ABD-Suudi Arabistan anlaşması önündeki beş zorluk

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. (AFP)
TT

ABD-Suudi Arabistan anlaşması önündeki beş zorluk

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. (AFP)

Bilal Saab

İsrail ile Suudi Arabistan Krallığı arasındaki olası normalleşme etrafında kopan tüm gürültüye rağmen böyle bir anlaşmanın imzalanması için olmazsa olmaz destekçi ve garantör ABD’nin, Krallığın İsrail ile ilişkileri normalleştirme şartlarını kabul edip edemeyeceği veya bunu isteyip istemediği halen belirsiz.

Suudi Arabistan Krallığı, İsrail’le normalleşmesi karşılığında Washington’dan resmî bir savunma anlaşması imzalamasını, sivil bir nükleer program inşasına yardım etmesini ve F-35 gibi beşinci nesil savaş uçakları da dahil olmak üzere gelişmiş Amerikan silahlarına hızlı bir erişim talep ediyor.    

ABD’lilerin gözünde bu talepler, aşırı. Bu da Başkan Joe Biden’ı bunları kabul edip etmeme konusunda kararsız kılıyor.

Geçtiğimiz temmuz ayının 9’unda CNN kanalında Ferid Zekeriya'ya verdiği röportajda ABD Başkanı, bu konu hakkında konuşmak için henüz erken olduğunu söyledi. ABD Başkanı bundan kısa bir süre sonra The New York Times gazetesinden Thomas Friedman'a verdiği bir başka röportajda da tutumunu değiştirmedi.

Suudi Arabistan’ın ortaya koyduğu üç şart arasında, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerini, Suudi Arabistan için resmi ABD güvencelerini otomatik olarak içeren bir ittifak sözleşmesi düzeyine çıkarma şartı en ciddi, sıkıntılı ve tartışmalı şart olarak görülüyor.

Bu kararsızlığa rağmen ABD Başkanı’nın böyle bir anlaşmanın imzalanması ihtimalini araştırmak üzere geçtiğimiz aylarda baş diplomatı Antony Blinken ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ı Suudi Arabistan’a göndermesi (Sullivan’ın Krallığa yönelik ziyareti kısa bir süre önce tekrarlandı), seçenekleri arasında denge kurma çabasını açıkça gösteriyor.

Suudi Arabistan’ın üç şartı arasında, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerini, Suudi Arabistan’a verilen resmî ABD güvencelerini otomatik olarak içeren bir ittifak sözleşmesi düzeyine çıkarma şartı en ciddi, sıkıntılı ve tartışmalı şart olarak görülüyor. Bununla birlikte gerek sivil bir nükleer program inşasında Suudilere yardım etmeye gerekse onlara ABD hava silahlarının mücevherini ve dünyanın en güçlü savaş uçağını tedarik etmeye ilişkin diğer iki şart da oldukça önemli.

Bu iki şartı birinci şarttan daha az önemli kılan şey, bunlar üzerinde müzakere ve çözüm imkânının bulunmasıdır. Halbuki iki ülke arasında resmî bir savunma anlaşması meselesinde durum böyle değil. Bu mesele müzakereye yer bırakmıyor. Zira ikili bir anlaşmaya bağlı: Suudi Arabistan Krallığı, ABD ile resmî bir sözleşme temelinde ya müttefiktir ya da değildir.

Dikkatli bir düşünme

ABD’nin bu takas konusundaki karmaşık tutumunu tartışmadan önce izin verin, Suudi Arabistan Krallığı’nın bence kapsamlı bir resmî ABD caydırıcılığı elde etmeyi neden istediğini kısaca açıklayayım. Özellikle bu nokta, Suudi yetkililerin büyük bir manevra alanına neden sahip olmadığını ve bu konuda taviz vermelerinin neden neredeyse imkânsız olduğunu anlamak için bir anahtar. Son birkaç yıldır Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın cesur fikirlerini ve iddialı planlarını takip ettik.

Washington’ın Suudi Arabistan’ın taleplerini reddetmesi, bunların başka bir müzakere taktiği ya da 2020’de İsrail’le ilişkileri normalleştiren ve ABD’den güvenlik iş birliğini güçlendirme vaatleri alan Abu Dabi ile Manama’nın başarılarına üstün gelme girişimi olarak değerlendirildiği anlamına geliyor.

Washington’ın Suudi Arabistan’ın taleplerini reddetmesi, bunları başka bir müzakere taktiği ya da 2020’de İsrail ile ilişkileri normalleştiren ve ABD’den güvenlik iş birliğini güçlendirme vaatleri alan Abu Dabi ile Manama’nın başarılarına üstün gelme girişimi olarak değerlendirmek anlamına geliyor.

Ama ben, Riyad’ın müzakere maharetlerini göstermeye ya da daha iyi bir anlaşma elde etmeye çalıştığını sanmıyorum. Suudi Arabistan’ın talebinde bir mantık ve derin düşünce var.

Fotoğraf Altı: F-35 ve F-16 tipi Amerikan savaş uçakları. (Alamy/Majalla)
F-35 ve F-16 tipi Amerikan savaş uçakları. (Alamy/Majalla)

Riyad, İsrail’le ilişkileri normalleştirmenin ne anlama geldiğinin ve bunun İran’la yakın zamanda yapılan ve iki azılı düşmanı sakin tutan diplomatik anlaşmaya olan etkilerinin farkında.

Aslında Krallığın İsrail’i resmî olarak kucakladığı anda İran, İslam dünyasının lideri Suudi Arabistan’a rakip olmaya ve onu hedef almaya çalışacak.

Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevi’nin Hizmetkârı, sadece İslam’ın en kutsal iki mekânı olan Mekke ile Medine’nin himayesi ve bakımından sorumlu olmayıp, aynı zamanda Kudüs’ün kaderinin de en büyük bekçisidir.

Kudüs; İslam’ın en kutsal üçüncü mekânı, İsrail ile Filistin arasındaki herhangi bir anlaşmasının köşe taşı ve hem Suudi toplumu hem de tüm dünyadaki Müslümanlar için derin bir dinî öneme sahip yer olan Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerdir.

Suudiler; Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi, İsrail’le sadece Batı Şeria ile Ürdün Vadisi’ndeki İsrail yerleşimlerini askıya almak ya da dondurmak için bir normalleşme anlaşması yapamaz.

Dolayısıyla Suudi yetkililerin, bir Filistin devleti kurulmadıkça ya da en azından bu devletin kurulmasının yolunu açan etkin bir süreç garanti edilmedikçe normalleşme olmayacağı yönündeki ısrarı tamamen gerçeğe uygun bir ısrardır ve meseleyi konuşmaktan ibaret değildir. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan’ın Ocak 2023’teki şu açıklaması da bu yüzden: “Gerçek bir normalleşme ve istikrar, ancak Filistinlilere umut ve onur verilerek sağlanabilir.”

Suudiler; BAE ve Bahreyn gibi, İsrail’le sadece Batı Şeria ve Ürdün Vadisi’ndeki İsrail yerleşimlerini askıya almak ya da dondurmak için bir normalleşme anlaşması yapamaz.

Abraham Anlaşmaları

Eylül 2020’de Beyaz Saray’da eski ABD Başkanı Donald Trump’ın himayesinde İsrail ile BAE ve Bahreyn arasında ilişkileri normalleştirme anlaşmaları imzalandı. Bunu takiben Fas ile de ilişkiler başladı ve Sudan’la normalleşmeye ilişkin bir karar duyurusu imzalandı.

Şu an Sudan’da ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında cereyan eden savaş, Sudan’ın Abraham Anlaşmaları adıyla bilinen bu anlaşmalara resmî olarak katılmasını engelledi.

Trump, o dönemde bu adımı ‘özel bir tarihî an’ olarak nitelemişti. BAE ile İsrail, tam anlamıyla diplomatik ilişkiler kurduktan sonra teknoloji, iletişim, sivil havacılık, sağlık ve turizm gibi birçok alanda ikili iş birliğinin güçlenmesinin yolu açıldı.  

Arap ve İsrail medyası, İsrail’le ilişkileri normalleştiren ülkelerdeki yetkililerin, Ortadoğu’da İsrail’le barış zamanının geldiğine ve bu adımın bölgedeki diplomatik dengeyi değiştiren büyük bir jeopolitik sıçrayışı temsil ettiğine dair ifadelerini aktardı. Gözlemcilere göre bu anlaşmalar ABD’nin, Çin ile liderlik yarışı sebebiyle Ortadoğu’dan çekildiği bir zamanda yapıldı.

Haziran ayında Fas, İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayan ülkelerin zirvesinin ertelendiğini resmî olarak duyurdu. Dışişleri, Afrika İşbirliği ve Yurtdışında Yaşayan Faslılar Bakanı Nasser Bourita (Nasır Burita), Fas’ın önümüzdeki dönemde Necef Forumu’nun ikinci zirvesine ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu söyledi.

Joe Biden yönetimi de bu anlaşmaları güçlendirmeyi ve başka Arap ülkelerini içine alacak şekilde genişletmeyi istiyor. Ancak mevcut İsrail hükümetinin geçtiğimiz aralık ayında iktidarı ele geçirmesinden sonra anlaşmayı imzalayan ülkeler, İsrail’deki aşırı sağın kışkırtmaları yüzünden adımlarının hızını yavaşlatmaya başladı. Ülkesi adına İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayan Binyamin Netanyahu liderliğindeki mevcut hükümet, İsrail tarihindeki en sağcı hükümet olup, aralarında yakın zamanda Filistinlileri bir ‘icat’ olarak tanımlayan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in de bulunduğu radikal bakanlardan oluşuyor. Son aylarda radikal yerleşimciler tarafından Mescid-i Aksa’ya yapılan baskınların hızı da arttı.

Fotoğraf Altı: ABD Başkanı Joe Biden, 23 Temmuz’daki NATO zirvesinin sonunda konuşma yaptı. (AFP/Majalla)
 ABD Başkanı Joe Biden, 23 Temmuz’daki NATO zirvesinin sonunda konuşma yaptı. (AFP/Majalla)

Fas haziran ayında, İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayan ülkelerin zirvesinin ertelendiğini resmî olarak duyurdu. Dışişleri, Afrika İşbirliği ve Yurtdışında Yaşayan Faslılar Bakanı Nasser Bourita (Nasır Burita), Fas’ın önümüzdeki dönemde Necef Forumu’nun ikinci zirvesine ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu söyledi.

Necef Çölü’nde geçtiğimiz yılın mart ayında yapılan ilk toplantıya İsrail Dışişleri Bakanı ile Bahreyn, Mısır, BAE ve Fas dışişleri bakanları katıldı.

Rol ve güvenlik

Önemli rolleri ve güvenlik önceliklerinden ötürü Suudilerin daha önemli bir şeye ihtiyaçları var. Suudi Arabistan Krallığı ile ABD arasındaki dostluk, İran’ın gözünde kötü bir şeyse İsrail’i tanımak, kuşkusuz çok daha kötü olacaktır.

İran, İsrail’i tanımıyor. Bununla da kalmayarak onu haritadan silmek istediğini de tekrar tekrar dile getiriyor. Bu iki ülke, son yedi yıldır birbirlerine karşı bir gölge savaşı yürütüyor. Geçen yılki haberlere göre İsrail ordusu, Suriye’de ve Ortadoğu’nun başka yerlerinde İran’a ve müttefiklerine ait hedeflere yönelik 400’den fazla hava saldırısında bulundu.

Siyasi açıdan bakılırsa, Cumhuriyetçi rakiplerinin İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesini zorlayacak büyük şeyler yapma çabası göz önüne alındığında Biden’ın, Suudilerin şartını kabul etmek için hareket alanı var gibi görünüyor.

İran’ın düşmanlığına karşı ABD’den himaye elde etme çabası, Suudiler için oldukça önemli. Peki, Washington Riyad’ın bu temel şartını kabul etmeye hazır mı?

Siyasi açıdan bakılırsa; Cumhuriyetçi rakiplerinin İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesini zorlayacak büyük şeyler yapma çabası göz önüne alındığında Biden’ın, Suudilerin şartını kabul etmek için hareket alanı var gibi görünüyor. Ancak bunun ABD Senatosu’nda, yabancı bir ülkeyle herhangi bir savunma sözleşmesinin onaylanması için gerekli  çoğunluk olan oyların üçte ikisini almak için yeterli olup olmadığını bilmiyorum. Ama ABD’nin iç politikasını ve Filistinlilerin haklarını umursamayan bir İsrail sağcı hükümetiyle ya da bir zamanlar Suudi Arabistan’ı ‘yalnızlaştırmakla’ tehdit eden ABD yönetimiyle iş birliği yapma ihtimalini bir kenara bırakalım ve izin verin, ABD ile Suudi Arabistan Krallığı arasında bir ittifak sözleşmesi imzalamanın derin stratejik zorluklarını ele alalım. Bunlar, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ile Ulusal Güvenlik Konseyi’nin zihnine takılan zorluklardır.

Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre Biden yönetimi, Suudi Arabistan’la yapılan bir savunma sözleşmesinin, riskleri kabul ve maliyetleri idare etmek ya da bu risklerle maliyetlerden korkup Riyad’a ‘hayır’ demeye meyletmek gibi tüm sonuçları üzerine düşündü. Tüm bunlar bir yana, Washington’ın tüm bunların üstesinden gelmesini neyin sağlayacağını ve nelerle uğraşması gerekeceğini bilmek iyi olacaktır.

Beş zorluk

ABD ile Suudi Arabistan Krallığı arasında, ABD’nin NATO üyeleri, Güney Kore, Japonya, Avustralya vd. ile olanlara benzer bir ortak savunma sözleşmesinin imzalanması, şartlarına bakılırsa asla hafife alınmaması gereken oldukça önemli bir taahhüt olacaktır. Bu yüzden ABD-Suudi Arabistan savunma anlaşmasının getirebileceği belirli riskler ve endişeler mevcut. Bunları ciddi bir şekilde düşünüp ele almalı.

Birinci olarak; şu an ABD’nin en önemli jeopolitik önceliği, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’in meydan okumasına ve Ukrayna’da Rusya’ya karşı koymaktır. Suudi Arabistan Krallığı ile sınırlı da olsa bir savunma sözleşmesi, önemli ABD askerî ve diplomatik varlıklarını bu öncelikli alanlardan alıp Ortadoğu’ya yerleştirmek anlamına gelecektir.

Fotoğraf Altı: Nablus’ta 23 Ağustos’ta düzenlenen protestoya katılan Filistinli bir gösterici. (Getty Images/Majalla)
Nablus’ta 23 Ağustos’ta düzenlenen protestoya katılan Filistinli bir gösterici. (Getty Images/Majalla)

Bu, ulusal güvenlik ve milli savunma stratejisiyle tamamen çatışabilir. Ayrıca böyle bir anlaşmanın ABD devlet aygıtında, özellikle de Pentagon’daki labirent benzeri bürokratik sistemde dolaşıma sokulması, uzun ve epey zorlu bir süreç olacaktır.

İkinci olarak; diyelim ki İran (ABD-Suudi sözleşmesinin caydırıcılığıyla) Suudi Arabistan Krallığı’na karşı doğrudan askerî operasyondan kaçındı; bunun yerine gri alanda faaliyette bulunmaya devam etti ve bölgesel vekilleri aracılığıyla Krallığın istikrarını sarsan faaliyetlerini artırdı. O zaman Washington nasıl karşılık verecek?

Bir diğer ifadeyle Krallık ile İran’a bağlı Husiler arasındaki ateşkes (İran, olası herhangi bir Suudi-İsrail normalleşmesini reddettiği için) ihlal edilirse ve Suudi sivil hedefler Husiler tarafından bir kez daha İran’ın balistik füzeleriyle saldırıya maruz kalırsa bu durum, ABD’nin İran’a ve Husilere askerî bir karşılık vermesini gerektirecek ve teşvik edecek mi?

Daha geniş anlamda ABD, Suudi Arabistan için İran’a karşı bir savaşa girmeye hazır mı? Washington’ın bu sorulara cevap vermesi, Riyad’ın cevap verilmesini istemesi kadar kolay olmayacak.

Üçüncü olarak; bir savunma anlaşması, Suudi Arabistan Krallığı’nın Washington’a olan güvenlik bağımlılığını derinleştirebilir ve gerekli savunma iyileştirmelerini engelleyebilir. 

Washington’ın Arap bölgesel ortaklarıyla ilgili isteklerinden biri, kendilerini daha iyi koruyabilmeleri ve bölgesel güvenliğin yükünü paylaşabilmeleri için kendi askerî yeteneklerini geliştirmeleridir. Washington’la bir savunma sözleşmesinin bu yönelimi geciktirmesi, kesin olmasa da mümkündür.

Dördüncü olarak; Suudi Arabistan’la bir savunma sözleşmesi yapılması İsrail, Mısır ve BAE gibi önemli oyuncularla mevcut güvenlik ilişkilerini bozabilir. Zira Washington, bu eski bölgesel ortakları böyle bir düzenlemenin dışında bırakma kararını gerekçelendirmek zorunda kalacaktır.

Hatta bu, Tayvan ve Ukrayna gibi ülkelere kadar uzanabilir. Washington, onlarla aynı şeyi yapıp, onlara benzer güvenlik taahhütleri sunabilecek olsa da ABD askerî varlığının bölgede ve dünyada aşırı bir şekilde genişlemesi riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Dahası, ortak savunma anlaşmalarının sayısının artması, ABD için daha büyük güvenlik zaaflarının ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Mantıksal olarak bir savunma sözleşmesine katılan tarafların sayısının artması, sadece İran’la değil diğer düşmanlarla da ikili silahlı çatışmalarının çıkması olasılığını artırabilir. Dolayısıyla ABD, yalnızca Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerilimi yönetmekle kalmayıp, aynı zamanda İran, Mısır, İsrail ve BAE arasındaki muhtemel çatışmalarla da uğraşmak zorunda kalacak.   

Velhasıl, Washington’ın güvenlik yükümlülükleri ve karmaşaları önemli ölçüde artacak.

Beşinci olarak; savunma anlaşmasında potansiyel bir kusur var. Zira istemeden Tahran’ın nükleer yeteneğe sahip olma çabasını hızlandırmasına alan açabilir. Nitekim İran, rejimini hayatta tutmak ve kendisini hayali dış tehditlerden korumak için ideal yolun askerî bir nükleer gidişata öncelik vermek olduğunu düşünebilir. Bu senaryoyla bölgesel güvenlik önemli ölçüde istikrarsızlaşacak, küresel stratejik istikrar baltalanacak ve ABD’nin bölgede bir nükleer silahlanma yarışını engellemek için gösterdiği tüm çabalar boşa çıkacaktır.

Etkili alternatifler

Bu zorluklar çözümsüz olmasa da ben halen ABD ile Suudi Arabistan Krallığı arasında resmî bir savunma sözleşmesi yapılmasını haklı çıkaracak gerekçe göremiyorum. Hele de daha etkili alternatifler varken. İki ülke arasındaki güvenlik ilişkilerini güçlendirecek bu alternatifleri dikkatle inceledim.

Gereken şey, bir sözleşmeye mahkûm resmî bir ittifak değil. Daha ziyade ABD’nin, reform girişimlerine güçlü bir şekilde katılmasıdır. Bu yol, ABD ile Suudi Arabistan arasında ortak bir acil durum planlamasını ve kurumsal yetenekleri güçlendirmeye dönük yatırımları içeren daha koordineli güvenlik stratejisinin geliştirilmesini gerektirebilir.

Aslında gereken şey, bir sözleşmeye mahkûm resmî bir ittifak değil. Daha ziyade ABD’nin, reform girişimlerine güçlü bir şekilde katılmasıdır. Bu yol, ABD ile Suudi Arabistan arasında ortak bir acil durum planlamasını ve kurumsal yetenekleri güçlendirmeye dönük yatırımları içeren daha koordineli güvenlik stratejisinin geliştirilmesini gerektirebilir.

Bununla beraber Biden yönetimi farklı bir bakış açısına sahip olabilir. Eğer öyleyse ve ABD yönetimi, Suudi Arabistan Krallığı ile resmî bir caydırıcı düzenleme yapmaya tercih ederse, umarım bu karar, bununla bağlantılı tüm maliyetler ve faydalar derinlemesine incelendikten sonra verilir. Daha da önemlisi, kaçınılmaz ve olası en kötü senaryolarla yüzleşmek için dikkatli bir planlama ve ön hazırlık yapılmalıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Johannesburg'a iniş: Gazze'den Filistinlileri sınır dışı eden gizli ağın içinden

Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)
Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Johannesburg'a iniş: Gazze'den Filistinlileri sınır dışı eden gizli ağın içinden

Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)
Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)

Michael Horowitz

Bu ayın ortalarında, 153 Filistinliyi taşıyan bir charter uçağı, resmi çıkış belgeleri olmadan Johannesburg'a indi. Güney Afrika makamları, pasaportlarında çıkış damgası bulunmaması ve kalışları için önceden herhangi bir düzenleme yapılmamış olması nedeniyle yolcuların ülkeye girişine izin vermedi. Daha sonra, Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa insani nedenlerle uçaktakilerin ülkeye girişini kabul etti. Ancak bu olay, Filistinlilerin Gazze'den ayrılmaları için İsrail ordusuyla bağlantılı kanallar aracılığıyla yürütülen organize bir rota olduğunu ortaya çıkardı.

Nihai varış noktasının seçimi tesadüf olmayabilir. Koordinasyonsuz görünen bir yolculukla karşı karşıya kalan, Filistin yanlısı tutumuyla tanınan Güney Afrika hükümeti, iki seçenekle karşı karşıya kaldı ve üçüncü bir yol bulamadı. Ya bu mültecilerin girişine izin vermek ya da onları kamuoyuna açık bir şekilde sınır dışı etmek, ki bu da büyük bir halkla ilişkiler felaketi olurdu. Gazze Şeridi’nden gelen Filistinlileri kabul etmekteki bu tereddüt, ülkeyi ikiyüzlülük suçlamalarına maruz bıraktı, ki bu da operasyonun amacı ya da olası amaçlarından biri olabilir.

Bu uçuşların düzenlenme şekli, devlet kurumlarının bu duruma birden fazla düzeyde yoğun bir şekilde dahil olduğunu gösteriyor. Bazı yolcular, bu yolculuk için geçtiğimiz haziran ayında ‘Mecd’ isimli sivil toplum kuruluşuna (STK) ait bir internet sitesi üzerinden kayıt yaptırdıklarını ve seyahat düzenlemeleri için kişi başına bin 500 ile 5 bin dolar arasında ödeme yaptıklarını bildirdi. İsrail makamlarından onay alanlara, Gazze'deki belirli noktalarda toplanmaları talimatı verildi. Ardından İsrail ordusuna ait askeri araçlarıyla Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan geçerek İsrail’in güneyindeki Ramon Havalimanı'na götürüldüler. Orada, nihai varış yerlerini bilmeden kiralık uçaklara bindirildiler.

Güney Afrika'nın Daily Maverick adlı haber sitesine göre bazı yolcuların Kanada ve Avustralya'ya biletleri vardı, ancak çoğunluk nihai varış yerlerinin Hindistan olacağını düşünüyordu.

Trump, Gazzelileri yeniden yerleştirme ve Gazze Şeridi'ni ‘Ortadoğu’nun Rivierası’ yapma fikrini ortaya attıktan sonra, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, bu öneriyi pratik adımlara dönüştürmek için uygulama mekanizmaları hazırlanması talimatı verdi.

Şarku’l Avsat’ın İsrail gazetesi Haaretz’ten aktardığı  araştırma haberine göre bu operasyonların arkasındaki koordinasyonu, 2024 yılında İsrail-Estonya çifte vatandaşı Tomer Janar Lind’e tarafından kurulan Talent Globus adlı bir danışmanlık şirket tarafından yürütülüyor. Haberde, Lind’in İsrail ordusuna bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet Aktivitelerini Koordinasyon Birimi (COGAT) ile iş birliği içinde ayrılmaları koordine ettiğini ve geçtiğimiz şubat kurulan İsrail Savunma Bakanlığı’nın Gönüllü Göç Bürosu (Voluntary Emigration Bureau) ile doğrudan çalıştığı bildirildi. Gazete ile iletişime geçildiğinde, Filistinlilerin ayrılmasını kolaylaştırmadaki rolünü kabul etti, ancak daha fazla ayrıntı vermeyi reddetti.

scdfrgt
Gazze şehrinin ez-Zeytun Mahallesi’nde yerinden edilmiş kişileri barındıran Evkaf Bakanlığı'na ait hasarlı bir binanın enkazı arasında yürüyen Filistinli çocuklar, 20 Kasım 2025 (AFP)

Mecd, muhtemelen paravan olarak kullanılan ve ‘insani yardım projesi koordinatörleri’ olarak tanımlanan Adnan ve Mueyyed adlı iki kişiyle de bağlantılıydı.

Bu iki kişi hakkında, Mueyyed'in uçağa binerken çekilmiş ve altında ‘Gazze'yi terk ettim ve geri dönmeyeceğim. Geride savaş, açlık ve cehaletin hüküm sürdüğü bir ülke, sürgünde kalmanın orada kalmaktan daha merhametli olduğu bir vatan bıraktım” yazdığı bir Facebook paylaşımından başka bilgi bulunmuyor.

Yolculuğun siyasi kökenleri

Bu operasyonların temelinde daha önce yapılan bazı siyasi görüşmelerin sonuçları yatıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu geçtiğimiz yıl eylül ayında Savunma Bakanlığı yetkilileriyle bir toplantı düzenleyerek, Gazze’den Filistinlilerin gönüllü olarak göçünü nasıl gerçekleştirebileceklerini tartıştı. ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz şubat ayında Gazzelileri yeniden yerleştirme ve Gazze Şeridi'ni ‘Ortadoğu’nun Rivierası’ olarak tanımladığı bir bölgeye dönüştürme fikrini ortaya attıktan sonra, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, bu öneriyi pratik adımlara dönüştürmek için operasyonel mekanizmalar hazırlama talimatı verdi.

Katz, geçtiğimiz şubat ayında Savunma Bakanlığı'na bağlı Gönüllü Göç Bürosu'nu resmen kurulduğunu duyurdu. Bu büro, ‘Gazze Şeridi sakinlerinin üçüncü ülkelere güvenli ve düzenli bir şekilde yeniden yerleşmelerini kolaylaştırmakla’ görevlendirildi. İsrail hükümeti, bu girişimin Trump'ın önerisi çerçevesinde olduğunu açıkça belirtti. Zira Trump tarafından önerilen 20 maddelik barış planında Gazze'deki Filistinlilerin Gazze Şeridi'ni gönüllü olarak terk etmelerine izin veren bir madde yer alıyor. Ancak dikkat çekici bir şekilde Filistinlilerin Gazze'ye geri dönüşünü de öngören planda bu hükmün ne ölçüde uygulanabileceği meselesi belirsizliğini koruyor.

İsrail Savunma Bakanlığı, girişimin bürokratik yapısının bireylere kendi kararlarını verme özgürlüğü sağlamak için tasarlandığını belirtti.

COGAT temsilcileri, tahliyelerin varış noktası olacak ülkelerle koordineli olarak gerçekleştirildiğini, ancak uygulamanın bazen aracı kuruluşlar aracılığıyla yapıldığını açıkladı. Öte yandan bağımsız analistler, bu operasyonların gerçekleştirildiği bağlamın bu ‘seçimi’ sınırladığını ve niteliğini etkilediğini belirttiler.

Bu yolculukların ardında hangi nedenler var?

Bu operasyonlarda organizatörlerin oynadığı rolün niteliği büyük ölçüde belirsizliğini koruyor. Mecd, İsrail ordusu adına görevin bir kısmını yerine getiren bir yüklenici mi, İsrail makamlarıyla koordineli çalışan özel bir ticari girişim mi, yoksa ikisinin bir karışımı mı bilinmiyor. Ancak kesin olan bir şey var ki o da bu yolculukların bir İsrail projesinin parçası olduğu ya da en azından İsrail hükümetinin kontrolü altında gerçekleştirildiği. Bu da yolculukların gerçek amacının ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor.

Hamas silahlarını teslim etmeyi, İsrail hükümeti ise Filistin devletinin kurulması konusunda net bir taahhütte bulunmayı reddediyor. Tüm bunların yanında uluslararası ortaklar, Gazze Şeridi’ne konuşlandırılması önerilen istikrarı destekleme gücüne katılma konusunda pek istekli görünmüyor.

İsrail hükümetinin Filistinlileri açıkça yerlerinden etmeye çalıştığından bazıları bu soruyu nahif bulabilir. Zira İsrail’in aşırı sağcı ve hatta bununda ötesine geçen birçok yetkilisi, bu niyetlerini gizlemeden açıkça dile getirdi.

Ancak İsrail'in, gizemli aracılar kullanarak bu tür gizli operasyonlarla Gazzelileri tahliye etmeye çalıştığı fikri, pek olası görünmüyor. Bununla birlikte İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Gazze'yi tek seferde boşaltabileceğine gerçekten inandığını düşünmek zor. Büyük olasılıkla, başlangıçta da böyle bir hedef yoktu. Netanyahu birçok özelliğiyle tanınır, ancak hayal dünyasında yaşamak bunlardan biri değil. Mevcut ateşkese verdikleri desteğin kesin olmadığı aşırı sağdaki müttefiklerini yatıştırmak Netanyahu için daha gerçekçi bir hedef. Bilindiği üzere hem Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir hem de Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, ateşkesin devamı konusunda endişelerini dile getirmişlerdi.

cdfgth
Pazartesi günü Johannesburg Tambo Havalimanı'nda pistteki uçakları izleyen aileler, 29 Kasım 2021 (AP)

Ayrıca, bu operasyonların bağlamıyla doğrudan ilişkili olabilecek yeni bir ateşkes aşamasına girmiş bulunmaktayız. Özellikle uzun soluklu maddeler içermesi açısından oldukça belirsiz bir şekilde kaleme alınmış görünen anlaşma, çatışmaları durdurmayı ve rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamayı başardı. Ancak Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze'ye konuşlandırılacak uluslararası istikrarı destekleme gücünün rolü, sivil yönetimin geleceği ve iki devletli çözümün yeniden gündem alınması gibi temel konuları göz ardı etti.

Nihayetinde kendimizi gerçek bir çıkmazda buluyoruz. Hamas silahlarını teslim etmeyi, İsrail hükümeti ise Filistin devletinin kurulmasına ilişkin net bir taahhütte bulunmayı reddediyor. Tüm bunların yanında uluslararası ortaklar, Gazze Şeridi’ne konuşlandırılması önerilen istikrarı destekleme gücüne katılma konusunda pek istekli görünmüyor ve İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yarısını işgal etmeye devam ediyor.

Bu çıkmaz, ateşkesin çökmesine yol açabilir, ancak Başkan Trump'ın ateşkesi korumaya istekli olduğu ve bunu başarmak için kişisel itibarını ortaya koyduğu aşikar. Öyle ki, ateşkesi ve Gazze'nin yeniden inşasını denetlemek üzere kurulacak yeni bir konseye başkanlık yapmayı dahi düşünüyor.

Johannesburg olayı, Gazze'den Filistinlilerin sınır dışı edilmesine yönelik yeni sistemin daha geniş dinamiklerini ortaya koyuyor.

Ateşkes anlaşması halen çökme riskiyle karşı karşıya olsa da her iki tarafın da üstünlük sağlamak için rekabet ettiği bir gri alanda, geçici de olsa, devam etmesi daha olası. İki inatçı düşman arasında kirli bir siyasi oyun oynandığı düşünülürse bu yolculuklar, Hamas'a zamanın onun lehine işlemediği mesajını vermek ve aynı zamanda Filistinlileri desteklediğini iddia edenlere dolaylı baskı uygulayarak onları Hamas’ın kararlarını etkilemeye zorlamak şeklindeki farklı bir amaçla bir araç olarak kullanılabilir.

Johannesburg olayı, Gazze'den Filistinlilerin sınır dışı edilmesine yönelik yeni sistemin daha geniş dinamiklerini ortaya koyuyor.

Bu olay gönüllü bir insani yardım girişimi olarak sunulsa da esasında İsrail hükümetinin politikaları, özel sektör aracılarının rolü ve gelenleri kabul eden ülkelerle kurulan belirsiz koordinasyon arasındaki karmaşıklığı gözler önüne seriyor.

Bu olay, Güney Afrika için Filistin davasına desteklerini açıklayan ülkelerin, yerinden edilmiş kişileri kabul etme sorumluluğuyla karşı karşıya kaldıklarında verdikleri siyasi tepkiyi ortaya koydu.

İsrail için bu yolculuklar, programın kapsamı ve nihai hedefleri belirsiz olsa da göçü kolaylaştırmaya yönelik uzun süredir devam eden siyasi tartışmalara uygun pratik bir araç olarak ortaya çıkıyor.

Kırılgan ve belirsiz bir ateşkes ortamında, bu operasyonlar hem İsrail içinde hem de Hamas ve uluslararası ortaklar gibi dış aktörlere yönelik bir tür siyasi sinyal işlevi görüyor. Bu yolculuklar daha geniş bir stratejinin başlangıcı mı, yoksa siyasi baskıyı hafifletmek için sınırlı bir araç mı olarak kullanılıyor bilinmez ama Gazze'den çıkışın, bu çatışmanın etkisi, anlatısı ve geleceği üzerine daha geniş bir çaplı bir mücadelenin parçası haline geldiği aşikar.


Yossi Cohen: Gazze halkı için ‘geçici yerinden edilme’ planını başlattım... Sisi bunu engelledi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)
TT

Yossi Cohen: Gazze halkı için ‘geçici yerinden edilme’ planını başlattım... Sisi bunu engelledi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)

Eski Mossad Başkanı Yossi Cohen, yakın zamanda yayınlanan ‘Hileyle Savaş Yaparsın’ adlı kitabında, mevcut savaş sırasında Filistinlileri Gazze Şeridi'nden çıkarma planının mimarı olduğunu ortaya koyuyor, ancak bunun kalıcı değil, ‘geçici bir yerinden etme’ önerisi olduğunu iddia ediyor. Şarku’l Avsat’ın yaptığı kapsamlı kitap incelemesine göre Cohen, Mossad’ın çalışma yöntemleri ve ajan devşirme tekniklerinden söz ediyor. Cohen, yürüttüğü istihbarat faaliyetleri kapsamında Lübnan’da ‘arkeolog’, Sudan’da ise ‘çay tüccarı’ kılığına girdiğini anlatıyor.

Cohen'in kitabının İbranice baskısının adı ‘Hileyle Savaş Yaparsın’ iken, İngilizce baskısının adı farklı: The Sword of Freedom: Israel, the Mossad and the Secret War (Özgürlüğün Kılıcı: İsrail, Mossad ve Gizli Savaş).

Gazzelilerin ‘geçici yerinden edilmesi’

Yossi Cohen, 7 Ekim 2023'te Hamas'ın saldırısına yanıt olarak Gazze Şeridi'nden yaklaşık 1,5 milyon Filistinliyi Mısır'ın Sina Yarımadası'na sınır dışı etme planının arkasında kendisinin olduğunu açıkladı. Cohen, planının ‘geçici bir yerinden edilme’ öngördüğünü savunuyor. Anlattığına göre, İsrail kabinesi bu plana onay verdi ve siviller arasındaki kayıpları azaltmayı amaçladığı gerekçesiyle Arap ülkelerini ikna etme görevi kendisine verildi.

frgt
Gazze'nin kuzeyinden ayrılmak zorunda kalan yerinden edilmiş insanlar, 23 Eylül 2025 (AP)

Cohen, bu çerçevede çeşitli Arap başkentlerine gittiğini söylüyor, ancak Arap liderlerin, ‘geçici’ diye sunulan göçün kalıcı bir sürgüne dönüşmesinden endişe ettiklerini aktarıyor. Bunun üzerine, göçün gerçekten geçici olacağına dair uluslararası güvence sağlamaya hazır olduğunu ilettiğini belirtiyor. Bu amaçla ABD, Birleşik Krallık, Japonya, Çin ve Hindistan ile temas kurduğunu ifade ediyor. Ancak Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin planı kesin bir dille reddetmesiyle konu kapanmış.

Kibir... İsrail propagandasının başarısızlığı

Yossi Cohen kitabında İsrail liderlerinin alçakgönüllü olması gerektiğini defalarca vurguluyor. Ancak aynı zamanda, kendi anlatımında kibirli davranışları tekrar ettiğine dair izlenim veriyor. Örneğin, dünyanın birçok yerinde İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü savaş nedeniyle ülkeye karşı tepkiler oluşmasını ve Gazze’den gelen görüntülerin yoğun şekilde paylaşılmasını şaşkınlıkla karşılıyor.

dcfrgt
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ekim ayında Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasını duyurmak üzere Şarm eş-Şeyh zirvesine katılanlarla birlikte (Mısır Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nün Facebook hesabı)

Cohen, Gazze’deki sivillere yönelik kitlesel şiddeti ve on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan operasyonları eleştirmek yerine, sorunu İsrail’in kamu diplomasisinde ve propaganda çalışmalarındaki eksikliklerde görüyor. Ona göre hükümet, gerçekleri yeterince ortaya koymak ve İsrail’in duruşunu doğru şekilde tanıtmak için yeterince çaba harcamıyor. Öte yandan, Cohen dünya genelindeki İsrail lobisinin yabancı medya üzerindeki etkisini ve çok sayıda Yahudi’nin İsrail’in uygulamalarını protesto eden kampanyalara katıldığını göz ardı ediyor.

Cohen daha da ileri giderek, İsrailli liderlerin halktan uzaklaştıklarını ve İsrail vatandaşlarına karşı insani duygulardan ve şefkatten yoksun olduklarını söylüyor. Bu nedenle, halkın acısını yeterince hissetmiyorlar ve dolayısıyla halkın yaşadığı acının gerçekliğini küresel ve hatta yerel kamuoyuna nasıl aktaracaklarını bilmiyorlar. Ona göre bu durum, dünyayı Hamas'ın ve propagandasının etkisine karşı savunmasız hale getiriyor.

Cohen, barış yanlısı olarak bilinen Gazze çevresindeki İsrail kasabalarının sakinlerine yönelik toplu tecavüz, kafa kesme, cesetlere zarar verme ve çocukları yakma gibi acımasız saldırılara rağmen, dünyanın İsrail'den savaşı durdurmasını istediğini söylüyor. İsrail, Hamas mensuplarının Aksa Tufanı Operasyonu sırasında bu eylemleri gerçekleştirdiğini iddia ediyor, ancak hareket bunu reddediyor.

dfr
Gazze şehrinin er-Rimal mahallesinde bir çadırın içinde yemek yiyen Filistinli çocuklar, 5 Kasım 2025 (AFP)

Bu bağlamda Cohen, İsrail'in benimsemesi gereken propaganda türünü özetliyor. Örnek olarak, iki devletli çözümü reddettiğini ve Filistin'de nehirden denize kadar İsrail işgaline direnmek istediğini söyleyen Hamas lideri Halid Meşal'in açıklamalarını gösteriyor. Cohen, var olma hakkını tanımayanlarla barışın sağlanamayacağını savunuyor. Ancak Cohen, Filistin halkının meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) de Oslo Anlaşmaları ile İsrail’i tanımasına rağmen İsrail tarafından baskı ve yıldırma politikalarına maruz kaldığını göz ardı ediyor.

Muhammed Ali

Cohen, geçirdiği istihbarat deneyimlerini anlatırken, hayatını kaybeden efsanevi boksör Muhammed Ali’den etkilendiğini belirtiyor. Ali’nin, zaferin veya mağlubiyetin seyirciler görmeden, yani ringe çıkmadan önce kazanıldığını söylediğini aktarıyor: “Antrenman yaparken veya arabayla yolculuk ederken, ringde dansa başlamadan çok önce.” Cohen, kendi gençlik hayalini de paylaşıyor: “Kendimi bir ajan olarak, şahin gözüyle, tilki kurnazlığıyla ve kaplanın sıçrama gücüyle hayal ediyordum. Görev başındayken keskin nişancı sabrına, sihirbaz çevikliğine sahip oluyordum ve Beyrut, Gazze, Hartum gibi yerlerde görev yapmanın getirdiği risklerle yüzleşiyordum.”

fgthy
Kitabın İbranice versiyonunun kapağı

Eski Mossad Başkanı, bir istihbarat görevlisinin karşısındakiler karşısında üstünlük sağlamasının önemine değiniyor. Baalbek’te bir ‘arkeolog’ ve Sudan’da bir Lübnanlı çay tüccarına karşı ‘çay poşeti koleksiyoncusu’ kimliğine bürünme deneyimlerini anlatıyor. İsrail istihbaratının ajan toplama yöntemlerini açıklarken, bu yöntemlerin binlerce yıldır casuslukta kullanılan klasik yöntemlerin aynısı olduğunu ortaya koyuyor: İnsan zaaflarını tespit etme, alışılmadık davranışları kullanma, çıkarları ve çıkar çatışmalarını araştırma, motivasyonları (mali, ideolojik, cinsel, duygusal, kin, kıskançlık vb.) değerlendirme.

Kendi yöntemlerini şöyle gerekçelendiriyor: “Hedef, iş birliği yapmazsa çok şey kaybedeceğini bilmeli; böylece onu İsrail istihbaratının tuzaklarına düşürürsünüz. Çoğu zaman hedef, Suriye ordusunun üst düzey bir subayı veya İranlı bir atom bilimcisi olduğunda, onu öyle bir tuzağa düşürürsünüz ki bir noktada ihanette bulunacak bir eylem yapar. Tuzak kurulduğunda, onu son ana kadar kullanırsınız; çünkü ihaneti ortaya çıkarmakla tehdit ediyorsunuz.”

Dünyada İsrail

Cohen, Mossad'ın İsrail'i doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen her türlü gelişmeyi izlediğini söylüyor. İran, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve bağlı silahlı örgütlerdeki gelişmelerle yakından ilgileniyor. Ancak, istihbarat teşkilatlarının gerekli özeni göstermesi gereken, tüm insanlığı tehdit eden bir sorun olduğunu düşünüyor: iklim krizi. Bu konuyla, görevinden ayrıldıktan sonra da kişisel olarak ilgilendiğini ve ilgilenmeye devam ettiğini belirtiyor.

fgtyh
Eylül ayında Gazze'de kıtlık ve yerinden edilme dalgaları devam ederken, Han Yunus'ta gıda yardımı almak için bekleyen Filistinliler (AFP)

Ancak, istihbarat konularında uluslararası iş birliği Mossad için en önemli proje olarak görülüyor. Cohen, dünya çapındaki istihbarat kurumlarıyla nasıl ilişkiler kurduğunu anlatıyor. Bunun, 2016 yılında DEAŞ'ın Belçika'da terör saldırıları düzenlemesiyle başladığını söylüyor. Terör saldırısının gerçekleştiği gün, Cohen operasyonlarla ilgili önemli bir ihbar aldı. Ancak ihbar çok geç geldi. Yine de Belçikalı meslektaşıyla iletişime geçerek onu bilgilendirdi. Soruşturmaya yardımcı olacak daha fazla bilgi verdi. O yılın ilerleyen aylarında, Abu Dabi'den Sidney'e uçan bir sivil uçağı havaya uçurma planı hakkında Avustralya'yı bilgilendirdi. Mossad sayesinde operasyon engellendi ve silahları ve patlayıcıları hazır olan hücre ortaya çıkarıldı.

Cohen, Mossad’ın operasyonları ve terör hücrelerini ortaya çıkarmasıyla birçok ülkenin İsrail’e borçlu olduğunu belirtiyor. Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa istihbarat teşkilatlarının üst düzey yöneticilerinden bazılarını alıntılayarak, bu ülkelerin halklarının, Mossad’ın ortaya çıkardığı terör hücreleri sayesinde İsrail’e minnettar olduklarını aktarıyor. Cohen, İsrail’in de bu istihbarat teşkilatlarından faydalandığını vurguluyor.

Türkiye de bu kuralın dışında değil. İlişkilerin kötü olmasına rağmen Cohen, Türkiye’ye topraklarındaki terör hücreleri hakkında bildiklerini aktarmaktan çekinmemiş. Cohen, “2018 yazında, iki ülke arasındaki kötü ilişkilere rağmen İsrail, Türkiye’nin 16 saldırı gerçekleştiren terör hücreleri hakkında bilgi toplamasına yardımcı oldu” diyor. Ayrıca, o dönemde Türk istihbaratının başında bulunan kişinin, günümüzde Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan olduğunu özellikle vurguluyor.

‘Güçlü bir lider, uzlaşmaya hazır olan kişidir’

Cohen’in kitabında Mossad’ı olumlu bir ışık altında göstermeye çalıştığı açık, ancak kitapta kendi kariyerini ve başarılarını ön plana çıkardığı da gözleniyor; bu, kitabın kişisel bir anlatı olmasından kaynaklanıyor. Eleştirmenler, Cohen’in amacının açık olduğunu, yani başbakanlık görevine ulaşmak istediğini söylüyor. Cohen, hem İsraillilerin hem de diğer ülkelerden okuyucuların aklına gelebilecek her soruya yanıt vererek, bu makam için en uygun kişi olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Kitap boyunca farklı bakış açılarını memnun edecek şekilde ilerliyor, ancak en dikkat çekici yönü, kendisine hayran olanlar arasında Yahudi, Arap, sağcı, solcu, dindar, laik, İsrailli ve yabancı pek çok kişinin sözlerine yer vermesi.

fgt
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (solda) ve 7 Aralık 2015 tarihinde Netanyahu tarafından Mossad başkanlığına atanan Yossi Cohen. (Getty Images)

İsrail’in sonsuz bir savaş içinde yaşamasını isteyenlere, “1973 Ekim Savaşı’ndan sonra, sadece beş yıl içinde Mısır’la tarihi bir barış anlaşması imzalanacağını kimse düşünemezdi” diyerek cevap veriyor. Cohen, güçlü liderin gerektiğinde taviz verebilen lider olduğunu vurguluyor. İsrail ile Arap ülkeleri arasında imzalanan İbrahim Anlaşması sırasında duygulandığını ve ağladığını belirtiyor. Kitapta, gerçek bir barış arzusunu gösteren Arap liderleri övdüğünü de ifade ediyor. Ancak Cohen’e göre barışın sağlanabilmesi için önce güç gösterilmesi gerekiyor.


İsrail ordusu, Gazze'de bir Hamas liderinin öldürüldüğünü duyurdu

Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)
Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)
TT

İsrail ordusu, Gazze'de bir Hamas liderinin öldürüldüğünü duyurdu

Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)
Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)

İsrail ordusu, Gazze şehrinde bir Hamas liderini öldürdüğünü duyurdu. Şarku’l Avsat’ın İ24 NEWS’ten aktardığına göre dün Gazze şehrinde bir araca düzenlenen İsrail saldırısında dört kişi hayatını kaybetti. Saldırının Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın Operasyon Komutanı Ala el-Hadidi'yi hedef aldığı belirtildi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi dün, Hamas’ın Yahudi devletiyle olan kırılgan ateşkes anlaşmasını ihlal ettiğini gerekçe göstererek, İsrail'in Gazze Şeridi'nde beş üst düzey Hamas yetkilisini öldürdüğünü açıkladı.

Netanyahu'nun ofisi tarafından X platformu üzerinden yapılan paylaşımda şu ifadeler yer aldı: “Bugün Hamas, İsrail askerlerine saldırmak için teröristleri İsrail kontrolündeki bölgelere göndererek ateşkes anlaşmasını bir kez daha ihlal etti. Buna karşılık İsrail, beş üst düzey Hamas teröristini ortadan kaldırdı.”