Batı hegemonyasına alternatif olmayı hedefleyen BRICS, 'genişleme' gündemiyle toplanıyor

Hakkında yakalama kararı bulunan Putin zirveye katılamayacak

Johannesburg'da toplantının yapılacağı bina (Reuters)
Johannesburg'da toplantının yapılacağı bina (Reuters)
TT

Batı hegemonyasına alternatif olmayı hedefleyen BRICS, 'genişleme' gündemiyle toplanıyor

Johannesburg'da toplantının yapılacağı bina (Reuters)
Johannesburg'da toplantının yapılacağı bina (Reuters)

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın oluşturduğu BRICS'in 15. zirvesi bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde başlıyor.

24 Ağustos'a kadar devam edecek olan zirveye Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Brezilya lideri Lula da Silva ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi bizzat katılırken, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin hakkında yakalama kararı verdiği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise video konferans yöntemiyle dahil olacak.

Moskova'yı Johannesburg'da temsil eden isimse Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov olacak.

Zirvenin ana gündem maddesinin BRICS'e yapılan üyelik başvuruları olması bekleniyor.

Güney Afrikalı yetkililer 40'tan fazla ülkenin birliğe üye olma niyetini ifade ettiğini, 20'den fazla ülkeninse resmi başvuru yaptığını belirtiyor.

Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa zirve öncesi yaptığı açıklamada konuyla ilgili şunları söyledi:

Genişletilmiş BRICS, daha dengeli bir küresel düzen isteyen farklı siyasi sistemlere sahip çeşitli ülkeleri temsil edecek. Güney Afrika, BRICS'in genişletilmesini destekliyor. BRICS'in değeri şimdiki üyelerinin çıkarlarının ötesine uzanıyor.

Pekin ve Moskova'nın da BRICS'in genişletilmesine sıcak baktığı biliniyor. Ancak Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika yönetimleri birlik içindeki etkilerinin kaybetmemek adına üyelik için bazı kriterler getirilmesini istiyor. Yeni üyelerin, eski üyelerle benzer hak ve karar yetkilerine sahip olmaması da tartışılan senaryolardan biri.

Hangi ülkeler BRICS'e katılmak istiyor?

BRICS'e resmi üyelik başvurusu yapan ülke sayısının 22 olduğu biliniyor.

Bu ülkeler içinde İran, Suudi Arabistan, Venezuela ve Cezayir gibi enerji zengini ülkelerin yanı sıra Mısır ve Arjantin gibi bölgesel güçler de yer alıyor.

Bunun yanı sıra Bolivya, Endonezya, Küba, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kazakistan da BRICS'e üyelik için bazı adımlar attı.

Batı'nın küresel hakimiyetini dengeleme araçlarından biri olarak görülen birliğe üyelik konusunda Türkiye de daha önce birkaç kez olumlu görüş bildirmişti.

2018'de yapılan BRICS zirvesine özel davetli olarak katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin üyelikle ilgilendiğini belirtmişti. 

Geçen yıl boyunca da dünya medyasında Türkiye'nin BRICS'e üye olabileceği yönünde haberler çıkmıştı. Ancak Ankara'nın bu konuda henüz somut bir adım atmadığı biliniyor.

Dolar hakimiyetini sonlandırma gündemi

Bu zirvede resmi olarak gündemde yer almasa da BRICS üyeleri, küresel ticaretteki dolar hakimiyetini sonlandırmayı amaçlıyor.

Bunun için yeni bir BRICS para biriminin oluşturulacağı yönündeki iddialar geçen aylarda çeşitli medya organlarında yer almıştı.

Ancak uzmanlar tarafından fazla iddialı olarak görülen bu planın yerine, zirvede yerel para birimleriyle ticaret seçeneğine odaklanılması bekleniyor.

Zirve önce konuşan Brezilya lideri Lula da Silva, BRICS Bank'ın ABD öncülüğündeki IMF gibi kurumlardan daha etkili olması gerektiğini belirtmiş ve ülkelerin kendi para birimleriyle ticaret yapabileceğini söylemişti.

BRICS'in geçmişi

2001'de Goldman Sachs'tan Britanyalı ekonomist Jim O'Neill ilk olarak Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan'ın baş harflarini kullanarak BRIC kısaltmasını ortaya atmış ve bu ülkelerin 2050'ye kadar dünyanın en büyük güçleri olabileceğini öne sürmüştü.

Batılı finans kurumlarından çıkan bu kısaltma 2009'daysa gerçek bir jeopolitik projeye dönüştü. 2009'da Moskova'da yapılan ilk zirvenin ardından, 2011'de Güney Afrika birliğe tam üye olarak kabul edilirken örgütün ismi de BRICS olarak değiştirildi.

BRICS o günden bu yana Şanghay merkezli uluslararası bir kalkınma bankası kurmayı başardı ancak Hindistan ve Çin arasında yaşanan ve askeri gerilime kadar uzanan problemler BRICS'in geleceğine ilişkin bazı şüpheler yarattı.

BRIC kısaltmasını ortaya atan O'Neill, ilk yazısından 20 yıl sonra 2021'de yazdığı yazıda BRICS Bank'ın birliğin en önemli başarısı olduğuna dikkat çekerek, "Eğer Çin ve bir ölçüde Hindistan olmasaydı BRIC'in anlatacak çok fazla bir hikayesi olmazdı. BRICS Bank'ın yaratılmasının ötesinde, grubun yıllık olarak buluşmaktan başka ne yaptığını görmek zor" ifadelerini kullanmıştı.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.