Kamptaki DEAŞ’lı kadınlar ‘erkekler tarafından kandırılmanın’ bedelini ödüyor

Şarku'l Avsat terör örgütü DEAŞ üyelerinin ailelerinden Faslı, Mısırlı, Özbek ve Iraklı bir kadınlarla röportaj yaptı

Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseke’de yer alan Malikiye kırsalındaki Roj Kampı (Şarku'l Avsat)
Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseke’de yer alan Malikiye kırsalındaki Roj Kampı (Şarku'l Avsat)
TT

Kamptaki DEAŞ’lı kadınlar ‘erkekler tarafından kandırılmanın’ bedelini ödüyor

Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseke’de yer alan Malikiye kırsalındaki Roj Kampı (Şarku'l Avsat)
Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseke’de yer alan Malikiye kırsalındaki Roj Kampı (Şarku'l Avsat)

Suriye'nin kuzeydoğusundaki terör örgütü DEAŞ militanlarının ailelerinin kaldığı Roj Kampında, BM mülteciler Yüksek Komiserliği logosunun yazılı çadırlarının altındaki kadınlar ve anneler, akıbetlerinin ne olacağını beklerken günlük yaşamlarının ayrıntılarını anlattı. Burada zamanın bir anlamı yok. Burada gece de gün gibi. Bu kampın acı anlılar ve geçmişin yüküyle yaşayan sakinleri için saatler yıllar önce durdu.

Suriye'ye geliş hikayeleri de neredeyse aynı. Kocalar aşırılık yanlısı örgütün saflarına katılmaya karar verdikten sonra, aile üyeleri sadece onlara katılmak ve sonuçlarına katlanmak zorunda kaldılar. Kocalar aşırılık yanlısı örgütün saflarına katılmaya karar verdikten sonra, aile üyeleri sadece onlara katılmak ve sonuçlarına katlanmak zorunda kaldılar. Kamptaki kadınların günlük yaşamlarının ayrıntılarını kendi ülkelerindeki normal yaşamlarıyla karşılaştırdığınızda alacağınız cevap için fazla düşünmeye gerek duymuyorlar: Hiçbir yönden benzemiyor.

Roj Kampı, Haseke Valiliği'ndeki el-Malikiye (Derik) kasabasının kırsal kesiminde yer alıyor. Batılı ve Arap uyruklu DEAŞ saflarında yer alan savaşçıların yabancı ailelerine ek olarak, Iraklı mülteciler ve yerinden edilmiş Suriyeli kadınlar da dahil olmak üzere çoğu kadın ve çocuk olan yaklaşık 2 bin 500 kişiyi içeriyor.

Şarku'l Avsat, sıkı güvenlik tedbirleri altındaki kampa bir ziyaret gerçekleştirerek Faslı, Mısırlı, Özbek ve Iraklı sakinlerle özel röportajlar yaptı. Röportaj veren kadınların çoğu, temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paraları olmadığını belirterek, temiz içme suyuna erişimin zor olmasından, hijyen ve tıbbi bakımın yetersiz olmasından, danışmanlık eksikliğinden, eğitimsizlikten, yetersiz beslenmeden, çitler ve güvenlik kameraları içinde yaşamaktan şikayet etti.

Faslı: Hayvanlar gibi yaşıyoruz

Fas’ın Teutan şehrinden olan Fas uyruklu Şuruk, Suriye’nin bombalanıp yıkılan çeşitli şehirlerinde sekiz yıl nasıl yaşadığını anlattı. Ne kışın soğuğundan ne de yazın sıcağından korumayan bir çadırın merhametine sığınıp yaşayan Şuruk, bugün onları Ortadoğu'nun bu sıcak noktasına gelmeye zorlayan babaları öldürüldükten sonra yetim kalan çocuklarını yetiştirmekten sorumlu.

Şuruk, verdiği röportajın başında şöyle konuştu: “36 yaşındayım fakat hayatım konusunda hiç söz sahibi olmadım. Çünkü önce ailemin sonra da kocamın seçtiği hayatı yaşadım ve bu yaşta dul kaldım. Bugünse kaderimdekileri yaşıyorum.” Eşi öldürüldükten sonra 2017 yılının ortalarında örgütün kontrolündeki bölgelerden kaçtığını söyleyen Şuruk, “Örgüt saflarına katılmayı seçen eşimdi. Onun vefatının ardından örgütle herhangi bir bağımız kalmadı. Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) hakimiyeti altındaki bölgelere doğru kaçarak kampa geldik” dedi.

Kendisi gibi olanların anavatanlarına dönmeleri karşısındaki en önemli engelin Suriye’de doğan çeşitli uyruklara mensup çocukların varlığı olduğunu söyleyen Şuruk, “İki çocuğumu Fas’ta dünyaya getirdim. Benim durumumda çifte vatandaşlık ve yabancı uyruklu kişilerle evli olmak yasal bir sorun oluşturmuyor. Ben bir dul ve çocuklarım yetimken, Fas’ın bizi ülkeye yeniden kabul etme tereddüt ettiğini bilmiyorum” ifadelerini kullandı.

Faslı Şuruk (Şarku'l Avsat)
Faslı Şuruk (Şarku'l Avsat)

Faslı Şuruk, “Ruhum bunalmış durumdayken geceyle gündüz birbirine denk. Günlük rutin bir kayba dönüşüyor. Çocuklarıma bazen sabah saat 9’da kahvaltı başka bir gün öğleden sonra 3 gibi. Çünkü zamanın bir kıymeti yok. Gerçekten zaman burada ağır işliyor” dedi. Çadırının 6 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğinde olduğunu söyleyen Şuruk, çadırı üç bölüme ayırdığını bunlardan birincisi çadırın girişi olan küçük bir alanı mutfak, orta kısmı ise oturma ve uyuma alanı, üçüncü kısmı ise giysiler ve battaniyeler için bir dolap olarak kullandığını ifade etti.

 Uzun yeşil bir abaya giyen ve koyu renk bir başörtüsü takan bu kadın, kamptaki mevcut mutfağını Fas'taki evininin mutfağıyla karşılaştırdı. Şuruk, “Tabi ki de karşılaştırılamaz. Bugün burada hayvanlar gibi yaşıyoruz” dedi. Ülkesindeki mutfağının detaylarını ve normal hayatını hatırladığında bir süre konuşmayı bıraktı ve gözleri doldu. Gücünü toplayarak konuşmaya devam eden Şuruk, “Bu çadıra ne kadar tabak, gaz ocağı, lavabo ve raf getirilirse getirilsin. Asla bir mutfağa dönüşmeyecek. Çatı plastik, duvarlar, pencereler hep tente. Fas'taki hayatımla kıyasladığımda bu hayat değil” şeklinde konuştu.

Gençliğinin başında Fas Kraliyet Donanması'na katılmayı, üniforma giymeyi ve okyanusları geçmeyi hayal eden Şuruk’un bugün en büyük hayali kamp hayatından kurtulup ailesinin yanına dönmek. Faslı kadın, “Annem bir yıl önce vefat etti, babamın yaşı ilerlemiş, bir daha görebilir miyim bilmiyorum” dedi.

Suriye’de iki hali de yaşayan Mısırlı

Mısırlı Radva, şu anda 40 yaşında olduğunu ve bunun 10 yılını Suriye’nin çeşitli bölgeleri ve kamplarda geçirdiğini söyledi. Hayatının zorlu koşullarından dolayı çok acı çekti. Daha önce Mısır’ın başkenti Kahire'de yaşadığını kaydeden Radva, varlıklı bir aileden geldiğini, iktisat fakültesinden mezun olan kocasının geçmişte tanınmış bir şirkette memur olarak çalıştığı söyledi.

 Radva, konuşmasının başında kendisi gibi birçokları gibi kendisinin de büyük bir aldatmacaya maruz kaldığını ifade etti. 2019 yılının baharında ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon Güçleri ve SDG tarafından yenilgiye uğratılmadan daha önce DEAŞ’ın kontrolü altında olan Suriye bölgelerine atıfta bulunarak “Örgüt bölgelerine gelen çoğu kişi gibi biz de kandırıldık. Düzenli bir hayat, okullar, ilişki kurulacak bir devlet ya da oluşum yoktu... DEAŞ bir aldatmaca ve büyük bir balondu” dedi.

Radva, üç çocuk annesi. En büyük kızı 17, oğulları ise 14 ve 10 yaşında. Eşi ise 2017 yılının başında ailenin DEAŞ bölgelerinden kaçmasından bu yana SDG hapishanelerinde tutuluyor.

Radva'nın bugün en büyük hayalleri ‘özgürce hareket ve seyahat etmek’. Kampta örgütle bağlantılı olduğu suçlamasıyla ‘tutuklu’ olarak alıkonulduğunu söyleyen Radva nereye giderse gitsin kovuşturulmaktan korkuyor. Ülkesine dönememekten endişe duyduğunu dile getirerek, “Mısır'a döndüğümde veya başka bir ülkeye seyahat ettiğimde bu suçlamadan korkuyorum. Çünkü bu sıfat beni rahatsız etmeye devam edecek” dedi. 

6 yıldır bu kampta yaşadığını ancak gelecekte durumunun ne olacağını bilmediğini anlatan Mısırlı kadın, “Herhangi bir taraf gelip örgütle bağlantımızın derecesini, hala aşırılık yanlısı olup olmadığımız incelesin. Gerçekten DEAŞ’lı olup olmadığımı görmek için beni gözetim altına alsınlar sonra ona göre beni burada tutsunlar” ifadelerini kullandı.

Bu Mısırlı kadın için saatler ve aylar oldukça yavaş geçerken, Radva yaşadığı en büyük zorluğun özgürce hareket edememek olduğunu ayrıca cep telefonu ya da dizüstü bilgisayar bulundurmalarının yasak olduğunu söylüyor. Radva, “Pazar ve eğitim alanları var ama biz özgürlük istiyoruz. Çocuklarımın üniversiteye gitmelerini ve eğitimlerini tamamlamalarını istiyorum. Rahatlamak için bir hobi kursuna gitmek istiyoruz. Özgürce dışarı çıkmak istiyoruz. Burada gidebileceğimiz parklar yok” dedi.

Radva, kendisini bir şirkette iş sözleşmesi yapma bahanesiyle Türkiye'ye gitmeye ikna eden kocası tarafından kandırıldığını saklamıyor. Suriye sınırına vardıklarında, daha önce DEAŞ’ın kontrolü altındaki bölgelerde yaşamak için Suriye'ye girmek istediğinde şoke olduğunu söyledi. Radva, “Beni bir emrivakiyle karşı karşıya bıraktı. Sözde bir İslami hilafet yönetimi altında yaşayacağımız yanılsamasına kapılmıştım. Ancak gördüğümüz şeyler karşısında şoke olduk. İntikam, cinayet, karanlık her yerdeydi” dedi.

 Kuaförlük yapan kızlar

Tuka adlı 19 yaşındaki Özbek genç kız, 2015 yılının ortalarında memleketi başkent Taşkent'ten 3 bin 500 kilometre uzaktaki İstanbul’a doğru nasıl seyahat ettiğini anlattı. Daha sonra Suriye tarafında, o zamanlar DEAŞ’ın pençesinde olan sınır kasabası Tel Abyad'a gizlice geçmek üzere bir otobüse binip yolculuklarına karadan devam ederek Suriye ile Türkiye sınırındaki Şanlıurfa kentine doğru yola çıktılar. Yedi günlük bir yolculuğun ardından Suriye'nin kuzeyindeki Rakka şehrine ulaştıklarını söyledi.

 Özbek Tuka (Şarku'l Avsat)
Özbek Tuka (Şarku'l Avsat)

O zamanlar Rakka, örgütün en önde gelen kentiydi ve Özbek aile, seyahat masrafları, uçak bileti masraflarının karşılanması, yönetici pozisyonları ve yüksek maaşlar alma vaatlerinin ardından sözde DEAŞ Devleti’nin gölgesinde yaşamayı umuyordu.

Bu kız hayatının neredeyse yarısını savaştan zarar görmüş bir ülkede geçirdi. Bugün annesi, 4 kız kardeşi ve iki erkek kardeşiyle birlikte bu kampta yaşıyor. Babası SDG tarafından hapishanede tutuluyor.

Tuka, kararlılıkla, ısrarla ve annesinin de onayıyla artık meslek öğrenmek için ‘kuaförlük’ kursuna gidiyor. Tuka, “Çocukluğumda gelecekte cerrah olmayı hayal ederdim. Bugün kamptan ayrıldıktan sonra okula geri döneceğim. Bunun olmasını beklerken, kuaförlük kursuna gitmeye karar verdim ve bu durumumu değiştirdi. Annem bile rahatladı” dedi.

21 yaşındaki Iraklı arkadaşı Hiba ise, 2014 yılının yazında terörist DEAŞ’ın sözde hilafetini ilan etmeye başlamasıyla ünlenen Musul şehrinden geliyor. 11 yaşındayken babası onu Faslı bir savaşçıyla evlenmeye zorladı. Birkaç yıl süren zorunlu bir evliliğin ardından kocasının Irak'ta yakalandığını ve Bağdat'ın onu Fas hükümetine teslim ettiğini söyledi. Kendisi ise Irak'taki DEAŞ bölgelerinin geri çekilmesinin ardından örgüt saflarında yer alan küçük erkek kardeşi ile birlikte Suriye'ye doğru yola çıktı. Kardeşinin öldürülmesinden sonra yedi yıldır yaşadığı Roj kampına gitti. Özbek arkadaşı gibi o da kamptaki arkadaşlarının saçlarına bakım yapıp makyaj yapıp kuaförlük mesleğini öğrenmeye karar vermiş.

Bu iki kız, Roj kampındaki diğer onlarca kızla birlikte güzellik uzmanı ve kadın kuaförü olarak eğitiliyor. Hemşirelik, berberlik, elektronik aletlerin tamiri gibi meslekler de pratik hayat tecrübesi kazandırmak ve boş zamanı doldurmak için öğretiliyor.

Kamptaki çocuklar için uyarılar

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nden iki üst düzey yetkilisi “el-Hol ve Roj kamplarında vatandaşı bulunan ülkelerin tepkisi çok yavaş. Bu durum mevcut gözaltı ortamlarında yaşayan DEAŞ’lılar ve militanlarının çocuklarının dosyalarının büyüklüğü ve tehlikesi ile orantılı değildir” dedi. Kampların tasfiyesinin belki de onlarca yıl alacağı vurgulandı. Haseke'deki el-Hol kampından sorumluların, yalnızca bu kampta kaydedilen 150'den fazla cinayetin ardından şiddetin eşi görülmemiş boyutlara ulaştığı konusunda defalarca uyarıda bulunduğuna işaret edildi. Bu kampların, sadece bir kısmı DEAŞ ailelerinden olan binlerce yerinden edilmiş insanı barındırdığı biliniyor.

Yerinden Edilenler ve Mülteci İşleri Dairesi Başkanı Şeyhmus Ahmed, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda, Roj ve Hol kampları dosyası, ilgili ülkelerin hükümetlerinin yanı sıra uluslararası toplumu da ilgilendiren uluslararası bir ikileme dönüştüğünü söyledi. Ahmed, “Örgüt saflarına katılan, saflarında savaşan ve bölgelerinde yaşayan vatandaşlarını geri almayı reddeden ülkeler ve hükümetler var. Görüşmelerimiz sırasında bize ulusal güvenliklerinden endişe duyduklarını ve toplumlarının DEAŞ destekçilerinin dönüşünü kabul etmeyi reddettiğini açıkladılar.

Roj Kampı’ndaki çocuklar (Şarku'l Avsat)
Roj Kampı’ndaki çocuklar (Şarku'l Avsat)

Ahmed, uluslararası toplumun çift uyruklu kişilerin doğumu, babaların öldürülmesi ve annelerin kamplarda hayatta kalması göz önüne alındığında en hassas dosya olarak kabul edilen çocukların dosyasıyla ilgilenmemesine değindi. Ahmed, “Bu dosya, her geçen gün daha da artan riskler taşıyor. Çünkü uluslararası toplumun bu çocukları kamplarda ihmal etmesi çok tehlikeli. Yıllar geçtikçe büyüyen çocukları kampların sınırları içinde bırakmak, yasal yaşını (17 yaş) tamamladıktan sonra otomatik olarak örgüt savaşçılarının gözaltı merkezlerine nakledilmeleri ve bu da sorunun daha da büyüyeceği ve köklü çözümler olmadan kalacağı anlamına gelecek” şeklinde konuştu.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Dairesi İdari Organı Üyesi Avukat Halid İbrahim ise, Aşırılık yanlısı DEAŞ ideolojisiyle dolu bu büyük grupların, yönetimin kamplarında ve gözaltı merkezlerinde bulunmasının, bölge ve dünya için büyük tehlike oluşturduğunu söyledi. İbrahim, “Güvenlik, ekonomik, askeri ve hatta insan hakları açısından da yönetimin kurumlarına yük oluşturuyor” dedi.

Kürt yetkili, son üç yılda bin çocuk ve 400 kadının ülkelerine geri gönderildiğini söyledi. İbrahim, “Roj ve Hol kamplarında farklı ülkelerden 55'ten fazla milletten, çoğu kadın ve çocuktan oluşan yaklaşık 60 bin kişi var. Özerk Yönetim'in uluslararası toplum ülkelerine vatandaşlarını anavatanlarına geri kabul etme çağrılarına rağmen yetim çocuklar ve insani yardım vakaları da dahil olmak üzere çok az ülke yanıt verdi ve vatandaşlarını kurtardı. Ancak ‘güvenlik ve toplumsal nedenlerle’ yetişkin kadın ve erkekler dahil edilmedi” dedi.

İbrahim, uluslararası toplumu DEAŞ’lıların çocuklarını rehabilite etmek ve savaşçıların gözaltı merkezlerini korumak için Özerk Yönetim'e mali ve güvenlik yardımı sağlamaya çağırdı. Kürt yetkili, “Bu insanları ülkelerine geri döndürmek yıllar alabilir, 20 yıl daha sürebilir” dedi. Bu kamplarda büyüyen çocukların geleceği konusunda uyararak, radikal ve kalabalık ortamlarda evlilik veya aile kurumu çerçevesinin dışında yaşadıklarına dikkat çekti.



Suriye devleti tehlikede

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera
TT

Suriye devleti tehlikede

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera

Hayid Hayid

Suriye rejimi Mart 2020’de, pek çok bölgeyi muhalif güçlerden geri alarak ülkenin büyük bölümü üzerindeki kontrolünü teyit etmişti. Büyük oranda İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen bu askerî başarı, Esed’in iktidarını sağlamlaştırdı ve onu, muhalifleri tarafından tamamen devrilmekten kurtardı.

Ancak rejim, topraklar üzerinde tam kontrol sağlayamadı. Nitekim Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30 ila 35’i diğer silahlı grupların hükmü altında kaldı. Mesela kuzeybatıda Heyetu Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve askerî ve idari olarak Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO) hüküm sürerken, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de kuzeydoğu bölgesini yönetiyor.  

Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, bu bölgelerle de sınırlı değil. Nitekim çok sayıda milis, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde faaliyeti sürdürüyor. Bunlardan Ulusal Savunma Güçleri gibi bazıları, güvenlik ve askerî kurumlarla iş birliği yaparken, eski ‘isyancı güçler’ ve yerel Dürzi silahlı gruplar gibi bazıları da bir ölçüde bağımsız faaliyet yürütüyor.

Buna ek olarak Lübnan Hizbullah’ı ve Iraklı silahlı örgütler gibi yurt dışından, bilhassa İran’dan destek gören pek çok milis de özellikle Suriye sınırında halen aktif.

Esed’e bağlı milisler, rejimin varlığını güvence altına almada önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifelerine yönelik çeşitli tehditler oluşturdu. Toplumsal birlikteliğin baltalanması, hukukun ve düzenin bozulması, devlet egemenliğinin aşınması ve ulusal sınırların çiğnenmesi bu tehditler arasında sayılabilir. Aynı şekilde rejime bağlı olmayan silahlı örgütlerin ve bunların kendi faaliyet bölgelerinde kurdukları rakip ekonomik ve idari yapıların varlığı da ulusal devlet kavramını ve rolünü önemli ölçüde etkiledi. Bu örgütlerin varlığı ayrıca, toprak bütünlüğünü etkiliyor ve iktidarın çökmesi, toplumsal yalnızlaşma ve ulusal ekonominin parçalanması gibi tehditler de barındırıyor.

Rejime bağlı milisler

Hükümet yanlısı ve düzenli silahlı güçlerle müttefik olan milisler, Esed hükümetinin korunmasında ve çatışma döneminde güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Ancak 2016 yılında elini güçlendiren rejimin, kontrolünü yeniden sağlamaya dönük çabaları, bir yük veya tehdit olarak gördüğü milisleri hedef aldı ve bu da geriye kalan devlet dışı grupların akıbetine dair şüpheler doğurdu. Bazı durumlarda rejimin stratejileri, paramiliter grupları yeniden isimlendirip, onları profesyonel yapılara dönüştürmek yerine Suriye Arap Ordusu’na yardımcı odaklar haline getirmeyi içeriyordu.

Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi açısından bir zorluk oluşturuyor

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre bunun bir sonucu olarak varlığını sürdüren düzensiz silahlı örgütler, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi konusunda bir zorluk oluşturuyor.  

Analitik açıdan en iyisi, dış desteğe bakılmaksızın Suriyeli savaşçılar tarafından oluşturulan yerel milisler ile Suriyeli olmayan savaşçıları içeren yabancı milisler arasında ayrım yapmaktır.

Yerel milisler

Ayaklanma başladığından bu yana Suriye rejimi büyük ölçüde, yerel olarak finanse edilen milislere dayandı. İran’ın kurduğu bu milisler, ‘Halk Komiteleri’ olarak adlandırılıyor. Başlarda bu milisler, muhalif güçlere karşı şehirleri korudu. Daha sonra örgütsel olarak gelişerek, rejimin savunulmasında ve toprakların geri alınmasında önemli hale geldi. Aşağıda bu milislerin isimlerini kapsayan bir listeyi özetleyeceğiz, en önemlilerine ışık tutacağız ve mümkün olduğunca gruplandıracağız.

Ulusal Savunma Kuvvetleri

Ulusal Savunma Kuvvetleri (USK), 2012 yılında kuruldu. Suriye hükümeti, İran’ın desteğiyle 2012 yılında bu yapıyı oluşturmak için çeşitli milisleri birleştirdi. USK, çok geçmeden ülkenin en büyük grubu haline geldi ve çeşitli topluluklardan yaklaşık 40 bin savaşçıyı bir araya getirdi. USK grupları, Suriye ordusunun komutası altında faaliyet yürütürken, bağımsız hapishaneler kurdular ve birçok soruşturma yürüttüler. Bu durum, genellikle uzak bölgelerde yaşandı. Çatışmaların azalmasıyla birlikte bazı USK liderleri, yasa dışı faaliyetlere girişti ve bu da rejimi, bazı grupları dağıtmaya ve diğer gruplar üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmaya sevk etti.

Yerel Savunma Kuvvetleri

Rejim, nüfuzunu artırmak için USK’yi Suriye’deki resmî silahlı yapıya dahil etme konusunda tereddüt yaşayınca İran, Yerel Savunma Kuvvetleri’ne (YSK) başvurdu. Bu strateji, 2017 yılında başarısını ispatladı ve Tahran, YSK’nin hükümetin resmî kuvvetlerine entegrasyonunu koordine etmeyi başardı. Resmî entegrasyona rağmen İran’la güçlü ilişkileri koruyan YSK, İran’dan silah, para ve tazminat alıyordu. Bu ilişki, İran’ın büyük nüfuzunu korumakla birlikte, es-Sefira Kolordusu, el-Bakır Tugayı ve el-Katırcı Güçleri gibi etkili milislerin güçlendirilmesini sağladı.

Şii milisler

İran; Halep, Humus ve Rakka gibi bölgelerdeki Suriyeli Şii azınlığı seferber etti ve ülke geneline yayılmış tahminî 5 bin ila 8 bin savaşçıyı harekete geçirdi. Halep’teki ‘el-İmamü’l-Hucce Taburu’, Nubl’da ve ez-Zehra’daki ‘Mehdi’nin Askerleri’, Şam’daki ‘Rukayye Tugayı’, İdlib’deki ‘el-Vaadü’s-Sadık Kolordusu’, Humus’taki ‘er-Rıza Kuvvetleri’, Deyrizor’daki ‘313 Tugayı’, Lazkiye’de ve Hama’daki ‘Muhtar es-Sekafi Tugayı’ öne çıkan gruplar arasında. Askerî rollerinin yanı sıra bu milisler, Suriyeli topluluklar arasında dinî girişimler, eğitim ve yardımlar yoluyla İran’ın nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyorlar.

Süveyda’daki silahlı örgütler

Dürzi çoğunluğa sahip bu eyaletteki yerel milisler, kendi toplumlarını güvenlik tehditlerinden korumaya çalışıyor ve eyalet sınırları dışındaki çatışmalara katılmaktan uzak duruyor. Bu grupların çoğu, siyasi motivasyondan yoksun olmakla birlikte bazıları, nüfuz elde etmek için rejimin güvenlik güçleriyle iş birliği yapıyor. Bu gruplar, kendi kendini finanse etmeye ve bağışlara dayanırken, küçük bir kısmı da yasa dışı faaliyetlerde bulunuyor. ‘Onurlu Adamlar Hareketi’, ‘Şeyhu’l-Kerame Güçleri’ ve ‘el-Fahd Güçleri’ başlıca gruplardan.

İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak için yurt dışında Şii savaşçıları seferber etti.

Sekizinci Tugay

Sekizinci Tugay, Dera’da Rusya aracılığıyla bir uzlaşma anlaşması imzalanmasından sonra 2018 yılında Beşinci Kolordu bünyesinde kuruldu. Ahmed el-Avde liderliğindeki bu tugay, dağılmış muhalif gruplardan savaşçılar içeriyor. Bu tugay, yarı bağımsız bir şekilde faaliyet yürüttüğü için Beşinci Kolordu bünyesinde türünün tek örneği olarak görülüyor. Rejimin denetiminden uzak olmasından ötürü de Sekizinci Tugay ile rejime bağlı güçler arasında anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşanıyor.

Yabancı milisler

İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak amacıyla yurt dışından Şii savaşçıları harekete geçirdi. Lübnanlı Hizbullah, Afgan ‘Fatımiyyun Tugayı’, Pakistanlı ‘Zeynebiyyun Tugayı’ ve Haşd-i Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ile bağlantılı Iraklı milisler, bu savaşçılar arasında yer alıyor.

Diğer yandan Rusya da kara operasyonlarında Wagner Grup’u görevlendirdi ve ele geçirilen bölgelerdeki gazdan ve petrol sahaları ile fosfat madenleri üretiminden büyük bir pay elde etti. Bu grupların birçoğu halen Suriye’de olsa da özellikle şu ikisi, vatan için büyük tehdit oluşturuyor:

Hizbullah

Hizbullah, 2013 yılından bu yana Suriyeli ve Iraklı güçlerin yanında savaştı ve muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerin geri alınmasına yardımcı oldu. Rolünün genişlemesiyle birlikte Hizbullah, Suriye’de yeni milislerin kurulmasına ve yönlendirilmesine öncülük etti. Sürekli kayıplarına rağmen Hizbullah, siyasi ve mali kazançları kayıpların önünde tutarak Suriye’de kalma kararlılığını sürdürüyor.

Iraklı Şii savaşçılar

2012 yılı sonlarında İran’ın Esed’i destekleme yönündeki talimatı doğrultusunda bu gruplar, Suriye’deki çatışmanın bir iç savaşa dönüşmesiyle birlikte müdahalelerini artırdı. Uyuşturucu kaçakçılığı gibi kârlı kaçakçılık operasyonlarından faydalanan bu gruplar, Şam gibi Şii çoğunluğa sahip bölgelerin yanı sıra Suriye’nin kuzeydoğusunda, özellikle Irak sınırlarında da kontrol kurdu. ‘Esedullah el-Galib Tugayı’, ‘Ebulfazl el-Abbas Tugayı’, ‘İmam Ali Tugayı’ ve ‘Ketaib Hizbullah’, öne çıkan gruplardan.  

Devletin temel vazifeleri

Devleti oluşturan unsurlara ilişkin çeşitli tarifler mevcut ve bu tariflerin çoğu; toprak, hükümet, sınırlı şiddet kullanımı ve egemenlik gibi temel özelliklere odaklanıyor. Esed yanlısı milisler, rejimin varlığının güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifeleri açısından çeşitli tehditler oluşturuyor. Bu tehditler şunlar:

Toplumsal bütünlüğün baltalanması

İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında dinî ağlar ve mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının artmasına yol açan bir tehdit oluşturuyor. Mezhepler arası çatışma ihtimali bir yana bu tür girişimler, ayrılıkların pekişmesine ve birleşik bir ulusal kimlik inşasına dönük çabaların engellenmesine hizmet ediyor. Bu da kenetlenmiş bir Suriye toplumunun yeniden inşasını engelliyor.

Hukukun ve düzenin bozulması

Devlet kontrolü dışında faaliyet yürüten yerel milislerin gözetilmesi, devletin güç kullanımını tekeline alması önünde ciddi bir zorluk oluşturuyor. Özellikle de sürekli çatışmalar yüzünden zayıf düşmüş Suriye devletinde. Nitekim kötü ekonomik koşullar, emniyetsizlik, yaygın yolsuzluk ve devletin sunduğu hizmetlerin yetersizliği, öyle bir ortam oluşturdu ki bu ortamda milisler, gelir elde etmek için yasa dışı faaliyetlere başvuruyor. Bu bağlamda bazıları, kaçakçılık yaparken, bazıları da yağma ve fidye için adam kaçırma gibi suç eylemlerine başvuruyor. Tüm bunlar da şiddetli rekabetlerin ve çatışmaların çıkmasına yol açıyor. Bu tür faaliyetler, sadece ilgili grupları etkilemiyor ve siviller için de vahim sonuçlar doğuruyor. Ayrıca bu tür milislerin varlığı devletin, normal devlet vazifelerini yerine getirmek için gerekli yasaları ve düzeni yeniden tesis etme becerisini de büyük ölçüde engelliyor.

İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının güçlenmesine sebep oluyor.

Devlet egemenliğinin aşınması

Yabancı milisler, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde Esed’in onayıyla faaliyet yürütse de devlet egemenliği için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdit sadece, onların yabancı kökenli olmasından değil, aynı zamanda devletin onaylamadığı ya da devletin çıkarlarıyla çatışan politikaları uygulamalarından da kaynaklanıyor.

Örneğin Esed’in İsrail’le askerî gerilimi tırmandırma konusundaki isteksizliğine rağmen İran destekli gruplar, ekim ayından bu yana Suriye topraklarından İsrail’e karşı saldırılar düzenlemeye devam etti.  İsrail’in Suriye içindeki misilleme saldırılarının doğurduğu zararlara ve ufukta beliren gerginlik risklerine rağmen bu eylemler sürdürüldü. Çünkü bu yabancı milisler, talimatı Şam’dan değil, İran’dan alıyor.

Aynı şekilde İran destekli Iraklı milisler, Şam’ın değil de Tahran’ın emirleri doğrultusunda Suriye’deki ABD güçlerine pek çok saldırı düzenledi. Yani bu milislerin varlığı, İran’a, gelecekte Suriye devletinin onayını almadan saldırılar düzenleme imkânı veriyor, ki bu da devletin ve halkının güvenliği için sürekli bir tehdit oluşturuyor.

Ulusal sınırların çiğnenmesi

Hizbullah’ın ve Iraklı milislerin sınır bölgelerindeki denetimsiz kontrolü, Suriye sınırlarındaki güvenliği ciddi şekilde engelledi. Hizbullah’ın yasa dışı kaçakçılık yollarını kullanımı da Suriye’deki çatışmalar sırasında yoğunlaştı. Bu yolla Hizbullah, çoğu dizel yakıt kaçakçılığından olmak üzere aylık 300 milyon dolara varan büyük gelirler elde ediyor.  

Iraklı milisler de sınır geçitleri üzerindeki egemenliklerinden faydalanarak, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı için geçici yollar oluşturuyorlar ve böylece bu yolları keşfetmek mümkün olmuyor.

Irak, Lübnan ve Suriye arasında yasal ve yasa dışı malların kaçakçılığı, güvenlik kaygıları bir yana malzeme eksikliğinin artmasına ve fiyatların yükselmesine de yol açıyor ve devleti, hayati önem taşıyan ithalat ve ihracat vergilerinden mahrum ediyor.

Hizbullah ve Iraklı benzerleri ile koordinasyon halindeki yerel milisler, sınır ötesi ve yerel düzeydeki bu faaliyetlere katkı sağlıyor.

Rejime bağlı olmayan silahlı örgütler

Bu örgütleri üç ana gruba ayırabiliriz. Bu grupların başında gelen HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısında önemli ve güçlü bir oyuncu. Aynı bölgenin bazı kısımlarına Türkiye tarafından desteklenen ve ‘Suriye Millî Ordusu (SMO)’ bayrağı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar hükmediyor. Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada da Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor.

Rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki milislerin aksine bu örgütler, bağımsız hareket ediyor ve kendi bölgelerindeki askerî ve idari görevleri denetliyor.

HTŞ

Esas olarak Fethu’ş-Şam Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) liderliğindeki bu koalisyon, İdlib vilayetinin kuzey bölgeleri, Hama ve Lazkiye vilayetlerinin kuzeyinde küçük kısımlar ve Halep vilayetinin batısı üzerinde nüfuz sahibi. DEAŞ ve el-Kaide ile tarihî bağları sebebiyle HTŞ, Birleşmiş Milletler (BM) ve çeşitli ülkeler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldı. 2022 yılında HTŞ’nin tahminen yaklaşık 10 bin savaşçısı vardı.

HTŞ’nin toprakları doğrudan yönetmediğini, bu sorumluluğu 2017 yılında ortaya çıkan Suriye Kurtuluş Hükümeti’ne devrettiğini belirtmekte fayda var. Operasyonel bakımdan bu hükümet bir başbakandan, 11 bakandan, teknik müdürlüklerden ve idari meclislerden oluşuyor ve nominal bir yasama organı olarak faaliyet yürüten şura meclisi tarafından denetleniyor.

Kurtuluş Hükümeti, askerî ve mali destek karşılığında HTŞ’nin bölge üzerindeki kontrolünü ve hâkimiyetini sürdürmesine yardımcı oluyor. Bu demek oluyor ki HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısının ekonomisi üzerinde, özellikle de yakıt, mali hizmetler ve iletişim gibi sektörlerde büyük bir etkinliğe sahip.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor. SMO (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu)

Bu silahlı ittifak, Suriye’nin HTŞ’den sonra en büyük ikinci muhalefet koalisyonu olarak sınıflandırılıyor. Takipçileri, Suriye-Türkiye sınırındaki iki farklı bölgeyi kontrol ediyor. Bu bölgelerden büyüğü, Afrin’den Cerablus’a uzanırken, daha küçük olanı da Tel Ebyad’dan Ra’sü’l-Ayn’a kadar uzanıyor.

Resmî olarak SMO, Geçici Suriye Hükümeti Savunma Bakanlığı’nın yetki alanında olmakla birlikte Bakanlık, kendisini oluşturan gruplar için güçlü bir merkezî komuta yapısı olmadan faaliyet yürüten Milli Ordu üzerinde etkin bir kontrole sahip değil. SMO’daki karar süreci büyük ölçüde Türkiye’den etkileniyor.

efrbrfgb
Görsel: Nash Weerasekera

SMO, kendi kontrolünde bulunan bölgelerdeki günlük faaliyetler üzerinde büyük bir kontrol sahibi. Bu da güvenlik, emlak ve ticaret işlemleri, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel idari organların faaliyetleri gibi çeşitli alanlarda etkisini gösteriyor. Buna rağmen bu bölgelerdeki yarı bağımsız konseyler, önemli düzeyde yürütme otoritesine sahip. Bu konseylerin Türkiye’den mali ve teknik destek aldığı, bunun da Ankara’ya karar alma süreçlerinde büyük bir etki sağladığı öne sürülüyor. Rejime bağlı olmayan diğer bölgelerde olduğu gibi SMO gruplarının liderleri ve onlara yakın isimler de çoğunlukla kendi nüfuz bölgelerindeki ekonomik faaliyetleri kontrol ediyor.

SDG

Ekim 2015 yılında ABD’nin desteğiyle kurulan bu güçler; Kürt, Arap ve Hıristiyan savaşçılardan oluşan çeşitli bir ittifakı şekillendiriyor. Bununla birlikte Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG), SDG yapısı içinde baskın bir nüfuza sahip. SDG, Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşlandırılmış birlikleri denetleyen güçlü bir hiyerarşik komuta sistemiyle çalışıyor.

DEAŞ’ın hezimete uğratılmasından sonra SDG, bölgesel kontrolünü Münbiç, Rakka ve Deyrizor gibi önemli bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletti. Bu yayılma, 2018 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu özerk yönetim, SDG kontrolü altında yedi özerk bölgesel yönetimi denetliyor ve yönetim için bir yürütme konseyi ile parlamento görevleri için bir yasama konseyinden oluşuyor. Resmî yönetim yapısı, yürütme yetkilerini idari düzeyler aracılığıyla dağıtırken, pratikteki yürütme çoğunlukla merkezileşme eğiliminde. Diğer bölgelerde olduğu gibi SDG’ye bağlı gruplar da bölgedeki ekonomik faaliyetleri ve kaçakçılık operasyonlarını kontrol ediyor.

Ulusal devletin karşı karşıya olduğu tehditler

Paralel idari kurumlardan yoksun olan rejim yanlısı milislerin aksine, diğer bölgelerdeki silahlı gruplar kendi bölgelerinde tamamen devletin rolünü üstlendiler. Nitekim bu gruplar, yerel ekonomileri ve kendi yetki alanlarındaki nüfusun günlük işlerini yönetmek için idari çerçeveler geliştirdi, yönetim organları oluşturdu ve yasama sistemlerini uyguladı. Bu grupların yerel ve uluslararası sınırları kontrol ederek, merkezî devletin bu bölgelerdeki otoritesini elinden aldığını söylemek gerekir.

Bu silahlı grupların ve ulusal devlete alternatif yapılarının doğurduğu zorlukların boyutu, böyle bir şey gerçekleşecekse şayet, kendi bölgelerinin ne zaman ve nasıl yeniden entegre edileceğine bağlıdır.

Birleşik bir Suriye devletinin gerçekleşmesi için parçalanmış bölgeleri birleşik ve kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerekiyor.

Toprak bütünlüğüne yönelik tehdit

Rejime bağlı olmayan silahlı gruplar, ulus-devleti destekleyen tutumlarını ve toprak bütünlüğünü korumanın önemini vurgulasalar da Esed rejimine yönelik güçlü muhalefetleri, ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokuyor. Bu gruplar, ulusla barışçıl bir şekilde yeniden bütünleşmenin, mevcut haliyle rejimin son bulduğuna işaret eden temel bir siyasi dönüşümü gerektirdiği konusunda ısrarcı. Halihazırda askerî şartlar ve siyasi durgunluk, mevcut emrivaki düzenlemelerin yakın gelecekte de devam edeceğini gösteriyor. Bu bölünmelerin uzun bir süre devam etmesi, gerçekleşirse ve gerçekleştiğinde yeniden entegrasyon sürecini illaki karmaşık hale getirecek.

Parçalanmış yönetimin ve toplumsal izolasyonun dayatılması

Çeşitli emrivaki hükümetlerin yaygınlaşması ve yerel politikaların uygulanması, farklı bölgeler arasında maddi ve idari bir ayrılığa yol açtı. Ancak en önemli uyuşmazlık noktası, bölgeden bölgeye ciddi anlamda farklılık gösteren eğitim müfredatında yatıyor. Diğer şeylerin yanı sıra bu konudaki farklılıklar, genç nesiller üzerinde kalıcı bir etki bırakabilir, ki bu da onların diğer bölgelerden akranlarıyla iletişim becerilerini etkiler. Buna ek olarak kısıtlamalar, yüksek maliyetler ve tehlikeler de bu bölgeler arasındaki insan ve mal hareketliliğini de engelledi ve bunun sonucunda izole olmuşluk duygusu derinleşti.

Ulusal ekonominin parçalanması

Rejime bağlı olmayan emrivaki yönetimler, kendi topraklarında ayrı vergi sistemlerini uygulamaya koydu ve Suriye içinde bölgeler arasındaki ticareti düzenlemek için birçok ticari sistem ve gümrük vergisi getirdi. Suriye’nin kuzeybatı bölgeleri daha da ileri giderek, Suriye para biriminden Türk lirasına geçiş yaptı ve bu da onların Türk ekonomisine entegrasyonlarını güçlendirdi. Ancak bu uygulamalar, ülkede kalıcı ayrı ekonomilerin kurulması tehdidini barındırıyor.

Askerî şartlar ve siyasi durgunlukla karakterize edilen Suriye çatışmasının çözüme kavuşturulamaması, mevcut durumun ve silahlı grupların varlığının devam ettiğinin bir göstergesi. Bu, bu grupların ulusal devlete yönelttiği zorlukları artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu gerçekliğin tersine çevrilemez bir biçimde kökleşmesi riskini de artırıyor.

Birleşik bir Suriye devletinin var olması, parçalanmış bölgeleri birleşik ve iki taraf açısından kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerektiriyor. Böyle bir çözüm; devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi, toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye genelinde birleşik bir ulusal kimliğin güçlendirilmesi açısından hayati bir öneme sahip.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.