninova'daki Zilkat Askeri Üssü’nün yanı sıra Irak'ta 60 askeri üssü bulunuyor. DMO'ya bağlı milisler ise Amerikan güçlerinin bulunduğu üsleri değil, Yeşil Bölge ve Bağdat Havalimanı'nı bombalıyor ve hiçbir hesap vermiyor. Hükümetlerin Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin talimatlarını gerçekten uygulayacağını umalım.

Irak'ı bir asır önceki haline döndürmek mantıklı değil. 1920 yılında Suudi Arabistan Kralı Faysal, “Bana göre Irak'ta henüz bir Irak halkı yok, daha çok milliyetçi ideolojiden yoksun, dini geleneklere ve batıl inançlara saplanmış hayali insan toplulukları var” demişti. 2025 yılında Irak, devlet öncesi mezhepsel bileşenlerine geri dönüyor gibi görünüyor. Bugünkü mücadele seçimlerle ilgili değil, seçim sonrası dönemle, Irak'ın geleceği için verilen mücadeleyle ilgili. Tahran, ABD’yi askeri, siyasi ve kültürel olarak Mezopotamya'dan çıkarmak istiyor. İran’a bağlı milisler, ülkenin bu yılın sonuna kadar ABD askerlerinden arındırılması konusunda ısrarcı. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ise ABD ile 2008 yılında imzalanan Stratejik Çerçeve Anlaşması çerçevesinde DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyon (DMUK) katılımı yerine çeşitli alanlarda ikili ortaklıklar üzerinde anlaşmaya varmak istiyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre aslında Irak üzerindeki çatışma çok hassas ve zorlu bir aşamaya giriyor. Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle Suriye’yi kaybeden ve Gazze Şeridi’nde ve Lübnan’da yenilgiye yaklaşan İran, Bağdat’taki önemli nüfuzunu korumaya çalışıyor. Çünkü Irak’ı kaybetmek İran’ın bölgesel projesinin sonu anlamına geliyor. Ayrıca Suriye, Lübnan ve Gazze'de zamanı geri çevirmeye çalışıyor. ABD, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze ve Lübnan’daki savaşlarını ve Irak'taki silahlı milisleri vurma tehditlerini kullanarak, Ortadoğu'yu değiştirmek ve Başkan Donald Trump’ın himayesinde bölgede kapsamlı bir barış tesis etmeye çabalıyor. Bu barış, ancak İran'ın katılımıyla, ya Washington ile yapılan bir anlaşma kapsamında ya da rejimin düşmesine yol açan bir askeri saldırı sonrasında tamamlanabilir. Eğer Tahran, köklü değişikliklerin ardından imkânsız bir görevi üstleniyorsa, ABD’nin yeni Ortadoğu mühendisliğinin karşı karşıya olduğu zorluklar da küçümsenecek gibi değil. Irak, özellikle güneyde ve genel olarak diğer bölgelerde yoksulluk vakalarının ve işsizlik oranlarının artması ve hizmetlerin yetersizliği sorunlarını çözemeyen, başarısız bir devlet olarak kalırsa, geleceği de olmaz. Alınan yarım yamalak önlemler artık yeterli değil. ABD ile İran arasındaki çıkmazda dönüp durmak da ulusal bir spor değil. Irak ya Arap olacak ya da yeniden yapılanma sürecindeki bir bölgede, ulusal meşruiyetten başka hiçbir meşruiyeti olmayan başka bir melez ülkeden ibaret kalacak.


BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
TT

BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher dün Port Sudan’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile ‘yapıcı’ görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmede, ateşkes çabaları ve insani yardımların ulaştırılmasının sağlanması konuları ele alındı. Bu sırada, orduyla Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmalar ülkenin batısında genişlemeye devam ediyor.

Fletcher, iki yıldan fazla süredir savaşın pençesindeki ülkenin çeşitli bölgelerine yardım ulaştırılmasını sağlamayı amaçlayan ve ‘yapıcı’ olarak nitelendirdiği görüşmeleri övdü.

Görüşmenin ardından Sudan Egemenlik Konseyi tarafından yayımlanan bir videoda Fletcher şunları söyledi: “Bugün öğleden sonra Burhan ile yaptığımız yapıcı görüşmeleri memnuniyetle karşılıyoruz. Bu görüşmelerin amacı, Sudan’ın her yerinde çalışmalarımızı sürdürebilmemizi ve yardımları tamamen tarafsız, bağımsız ve önyargısız bir şekilde, uluslararası desteğe en çok ihtiyaç duyan insanlara ulaştırabilmemizi sağlamaktır.”

Egemenlik Konseyi'nin basın ofisinden yapılan açıklamaya göre Burhan, ‘Sudan'ın BM ve çeşitli kurumlarıyla, özellikle insani yardım alanında iş birliği yapmaya istekli olduğunu’ yineledi.

Fletcher ayrıca, ateşkes önerilerini görüşmek üzere Sudan Dışişleri Bakanı Muhyiddin Salem ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ile bir toplantı yaptı.

Sudan'ın geniş bölgelerinde ordu ile HDK arasında çatışmaların tırmanışa geçtiği görülüyor. Çatışmalar, HDK'nin geçen ay kontrolünü ele geçirdiği Darfur bölgesine komşu Kordofan bölgelerine yayılıyor.

HDK pazartesi günü, Batı Kordofan'ın Babnusa kentine, oradaki ordu karargahını ele geçirmek amacıyla ‘büyük kalabalıklar’ halinde savaşçılarının geldiğini duyurdu.

Şehir, Hartum ile Darfur bölgesini birbirine bağlayan yol üzerinde yer alıyor; HDK’nin kontrolü altında bulunan Güney Darfur'daki Nyala ile iki taraf arasında çatışmaların şiddetlendiği Kuzey Kordofan'ın başkenti el-Ubeyd'in tam ortasında bulunuyor.

Fletcher dün X platformunda yaptığı bir paylaşımda Sudan'a geldiğini doğruladı. Paylaşımında, ‘zulümleri durdurmak, barış çabalarını desteklemek, BM Şartı’na bağlı kalmak, ekiplerin gerekli finansmana erişimi ve hareket özgürlüğü elde etmesi için baskı yapmak ve çatışma hatlarının her iki tarafında da hayat kurtarmak’ için çalışacağını belirtti.

HDK, 26 Ekim'de Kuzey Darfur'daki el-Faşir şehrini ele geçirerek ülkenin batısındaki Darfur bölgesini tamamen kontrolü altına alırken, ordu doğu ve kuzeydeki kontrolünü sürdürüyor.

d
El-Faşir'deki çatışmalarda yaralanan askerler, Kuzey Darfur'daki Tavile’de Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından kurulan bir sahra hastanesinde tedavi ediliyor. (Reuters)

O zamandan beri, toplu katliamlar, etnik şiddet, kaçırma ve cinsel saldırılarla ilgili sık sık haberler geliyor. İnsan hakları örgütleri ise HDK'nin kontrolündeki bölgelerde etnik katliamlar yaşandığını bildiriyor.

Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre, Kuzey Kordofan'dan yaklaşık 40 bin kişinin yanı sıra, son iki hafta içinde 90 binden fazla sivil el-Faşir'den komşu kasabalara kaçtı.

IOM Genel Direktörü Amy Pope yaptığı açıklamada, güvensizlik ve ağır insan hakları ihlallerinin yerinden edilme vakalarında önemli bir artışa yol açtığını ve insani krizi daha da kötüleştirdiğini söyledi. Pope, “El-Faşir'deki kriz, ailelerin gıda, su ve tıbbi bakıma erişimini engelleyen 18 aylık kuşatmanın doğrudan bir sonucudur” dedi.

HDK geçen hafta, Uluslararası Dörtlü (Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD) tarafından önerilen insani ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini açıkladı, ancak Hartum ve Atbara dahil olmak üzere ordunun kontrolündeki şehirlere saldırılarına devam etti.

Sudan Savunma Bakanı Hasan Kabrun ise Güvenlik ve Savunma Konseyi'nin Uluslararası Dörtlü tarafından sunulan ateşkes önerisini görüşmesinin ardından ordunun HDK ile savaşmaya devam edeceğini doğruladı.

Burhan, bir saha ziyareti sırasında ‘el-Faşir, el-Cuneyne, el-Cezire ve isyancılar tarafından saldırıya uğrayan tüm bölgelerde öldürülen ve işkence görenlerin intikamını alacağına’ söz verdi ve ‘ordunun düşmanı yenmeye ve Sudan devletini en üst düzeyde güvence altına almaya devam edeceğini’ vurguladı.

Sudan'da iki yıldan fazla süredir devam eden savaş, on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve yaklaşık 12 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olarak milyonlarca sivili tehdit eden ciddi bir açlık krizine yol açtı.