Hattar Ebu Diyab
Mali, Sudan, Gine, Burkina Faso, Gine-Bissau ve Nijer'de 2020'den bu yana ardı ardına gerçekleşen darbeler göz önüne alındığında, Nijer'de 26 Temmuz günü meydana gelen, askeri darbe olgusunun Afrika’ya dönüşünün, özellikle Sahel ve Batı Afrika'da domino etkisi yarattığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Eğer darbeciler isterse, Fransız çıkarlarına güçlü bir darbe indirecek, Afrika'daki Batı nüfuzunun en önemli mevzilerini baltalayacak ve terörle mücadele çabalarını tehdit edecek bir jeopolitik değişimle karşı karşıya kalacağız. Niamey'de darbeyi destekleyen göstericilerin Rus bayrakları açması, Rusya'nın yaklaşık on Afrika ülkesinde faaliyet gösteren paralı asker grubu Wagner aracılığıyla yayılan nüfuzunun bir kanıtı. Bu nedenle Nijerya olayı, stratejik sahnenin hayati bir alanda yeniden yapılandırılması açısından tehlikeli bir gelişme olarak öne çıkıyor. Bununla beraber darbenin yansımalarının yakın çevrelere sıçrama olasılığı bulunuyor. Aynı zamanda bu olay, Kıta’nın sahip olduğu kapasite ve kaynakları ele geçirmek üzere rekabet eden Fransa ve Batı'nın Afrika'ya yönelik uluslararası mücadelesindeki düşüşü de teyit ediyor.
Askeri darbe olgusu ve ulus devlet krizi
Son yıllarda tekrarlanan darbeler, Afrika'daki ulus devlet krizine ve iktidarı zorla ele geçirme olgusuna son verilmediğini gösteriyor. Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre 1950’li yılların sonu ve 1960’lı yılların başında Afrika’nın sömürgecilikten kurtuluşundan bu yana darbe girişimlerinin sayısı yaklaşık 205'e ulaştı.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve üçüncü milenyumun başlamasıyla birlikte darbe dalgasının tanık olduğu düşüşün, son on yılda yok olmaya başladığı kaydediliyor. Zira uluslararası rekabetin yoğunlaşmasıyla bu olgu ivme kazanarak geri döndü. Aynı şekilde Batılı güçlerin (en başta Fransa) terörle mücadele çalışmalarındaki başarısızlığı da etkenler arasında sayılabilir. Bunun yanı sıra çekingen ve aksak demokrasi anlayışının kalkınmayla ilişkilendirilmesindeki katkıları da unutulmamalı...
1970’li yıllarda yolsuzluk, yoksulluk ve kötü siyasi yönetim üçlüsüne karşı darbecilerin öne sürdükleri gerekçelerin, 2020 yılında da terör örgütleri bahane edilerek darbeciler tarafından aynı şekilde tekrarlanması dikkat çekici. ‘Dijital devrim’, sansür, gizli dinleme ve hackleme çağında askeri darbelerin sonsuza dek sona erdiği ve gerçekleşmesinin artık çok zor olduğu inancı bizi ikna ediyordu. Ancak bu mekanizmaların darbecilerin elinde olması, güvenliği ve orduyu kontrol etmelerini sağlıyor, darbe girişimlerinde onları başarılı kılıyordu. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında defalarca olduğu gibi, dışardan askeri müdahale olasılığı olmasa bile hedeflerine ulaşıyorlardı.
Son yıllarda tekrarlanan darbeler, Afrika'daki ulus devlet krizine ve iktidarı zorla ele geçirme olgusuna son verilmediğini gösteriyor.
Ulus devlet inşa edilememesi, etnik çatışmalara geri dönülmesi, bölgesel ayrışmaların artması, terör olaylarının tırmanması ve paralel kara ekonomi savunucularının varlığı, darbelerin tekrarlanmasının yapısal nedenleriyle ilişkilidir. Kıta ekonomilerinin zayıflığı, çalkantılı güvenlik ortamı, demokratik anlaşmalara saygı gösterilmemesi ve birçok sivil yöneticinin görev süresini saltanata dönüştürmeye çalışması da bu nedenler arasındadır.
Modern darbe olgusunu anlamak için sebeplerdeki farklılıkları ve tutarsızlıkları belirtmekte fayda var. Zira cihatçı, terörist ve isyancı gruplara karşı mücadele edilememesi, Mali ve Burkina Faso'da orduları darbeye iten doğrudan sebepti. Gine'de ve bir dereceye kadar Nijer'de ise asıl neden, kıdemli subayların görevlerinden azledilmeleri gibi görünüyor. Ancak bu, Nijer ordusunun terörle mücadelede verdiği ağır kayıplardan etkilenmediği anlamına gelmiyor.
Herhalükârda, Mali, Burkina Faso ve Gine'deki darbelerin, darbe çemberinde Nijer'in düşmesine (Özellikle de uluslararası kınamalar ve yaptırım tehditleri ordunun savunması gereken kurumları devirmesine engel olamadığından) elverişli bir ortam yarattığı söylenebilir.
İronik bir şekilde, bölgede gerçekleşen bir darbe daha fazla göçmeni, kaçakçıyı ve teröristi komşu Arap ülkesi Cezayir'e doğru itecek olsa da onlar bu konuda sessiz kalıyor. Libya ise sınırdaki terörist grupların, yabancı savaşçıların ve göçmenlerin faaliyetlerinin yükünü bir süre daha kaldırabilir. Moritanya'nın domino oyunundan sağ çıkıp çıkmayacağı hususunda akıllarda soru işaretleri olacaktır. Nijer'in müdahalelerine maruz kalması halinde, Sudan’da çatışmalar yoğunlaşır.
Darbeden sonraki durumun gelişimi, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum'un kaderi ve Niamey'deki siyasi durum büyük ölçüde Batı Afrika Devletleri Grubu’nun (ECOWAS) darbenin devrilmesindeki rolüne ve Washington ile Paris’in bu sıcak ortamda kalmaya ne kadar hazır olduğuna bağlı olacaktır.
Darbeden çıkarılan dersler ve sonraki aşama için umutlar
Fransa ve Batılılar için daha da vahimi, Mali ve Burkina Faso'daki darbelerden ders alınmamasıdır. Gerçekten de Fransız sömürge mirasının ve çağdaş Fransız uygulamalarının olumsuz etkileri var ve Fransa'yı bölgeden kovmak için büyük çaba gösteriliyor. Ancak Fransa'nın kendi çıkarlarına ve yerel müttefiklerine öncelik vermesi, kıdemsiz subayların gösterdiği öfke için yeterli gerekçe sağladı. Mali, Burkina Faso ve Çad'daki darbeler karşısında Fransızların tepkileri homojen değildi.
İronik bir şekilde, bölgede gerçekleşen bir darbe daha fazla göçmeni, kaçakçıyı ve teröristi komşu Arap ülkesi Cezayir'e doğru itecek olsa da onlar bu konuda sessiz kalıyor.
Fransa ve Batı'nın başarısızlığı, Nijer'i terörle mücadele ve kalkınmada Batı-yerel ortaklığı için bir model haline getirmedeki başarısızlıkta da temsil edildi. El Kaide veya DEAŞ ile bağlantılı şubelere karşı savaşmak için Nijer'de konuşlanan Batı ordusu, güvenlik, kalkınma ve insani yardımı birbirine bağlayan entegre bir sisteme dayanıyordu. Ayrıca Avrupalılar, göçmenlerin Akdeniz'e yönelmesini önlemek için Nijer'in ‘jandarma’ rolünü üstlenmesini istiyorlardı. 25 milyonluk bu ülkenin dünyadaki en büyük uranyum üreticisi olduğundan bahsetmiyorum bile...
Bu darbeyle birlikte Batı desteği belli ki beklenen etkiyi yaratmadı. Yerli halkın umduğu kalkınma çok gecikti. Darbecilere gelince, bin 500 Fransız, bin Amerikan ve 100 Alman askerinin bölgede konuşlanması, onların ‘sivil otoriteye’ karşı silahlanmalarına engel olmadı. Böylece hazır olmayan ülkelerde demokratik veya sivil yönetimin korunması hususunda başka bir Batılı çekişme daha başlıyor. Bunu uluslararası rekabet adı altında gerçekleştiriyorlar. Wagner veya diğerlerinin kaynak elde etme ve Rus nüfuzunun etkisini kolaylaştırma karşılığında yeni makamları koruma rolünü oynamaya hazır olması da bu minvaldedir.
Wagner Grubu, Bangui'deki askeri yönetimi korumak için 2018'den bu yana Orta Afrika'da bulunuyor. Bu grubun Sudan, Libya, Angola’dan Mozambik, Mali ve Burkina Faso'ya uzanan bağlantıları var ve hepsi farklı roller üstleniyorlar. Son birkaç yıl içinde Orta Afrika, Batı'nın demokrasi ve insan hakları kavramlarına aldırış etmeden, güvenlik kontrolü alanında örnek teşkil eden bir Wagner modeli haline geldi. Bu başarı, Fransa'nın, gelirden pay ve ekonomik faydalar karşılığında ordu ve Cumhurbaşkanlığı Muhafızları eğitimi, kurumların güvenliğinin sağlanması, altın ve gümüş madenlerinin işletilmesi konusunda üstlendiği rollerin avantajlarını kaybetmesiyle aynı zamana denk geldi. Nijer'den gelen uranyuma büyük ölçüde güvenen Fransa gibi, Rus şirketlerinin de Afrika'daki elmas, altın ve diğer mineral madenleriyle çok aktif olarak ilgilendiği biliniyor.
Fransızların Sahel'deki feci başarısızlığını kavramak ve anlamak için tarihe geri dönmeliyiz.
Kıyıdaki Fransız kolonizasyonu ‘Fransız Sudanı’ (günümüzde Mali ve Nijer) olarak adlandırılan bölgede 1898-1899'a kadar uzanıyor. İlk Fransız askeri üssü Mali'nin Gao şehrinde bulunuyordu. Yetmiş yıl sonra sömürgeciliğe son verilmiş, yerel yapılar ve kültürel boyutlar dikkate alınmadan Fransız tarzı ulus-devlet modeline göre ‘bağımsız’ devletler yeniden üretilmiştir.
Bağımsızlık sonrası yıllar boyunca, Afrika'daki ulus-devlet modeli, nüfus patlaması, aşırı yoksulluk, çevresel bozulma, yolsuzluk, kötü yönetim ve siyasi ve radikal İslamcıların ortaya çıkışı nedeniyle genellikle başarılı olamadı. Böylece neredeyse her şey çöktü. Bu dönemde Sahel'deki geleneksel ülke kalıplarına bir dönüş ve sınırları olmayan, belirli bir siyasi tarihe sahip bölgeye doğru bir eğilim görüyoruz. Ortaçağ'da Sahel bölgesi üç imparatorluktan oluşuyordu: Gana, Soso ve Mali. Daha sonra bu bölgelerde Tuareg Krallığı ve bir İslam halifeliği kuruldu.
Fransa ve Batılılar için daha da vahimi, Mali ve Burkina Faso'daki darbelerden ders alınmamasıdır.
Bu geri adım, tarihin mevcut aşamasının karmaşıklıklarını ve zorluklarını daha iyi anlamamızı sağlıyor. Zira güvenlik çözümleri tek başına etkili olamayacağından, özel modernite ve popüler temsil modelleri inşa edilmelidir.
Afrika, sahip olduğu doğal kaynakların çeşitliliği ve zenginliği, devasa maden rezervleri ve sahip olduğu genç insan potansiyeli nedeniyle gelecek vadeden bir Kıta. Dolayısıyla kaynaklarından veya yatırımlarından pay alabilmek için ilgi artıyor. Ardı ardına gelen darbeler, Batı Afrika'nın uluslararası bir kutuplaşma merkezi haline geleceği, Batı karşıtı kampın nüfuz edeceği, terörizmin yeni bir kalesi olacağı ve DEAŞ ve El Kaide saflarının yeniden düzenlenmesi için bir odak noktası haline geleceği yönündeki korkuları artırıyor. Tüm bunlar, gelecekteki Kıta’nın toprakları ve nimetleri için başkalarının mücadele ettiği bu çağın sonuçlarını tahmin etmeyi daha da zorlaştırıyor.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.