Ortadoğu ülkeleri nükleer güç olma yolunda ilerleyen İran'la müzakerelere çok mu geç kaldı?

Gözlemciler son iki yılda İran’ın nükleer programındaki hızlı gelişmelerin ardından "azami baskı" politikasına geri dönüşü kaçınılmaz bir gereklilik olabileceğine inanıyorlar

İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, 11 Haziran'da Tahran'da İran'ın nükleer yeteneklerini sergilendiği bir sergiyi ziyaret etti / Fotoğraf: AFP
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, 11 Haziran'da Tahran'da İran'ın nükleer yeteneklerini sergilendiği bir sergiyi ziyaret etti / Fotoğraf: AFP
TT

Ortadoğu ülkeleri nükleer güç olma yolunda ilerleyen İran'la müzakerelere çok mu geç kaldı?

İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, 11 Haziran'da Tahran'da İran'ın nükleer yeteneklerini sergilendiği bir sergiyi ziyaret etti / Fotoğraf: AFP
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, 11 Haziran'da Tahran'da İran'ın nükleer yeteneklerini sergilendiği bir sergiyi ziyaret etti / Fotoğraf: AFP

İnci Mecdi

Son haftalarda İran'la nükleer müzakerelere ilişkin görüşmeler yeniden hız kazandı. Zaman zaman tansiyonun yükseldiği, zaman zaman da düştüğü karşılıklı açıklamalar yapıldı.

Tahran yeni bir anlaşmaya hazır olduğunu gösterirken, Washington'dan yapılan açıklamalar Tel Aviv'den daha sertti.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stokunun 23 kat arttığını duyurdu.

Tahran ile uluslararası güçler arasında, Avusturya'nın başkenti Viyana'nın ev sahipliğinde 2021 yılının nisan ayında başlayan ve yaklaşık bir yıl süren müzakereler, kesintiye uğradı ve dünya Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaşıyla meşgul olmaya başladı.

İran ve P5+1 ülkeleri (BMGK'nın 5 daimi üyesi İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya ile Almanya) arasında imzalanan, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) resmi adıyla bilinen ve Tahran'ın ABD, AB ve BM tarafından uygulanan ekonomik yaptırımların kaldırılması karşılığında nükleer programını kısıtlamayı kabul ettiği nükleer anlaşmanın tarafları 2022 Ağustos'unda müzakere masasına döndüler, fakat bu kez de Tahran, Avrupa Birliği'nin (AB) anlaşmayı canlandırmak için önerdiği taslağı reddettiği için müzakereler kısa süre sonra bir kez daha tökezledi. 

Müzakereler durdu, ama İran'ın nükleer faaliyetleri durmadı. Son birkaç ayda İran'ın uranyum zenginleştirme oranının nükleer bomba elde etme seviyelerine yaklaştığına dair birçok resmi ve gayri resmi rapor geldi.

ABD merkezli haber ağı Bloomberg, geçen şubat ayında UAEA'nın İran'daki bir tesiste yüzde 90'ın, yani nükleer silah elde etme seviyesinin hemen altında olan yüzde 84'e kadar zenginleştirilmiş uranyum izleri tespit ettiğini bildirdi. 

İran, yüksek oranda uranyum zenginleştirdiği iddialarını reddetse de UAEA, şubat ayı sonlarında, Bloomberg tarafından yayımlanan haberi teyit etti ve Tahran ile zenginleştirilmiş uranyum stoğunu artırmayan Tahran ile görüşmelerin devam ettiğini açıkladı.

Ancak UAEA, Bloomberg'in haberinden yaklaşık üç ay sonra, İran'ın nükleer bomba elde etmeye çalıştığı suçlamalarını reddetmeye devam ederken İran'ın son aylarda zenginleştirilmiş uranyum stokunu önemli ölçüde artırdığını belirtti.

UAEA, KOEP uyarınca İran'ın tahmini zenginleştirilmiş uranyum stokunun izin verilen sınırı 23 kattan fazla aştığını açıkladı.

Böylece KOEP kapsamında izin verilen sınır 202,8 kilogram olmasına rağmen 13 Mayıs'ta İran'ın toplam zenginleştirilmiş uranyum stoku tahminen 4 bin 744,5 kilograma ulaştı.

UAEA Direktörü Rafael Grossi, daha önce İran'ın nükleer programını ilerlettiğini belirterek istemesi halinde birkaç nükleer silah üretmeye yetecek kadar zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğu konusunda uyarmıştı. 

Geri döndürülemez olarak kaydedilen ilerleme

KOEP, İran'ın nükleer silah geliştirmesini engellemeyi amaçlarken nükleer programında devam eden gelişmeler, Tahran'ın ulaştığı nokta konusunda 'İran'ın nükleer programını dizginlemek' geçmişte mi kaldı?

Uluslararası güçler şu an hangi konuda İran'la müzakere etmeye devam edebilir?' gibi soruların sorulmasına yol açtı.

Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı (Foundation for Defense of Democracies/ FDD) adlı düşünce kuruluşundan Behnam Ben Taleblu, The Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

İran'ın nükleer programında kaydettiği ilerleme geri döndürülemez. En büyük ilerleme, 2021 yılında ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin KOEP'in canlandırılmasını yeniden müzakere ederek İran rejiminin nükleer eşiği geçmesine izin verdiği sırada gerçekleşti. KOEP'İn bunu ele alamadığı bir gerçek. Geri adım atmak için daha sert ve daha acil bir yaklaşım sergilenmesi gerekiyor.

Washington merkezli Silah Kontrolü Derneğinin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Politikası Direktörü Kelsey Davenport dakonuyla ilgili olarak şu yorumda bulundu:

İran, 2022 yılının ikinci yarısında, üç noktada nükleer tehdidini arttı. İran'ın nükleer programını sınırlayacak bir anlaşma ya da önlem olmadığı sürece bu tehdit büyümeye devam edecek. Bu üç nokta; Fordo Nükleer Tesisindeki uranyum zenginleştirme faaliyetlerini genişletmesi, yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stoklarını artırması ve KOEP'in şartlarından biri olan UAEA'nın ek izleme cihazlarını kaldırmasının ardından faaliyetlerin izlenememesi konusunda giderek büyüyen açık oldu. Bu tehlikenin aciliyeti yeni, proaktif bir diplomatik strateji gerektiriyor.

En tehlikelisi Fordo Nükleer Tesisi

Tahran, 2022 Kasım ayında 14 adet daha IR-6 santrifüj sistemi kurmayı planladığını açıkladı.

İran, yer altında olan Fordo Nükleer Tesisi'nde uranyumun daha verimli zenginleştirilmesi ve tesisteki zenginleştirme seviyelerinin yüzde 60'a çıkarılması için çalışıyor.

Bundan önce, yer üstündeki Natanz Nükleer Tesisi'nde sadece yüzde 60'a kadar uranyum zenginleştiriyordu.

Gözlemciler, Fordo Nükleer Tesisi dışında Kum kenti yakınlarındaki dağlar arasına inşa edilmiş olan başka bir tesis olduğunu söylüyorlar.

Gözlemcilere göre tesisi küçük olması ve bulunduğu konum, başlangıçta bir silah programı için malzeme üretmek üzere inşa edildiğini gösteriyor.

Oysa İran'ın KOEP çerçevesinde sahadaki tüm uranyum zenginleştirme faaliyetlerini 15 yıl süreyle durdurması gerekiyordu.

Fordo Nükleer Tesisi, Natanz'daki nükleer tesisten daha büyük tehlike arz ediyor. Çünkü ABD, İran'ın nükleer silah geliştirmesini önlemek için askeri operasyon başvurmaya karar verirse yer altındaki nükleer tesisleri yok etmek zor olacak.

Kelsey Davenport, değerlendirmesine şöyle devam etti:

Daha verimli santrifüjler ve yüzde 60 zenginleştirilmiş uranyum stoğu, İran'ın, belki de UAEA müfettişleri değişikliği fark etmeden ya da ABD buna bir karşılık vermeden önce, nükleer silah sınıfı malzeme üretmek için uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız vermesini sağlayacaktır.

UAEA, kısa bir süre önce KOEP çerçevesinde İran'ın nükleer tesislerindeki bazı izleme ekipmanlarını yeniden kurduysa da İran'ın izleme ekipmanı kurulumunun tamamlanmasının yanı sıra veri kayıtlarına ve kayıtlardaki boşluklara erişim için izin vermesini beklediğini bildirdi.

UAEA'ya bildirilmeyen nükleer tesisler ve buralarda gerçekleştirilen şüpheli yetkisiz faaliyetler konusu, müzakereleri durduran diğer nedenlerden biriydi.

İran, nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerinde uzlaşı için UAEA'nın söz konusu bildirilmeyen nükleer tesisler ve buralarda bulunan yüksek seviyeli uranyum izleri dosyasını kapatmasını talep etti ve bu talebi defalarca kez yineledi.

Ancak UAEA, kısa bir süre önce İran ile iş birliği konusunda 'ilerleme' kaydedildiğini açıkladı ve ülkenin Abadeh kenti yakınlarındaki Marivan bölgesinde bulunan bir tesisdeki nükleer bulgulara ilişkin anlaşmazlığın çözüme kavuşturulduğunu duyurdu.

Yeni bir nükleer anlaşma

İran, ancak gelecekte nükleer silah edinmesini engellemeyecek koşullarla müzakerelere her zaman hazır olduğunu açıklasa da bu, İran rejiminin daha fazla zaman kazanmak için yaptığı manevralardan biri olarak görüldü.

Geçen yaz yayımlanan bazı haberlerde yakında yeni bir anlaşmanın yapılacağından bahsedilirken Tahran, Viyana'da yaklaşık 14 ay süren dolaylı görüşmelerde benimsediği geciktirme politikasının bir uzantısı olarak müzakerelere katılan diğer tarafları yeni taleplerde bulunarak şaşırttı.

İranlı yetkililer, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018 mayısında yaptığı gibi ABD'nin anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmeyeceğine dair garanti verilmesini sık sık dile getirdiler.

Trump, anlaşmadan tek taraflı çekildikten sonra İran'a katı yaptırımlar ve Tahran'a karşı azami baskı politikası uygulamıştı.

İranlı yetkililer de bu adımı, ABD ile birlikte dünya güçleri; İngiltere, Çin, Fransa, Rusya ve Almanya'nın taraf olduğu KOEP'in şartlarını ihlal etmek için bahane olarak kullandılar.

Ancak müzakerelerin önündeki en büyük engel, Tahran'ın İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun (DMO) ABD'nin yabancı terör örgütleri listesinden çıkarılması konusundaki ısrarıydı.

Bunun yanında İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney de 'yeni bir nükleer anlaşma' imzalamaya hazır olduklarını söyledi, ancak bu yeni anlaşmanın 'İran'ın nükleer faaliyetlerinin altyapısına zarar vermemesini' şart koştu.

Batılı gözlemciler, bu açıklamanın üstü kapalı olarak, İran'ın son iki yılda nükleer silah elde etme düzeyinde uranyum zenginleştirme konusunda geliştirdiği teçhizatı elinde tutmasına izin verilirken ekonomik yaptırımlardan muaf tutulması gerektiği anlamına geldiğini söylediler.

Azami baskı politikasına geri dönüş

ABD'liler, mevcut yönetimin destekçileri de dahil olmak üzere Biden'ın seçilmesinden bu yana İran'ın askeri amaçlarla kullanılan füzeler ve insansız hava araçlarının (İHA) geliştirilmesinin yanı sıra uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız verdiğini kabul ediyorlar.

İran'ın bu çalışmaları, komşuları ve Körfez'deki deniz seyrüsefer güvenliği için sıklıkla tehdit oluşturuyor.

Bunun yanında İran Ortadoğu'daki bir milis ve terörist grubuna finansman ve eğitim olarak desteğini de artırdı.

ABD'li gazeteci yazar Bobby Ghosh, Washington Post gazetesindeki bir makalesinde, Biden yönetiminin yaptırımları uygulamada gevşek davranmasının, İran'a bu adımları atması için cesaret verdiğini ve rekor miktarda petrol ihraç etmesini sağladığını yazdı.

Başkan Biden ve yönetimindeki yetkililer, birçok kez İran'ın nükleer silah üretmesini engellemeye kararlı olduklarını vurgulasalar da Tahran'ın nükleer silah elde etme eşiğine ulaşmasını engellemek için çok az şey yaptılar.

İran'ın nükleer bir bomba elde etmesi için yeterli miktarda bölünebilir madde üretmesine çok az kaldı.

Hamaney, KOEP'in canlandırılmasının, bu kazanımların çoğundan ve ayrıca İsrail'i tehdit etme ve bölge ülkelerine şartlar dikte etme yeteneğinden vazgeçmesini gerektireceğinin farkında.

Bu yüzden gazeteci Ghosh, Hamaney'in yeni bir anlaşma önerdiğini ve İranlı müzakerecilerin Batı ile müzakerelerde koz olarak kullanabilecekleri uranyum stoklarından vazgeçmeyi düşünüp düşünmeyeceği net olmasa da kesinlikle yeni stoklar için altyapıyı korumak istediğini düşünüyor.

FDD üyesi Ben Taleblu, şunları söyledi:

Her ne kadar eski ABD yönetiminin İran'ın nükleer programına ilişkin 12 koşullu stratejisi nükleer müzakereler için faydalı bir başlangıç noktası olsa da İran'ın balistik füze programının ilerlediği bir dünyada nükleer anlaşmanın önemini de değerlendirmemiz gerekiyor. İran rejimi, Ukrayna'ya karşı kullanmak üzere Rusya'ya İHA tedarik ediyor ve kendi halkına zulmetmeye devam ediyor. Bu nedenle Washington'in İran rejimine karşı azami baskı politikasını benimsemesi ve İran halkını daha fazla desteklemesi gerekiyor.

Trump yönetimi, İran'la yeni bir nükleer anlaşma müzakere etmek için İran'ın uranyum zenginleştirmeyi durdurması, ağır su reaktörünü kapatması ve UAEA müfettişlerinin ülkedeki tüm nükleer tesislere hiçbir şart koşulmaksızın erişimine izin vermesi, balistik füze programını sona erdirmesi ve nükleer kapasiteli füzeler geliştirmeyi sonlandırması, Ortadoğu'daki terör örgütlerine (Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad) desteğini kesmesi, Husilere verdiği askeri desteği keserek Yemen'de barışı siyasi çözüm için çalışması, Irak ile Lübnan'da olduğu gibi Suriye'deki tüm güçlerini geri çekmesi ve İsrail ve Körfez ülkeleri gibi komşu ülkeleri tehdit etmeyi bırakması dahil olmak üzere 12 şart öne sürdü.

Hamaney, bir yandan uluslararası ortamdaki mevcut kaos durumundan ve Batı'nın daha fazla petrol ihtiyaç duymasından yararlanırken içeride yaptırımlarla birlikte gelen ekonomik durgunluktan duyulan hoşnutsuzluğun artmasıyla artan tehdidi hissediyor.

Bu nedenle Biden yönetiminin Hamaney'in önerisine vidaları gevşetmek yerine sıkarak yanıt vermesi gerektiğini düşünen gazeteci Ghosh, "Washington, mevcut yaptırımları uygularken gösterdiği gevşekliğe son vermeli ve müttefiklerini, AB'nin DMO'yu terör örgütü olarak sınıflandırması da dahil olmak üzere daha fazla yaptırım uygulamaya teşvik etmeli. Avrupalıların İran'ın Rusya'ya tedarik ettiği İHA'lara duyduğu öfke, ABD'ye Avrupa'nın Tahran'a karşı daha sert bir tavır alma direncini kırması için bir avantaj sağlayabilir" yorumunda bulundu.

Müzakere masasına hızlı dönüş

Kelsey Davenport, İran'ın birkaç bomba üretme hızındaki artışın yanı sıra jeopolitik faktörlerin Tahran'ın nükleer silahlar lehine karar vermesini etkileyebileceğini söyledi.

Şu an Tahran'ın, hiçbir güvenlik çıkarı olmadan nükleer programını geliştirdiği için büyük bir bedel ödediğini söyleyen Davenport, "Ancak İran'ın nükleer programını sekteye uğratmak için planlanan sabotajlar ya da askeri saldırılar ve Tahran'daki bazı liderler arasında Batı'nın rejim değişikliğini desteklediği algısı, Hamaney'i nükleer silahların mevcut yönetim yapısını ve ülkenin toprak bütünlüğünü savunmak için gerekli olduğu sonucuna götürebilir" ifadelerini kullandı.

Bu nedenle Washington'ın Tahran'ı müzakerelere yeniden dahil etmek için hızlı hareket etmesi gerektiğini düşünen Davenport, "ABD'nin ve Avrupa'nın yeni bir stratejiyle müzakere masasına dönme zamanı geldi. Sınırlı bir anlaşma ya da daha fazla gerilimi önleyecek jestler, uzun vadede nükleer silaha sahip bir İran'a karşı koruma sağlayacak yeni müzakereler için gereken zamanı ve alanı sağlayabilir" değerlendirmesinde bulundu.

 

Independent Türkçe



Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)

Ross Harrison

Ortadoğu’ya ‘askıya alınmış bir durgunluk’ hakim. Ne topyekûn bir savaşta ne de kalıcı bir barışın tadını çıkarıyor. Sanki bu kırılgan denge, geçtiğimiz haziran ayında patlak veren 12 günlük savaşın ardından ABD, İsrail ve İran'ın atacağı sonraki adımları bekliyor. Suriye’de ve Lübnan'da durumun nasıl gelişeceği merakla beklenirken, İran'ın bölgedeki etkisinin azalması bu iki ülkede daha istikrarlı bir sürecin başlangıcı olabilir.

İsrail ve İran'ın ‘ileri savunma’ stratejilerinin çatışması, mevcut durumun ciddiyetini daha da artırdı. Her iki taraf da sınırların ötesine nüfuz etmenin iç güvenliğin temel garantisi olduğu konusunda kesin bir kanaate sahip. Bu iki ülke arasındaki olası çatışmanın etkileri sadece onların geleceğiyle sınırlı kalmayıp, Ortadoğu'nun genel stratejik gidişatını da etkileyecektir.

Bölge on yıllar boyunca, çoğunlukla kırılgan ve gerçek dışı bir istikrar hissiyle yaşadı. Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e düzenlediği saldırıdan önce, İran ve İsrail arasında doğrudan çatışmadan kaçınmak konusunda üstü kapalı bir mutabakat vardı ve bu da geçici bir istikrar sağladı. Ancak bu istikrar, diplomasi veya gerçek barış çabaları konusunda karşılıklı çıkarlar içermiyordu. İran'ın İsrail'i ortadan kaldırma çağrısı, İsrail'in 2015 yılında ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde imzalanan nükleer anlaşmaya karşı çıkması ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ikinci döneminde İran ile diplomatik yakınlaşma girişimlerini reddetmesi gibi, bu boşluğu somutlaştırıyordu.

İran'ın bölgede kurduğu ağ, eylemlerini ‘makul bir şekilde inkar etme’ imkanı sağladı. Bu ağ, İran'a dolaylı olarak İsrail'e meydan okuyarak stratejik bir derinlik kazandırdı.

7 Ekim öncesi eşit olmayan caydırıcılık mühendisliği

7 Ekim öncesi İran ve İsrail arasındaki ‘savaşsız ve barışsız’ durum, iki zıt dış politika modeline dayanıyordu. İran, iç güvenliğini korumak için ‘ileri savunma’ stratejisini benimsemiş ve Gazze Şeridi’ndeki Hamas Hareketi, Lübnan'daki Hizbullah, Irak'taki Haşdi Şabi ve Yemen'deki Husiler gibi aktif milis ağları aracılığıyla bölgesel nüfuzunu genişletmişti.

Buna karşın İsrail son kırk yıl boyunca, askeri üstünlüğüne dayanan geleneksel caydırıcılık politikasını daha istikrarlı bir şekilde benimsedi. İsrail de tarihinin erken dönemlerinde, 1956 Arap-İsrail Savaşı (Süveyş Krizi), 1967 Altı Gün Savaşı ve 1982 Lübnan’ın işgali gibi özel bir tür ‘ileri savunma’ politikası izledi. Ancak Mısır ile barış anlaşması imzaladıktan ve 1980'li yıllardan itibaren güvenli sınırlara kavuştuktan sonra, daha çok geleneksel caydırıcılık politikasına yöneldi.

Xsd
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’tanİsrail sınırını geçtikten sonra bir Merkava tankını ele geçiren Filistinliler, 7 Ekim 2023 (AFP)

İran ise, Irak-İran Savaşı'nın (1980-1988) şokunu temel alarak, kendi topraklarında herhangi bir çatışmayı önlemek amacıyla ‘ileri savunma’ doktrinini geliştirdi. Böylece dinamik bir dış nüfuz ağı kuran İran Kudüs Gücü Tugayı aracılığıyla Suriye, Irak ve Lübnan'daki siyasi, askeri ve dini yapılar içinde varlığını genişletti. İsrail modeli ileri savunma, caydırıcı ve nispeten sabit kalırken, İran modeli ileri savunma, hareketlilikle öne çıktı ve savunma ile saldırı hedeflerini bir araya getirdi.

İran, bu müdahaleyi İsrail ve ABD'ye karşı savunma pozisyonu ve Filistin davasına destek olarak tanıttı. Birkaç yıl boyunca bu denklem, baskı ve korumanın etkili bir karışımını oluşturdu: İran, vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırırken, İsrail'in doğrudan ve geniş çaplı bir tepki vermesini engelledi. Başka bir deyişle, bu strateji önemli ölçüde ‘stratejik belirsizlik’ içeriyordu.

Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağları, kısa sürede bir yük haline geldi. Sonunda, bu gruplar Tahran'a iç güvenliği sağlayan bir savunma derinliği sağlamak yerine, Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi.

7 Ekim ve belirsizliğin sona ermesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran ile İsrail arasındaki kırılgan denge, ekim ayında Hamas'ın İsrail'e yönelik yıkıcı saldırısının ardından çöktü ve ‘ne savaş ne barış’ durumu, ‘barış yok’ durumuna dönüştü. Böylece İran, kapsamlı bir savaşa girmeden barışı önleyebilmesini sağlayan stratejik belirsizlik avantajını kaybetti. Hizbullah, saldırının ertesi günü Lübnan'ın güneyinden İsrail'e roket saldırıları başlattı. Husiler, Hamas'a destek olmak için Kızıldeniz'deki deniz trafiğini hedef alarak bu saldırılara katıldı. Tahran'ın da bu saldırılara açıkça destek vermesi bir dönüm noktası oluşturdu, ancak ters sonuçlar doğurdu. İsrail, ulusal güvenliğinin bölgesel olarak gücünü yayması ve proaktif hareket etmesi gerektiğini düşündüğü için son kırk yıldır benimsediği geleneksel caydırıcılık ve çevreleme yaklaşımından vazgeçerek güvenlik pozisyonunu yeniden belirledi ve ileri savunma doktrinine geri döndü.

İsrail, askeri operasyonlarının kapsamını genişleterek Hamas'a yönelik bir dizi stratejik saldırı düzenledi. Bu saldırılar sonucunda Gazze'de on binlerce Filistinli öldü. İsrail ayrıca Hizbullah ve Husileri hedef alırken Beşşar Esed rejiminin 2024 yılı sonlarında düşmesinin ardından Suriye'deki saldırılarını yoğunlaştırdı. Aynı yıl, İran ve İsrail iki kez doğrudan saldırılar gerçekleştirdi, ardından İsrail 2025 yılında İran'a önleyici saldırılar düzenledi. İran'ın doktrininde olduğu gibi, İsrail'in yeni ileri savunma modeli de saldırgan motifler içeriyor. Bu durum, Netanyahu'nun 2024 ve 2025 yıllarında ‘Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek’ hakkındaki açıklamalarından da anlaşılıyor.

İsrail'in gelişmiş savunma sisteminin devreye girmesiyle, İran üzerinde yıkıcı etkileri ortaya çıktı. Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağı, hızla bir yük haline geldi. Sonunda bu gruplar Tahran'a içini koruyan bir savunma derinliği sağlamak şöyle dursun Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi. Dahası sınırlarında yeni zayıflıklar yarattı, bu da onları İsrail ile doğrudan bir çatışma alanına daha da yaklaştırdı.

Stratejik rol değişimi

Bu dönüşüm, birbiriyle rekabet halindeki iki savunma doktrini arasında tehlikeli bir yakınlaşmaya yol açtı: İran'ın on yıllardır kök salmış doktrini ve İsrail'in sınırları dışına yönelik saldırgan ve önleyici bir stratejiye geri dönüşü.

İsrail, geçtiğimiz haziran ayında ABD'nin doğrudan desteği ve katılımıyla İran'ın savunma ve nükleer tesislerine saldırılar düzenledi. Böylece, bir süreliğine terk ettiği güç dengelerini değiştirmeye çalışan bölgesel güç rolünü geri kazandı ve ihtiyatlı bir tutum yerine önleyici güç politikasını benimsedi. Bu, basitçe İsrail'in İran'ın doktrinini yansıtan yenilenmiş bir ileri savunma modelini benimsediği anlamına geliyor. Öyle ki İsrailli liderler artık bölgede kalmak ve bölgede yaşamaktan bahsetmiyor, bölgenin yeniden şekillendirilmesinden bahsediyorlar.

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinlerinin çatışması, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor.

Ancak bu dönüşüm gerçek bir tehlike barındırmıyor. Aşırı genişlemenin cazibesi, hedef sadece caydırıcılıkla sınırlı kalmayıp yeniden yapılanmaya kadar uzanırken, güçlü bir şekilde hissedilir hale geldi. Taraflar ileri savunma stratejisine başvurduğunda, çatışma, yanlış değerlendirme ve kontrolsüz tırmanma olasılığı endişe verici bir şekilde arttı.

Nihayet iki taraf stratejik rollerini değiştirdi ve geniş bir bölgesel nüfuz ağına sahip olan İran, geri çekilmek ve savunmaya geçmek zorunda kalırken, İsrail güçlü bir şekilde inisiyatif alan taraf haline geldi. Tahran'ın nüfuzunu genişletme kabiliyetinin azalmasıyla birlikte, özellikle 1980'lerde Irak ile yaşanan savaş deneyimi ve geçtiğimiz haziran ayında İsrail ve ABD'nin ortak saldırısı çerçevesinde ileri savunma doktrini stratejik kültüründe sağlam bir şekilde yerini koruyor. Ancak İran artık savunma pozisyonunda ve olayların kaynağı olmak yerine onlara tepki vermeyi tercih ediyor. Savunma stratejisi, geleneksel nüfuzunun büyük bir kısmını kaybettiği yeni gerçeklere uyum sağlamak zorunda gibi görünüyor.

cdfghj
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Emir Hatemi, İran'da açıklanmayan bir yerde İran ordusunun savaş komuta odasında düzenlenen bir toplantıya sırasında, 23 Haziran (AFP)

İran'ın özellikle de en önemli araçları aşınmış olsa da ileri savunma mantığı hala geçerli olduğundan gelecekte yeni araçlarla bölgesel varlığını geri kazanmaya çalışması şaşırtıcı olmaz. Tahran'ın dengesini yeniden kazanmak için milis ittifaklarını yeniden kurmaya başvurması tehlikesi halen devam ediyor. İran bunu başarsa bile önceki caydırıcılık gücünü geri kazanması mümkün değil. Bu yüzden bu kez de nükleer silaha sahip olmayı hedefleyen yeni bir ileri savunma modeli geliştirilebilir.

Bölgesel etkiler: Thomas Hobbesçu düşüncesine dönüş

Bu stratejik dönüşüm, Ortadoğu'yu korku, güvensizlik ve kendini koruma üzerine kurulu olan yoğun bir Hobbesçu (Thomas Hobbes) düşünceye geri döndürüyor.  Bugün ise çatışma daha açık ve doğrudan hale gelmiş durumda. İran ve İsrail, diplomatik seçeneklerin yerine sert hesaplamaların öncelikli olduğu askeri bir güvenlik modeli izliyor. Taraflar artık dolaylı çatışmalarla yetinmiyor, açık ve net bir geleneksel çatışmaya girmiş durumda. Bu gidişat devam ederse, bedeli çok ağır olacak. İran tarafında, ileri savunma şeklindeki ‘güvence’, ekonomisini yıpratırken halkının geniş kesimlerini kendinden uzaklaştırdı. İsrail açısından ise, uzun vadeli bir savunma pozisyonuna girilmesi, demokratik kurumlarının aşınmasına, küresel konumunun zedelenmesine ve orantısız bir misillemenin önünün açılmasına neden olabilir, hatta İran'ı nihayetinde nükleer caydırıcılık peşinde koşma yönünde bir siyasi karar almaya itebilir.

Bir stratejik gereklilik olarak diplomasi

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinleri arasındaki çatışma, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor. İleri savunma, ister vekiller aracılığıyla ister önleyici saldırılarla olsun, riskli bir yaklaşım. Bunun yanında net bir siyasi ufuk ve uzun vadeli bir stratejik hedef olmadan sürdürülemez.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir.

Ortadoğu bugün kritik bir dönüm noktasında bulunuyor. Ya bölgedeki en güçlü iki askeri güç arasında doğrudan bir çatışmaya doğru daha fazla sürüklenecek ya da her ikisi de güvenlik için önleyici eylemleri savunma doktrini olarak benimseyecek ya da diplomasiye ciddi yatırımlar yapacak ve bölgesel bir güvenlik sistemi kuracak. Bölge her zaman dışarıdan yapılan arabuluculuk çabalarına, ABD'ye ve son yıllarda ise zaman zaman Çin'e güvendi. Ancak artık bölgesel güçlerin barış girişimini üstlenme zamanı geldi. KİK ülkeleri, Türkiye, Mısır ve hatta Irak, Birleşmiş Milletler (BM) gibi çok taraflı kuruluşların yanı sıra yeni bir yol haritası çizilmesine katkıda bulunabilecek önemli rollere sahipler.

Stratejik bir anlaşmaya doğru

Şu anda sadece askeri bir savaşa değil, bir ideoloji çatışmasına tanık oluyoruz. 1980'lerdeki birinci Körfez Savaşı'nın şokundan doğan İran'ın ileri savunma ideolojisi, birçok milis gücünün çöküşü ve İsrail ile ABD'nin doğrudan saldırıları nedeniyle stratejik baskıya uğradı. İsrail'in 7 Ekim 2023 saldırılarının şokundan doğan ileri savunma ve güç gösterisi stratejisine geri dönüşü ise Ortadoğu'nun yeni gerçeklerinde henüz test edilmemiş olsa da istikrarı bozucu olabilir. İsrail'in önceki ileri savunma deneyimi, derin bir güvensizlik ve tehdit duygusundan doğmuştu. Bu seferki dönüşü ise bölgeyi şekillendirme tehdidi ve fırsatının bir karışımıyla beslenebilir. İsrail ve İran'ın dış savunma yaklaşımları kalıcı bir güvenlik sağlayamaz. Her ikisi de intikam, kök salma ve yanlış değerlendirme döngüsünü sürdürme riskini taşıyor. Sonuç olarak, her iki taraf da ileri savunmaya dayandığında sonuç, bir denge değil, sürekli tırmanma ve bölgesel istikrarsızlık için yüksek riskli bir formül olacaktır.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir. Bunun da büyük bir zorluk olduğuna şüphe yok. Ancak devam eden çıkmaz veya felaketle sonuçlanacak bir tırmanma gibi alternatifler bundan çok daha kötü bir sonuç doğurur.

İran ile İsrail bir dönüm noktasına geldi. Bundan sonraki tercihleri sadece kendi geleceklerini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'nun sürekli savaş ve barış arasında gidip gelen bir durumdan çıkıp, topyekûn bir savaşa doğru mu gideceğini, yoksa nihayet daha kalıcı bir istikrara mı kavuşacağını da belirleyecek.