İsraillilerin artan silahlanması, ABD senaryosunun tekrarlanacağına dair endişe uyandırıyor

Filistin topraklarında şiddet olaylarının artmasıyla birlikte, İsrail hükümeti birkaç ay önce kişisel silahların edinilmesini kolaylaştıracak adımları onayladı  (Fotoğraf: AFP)
Filistin topraklarında şiddet olaylarının artmasıyla birlikte, İsrail hükümeti birkaç ay önce kişisel silahların edinilmesini kolaylaştıracak adımları onayladı (Fotoğraf: AFP)
TT

İsraillilerin artan silahlanması, ABD senaryosunun tekrarlanacağına dair endişe uyandırıyor

Filistin topraklarında şiddet olaylarının artmasıyla birlikte, İsrail hükümeti birkaç ay önce kişisel silahların edinilmesini kolaylaştıracak adımları onayladı  (Fotoğraf: AFP)
Filistin topraklarında şiddet olaylarının artmasıyla birlikte, İsrail hükümeti birkaç ay önce kişisel silahların edinilmesini kolaylaştıracak adımları onayladı (Fotoğraf: AFP)

İsraillilerin kişisel silah sahibi olma yüzdesi, silah taşımayı teşvik eden resmi devlet politikası ışığında yüzde 450 oranında artış gösterdi.

Söz konusu politika, "Filistinlilerin saldırılarına karşı nefsi müdafaa" adı altında silah ruhsatı alma prosedürlerini kolaylaştırıyor.

Bu durum, İsrail ve Filistin'in "öldürmeyi meşrulaştırma ve suç oranlarını artırma" konusundaki hukuki korkularının gölgesinde ortaya çıkıyor.

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir göreve başladığından beri İsraillilere silah taşıma izni verme prosedürlerini kolaylaştırmak için çalışıyor.

Ben Gvir, daha önce yaptığı bir açıklamada "İsrail vatandaşlarının kendilerini savunabilmeleri için sokaklarda daha fazla silah istiyorum" ifadelerini kullanmıştı.

Ben Gvir'le aynı partiye mensup İsrailli bir yerleşimci, geçtiğimiz Cumartesi akşamı Ramallah'ın doğusundaki Barka köyüne düzenlenen saldırıda Filistinli bir genci öldürdü.

Filistin topraklarında şiddet olaylarının artmasıyla, İsrail hükümeti birkaç ay önce İsraillilerin kişisel silah edinmesini kolaylaştıracak adımları onayladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya göre bu gelişme, İsrail'in Filistin'e "karşılık verme yeteneğini artıracak."

İsrail Knesset'i, Ben Gvir'in kişisel silah ruhsatlandırma prosedürlerini kolaylaştırma planını henüz onaylamamış olsa da, bu konudaki politikaları, İsrail polis gücü üzerindeki kontrolü aracılığıyla uygulamaya koyuldu.

Resmi verilere göre İsrail makamları, bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 280, 2021'in aynı dönemine göre yüzde 450 artışla yaklaşık 12 bin silah taşıma ruhsatı verdi.

Şu anda polis ve güvenlik hizmetlerinde görev yapan 35 bin sivil gönüllüye ek olarak, yaklaşık 200 bin İsrailli sivilin silah taşıma ruhsatı var.

Bununla birlikte, İsrail hükümetinin politikası, potansiyel silah taşıma ruhsatı sahibi sayısını 600 bin kişiye çıkarabilir.

Ben Gvir'in talimatları, Filistin saldırılarının sıklığındaki artışla birlikte silah taşıma ruhsatı almak için yapılan başvuru sayısının ikiye katlanması ışığında, yılda 30 bin İsrailliye silah ruhsatı verilmesine izin verecek.

Bu yılın başından bu yana 17 bin İsrailli, İsrail İçişleri Bakanlığı'na silah taşıma ruhsatı için başvuruda bulundu.

Mutfak masasının üzerinde

İsrail Sivil Haklar Derneği'nden (ACRI) Ann Succio, "Silah her İsraillinin evindeki mutfak masasının üzerinde olacak" dedi.

Succio ayrıca, yeni talimatların "ulusal zeminde savaşma bahanesiyle Yeşil Hat'tın her iki yakasındaki Filistinlileri öldürme yetkisi" anlamına geldiğine dikkat çekti.

İsraillileri silahlandırmanın olumsuz yansımaları sadece Filistinlilerle sınırlı değil, bunun ötesine geçerek İsraillilerin kendilerine de ulaşıyor.

Succio, yeni düzenlemelerin "İsrail toplumu üzerinde bile olumsuz bir etki yaratacağı ve özellikle İsrailli kadınlar arasında şiddet ve suç düzeyinin yükselmesine ve cinayetlerin artmasına neden olacağı" konusunda uyardı.

Bu nedenle İsrail Vatandaş Hakları Derneği, silah taşıma ruhsatı verme çemberinin genişletilmesi kararı için İsrail Yüksek Mahkemesi'ne itiraz etti.

İsrail Silahsız Mutfak Masaları Örgütü Başkanı Rila Mazali, "Sivillerin ve yerleşimcilerin kitlesel silahlanması önümüzdeki yıllarda trajedilere neden olacak. Bugün, şimdiden zehirli ve ölümcül bir vakıa meydana getiriyor" uyarısında bulundu.

Mazali, İsraillilerin kitlesel olarak silahlandırılmasıyla "kadın cinayetlerini kolaylaştıran bu silahlarla vakaları artırmaya açık bir davet yapıldığını" düşünüyor.

Mazali, "2021'de ruhsatlı silahlarla 12 intihar ve 16 ateş açma vakası yaşandı. İsrail İçişleri Bakanlığı'na göre 14 kadın silah kullanılarak öldürüldü. Bu ateşli silahlardan üçünün ruhsatı vardı" dedi.

Ben Gvir'in tutumu

Silahlanmanın sonuçlarıyla ilgili uyarıları reddeden Ben Gvir, silahlanmayı "İsraillileri korumada ve vatandaşların kendilerini ve İsrail halkını savunmasını sağlamada etkinliğini kanıtlamaya başlayan" bir araç olarak görüyor.

Ben Gvir'in açıklamaları, görev başında olmayan bir İsrail polisinin Ma'ale Adumim yerleşiminde yerleşimcilere ateş açarak beş kişiyi yaralayan Filistinli bir saldırganı öldürmesinin ardından geldi.

İsrail'de Silah Kültürünü Teşvik Derneği, yetenekli kişilerin ellerinde özel silahların bulunmasının "caydırıcılık yaratacağına ve güvenlik güçleri için ek bir güç oluşturacağına" işaret ederek Ben Gvir ile aynı fikirde olduklarını bildirdi.

Dernek, İsraillilerin özel ve halka açık yerlerde ellerinde bulunan meşru müdafaa silahlarının "özellikle olay yerine ulaşması zaman aldığı için polis gelene kadar ilk müdahaleyi yapacağını" belirtti.

ABD modeli

İsrailliler arasında silahlanmanın yaygınlaşması olgusu, cinayetlerin büyük ölçekte yaygın olduğu ABD senaryosunun tekrarlanma korkusu ışığında ortaya çıkıyor.

İsrail meseleleri araştırmacısı Muhammed Helse, İsrail'in "ABD modeline göre kademeli olarak bir sivil silahlanma politikası benimsediğine" inanıyor.

Bununla birlikte Helse, İsrail'i ateşli silahlarla doldurmanın "güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunmayacağına, aksine, görevi kişisel güvenliği yeniden sağlamak ve emniyete karşı halkın güvenini inşa etmek olan devletin rolünün kaybolmasına yol açacağına" dikkat çekti.

Helse, "İsrail toplumunun çoğunluğunun, İsrail Devleti'nin kurulmasından önce bile silahlı olduğunu ve ardından, yerleşimcilerin çoğunluğunun İsrail ordusunda hizmet verdiği göz önüne alındığında, yetkililerin yerleşim gruplarını silahlandırmaya devam ettiğini" ifade etti.

Helse, İsrail toplumunu "ülkeye güç mantığını getiren, birey ve devlet düzeyinde silah bulundurarak varlığını sürdürmek için çalışan askeri yerleşimci bir toplum" olarak tanımladı.

Helse şöyle devam etti:

Ben Gvir'in önlemleri, yalnızca Yeşil Hat'tın her iki yakasındaki Filistinliler üzerinde değil, aynı zamanda İsrailliler üzerinde de, yüksek oranda suç, uyuşturucu ve seks ticareti örgütlerinin varlığının ışığında iç hesaplaşmalar sebebiyle olumsuz yansımalara sahip olacak.

Kırmızı çizgiyi aşmak

Helse "İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı'nın yeni önlemleri, İsrail tarihi boyunca her zaman var olan kırmızı çizginin aşılması anlamına gelebilir. Çünkü Ben Gvir bunu aşmak istiyor" ifadelerini kullandı. Helse'ye göre saldırılar arttıkça silahlara olan talep de artıyor.

Helse, "İsrail silah ruhsatlandırması konusunda bir yol ayrımında duruyor. Ya bunu ABD'de olduğu gibi kişisel özgürlüğün bir parçası olarak görecek ya da yalnızca istisnai durumlarda gerekli olduğunu kabul edecek" dedi.

Emil Touma Filistin ve İsrail Araştırmaları Enstitüsü Müdürü İsam Mahul, "İsraillilerin silahlandırılması İsrail'deki faşist geçiş sürecinin bir parçası. Klasik faşizm böyle davranır ve devletin baskı ve şiddet araçlarıyla yetinmez" ifadelerini kullandı.

Mahul, bu olgunun devletin güç ve şiddet tekeli üzerinden varlık gerekçesini yitirmesine neden olduğunu belirterek, uluslararası toplumu İsrail'e "silahlandırmayı bırakması için baskı yapmaya" çağırdı.

Yafa'daki Arazi ve Konut Savunma Halk Komitesi liderlerinden Halid Zebarka, İsraillileri silahlandırma olgusunun yayılmasını "Yeşil Hat'tın her iki yakasındaki Filistinlileri sahte bahaneler ve gerekçelerle öldürme izni" olarak değerlendirdi.

Zebarka, "Filistinlilere ateş edenlerin yasal olarak aşılanması, Filistin kanının dökülmesine meşruiyet kazandırmakla eşdeğerdir" uyarısında bulundu.

Independent Arabia,Independent Türkçe



İran'daki reformistler ve radikaller Pezeşkiyan'ı kuşatıyor ve rejimi zor durumda bırakıyor

Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)
Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)
TT

İran'daki reformistler ve radikaller Pezeşkiyan'ı kuşatıyor ve rejimi zor durumda bırakıyor

Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)
Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)

Hasan Fahs

İran'daki durumu takip eden Arap ve uluslararası çevrelerin yanı sıra İran siyasi çevrelerinin önemli bir kısmı, birkaç gün önce “Reformist Partiler Cephesi” tarafından yayınlanan bildiriyle meşguldü. Bildiride, kendisini imzalayanların bakış açısına göre İran'ın iç ve dış krizlerden çıkışı için bir yol haritası yer alıyordu. Konuyu takip edenler için bu yol haritasının belki de en önemli noktası, “ABD ile kapsamlı ve doğrudan müzakerelerin başlatılması ve ilişkilerin onur, bilgelik ve karşılıklı çıkar temelinde normalleştirilmesi amacıyla, yaptırımların kaldırılması karşılığında uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin gönüllü olarak askıya alınması ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) denetiminin kabul edilmesi” çağrısını içeren maddeydi.

Bu tutumu, İran'ın tutumu içinde veya reformist güçler ile rejimin karar alma hiyerarşisinde bu partilerin büyük ölçüde temsilcisi olarak kabul edilen Mesud Pezeşkiyan liderliğindeki devlet arasında ya da “reformistler” ile rejim arasında bir ayrışma olarak yorumlamadan önce, bu açıklamanın, iç boyutlarıyla nükleer faaliyetler ve Washington ile diyalogla ilgili taleplerden ziyade rejimin yapısına yönelik daha fazla meydan okuma oluşturan talepler içerdiğini belirtmek gerekir.

Bu noktada, çeşitli yönelimleri ile İran siyasi güçleri arasında, otorite ve yönetim mekanizmalarında köklü bir değişiklik yapılması gerekliliği konusunda geniş çaplı bir tartışmanın döndüğüne işaret edilmeli. Bu tartışma, son haftalarda İran'ın yeni bir saldırıya maruz kalma olasılığı hakkındaki konuşmaların artmasıyla yoğunlaştı. Saldırının bu sefer Tel Aviv’le sınırlı kalmayacağı, ABD ve NATO ülkelerinin de katılacağı öngörülüyor. Keza rejimin devrilmesinin neden olacağı çöküş ve sonuçları ister bir iç savaş ister İran coğrafyasının güç mücadelesi veren zayıf devletlere bölünmesi olsun, yeni saldırının amacının, rejimi ortadan kaldırmaktan başka bir şey olmayacağı da tahmin ediliyor.

Reformist Cephe’nin bildirisi, İran'ı yakın tehlike çemberinden çıkarmak için çalışma yönündeki açık arzu ve niyetini dile getirdi ki, karar alma çevreleri ve hatta Devrim Muhafızları eski komutanı Hamaney'in askeri danışmanı Yahya Rahim Safevi gibi Dini Lider'e yakın çevreler bile, bu yakın tehlikenin gerçekleşebileceğini inkar etmiyorlar. Buna rağmen, muhafazakâr ve radikal güçler, daha sert önlemlerle kendi vizyonları doğrultusunda değişim çağrısında bulunuyorlar. Ancak, devlet ve hükümetin, önceki dönemlerden miras kalan kronik ve birikmiş krizlere ilave olarak, ABD ile artan çatışmanın yol açtığı krizlere hızlı bir çözüm üretme konusundaki açık yetersizliğinin eşlik ettiği sert, boğucu günlük ekonomik baskılar altında ezilen sokakta bir patlama yaşanması ihtimalini hesaba katmıyorlar.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analizde Reformist Cephe bildirisinde nükleer programdan vazgeçmeye veya sona erdirmeye dair herhangi bir atıf yer almıyor, yalnızca İran müzakere heyetinin Amerikan tarafıyla müzakere masasına geri dönmek için bir giriş noktası olarak önerdiği “zenginleştirme faaliyetlerini askıya alma” ilkesine başvurma olasılığına değiniliyor. Bu atıf, Dışişleri Bakanı'nın siyasi danışmanı ve müzakere heyeti üyesi Mecid Taht Revançi'nin birkaç gün önce İran'ın yaptırımların kaldırılması karşılığında faaliyetlerini askıya alabileceğine yönelik açıklamasında da yer aldı.

Ancak bu, Mesud Pezeşkiyan hükümetine yönelik kuşatmayı tamamlıyordu. Zira hükümet, özellikle İran üzerindeki olası yıkıcı etkileriyle birlikte yeni bir savaşın patlak vermesi durumunda, önümüzdeki dönemde yaşanabilecek olumsuz gelişmelerin sonuçlarından kaçınmaya çalışan reformist çoğunluk ile karar alma yapısındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda. Dahası radikaller aşırılık ve fanatizmlerinde öyle ileriye gittiler ki, Cumhurbaşkanının yeterliliğini sorgulamaya başladılar, onu bu yeterlilikten mahrum bırakıp cumhurbaşkanlığından uzaklaştırmak amacıyla, bunları bir parlamenter mekanizmaya dönüştürmek için harekete geçtiler. Bu, ilk Cumhurbaşkanı Ebu'l-Hasan Beni Sadr'ın yaşadığı deneyimin yeniden canlandırılmasıydı.

Bildirideki özellikle nükleer kriz ve uluslararası toplumla ilişkilerle ilgili olan önemli başlıklar göz önüne alındığında, UAEA ile ilişkilerle ilgili hükümet tarafından meclis ve Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi aracılığıyla onaylanan mekanizmaların reddedilmesine dair hiçbir atıf yer almıyordu. Bildiriye imza atanların UAEA ile ilişkilerin yeniden kurulması ve denetim sürecinin yeniden başlatılması çağrısı, özellikle ABD-İsrail'in İran tesislerine yönelik saldırısı sonucunda iki taraf arasındaki güvenin sarsılmasının ardından, Ulusal Güvenlik Konseyi'nin değerlendirmesi ile bağlantılı resmi tutumla da uyumlu.

Radikaller, hükümeti ve diplomatik mekanizmalarını İran'ın hak ve kabiliyetlerinden feragat etmekle suçluyor. Batılı ülkelerin, özellikle de “troyka”nın, tetikleyici mekanizmayı harekete geçirip Güvenlik Konseyi yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyamayacaklarına, çünkü bunun kendi çıkarları pahasına olacağına inanıyorlar. Bu arada, reformcular, bu “troyka” ile ilişkilerin sürdürülmesinin ekonomik krizi daha da kötüleştirebileceğini, İran'ı “yaptırımlar cehennemine” sürükleyebileceğini ve BM Şartı'nın 7. Bölümü kapsamına geri alınmasına yol açabileceğini savunuyor.

ABD ile müzakerelerle ilgili temel hususa gelince, bildiri yeni bir şey sunmuyor. Tahran, mevcut çalkantılı dönemin, ciddi çözümlere ulaşmak için bir seçenek olarak dışlamadığı veya göz ardı etmediği doğrudan müzakerelere girmesini gerektirdiğinin farkında. Ayrıca, İranlı ve Amerikalı müzakereciler, bu müzakerelerin kapsamlı ve sonuç odaklı olmasını, normalleşme sürecinin önünü açmasını şart koşuyor. Bu ciddiyet, İran müzakere heyetinin, dolaylı müzakerelerin dördüncü turundaki önerisiyle belirginleşmişti. İran heyeti, Amerikan yatırımlarının İran pazarına giriş yapabileceğinden ve İran ekonomisinin çeşitli alanlarda Amerikan şirketlerine 1 trilyon dolardan fazla teklifler sunma kapasitesinden bahsetmişti.

Tahran'ın jeopolitik boyutta karşı karşıya kaldığı muazzam baskılar ki bunların sonuncusu ABD’nin himayesinde imzalanan Azerbaycan-Ermenistan anlaşmasıydı, keza genel olarak Ortadoğu'da, özellikle de Irak ve Lübnan'da stratejik düzeyde güç ve nüfuzunu yeniden tesis etme girişimleri, her türlü yeni saldırıya karşı tam hazırlıklı olma çabaları karşısında, liderlik, otorite ve karar alma sistemi, bir yandan rejim ile halk arasındaki ilişkiyi onarmaya çalışıyor. Reformist Cephe’nin bildirisinde siyasi özgürlükler ve ekonomik krizlerle ilgili olarak değinilen sorunlu konularda, halk ile rejim arasında sarsılan ve önemli ölçüde azalan güveni yeniden tesis etmeye çabalıyor. Diğer yandan da iç çekişmeleri büyük bir temkin ve ihtiyatla, bunlardan kaynaklanabilecek tehlikelerin farkında olarak ele alıyor. Zira değişim, on yıllar içinde birikmiş ideolojik söylemden acelesiz ve telaşsız bir şekilde vazgeçmeyi gerektiriyor. Kaldı ki hızlı tepki, işlerin kontrolden çıkmasına yol açabilir ve maruz kalınan iç ve dış baskılar karşısında geri çekilme ve zayıflık olarak yorumlanabilir.