Geleceği olmayan bir astsubaydan, husumetli ülkelere açılım diplomasisinin liderliğine: ‘Türkiye’nin sır küpü’ Hakan Fidan

Hakan Fidan
Hakan Fidan
TT

Geleceği olmayan bir astsubaydan, husumetli ülkelere açılım diplomasisinin liderliğine: ‘Türkiye’nin sır küpü’ Hakan Fidan

Hakan Fidan
Hakan Fidan

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yeni kabinesinde bakan olarak atanması Türk halkı için sürpriz olmadı. Fidan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 2015 yılında milletvekilliği seçimlerinde aday gösterilme talebinden siyasi bir kariyer istediği herkes tarafından biliniyordu. Ancak Türk halkı için asıl sürpriz üstlendiği bakanlık, yani güvenlik alanından gelen isimler yerine diplomatların görev aldığı bilinen dışişleri bakanlığı görevini üstlenmesi oldu. Fidan’ı yakından tanıyanlar, bu görevi üstlenmesi karşısında şaşırmazken Türkiye’nin dış politikasında, özellikle ‘husumetli’ olarak sınıflandırılan ülkelere açılım konusunda büyük bir atılım gerçekleştirmeyi başarmasını bekliyorlar.

Washington Post gazetesinin 2013 yılında İsrail’in İran’daki 10 ajanının kimliğini ifşa etmekle suçladığı Fidan'a İsrail'in duyduğu ‘nefret’ hakkında çok şey yazıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hakan Fidan hakkında kullandığı belki de en açık ifade “Benim sır küpüm, devletin sır küpü. Türkiye’nin geleceğinin sır küpü” ifadesiydi. 2016’daki karşı darbe girişimini fark eden ilk kişinin Fidan olduğuna inanılıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakın çevresinden yetkililer, Fidan'ın Erdoğan’a ulaşarak onu uyarmaya çalıştığını, ancak Erdoğan’a kolay kolay ulaşamadığını, çünkü Erdoğan’ın o sıra ailesiyle tatilde olduğunu, bunun üzerine Fidan’ın Erdoğan'ın damatlarından biriyle temasa geçtiğini ve haberi ona ilettiğini söylediler. Dışişleri Bakanlığı’nın yeni patronunun kitleleri harekete geçirmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ekranlarda görünmesini tavsiye ettiği ve “Onlarla (darbecilerle) ölümüne savaşacağız, gidip halkla konuşacağız” dediği söyleniyor.

Bir Türk kaynak, ilk izlenimlerin aksine Türkiye’nin Fidan'ın diplomasi döneminde dışişleri bakanını istihbarattan, savunma bakanının ordudan ve içişleri bakanını devlet idaresinden geldiği İngiliz sistemine yakın yeni bir politika benimseneceğinden söz etti. Birçok kişi Fidan'ın ‘çeşitli bağlantılara ve bilgilere sahip olduğu’ ve bunları nasıl değerlendireceğini iyi bildiği için görevinde başarılı olmasını bekliyor. Tüm bunlara Fidan’ın Türk siyasetindeki yeni düzene göre yeniden ‘komşularla sıfır sorun’ politikasına doğru yönelimin olduğu son iki yıldır dış politikada oynadığı büyük rol ekleniyor.

Fidan, Türk hükümetinin Suriye ve Mısır gibi husumetli olduğu ülkelerle ve İran gibi ilişkilerine ‘rekabetin’ damgasını vurduğu bazı ülkelerle ‘temas noktası’ konumundaydı. Şarku’l Avsat’a konuşan kaynaklar, kısa süre önce Suriye ile geniş bir müzakere süreci başlatanın da Hakan Fidan olduğunu ve Suriyeli yetkililerle görüşme yeri açıklanmadan bizzat yürüttüğü görüşmeler sonucunda müzakere sürecinin başladığını söylediler.

Eski Lübnan Genel Güvenlik Teşkilatı Başkanı Abbas İbrahim de Fidan'ın atanmasının ‘Türkiye-Suriye ilişkilerini olumlu yönde etkileyeceğine’ inandığını ifade etti. Fidan'la bazı dosyalarda ortak çalışma fırsatı bulan İbrahim, Fidan'ın daha çok pragmatik bir adam olduğunu ve dosyayı ayrıntılarıyla bildiğini söyledi. İbrahim, Fidan’ın Suriyeli yetkililerle son görüşmeleriyle ilgili olarak “Onları anlıyor, onlar da onu anlıyor” yorumunda bulundu. Fidan'ın ‘Suriye tarafıyla güveni yeniden tesis edebilecek yeteneğe sahip olduğunu’ düşünen İbrahim, Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik, siyaset ve askeri varlığı dosyaları üzerinde çalıştığını belirterek, “Fidan, Suriyeli yetkililerle Türkiye-Suriye anlaşmazlığıyla ilgili bir anlaşmaya ulaştı, ancak ne yazık ki anlaşma, Türk siyasetçiler tarafından uygulanmadı” şeklinde konuştu.

Suriyeli yetkililerle Lübnan'da müzakereler

Daha önce Fidan ile ‘çalışma arkadaşlığı’ yaptığını söyleyen İbrahim, Türk yetkililerin ‘Suriye topraklarındaki gerilimi azaltmak’ amacıyla Beyrut'ta Türkiye-Suriye müzakerelerini başlatmak istediklerini, ancak Suriyelilerin buna yanıt vermediğini anlatırken, bu yüzden Türkiye’nin yeni dışişleri bakanının başarılı olmasını beklediğini, çünkü güvenlik görevlerinde üst düzeyde diplomasi yürüttüğünü söyledi. İbrahim, Fidan’ın dış politika liderliğinde Türkiye’nin yeniden komşularla sıfır sorun politikasına döneceği göz önüne alındığında bu niteliklere sahip bir dışişleri bakanının sorunları büyük ölçüde azaltabileceğini düşünüyor.

Türk dizileri aşığı!

Siyaset dışında Türk filmlerini ve dizilerini çok seven Fidan'ın ‘sanat seven’ yanından da söz edilir ve Fidan’ın sevdiği dizilerin neredeyse hiçbirini kaçırmadığı söylenir. Bazıları Netflix platformunda gösterilen Türk yapımları için yazılmış senaryolara, özellikle de tarihi dizilere ilgi duyduğunu belirtiyor. Fidan’la çalışan bir Türk yetkili Fidan hakkında, çok kitap okuduğunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seyahatleri sırasında en çok kitap okuyan kişilerin başında geldiğini söyledi. Hakan Fidanı Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) başkanlığı yaptığı dönemden beri tanıdığını söyleyen yetkili, Fidan’ın bu görevin ardından Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı, MİT Müsteşar Yardımcılığı ve MİT Başkanlığı görevlerindeyken de iletişimlerinin sürdüğünü belirterek, Fidan'ın ‘ekip çalışmasına sonuna kadar inandığını ve ekibini cesaretlendirmeye çalıştığını, vizyon sahibi ve kararlı biri olduğunu ve bu yönünün çok etkili olduğunu kaydetti.

Adını açıklanmasını istemeyen yetkili, Fidan'ın ‘teknolojiye çok meraklı ve MİT’te yüksek teknolojinin kullanılmasında büyük emeği olduğunu’ belirterek, Fidan hakkında şunları söyledi:

Analizleri doğru, mesajları açık ve nettir. Konuşurken sizi manipüle ettiğini anlamazsınız. Sorularınıza açık sözlülükle cevaplar verir. Söylediklerinin karşı tarafa ulaşmasını önemser ve mesajlarını iletmeyi sever. Karşı tarafın gözünde fikrinin net olduğundan emin olmak ister. Dengeli bir karakteri vardır ve karşısındakinin de öyle olmasını ister.

Eski Lübnan Genel Güvenlik Teşkilatı Başkanı Abbas da Fidan’ın ‘çok sakin bir kişiliğe sahip, sabırlı ve iyi bir dinleyici, ilişkilerini sürdüren ve hiçbir koşulda iletişimi kesmeyen, dosyaları son derece dikkatli takip eden biri’ olarak tanımladı.

İsrail ile kötü ilişkiler

Öte yandan, Washington Post gazetesinin 2013 yılında, İsrail’in İran'daki 10 ajanını ifşa etmekle suçladığı Fidan’a İsrail’in duyduğu ‘nefret’ hakkında çok şey yazıldığından, Fidan'ın İsrail ile ilişkisinin ciddi bir meydan okuma olması bekleniyor. New York Times (NYT) gazetesinin bir haberinde de Fidan'ın İran istihbaratına ve Suriye'deki cihatçılara bilgi sızdırabileceği endişesiyle Türkiye-İsrail iş birliğinin gerilediği yazıldı. O sıralar İsrail gazetesi Haaretz, Fidan ile ilgili yayınladığı bir haberde Mossad'ın, Özgürlük Filosu’nu organize etme rolü ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan'a olan yakınlığı ve İran'ın nükleer programını savunması nedeniyle dışişleri bakanlığına getirilmesiyle ilgili korkuları aktardı.

Olağanüstü bir özgeçmiş

Hakan Fidan, oldukça etkileyici bir özgeçmişe sahip. Çalışma hayatı dışında çok az bilgi yer alıyor. Sakin bir karakter. Türk halkı, dışişleri bakanlığı devir teslim töreni sırasında yaptığı konuşma dışında daha önce sesini duymamıştı. Buna karşın biyografisine bakıldığında hayatında muazzam bir ivme yakaladığı hemen göze çarpıyor. Fidan, 15 yıl boyunca orduda astsubay olarak görev yaptı. Ancak orduda ne kadar kalırsa kalsın üst rütbeye yükselemeyecek ‘mütedeyyin bir delikanlı’ olarak parlak bir geleceğe sahip olabileceği için askerlik hayatını astsubaylık rütbesinde bitirdi.

Evli ve 3 çocuk babası olan Fidan, 1968 yılında başkent Ankara’da doğdu. 1986 yılında Kara Kuvvetleri Muhabere Okulu ve Kara Kuvvetleri Dil Okulu'ndan mezun oldu. Daha sonra istihbarat alanında pratik deneyim kazandı ve 1986-2001 yılları arasında Almanya'da NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu İstihbarat ve Harekat Başkanlığı’nda yurtdışı görevde bulundu. Bu dönemde Almanya'da üniversite eğitimini tamamladı ve ABD'de Maryland Üniversitesine bağlı University of Maryland University College'dan yönetim ve siyaset bilimi alanından lisans dereceleri aldı. Burası Amerikan askerlerinin yurt dışında eğitimlerine devam edebilmeleri için kurulmuş bir kolejdir. Daha sonra Bilkent Üniversitesinde ‘Dış Politikada İstihbaratın Yeri’ isimli teziyle yüksek lisans ve 2006'da da ‘Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı’ başlıklı tez ile doktora yaptı.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde 15 yıl hizmet ettikten sonra 2001'de astsubay rütbesinden istifa etti. Siyasi ve ekonomik danışman olarak Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çalıştıktan sonra ardından o dönem Başbakanlığa bağlı olan TİKA başkanlığına atandı. Aynı zamanda Başbakanlık Dış Politika ve Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı yaptı.

Fidan'ın çalışmalarını yakından takip eden gazeteci Erdem Atay, Fidan’ın bu noktada istihbarata olan ilgisiyle ilgili olarak Şarku’l Avsat’a şunları söyledi:

Fidan'ın istihbarata olan ilgisi NATO'daki yurtdışı görevinden dönüşünde başladı. Ankara'daki ilk işi ‘Dış Politikada İstihbaratın Yeri’ isimli teziyle yüksek lisans yapmak oldu. Tezinde, ‘başarılı bir dış politika için güçlü ve nitelikli istihbaratın şart olduğu’ görüşünü savundu.

Atay, Fidan'ın istihbarat bilgilerini dış politikada başarıyla kullanan ABD ve İngiltere'nin istihbarat yapılarını incelediğini, ardından Türk istihbaratıyla karşılaştırma yaptığını ve çalışma sisteminin daha da geliştirilmesi için bazı önerilerde bulunduğunu belirtti. Atay, Fidan’ın tezini tamamladıktan sonra 2000 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yatırım kuruluşu olan OYAK'ın Genel Kurul üyeliğine seçildiğini ve 2001 yılında da ordudan istifa ettiğini kaydetti.

Fidan, ordudan ayrıldıktan sonra Avustralya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde kıdemli siyasi ve ekonomik danışman olarak görev yaptı. Burada, mevcut Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in de o dönem ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde benzer bir görevde olduğu ve aynı şeyin eski TBMM Dışişleri Komisyonu üyesi Suat Kınıklıoğlu için de geçerli olduğunu belirtmek gerekir.

Fidan'ın hızlı yükselişi, 2003 yılında TİKA başkanlığına atanmasıyla başladı. TİKA, o dönemde Devlet Bakanı Beşir Atalay'a bağlıydı. Fidan, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ilişkileri iyi olan Atalay'a o kadar yakın çalışıyordu ki, Gül cumhurbaşkanı olunca Fidan'ın Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine getirileceği söylentileri yayıldı. Ancak bu olmadı çünkü Fidan, TİKA'dayken o dönemde Başbakan olan Erdoğan'ın dikkatini çekti ve 2007'de Fidan’ı ekibine dahil etti. Ardından Fidan, Başbakanlık Dış Politika ve Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevine getirildi. Bu noktada TİKA’nın hem dışişleri hem de istihbarat birimleri ile iş birliği içinde faaliyet gösterdiğini belirtmekte fayda var. TİKA, Orta Asya başta olmak üzere Türkiye ile tarihi ve kültürel ilişkileri olan ülkelerle ilişkilerine ağırlık verdiği ve oradan da Afrika'ya doğru yola çıktığı için TİKA Başkanlığı Fidan için tamamen uygun bir konumdu.

O dönemde Başbakan Erdoğan’ın Dış Politika Baş Danışmanı olan Ahmet Davutoğlu'na bölge gezilerinde eşlik ediyordu. Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e de yurt dışı gezilerinde eşlik ederken yakın iş birliği içinde çalıştı. Fidan ayrıca, Erdoğan'ın Türkiye dışındaki ziyaretlerine katılan ve yabancı misafirleri karşılayan heyetlere de katılıyordu.

Fidan'ı korumak için 48 saat içinde yasa çıkarıldı

Öte yandan Fidan, Erdoğan'ın müttefikiyken amansız düşmanına dönüşen Fethullah Gülen tarafından yönetilen örgütün düşmanlığını da kazandı. Fidan, bu örgüt tarafından yakın takibe alındı. Hatta telefon görüşmeleri dinlendi ve bazı muhalif gazetelere bilgi sızdırmakla suçlandı. Fidan, 2010 yılında MİT Başkanı olmadan önce ne kadar önemli olduğunu gösteren bir olay yaşandı. Fidan, PKK'ya destek sağladığı ya da PKK’nın Türkiye'de güvenlik görevlilerine yönelik gerçekleştirdiği silahlı operasyonlar ve saldırılarla ilgili önceki bilgileri görmezden geldiği şüphesiyle 4 MİT yetkilisiyle birlikte şüpheli olarak soruşturuldu. Ancak hükümet derhal istihbarat görevlilerine ceza mahkemelerinde ifade vermekten muafiyet sağlayan bir yasa tasarısı sundu. Yasa, muhalefetin eleştirilerine rağmen 48 saat içinde TBMM’den geçti.

İstihbaratta değişim

Hakkındaki tüm suçlamalara rağmen Erdoğan'ın desteğinden aldığı gücü MİT’i yeniden yapılandırmak için kullanan Fidan'ın başarılarından biri de ‘Açık Kaynak İstihbaratı Daire Başkanlığı’nı kurması oldu. Erdem Atay'a göre Fidan’ın en büyük başarısı ise Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu oluşturularak, Genelkurmay Başkanlığı ile Jandarma arasındaki istihbarat savaşını bitirmesi oldu. Artık devletin tüm istihbarat servislerinin tartışmasız tek başkanı olarak yoluna devam edebilirdi. Bunun yanında Fidan, 1992'de MİT başkanlığını üstlenen Sönmez Köksal’dan sonra bu göreve kurum dışından atanan ikinci isimdir.

Türk basınına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, MİT’in modernleşmesi ve kurumsallaşması için başına kendisine yakın bir ismi atamak ve çalışanlarının yüzde 50'si halen ordudan olduğu için MİT'i ordunun etkisinden çıkarmak istedi. Fidan da Türk istihbaratının sıcak noktalardaki varlığını artırmak ve Türkiye'nin Ortadoğu, Rusya, Kafkasya, Asya ve Afrika'dan ABD, Avrupa ve İsrail'e kadar büyüyen ihtiyaçlarını karşılamak için ABD'deki FBI ve CIA benzeri istihbaratı biri iç diğeri dış olmak üzere ikiye ayırmaya çalıştı.



Trump: Nobel Ödülü ve uzak barış

ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
TT

Trump: Nobel Ödülü ve uzak barış

ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)

İbrahim Hamidi

ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Nobel Barış Ödülü'nü istiyor. Peki, kim istemiyor ki? Trump, Ortadoğu'da İbrahim Anlaşmaları’nın imzalanmasını sağlamadaki rolü nedeniyle ilk başkanlık dönemi sırasında ödülü almayı istemişti. Bu sefer dünya barışını sağlamadaki rolü nedeniyle ödülü almayı daha çok istiyor.

Trump ödülü almak istiyor ve bunun görev süresinin ilk yılında, Ekim 2009'da, “uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki iş birliğini güçlendirme çabaları" nedeniyle ödül alan eski ABD başkanı Barack Obama gibi, erken bir dönemde gerçekleşmesini istiyor. ABD'nin eski büyükelçisi ve ABD iç işlerinde uzman Robert Ford'un meslektaşı Conn Coughlin'in moderatörlüğünde düzenlenen sempozyumda söylediğine göre bu, Trump'ın Nobel Ödülü'nü alma tutkusunda kilit bir etken. Bahsi geçen sempozyum ise bir grup meslektaşın, diplomatın, uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu bölgesi uzmanının katılımıyla, Suudi Arabistan Araştırma ve Pazarlama Grubu (SRMG) bünyesinde yer alan Mecelle ve THINK Merkezi tarafından Londra'daki Frontline Gazeteciler Kulübü'nde düzenlendi.

2013'te Obama'nın ödülünün iptal edilmesi çağrısında bulunan bir tweet atan Trump, anlaşma ve uzlaşılara imza atarak Oslo yolunun taşlarını döşemek istiyor. Ukrayna, Gazze ve Lübnan'daki savaşları sona erdirmek, Tahran'ı yaptırımlar ve azami baskı ile Pekin'i ise ticaret savaşıyla yorma planlarına rağmen, Tayvan ve İran'da askeri savaşlardan kaçınmayı amaçlıyor.

İkinci Trump’ı Birinci Trump’tan ayıran iki nitelik var; sadakat ve kişisel ilişkiler. İlk yönetiminde uzun deneyime sahip üst düzey yetkilileri atamış, ancak sürpriz bir tweet ile onları hızla kovmuştu. Ancak şimdi atadığı veya aday gösterdiği kişilerin çoğu, hatta belki de tamamı ona veya Trumpizm’e sadık. Bazıları, kanaatleri ne olursa olsun “Sayın Başkan”ın isteklerini yerine getireceklerini açıkça ifade ettiler. Dünya liderleri ise Trump ile kişisel ilişki kurma konusunda hızlı davrandılar. Ekibin sadakati karşısında liderle ilişki çok önemlidir.

Bu iki niteliğe ilave olarak iki faktör daha var; birincisi, Trump'ın bu sefer halk oyları ile Seçiciler Kurulu oylarının çoğunu elde ederek kazanması, Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre'nin iki kanadı Senato ve Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa sahip olmasıdır.  İkincisi, Trump ekibini oluşturmakta acele ediyor ve bir an önce dünyayı ve ABD'yi hayal ettiği gibi şekillendirmeye başlamak istiyor. Cumhuriyetçi Parti içindeki bazı eğilimlerin çekincelerini önlemek için bazı adayların Senato'da oylamaya sunulmasını engellemeye çalışıyor.

Ortadoğu, sadece Filistin meselesi ve sağcı İsrail hükümeti ve planları açısından değil, bölgesel ilişkiler açısından da İbrahim Anlaşmaları’nın imzalandığı dönemden farklı.

Dünya Trump’ın saf özünü yudumlamaya ve önümüzdeki iki ayın sancılarını yaşamaya hazırlanıyor. Tüm taraflar müzakere pozisyonlarını iyileştirmek veya Trump'ın tercihlerini zorlaştıracak oldu bittiler yaratmak istiyor.

Lübnan'da müzakerelerle karşılıklı darbeler arasında bir yarış yaşanıyor. Netanyahu ya en iyi anlaşmayı elde etmek ya da Hizbullah'a müzakere pozisyonunu zayıflatacak güçlü askeri darbeler indirmek istiyor. İran da Tahran’a “azami baskı” uygulamak isteyen Trump ile ilişkilerini iyileştirmek için İsrail'i Hizbullah füzeleriyle hedef almaya devam etmek istiyor. Biden ise Lübnan'da 60 günlük ateşkesi sağlayarak görev süresini tamamlayıp, adını tarihe yazdırmayı ve büyük anlaşmanın unsurlarını tamamlama işini Trump'a bırakmayı hedefliyor.

Ateşkes ve rehineler takası müzakerelerinin yeniden başlatılması yönünde çağrıların yenilendiği Gazze'de de durum aynı. Ancak buradaki anlaşmanın unsurları daha karmaşık ve geniş kapsamlı, çünkü Filistin meselesine dokunuyor. Trump'ı beklerken düzenlenen Riyad zirvesinde “iki devletli çözüm”ü ve Filistin devletinin tanınmasını gündeme getirmeye yönelik Arap-İslam çabalarının önemi de buradan kaynaklanıyor.

Ortadoğu, yalnızca Filistin meselesi ve sağcı İsrail hükümetinin yapısı ve planları açısından değil, bölgesel ilişkiler açısından da birkaç yıl önce İbrahim Anlaşmaları’nın imzalandığı dönemden farklı. Çin himayesinde gerçekleşen Suudi Arabistan-İran yakınlaşması ve bunu sürdürmeye bağlılık, İkinci Trump’ın karşısında bulacağı sahnenin temel direğidir.

Batı'nın silahlanması Beyaz Saray'dan gelen rüzgarlara ilişkin korkuları yansıtıyor ve hiç şüphe yok ki bu korkular, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin iki gün önce Trump ile yaptığı görüşmenin merkezinde de yer alıyordu.

Uluslararası sahne de daha az karmaşık değil. Trump, Putin ile kişisel ilişkisi sayesinde Ukrayna'daki “savaşı hızla sonlandırabileceğini” söyledi. Trump'ın sunmayı planladığı planlar sızdırıldı ve bunlar arasında oldu bittinin, yani Rusya'nın doğu Ukrayna bölgeleri üzerindeki kontrolünün tanınması, bir tampon bölgenin kurulması ve Ukrayna'nın 20 yıl boyunca Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) girmeme taahhüdü yer alıyor.

Zelenskiy ve Avrupa ülkeleri Trump'ın niyetini biliyorlar, bu nedenle Rusya'ya karşı Amerikan ve Avrupa füzelerinin kullanılmasına ilişkin vetoyu kaldırmakta acele ettiler. Dahası Fransa Dışişleri Bakanı, Kiev'in silahlandırılması düzeyinde “kırmızı çizgilerin” olmadığını söyledi. Amaç Rusya'yı yenmek değil, Trump’ın müzakere zamanı geldiğinde Kiev'in müzakere koşullarını iyileştirmek. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre Batı'nın silahlanması, Beyaz Saray'dan gelen rüzgarlara ilişkin korkuları yansıtıyor ve hiç şüphe yok ki bu korkular NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin iki gün önce Trump ile yaptığı görüşmenin ve Avrupalı ​​liderlerin daha yeni başkan göreve gelmeden önce yapmakta acele ettikleri temasların da merkezinde yer alıyordu. Avrupa ve Arap ülkeleri Trump'ın izolasyoncu olduğunu biliyor. Hızlı ve ani saldırıları, cesur suikastları, büyük ticari ve askeri anlaşmaları kabul edebilir, ancak askeri taahhütlerden ve uzun savaşlardan oldukça uzaktır.

Trump'ın geride bıraktığı 2021 dünyası, öncülük edeceği ve Nobel Barış Ödülü'nü almak istediği 2025 dünyasından farklı. Uluslararası çatışmalar daha şiddetli, barış ise daha uzakta.

Çin’e gelince sahne iç içe geçmiş görünüyor. Trump ve ekibinin Pekin'e yönelik düşmanca tutumu net. Amerikan endüstrilerini canlandırmak için Çin mallarına yüzde 60'a varan vergiler getirme niyetleri var. Ancak bu, Tayvan uğruna askeri bir çatışmaya girileceği anlamına gelmiyor. Bu denklemi uygulamak, Çin mallarına ve özellikle de hassas askeri bileşenler içeren mallara bağımlı olan veya Pekin ile büyük bir ticaret dengesine sahip olan birçok Arap ve Avrupa ülkesi için zor ve yorucu olacak.

Biden döneminde Çin ile ilişki üç yönlüydü; ticari rekabet, iklim konusunda ortaklık ve jeopolitik çatışma. Biden da Brezilya'daki G20 Zirvesi oturum aralarında Başkan Şi Cinping ile yaptığı veda görüşmesinde bunu dile getirdi. Ancak büyük ihtimalle Trump ile ilişkiler ikili veya tek yönlü olacak; iki ülke için maliyetli, iki kutbun müttefikleri için ise yorucu bir rekabet.

Trump'ın geride bıraktığı 2021 dünyası, öncülük edeceği ve Nobel Barış Ödülü'nü almak istediği 2025 dünyasından farklı. Uluslararası çatışmalar daha şiddetli, barış ise daha uzakta.

Trump, Roosevelt, Wilson, Carter ve Obama'dan sonra Nobel Ödülü alan beşinci Amerikan başkanı olacak mı? Obama gibi erken mi, yoksa Carter gibi geç bir dönemde mi ödülü alacak? Yahut kaderi, İkinci Dünya Savaşı'nı sona erdirme çabaları nedeniyle 1945'te ve 1948'de iki kez ödüle aday gösterilen ama alamayan Sovyet lideri Joseph Stalin gibi mi olacak?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.