Teysir Halef
Gırnata Emirliği'nin 1492 yılında yıkılmasından sonra Kur'an-ı Kerim ve İslami kitapların yakılması olayları, Endülüs ve Endülüs halkının geleceğini şekillendirmede çok önemli rol oynadı. Görünüşe göre Yeni İspanya kralları, Müslüman kitleler arasında Kur’an-ı Kerim’in yakılması konusundaki aşırı hassasiyeti fark ettikten sonra bu oyunda ustalaştılar. Bu yüzden daha da abartarak Müslümanların en kutsal ayı olan mübarek Ramazan Ayı’nda halka açık olarak Kur’an-ı Kerim’i yakma törenleri düzenlediler. Bütün bunların amacı, Endülüslüleri kışkırtmak ve onları İspanyol otoritesine karşı isyana sevk etmekti. Söz konusu durum, otoritenin kendilerine bazı hak ve özgürlükleri garanti eden önceki anlaşmalardan geri çekilmesini haklı kılıyor ve Endülüslülerin (nihai amacı onları yok etmek veya ülkeyi terk etmeye zorlamak olan) eşitsiz savaşlara dahil olmasına yol açıyordu.
Uzun savaşlar, anlaşmalar ve ihanetlerden sonra Gırnata Emirliği, Kastilya Kraliçesi Isabella (MS 1451-1504) ve kocası Aragon Kralı Fernando'nun (MS 1452-1516) eline geçti. Endülüs'ün son kralı olan Ebu Abdullah es-Sağir (MS 1460-1527) tarafından 1491'de imzalanan teslim anlaşması, Endülüslülere son kalelerinde Kastilya Kraliçesi'nin yönetimi altında geleneklerini, göreneklerini ve dillerini korumalarına izin veren, bir ölçüde din özgürlüğünü garanti ediyordu. Ancak yıllar sonra bu hırslı kraliçe, Gırnata'nın kendi dilinde ve geleneklerinde Arap Müslüman Gırnata olarak kaldığını anladı. Hatta Endülüs şehirlerinin çoğunun, bazılarının yüzyıllar önce yıkılmasına rağmen halen Arap-İslam kimliğini koruduğunu fark etti. Bu yüzden anlaşmayı geri çekmeye, Araplardan ve Müslümanlardan arınmış birleşik bir İspanya için yeni bir çağ başlatmaya karar verdi.
Kraliçe Isabella'nın planı, Endülüslüleri İspanyol tahtına karşı isyana zorlamaktı. Zira bu isyan, Gırnata Anlaşması’nı geri çekmek ve Endülüslülere tanınan tüm hakların düşmesi için yasal bir bahane oluşturacaktı. Kraliçe, yeni Hıristiyanlardan birinden Kur'an-ı Kerim'in kutsallığı ve Müslümanların kalbindeki yüce konumu hakkında tavsiye alarak mübarek Ramazan Ayı münasebetiyle Albaicin'de büyük bir eğlence düzenledi. Gırnata şehir merkezinde bulunan meydanda, içine Kur'an-ı Kerim ve diğer İslami kitapların atıldığı büyük bir ateş yakıldı. Bu rezil girişim Müslümanları kışkırtarak ayaklanmaya yöneltti ve onlar yaptıkları eylemin bedelini ağır bir şekilde ödediler.
Gırnatalılar ve Kastilyalılar arasındaki güç eşitsizliğine rağmen, ayaklanma 1499'dan 1501'e kadar tam iki yıl sürdü. Gelgitler, zaferler ve gerileme dönemlerinden geçti. Bu arada camilerin kapatılması, Arapça konuşulmaması, Arap-İslam kıyafetleri giymenin yasaklanması, hamamların kapatılması ve Müslümanların Hristiyanlığa zorlanması için fermanlar çıkarıldı. Baskılar sonucu bazıları Arapça isimlerini Hristiyan isimleriyle değiştirdiler ve vaftizi kabul ettiler.
Yeni İspanya kralları, Endülüslülerin Hıristiyanlığı seçiyormuş gibi yapmalarının aslında bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini yeniden kazanmak için uygun bir fırsat kollayan kendi açılarından bir manevra olduğunun farkındaydılar. Bu nedenle Engizisyon faaliyetlerine başlayıp insanları gizlice İslam dininin ibadetlerini yerine getirmekten sorumlu tutmaya başladılar. Böylece, Müslümanlardan on binlercesi ‘dini sapkınlık’ suçlamasıyla ateşe verildi. On binlercesi de kazığa geçirilme gibi insanlığı utandıran vahşi işkencelerle öldürüldü. İber Yarımadası tarihinde karanlık bir dönemin kefareti olarak onun için birden fazla İspanyol şehrinde sergiler açıldı ve müzeler kuruldu.
Kraliçe, yeni Hıristiyanlardan birinden Kur'an-ı Kerim'in kutsallığı ve Müslümanların kalbindeki yüce konumu hakkında tavsiye alarak mübarek Ramazan Ayı münasebetiyle Albaicin'de büyük bir eğlence düzenledi. Gırnata şehir merkezinde bulunan meydanda, içine Kur'an-ı Kerim ve diğer İslami kitapların atıldığı büyük bir ateş yakıldı.
Bu katliamdan yaklaşık seksen yıl sonra, İspanya Kralı II. Felipe (MS 1527-1598) ve seçkin Katolik din adamları, Endülüs'ün birçok şehrinde ve kırsal bölgelerinde halen gizli Müslümanların olduğunu ve İspanyol isimlerinin yanı sıra Arapça Müslüman isimleri taşıdıklarını keşfetti. Özellikle Akdeniz sularının batı yakasında Osmanlı tehdidinin ortaya çıkmasından sonra buna bir son vermek gerekiyordu. Daha sonra Kral II. Felipe, Isabella'nın daha önce denediği plana başvurdu ve 1567 yılında Endülüslülere Kastilya dilini öğrenmeleri için üç yıl süre veren bir kararname çıkardı. Bundan sonra hiç kimsenin Arapça yazmasına, okumasına veya iletişim kurmasına izin verilmeyecek ve bu dilde yapılan hiçbir sözleşme veya işlem tanınmayacaktı. Tüm Arapça kitaplar bir ay içinde Granada Kraliyet Konseyi Başkanı’na teslim edilecekti. Ferman, yeni Arap kıyafetleri dikilmesini ve geri kalanının imha edilmesini de yasaklamış, ayrıca cuma ve bayram günleri evlerin kapılarının açılmasını da emretmişti. Böylece yetkililer ve rahipler evlerin içlerinde olup biteni görebilecek ve ibadetlerin yapılmasını engelleyecekti. Ayrıca halkın Arapça isim ve unvanları kullanmaları da yasaklandı ve Endülüs çocuklarının Katolik rahipler tarafından eğitimi zorunlu hale getirildi. Söz konusu dönem, evlerde ve sığınaklarda saklanan Kur'an-ı Kerim nüshalarının, İslami kitapların ve Arapça yazılmış belgelerin bulunmasının ardından bir soykırımla sonuçlandı.
İkinci devrim
Beklendiği ve planlandığı gibi, II. Felipe'in baskı politikaları, adı el-Mudecar olan Endülüslüleri, Farac bin Farac liderliğindeki Gırnata'ya bağlı Cebel el-Bişrat'ta kendisine karşı silahlı bir devrim ilan etmeye sevk etti. Farac, Kuzey Afrika yöneticileriyle onlara yardım etmek için iletişim kuran Diego Lopez olarak bilinen Muhammed İbn Abu'nun yardım ettiği Gırnata'nın son hükümdarı Beni el-Ahmer'in soyundan geliyor.
Hareketlerine bir nevi bağımsız boyut kazandıran liderler, bölgenin vadisinde bir araya gelerek Hristiyanlıktan vazgeçtiler ve Emevi hanedanından Fernando de Balor (Muhammed bin Ümeyye) adlı bir adama biat ettiler. Kastilyalı işgalcilere karşı bir gerilla savaşının başladığını duyurdular. II. Felipe, İspanya ve İtalya'dan askerlerin de dahil olduğu Avusturyalı Don Juan (MS 1547-1578) olarak bilinen üvey kardeşi tarafından yönetilen büyük bir askeri birlik gönderdi. Bazı taktik başarıların bir sonucu olarak, Türkler, Faslılar ve Cezayirlilerden gönüllülerin katılmasıyla isyancıların sayısı 1569 yılında dört bin savaşçıdan 1570 yılında 25 bin savaşçıya yükseldi.
Casuslar ve suikastlar
İspanyol kralı, isyancılar arasına çok sayıda casus ve ajan yerleştirmişti. Onun planı, kritik anlarda kafa karışıklığı yaratmak için suikastları belirli zaman ve tarihlerde gerçekleştirmekti. Süreç, İspanyolların yaklaşık yüz elli Endülüs ileri gelenini öldürdüğü Gırnata hapishanesi katliamını gerçekleştirmesiyle başladı. Ancak Muhammed bin Ümeyye'nin babası ve erkek kardeşini ona karşı baskı yapmak için bu ileri gelenlerin dışında tuttular. Bu yüzden İbn Ümeyye, Avusturyalı Don Juan'a bir mektup göndererek babasını ve erkek kardeşini serbest bırakmasını teklif etti. İspanyollar teklifi reddettiler ve babasını İbn Ümeyye’yi teslim olmaya davet eden bir mektup yazmaya zorladılar.
Babasının mektubu, İbn Ümeyye'yi kışkırtmak için kullanıldı. İspanyollar, İbn Ümeyye’nin teslim olmayı kabul ettiğine dair bir komplo kurarak isyancıları silahlarını bırakmaya çağıran sahte bir mektup yazdı. Mektup, ona inanan İbn Abu’ya ulaştı. O da İbn Ümeyye’nin evine yürüdü. Onu tutukladı ve kendisine yöneltilen suçlamalarla onu yüzleştirdi. Elindeki mektubu da ona gösterdi. İbn Ümeyye kendisine yöneltilen tüm suçlamaları reddetti ve mektubun sahte olduğunu söyledi. Buna binaen meselenin iyice araştırılması için hapse gönderildi. Burada damadı ve kâtibi başta olmak üzere ajanlar, sahneye çıktı. 20 Ekim 1569 gecesi onu hapishanede boğarak öldürdüler.
Bundan sonra İbn Abu, devrimin liderine biat ederek Mevlayi Abdullah unvanını aldı ve bazı zaferler elde etmeyi başardı. Ancak kısa süre sonra kuvvetlerinin yüzbinlerce düzenli İspanyol ve İtalyan askerine karşı koyamayacağını anlayınca Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istedi. Cezayir'deki Osmanlı yöneticisi Ali Paşa'ya bir mektup gönderdi. Kendi imkanlarıyla gelen bazı Türk ve Cezayirli gönüllüler dışında kimse ona cevap vermedi.
Yaşanan yenilgiler ve Marakeş'e Osmanlı’dan erzak gelmesinden duyulan çaresizlik karşısında devrimciler üç görüşe ayrıldı. Birinci grup, teslim olmayı reddederek ölümüne savaşmayı tercih etti ve bu ekibin başında İbn Abu vardı. İkinci grup, savaşa devam etmenin beyhudeliğini gördü ve İspanyollarla mümkün olan en iyi şartlarda teslim olmaları için müzakere çağrısında bulundu. Üçüncü grup ise Cezayir ve Fas kıyılarına göç etmeyi tercih etti.
İbn Abu ve adamları, takipçileri arasına yerleştirilen bazı İspanyol casusları 13 Mart 1571'de el-Bişrat mağaralarından birinde onun hayatına son vermeyi başarana kadar davalarında kararlı kaldılar.
Müslümanlardan on binlercesi dini sapkınlık suçlamasıyla ateşe verildi. On binlercesi de kazığa geçirilme gibi insanlığı utandıran vahşi işkencelerle öldürüldü.
İnsanlığın başarısızlığa uğrayan devriminin en belirgin sonuçlarından biri, yaklaşık seksen bin Endülüslünün İspanya'nın çeşitli bölgelerine dağılması ve çoğu köylü olan insanların Kastilya'ya nakledilmesiydi. Böylece 270’ten fazla köy, Arap Müslüman nüfusundan boşaltılarak Kastilyalılar ve Aragonlulara verildi. Endülüs köylülerinin köylerinin boş olması nedeniyle İspanya'da ekonomik bir felaket yaşanmış, tarım güçleri azalmış ve ipek endüstrisi tamamen yok olmuştur.
Gırnata ve Bişrat Endülüslülerini kuzey ve batı bölgelerine dağıtma uygulaması, beklediklerinin aksine, Endülüslülere dinlerini ve Arap dilini unutturma hedefine ulaşılmasına katkı sağlamadı. Aksine, bunun tam tersi gerçekleşti. Öyle ki yerinden yurdundan edilmiş Gırnata Endülüslüleri, nakledildikleri bölgelere önceki yıllarda zorunlu yerleşimle kendilerinden önce gelen Endülüsler üzerinde büyük bir etkiye sahip oldular. Aynı şekilde bulundukları toplumlara fiilen entegre olmak üzere olanlar üzerinde de etki ederek dillerini, adetlerini ve dinlerini onlara geri döndürdüler. Bu durum, III. Felipe’nin 1609 yılında tüm Endülüslüleri İspanya’dan sürme yönündeki meşhur kararı almasındaki asıl etkendir.
Günümüz, düne ne kadar da benziyor. Bugün, Avrupa’daki aşırı sağcı radikal örgüt ve şahıslar, bazı Müslüman devletlerin konsoloslukları önünde Kur’an-ı Kerim yakma ‘törenleriyle’ ve Müslüman sığınmacıları sınır dışı ederek, insanları, Müslüman göçmenlerin ev sahibi Batı toplumlarına entegre edilmemesi fikrine bahane ve delil olan tepkilere çekmeye çalışıyorlar. Çünkü iddialara göre Müslümanlar entegre olmaya yatkın değil. Bu da yüz yılı aşkın bir süre önce İspanyol Reconquista savaşlarında etkili olduğu kanıtlanmış bir oyundur. Peki, bu oyun günümüzde iletişim araçlarının, uluslararası ve insani ilişkilerin büyük dönüşümler yaşadığı bu dönemde başarılı olabilecek mi?
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.