Franciyye, Lübnan cumhurbaşkanlığı adaylığını resmen ilan etti

Franciyye ailesine yönelik düzenlenen ‘Ehden katliamını’ andı: “O dönemde biz uyurken geldiler, ama bugün bilincimiz açık”

Franciyye, Ehden katliamının yıldönümünde konuştu (Şarku’l Avsat)
Franciyye, Ehden katliamının yıldönümünde konuştu (Şarku’l Avsat)
TT

Franciyye, Lübnan cumhurbaşkanlığı adaylığını resmen ilan etti

Franciyye, Ehden katliamının yıldönümünde konuştu (Şarku’l Avsat)
Franciyye, Ehden katliamının yıldönümünde konuştu (Şarku’l Avsat)

Lübnan’da Maruni Hristiyan Marada Hareketi lideri Süleyman Franciyye, cumhurbaşkanlığı için resmi adaylığını ilan ederek, muhaliflerini eleştirdi. Kimseye hiçbir şey empoze etmediğini belirten Franciyye, “Ulusal ve kapsayıcı bir aday üzerinde anlaşma konusunda hiçbir sorunumuz yok” dedi.

Franciyye, (Falanjist Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi’nin (LKP) Genel Başkanı Samir Caca’nın suçlandığı Ehden Katliamı’nda babası, annesi ve kız kardeşine düzenlenen suikastın 45. Yıldönümünde konuştu. Katliam kurbanları, Marada tarafından bir ayin ve törenle anıldı.

Ülke siyaseti muhalefet tarafından desteklenen aday Cihad Azur ile Şii ittifakı (Hizbullah-Emel) tarafından desteklenen aday Franciyye arasındaki rekabete tanık oluyor. Yıllar sonra ilk kez Franciyye, ailesine yönelik suikastı halka açık bir törenle anıyor. Bu durum, bazıları tarafından ‘başta kendisini halkın temsiline sahip olmamakla suçlayanlara karşı verilen yanıt’ olmak üzere ‘farklı boyutları olan siyasi bir mesaj’ olarak nitelendirildi. Franciyye ayrıca, tören sırasında cumhurbaşkanlığı adaylığını resmen ilan etti.

Marada lideri, “şu anda tanık olunan şartların, bedelini Hristiyanların ve tüm Lübnan’ın ödediği ‘Ehden Katliamı’nın şartlarına çok benzediğini” söylerken, “13 Haziran’ın 14 Haziran’da uygulanmasına izin vermeyeceğiz” dedi. Franciyye, 13 Haziran 1978’de gerçekleşen Ehden katliamına ve 14 Haziran’da yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerine atıfta bulundu.

“13 Haziran’da geldiler ve biz uyuyorduk. Ama bugün bilincimiz açık. O dönemde yaşananlar 14 Haziran’da olmayacak” diyen Franciyye, “Biz 100 yıllık bir siyasi ortamın çocuklarıyız ve millet sevgisi devamlılığımızın sebebidir. Ne Hristiyanlığımız ne vatanseverliğimiz ne Araplığımız hususunda kimse bizden üstün olamaz” dedi.

Kuzey uzlaşması

Süleyman Franciyye, “Merhum Başbakan Reşid Karami ile savaştan sonra kuzey uzlaşması, bölünme projelerine darbe indirdi ve Lübnan’ı birleştirdi. Cumhurbaşkanı Franciyye’yi (büyükbabası merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Franciyye) Hristiyan kararının dışında görenler vardı ve sonuçta Ehden Katliamı oldu” dedi.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında da konuşan Franciyye, “13 Haziran, bu yıl özel bir karaktere sahip. Çünkü cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili özel siyasi koşullarla bağlantılı” şeklinde konuştu.

Azur ve Barud

(Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket’e (ÖYH) hitaben konuşan Franciyye, “Siz, sistemin dışından bir aday istiyordunuz ve adayınız sistemin oğlu ve Maliye Bakanı” dedi. Cumhurbaşkanlığı adayı, “ÖYH, eski bakan Ziyad Barud’un ismini önerdi. Ardından geri adım attı ve ÖYH’nin ‘buna bağlı bir başkan istemediğini’ söylediği sisteme mensup Cihad Azur’un adını önerdi” şeklinde konuştu.

Franciyye, LKP Genel Başkanı Samir Caca’ya da hitaben, “Muhalefetin adayına karşısınız ve bu sizin hakkınız. Ama 2016’da itirazın bana karşı olduğunu ve o dönemde LKP’nin Süleyman Franciyye’ye karşı Hizbullah adayıyla ittifak kurduğunu hatırlatmak isterim. Benim lehime olan yeter sayı defalarca devre dışı bırakıldı. Sorun, Hizbullah’ta değil, ülkeyi ılımlı hale getirebilecek herhangi bir açık fikirli Hristiyan’ın istenmemesinde” dedi.

“ÖYH ve LKP anlaşması, Cumhuriyet pahasına kotaların paylaşılmasıydı. Yıllar içinde yolları kesinleştikten sonra bugün de bana karşı kesişiyor. Uzlaştıklarında olumsuzluk üzerine anlaşıyorlar” diyen Franciyye, “Bu deneyi her kim denediyse yıkıcı bir zihne sahipti” şeklinde konuştu.

Öte yandan Maruni Katolik Patriği Beşara er-Rai ile mükemmel bir ilişkisi olduğuna dikkat çeken Süleyman Franciyye, “Fransa, Lübnan’ı tanıyor ve Lübnan’a benzer bir çözüm bulmaya çalışıyor. Fransız girişimi pragmatik bir girişim” dedi.

Franciyye, “Bu ortamda cumhurbaşkanı seçmek zor ve siyasi çukurlara doğru gidiyorlar” şeklinde konuşmasına rağmen, seçimlere aday olduğunu söyleyerek, birçok vaatte bulundu. Marada lideri, “Meclis Başkanı Nebih Berri ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah tarafından aday gösterilmeden önce, bir tarafın adayı olarak gösterilmem gerektiği çağrısı yapılıyordu” şeklinde konuştu.

Süleyman Franciyye, “Anavatandaki ortakların onları yok etmek istemediği konusunda Hristiyanlara güvence vermenin zamanı geldi. Ben siyasi bir projeye mensup olduğum için utanmıyorum. Müttefiklerim ve dostlarım, cumhurbaşkanı olursam tüm dünyaya açık olacağımı biliyorlar” dedi.

Franciyye, Hristiyan popülaritesinden şüphe duyanlara ve Şii İkili tarafından aday gösterilmesini eleştirilere cevaben, “Ben bir Maruni, bir Hristiyan ve en başta bir Arap’ım. Reformlara, Taif Anlaşması’na ve ‘idari ademi merkeziyetçilik’ ilkesine bağlıyım. Sözlüğümde ‘Siyasi hayatta duraksama olmaz’ yer alır ve güçlü bir cumhurbaşkanı ‘Bize ne oluyor” demez” diyerek, eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn dönemi ile özdeşleşen bir söze atıfta bulundu.

Franciyye liderliğindeki Marada ile Samir Caca liderliğindeki LKP arasındaki düşmanlığın sona ermediği biliniyor. Ancak 2018 yılında Bkerki’de Maruni Patriği Beşara er-Rai’nin himayesinde gerçekleşen bir uzlaşmayla hafifledi. Ehden katliamı hâlâ hafızalarda taze ve bugün cumhurbaşkanlığı savaşında yaşananlara benzer şekilde her kavram veya siyasi olayda kendisini gösteriyor.

Ehden Katliamı

Katliam, 13 Haziran 1978'de 1975-1990 Lübnan İç Savaşı'nın bir parçası olarak gerçekleşti. Bir Falanjist milis grubu, Ehden'i ele geçirmek amacıyla Franciyye ailesinin malikanesine saldırdı ve aralarında (Süleyman Franciyye’nin babası) Tony Franciyye, eşi ve üç yaşındaki kızı Jihane'nin de bulunduğu yaklaşık 40 kişiyi öldürdü.

Malikaneye saldıran Falanjist güçlerinden biri, o zamanlar 26 yaşındaki milis komutanı Samir Caca tarafından yönetiliyordu.

28 Haziran 1978'de Marada müttefikleri, 26 Ketaib mensubunun ölümüyle sonuçlanan Kaa katliamı olarak bilinen başka bir katliamla misilleme yaptı.

Marada Hareketi, LKP’yi Ehden katliamını gerçekleştirmekle suçluyor. Beşir Cemayel, katliamın “feodalizme karşı toplumsal bir isyan” olduğunu savundu. Ayrıca Bugünkü LKP’nin öncülü olan Falanjist Parti, Marada güçleri Falanjist liderin katillerini teslim etmediği için saldırıyı kendi güçlerinin gerçekleştirdiğini açıkladı.

Ehden katliamdan sorumlu tutulan Samir Caca, Ehden "Operasyonu"ndan sorumlu “askeri birlik” arasında yer aldığını kabul etti, ancak katliamdan önce vurulduğunu iddia ederek katliamda yer aldığını yalanladı.



Lübnan’da federalizmi savunanlarla karşı çıkanlar arasındaki tartışma yeniden başladı

Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)
Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)
TT

Lübnan’da federalizmi savunanlarla karşı çıkanlar arasındaki tartışma yeniden başladı

Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)
Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)

Lübnan’da bir yılı aşkın bir süredir günlük hayatta federalizmden bahsetmek artık alışılagelmiş bir durum haline gelirken ister savunsunlar ister karşı çıksın federalizm hakkındaki tartışmaya katılanların çoğu başka bir konuyu; tanımı olmayan, ancak bölücülükle ilişkilendirilen her zamanki ünlü ‘komployu’ da tartışıyorlar.

Lübnan'daki diğer siyasi grupların aksine federalistler için iki durum söz konusu. Bunlardan biri, Lübnan'ın merkezi yapısında her kademede kendi gözlerimizle gördüğümüz derin ve yapısal bozulmanın olduğunu söylemeleri, diğeri ise ölen bir yapının tıpkı ölülere yapıldığı gibi defnedilmesi gerektiğini savunmaları.

Ancak federalizmi savunanları eleştirenler, birkaç istisna dışında bir cesetle yaşamaktan rahatsızlık duymuyor gibiler. Bu yüzden ölümü ve bozulmayı inkar ettiklerini görüyoruz. Vatana ve birliğine adeta tapan ve onu insandan, iradesinden ve hürriyetinden üstün tutanlar, 19. yüzyıl marşlarını tekrarlayanlar, geçmişi en iyi gelecek olarak gören nostaljik insanlar, mevcut yapıyı yeniden gözden geçirmenin kendilerini düşmanları karşısında yalnızlaştıracağından korkan acizler ve boyun eğenler, parmağını bile kıpırdatmayanlar, sanrılara kapılıp gidenler ve sonuçları sistemin yapısında, ekonomisinde ya da kültüründe ele almanın sebepleri ortadan kaldırabileceğini savunanlar da bu kategoride yer alıyorlar. Fakat hepsine göre kötü niyetliler aynı saftalar ve masumların benimsediği inkar politikasından da yalnızca onlar yararlanıyorlar. Bu kötü insanlar, iki yönlü bir dil kullanıyorlar. Bu dillerden biri Lübnan'ı koruduklarına dair kullandıkları dil, diğeri Lübnan'ı tamamen bir hendeğe çevirecek üstü kapalı dil. Bu onlar için aynı zamanda o bizi korusun, biz de onu koruyalım diye bu açık hendeğin üstünü örten ‘birlik’ şemsiyesinin genişletilmesini gerektiren bir görevdir.

Sahte birlik

Gerçekte Lübnanlıların çile çektikleri bu sahte birlik, Ortadoğu'da farklı isimler ve adreslerle bildiğimiz bir birliktir ve Lübnanlılara özel bir durum değildir. Burada ‘kader düşmanına’ karşı vatanseverlik, milliyetçilik ve birlik sloganlarıyla yaşatılan otoriter merkeziyetçilik, nüfusun geniş kesimlerinin sıkıntıları ve üzerlerindeki baskı gözler önüne serildi. Irak’ın Halepçe’si ile Suriye’nin Duma’sı arasında, baskı ve zorluk açıkça soykırıma varan biçimler aldı.

Bunun alternatifine ya federalizm dedik ya da başka bir isim verdik. Fakat kesin olan bir şey var ki, Lübnan halkının daha düşük maliyetlerle ve daha özgür bir şekilde kendini yeniden canlandırabileceği bir alternatif düşünmeliyiz. Burada yanlış bir şey yok, hepimizin bildiği bazı şeylerin hızlı bir şekilde toparlanmasıyla birlikte, bu da çöküşün devam etmesinin Lübnan ‘halklarının’ birliği için mevcut tek ufuk olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hepimizin bildiği bazı şeylerin hızlı bir şekilde toparlanması gerekiyor. Bunun da Lübnan’daki ekonomik çöküşün devam etmesinin ülkedeki ‘halkların’ birliği için mevcut tek çözüm olduğu açıkça görülüyor. Devlet güçsüzleşti. Bölgeler birbirinden uzak ve farklı hale geldi. Suç cezasız kalmaya başladı. 14 Şubat 2005 tarihinde Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri´nin Beyrut'ta hayatını kaybettiği bombalı saldırı ve Beyrut limanı patlaması olaylarıyla ilgili soruşturmalar yapılamıyor ve davalar görülmüyor. Yasadışı silahlar ülkeyi etkin bir şekilde yönetmeye ve ülkeyi halkın iradesinin hiçe sayıldığı durumlara sürüklemeye devam ediyor. Yolsuzluk ve ekonomik felaket, merkezi mezhepsel kotalar ve yasadışı silahların desteğiyle sürüyor. Lübnan’da kapsamlı ve kurtarıcı bir vatanseverlik yaratmaya yönelik umutları yeşerten sonra girişim 2019 yılında başarısız olurken, Lübnan’a ve hatta bölgeye uluslararası ilginin olmaması, ‘Lübnan’ın dirilişi’ söylemi üzerindeki umutsuzluğa yeni bir neden daha ekledi.

xsef
Beyrut limanındaki patlama, Lübnan’dan göç eden Hristiyanların sayısını yukarıya çekti. Beyrut limanında 4 Ağustos 2020'de meydana gelen patlama sonucu yanan bir gemi (AFP)

Dahası, yukarıda belirtilenlerin yanında başka olgular da ülkenin çeşitli kesimleri arasında tıpkı bugün olduğu gibi modern tarihinin tüm önemli dönüm noktalarında yaşanan derin bir anlaşmazlıktan kaynaklanıyor. Lübnan’da Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve Fransız Mandası'nın kurulmasından Hizbullah'ın direnişine ve aralarında 1920'de ‘Büyük Lübnan’ın kurulmasına, 1943’te bağımsızlığını ilan etmesinden, 1958 Lübnan krizine ve Filistin direniş örgütlerinin silahları konusundaki anlaşmazlığa ve ardından 1975 iç savaşı, işgaller ve Refik Hariri suikastına kadar tüm bu büyük olayların her biri için en az iki yorum, iki hatıra ve iki sonuç vardır.

Eski Cumhurbaşkanı Şarl Helu’nun iktidarının ortalarına kadar uzanan yüksek fiyatlara rağmen istikrar ve uyumun olduğu 1960’lardaki (Fuad Şehab’a atıfla) Şehebçı yıllarda ise Mısır’ın eski Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın dış politikasından vazgeçmekten, 1964 seçimlerinde, Camille Chamoun'un 1957 yılında önde gelen Müslüman liderlerden bazılarını devirdiği seçimlerde yaşanana benzer şekilde Camille Chamoun ve Raymond Eddeh gibi önde gelen Maruni liderlerden bazılarını devirmeye kadar, gazeteci Kamel Mrowa suikastına göz yumulmasından ‘İkinci Büro’nun (Şehab tarafından kurulan ve orduya bağlı olan istihbarat servisi) bazı kamusal ve özel özgürlükleri kısıtlamasına kadar birçok olguya tanık olundu ve sonunda Şehabçılık, tabutuna son çiviyi çakan Filistin direnişinin yükselişiyle cezalandırıldı.

Bu büyüklükteki, bu derinlikteki ve bu süre zarfındaki tartışma, zenginliğin kaynağı olan bir çoğulculuk değil, çok kanlı bilançosuyla amansız bir mücadele ve sonu gelmeyen savaşların kaynağı oldu. En nihayetinde halk, herhangi bir grubu, koşulları ve gelecek vizyonu hakkında görüşlerini ifade etme hakkına sahiptir. İki kişinin kavga ettiğini görenlerin onları birbirinden az da olsa uzaklaştırmaya çalışmaları gayet doğal ve normal bir davranıştır.

Bununla birlikte federalizme karşı olanlar, amaçlarına hizmet eden bir şey yapmış olsalardı, yani Şiiler Hizbullah'a karşı sağlam bir blok oluştursalardı ya da Sünniler Hizbullah'a karşı sağlam ve kapsamlı tutumlar sergileselerdi, federalizmin Hıristiyanlar üzerindeki baskısını sınırlayabilirlerdi. Fakat hiçbiri yapılmadı. Bu yüzden kadının tacize uğradığı ve sadece ona karşı ısrarla kullanılan ‘Mutlu yuvayı mahvediyorsun!’ çığlıklarının daha yüksek olduğu zorlayıcı bir evliliğe daha yakın bir yerde duruyoruz.

Kasıtlı ruminasyon (zihinde tekrarlanan olumsuz düşünceler) ve kapalı kimlik

Geriye bu satırların ölü bir birliğin kırılmasını ifade eden, ancak geliştirdiği stratejiler ve taşıdığı değerlerle ve dolayısıyla başkalarından önce kendilerine açtıkları imkanlarla bu birliğin bozulduğunu söyleyenleri mazur göstermeyen durağanlığın terk edilmesi kalıyor. Bu birlikten merkezi sistemle ayrılma çağrısı anlaşılır ve haklı bir çağrıdır. Bu çağrıya, özgürlüklerin ve çoğulculuğun korunduğu bir vatan inşa edemediğimizi kabul etmekten kaynaklanan bir acı duygusu eşlik ediyor. Bu yüzden mesele, bir zaferden ve birçok sorumluluğun bulunduğu üniter gerçekliğin bloke edilmesinin ve parçalanmasının dikte ettiği bir zorunluluktan daha pratik hale geliyor.

Fakat bu birliğin bozulmasının gerektiğini kabul etmek, meseleleri basitleştirmekten çok daha karmaşık bir durum. Bu birliğin imkansız bir çözüm haline geldiğini söylemek de önerilen alternatifin pratik bir çözüm demek değildir.

Öncelikle federalizmle konuyu takip edenlerin bildiği temel bir açıklama yapılması gerekiyor. Federalizm, tek başına dış politika ve savunma politikalarıyla ilgili Lübnan-Lübnan çatışmalarının köküne inemez. Federalizm önerisini düzeltici yapan tarafsızlık ilkesiyle ilişkilendiren de budur. Federalistler ya da en azından bazıları, bunun farkında olarak iki talebi şu ya da bu şekilde tek bir çağrıda birleştirirler.

Öte yandan federalizmin anlaşmazlık durumları için olduğu şeklindeki rahat ve doğru söylemle küçük düşürülmeyen Lübnan'daki bölünmüşlüğün aşılması üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olmaya devam edecek. Bunun nedeni, örneğin, Bosna'daki parçalanmayı zorlukla kontrol etmeye ve onu federal olarak yeniden ayağa kaldırmaya yönelik Washington ve Dayton anlaşmalarının formülünün, Lübnan karşısında çok zayıf ve çaresiz kalmasıdır.

Diğer taraftan federal proje önerileri, Lübnanlıları belli bir mezhebe mensup olarak doğdukları ve alt kültürlerini taşıdıkları için otomatik olarak eşit olarak gördüğü sürece bu projelerin temelini oluşturan felsefeye dair haklı endişeler uyandırıyor. Yani bir mezhebe mensup olmak ve bu mezhebin kültürünü taşımak istemeyenlerin varlığını asla hesaba katmıyor. Bunun da ötesinde burada önceden belirlenmiş olan, bireylerin özgür seçimlerinin her şeyi geçersiz kılmasıdır. Bunun özgürlük, liberalizm ya da ilerleme olarak tarif edilmesi zor olan tehlikeli bir görüş olduğuna şüphe yok. Federal yapıların, ötekileştiren mezhepçi kimlikleri ifade ettikleri sürece bu kimliklerin mezheplerin reddettiği liberal ve laik politikaları benimseyebilecekleri de şüpheli.

Bunun yanında Federal yapının, kendi içindeki mezhepçi ve bölgesel çatışmalardan muaf olmadığını söyleyen şantajcı ruhani yapıdan uzakta böyle bir olasılık, şantajcı ruhani yapıdan arındırılarak ciddi bir şekilde ele alınmalı.

Bu endişelerin ifade edilmesinin amacı insanların umutsuzluğa kapılması ve cesaretlerinin kırılması değil, daha çok kapalı kimlik şeytanlarının salıverilmesi tehlikesine karşı uyarmaktır. Bu uyarının bir başka gerekçesi daha var. Hiçbir federalizm savunucusu, büyük olasılıkla şiddet aracılığıyla ve şiddetin kendi içinde nefret uyandıran bir şey olduğu yanılgısına kapılıp her ikisini birden başarmak şöyle dursun ya federalizmi ya da tarafsızlığı elde edeceğini bile düşünmez. Burada esneklik yerine, nesnel koşulların olmayışını, iradeciliğe ve onun çizdiği kimlik folkloruna abartılı bir bağlılıkla telafi etme yanılgısına düşmekten korkulur.

Federalizm destekçileri, federalizm isteyenlerin kendi salt iradeleri ile yerine getirilmediği ve birden fazla tarafın onayının alınması şart koşulduğu sürece bugün federalizm destekçilerinden gereken ilgiyi görmeyen iki adrese değinmek gerekiyor. Bunlardan biri etkili dış güçler. Bu güçler bir an önce Lübnan için federalizme ve tarafsızlığa ikna edilmeliler. Diğer adres ise federalizmin kendisiyle ilgili çekinceleri olsa da kamuoyunda federalizm destekçileriyle makul derecede aynı fikirde olan aktif Müslümanlardır. Etkili dış güçlerin şu an gözle görülür şekilde Lübnan’a ilgi göstermedeki ilgisizlikleri ve ülke nüfuzundaki düşüş, son maddenin önemini ikiye katlıyor.

Bu yüzden ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar, ortak paydaları yalnızca Hizbullah düşmanlığı olan bu Müslüman çevrelerle diyalog, dost çevresini genişletmek ve kapsamlı bir anlayış tabanı oluşturmak için kesintisiz ve sürekli yükselen bir süreç bağlamında kaçınılmaz bir görev haline geldi. 14 Mart ve ardından 17 Ekim'de çoğunluğu eski ortak olanlarla anlaşamayanlar, takas aracı olarak geriye çatışmadan başka neredeyse hiçbir şey bırakmadan hiçbir Müslümanla uzlaşamayacaklar.

Eğer kapalı ve mutlak fanatizme güvenmenin potansiyel müttefikleri kışkırtmak için bir giriş noktası olduğunu söyleyebiliyorsak değerlere güvenmenin de onlarla diyalog kurmak için bir giriş noktası olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü federalizm ve tarafsızlık, çıkarlar, özgürlükler, adalet ve ırkçılık ya da toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili şeyler gibi federalistlerin bu konuda neredeyse ses bile duyamayacağı tutumların yerine geçmemelidir.

Bu ‘ana çelişkinin’, daha doğrusu ‘tek çelişkinin’ etrafında yoğunlaşmak, federalizm savunucuları istemese bile onları aşırı romantik popülist sağcı bir gruba, dağımız, haçımız ve kilise çanlarımız hakkındaki kırsal çığlıklarını Batı ve medeniyet hakkındaki eski, dini ve sömürgeci bir imajla ilişkilendiren bir gruba dönüştürmekle tehdit ediyor.

Böyle bir söylem, Lübnanlıların büyük kısmını yabancılaştırıp kışkırtmakla kalmıyor, bazıları biraz çabayla tarafsızlık ve federalizm çağrısını anlayan bir arkadaş kazanabiliyor. Aynı zamanda, eski dini ve sömürgeci söylemin artık hitap etmediği geniş ve etkili Batı kesimlerini de provoke ediyor. 

Bu yüzden “Bunlar bizi ilgilendirmiyor” cümlesini tekrarlamak hem ahlaki zayıflık hem de faydasız olacaktır. Zira Lübnan gibi coğrafyası etkili dış güçler tarafından yönetilen bir ülkede hak ve özgürlüklerle ilgili tüm konular kamu işleriyle meşgul olan herkesi ilgilendirir. Filistin, ya da Suriye ya da Ermeni meselesini Lübnan'ın silahlı çatışmalara sürüklenmesi için kullanılmasına karşı çıkmak anlaşılır görünse de, bu meseleler hepimizi ‘ilgilendiriyor’. Federalizmin ve tarafsızlığın birleşimi, söz konusu meselelerle ve haklarla özel bir şekilde ilgilenilmesini öngören yeni bir değer olarak ortaya çıkarabilir.

Ateşli bir federalizm savunucusu, bunların lüks nitelikte şeyler olduğunu ve bunları yerine getirmenin uzun zaman alacağını söylemek yerine Ortadoğu’nun geri kalan ülkelerinde olduğu gibi Lübnan'da da Hizbullah'ın genişlemesi, art arda gelen felaketler ve göç eden Hıristiyanların sayısının artmasının her şeyi etkilediğini söyleyebilir. Bunun ve daha kötüsünün olmasını önlemek için mezhep kitlemizin özverili ve seferber olması yetecekken son yıllarda siyasete yön veren ve ölüme, göçe, yerinden edilmeye ve işgale neden olan savaşlara dönüşmesine eşlik eden bu gönüllü olarak baskıya boyun eğiş değil miydi?

Büyük ihtimalle lanetlenmiş halklardan biri olarak bizler (Lübnanlılar) maalesef yavaşlığa mahkumuz. Bu yeterince kötü ve acı verici olsa da geçmişteki hızlı süreçlerin yenilendiği herhangi bir hız daha kötü ve daha acı verici sonuçlar doğuracaktır.