BMGK: Biden dört süper güç liderinin yokluğunu fırsata çevirebilir

Şarku’l Avsat, G7, G20 ve BRICS’in yükselişi ortasında BM’nin zayıflığını gözlemledi

New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)
New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)
TT

BMGK: Biden dört süper güç liderinin yokluğunu fırsata çevirebilir

New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)
New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) 78. yıllık oturumunun üst düzey toplantılarının 2016 sonbaharında sona ermesinden kısa bir süre sonra Suriye savaşı zirveye ulaştı. O gün Fransız yetkililer, Halep kentindeki şiddetli çatışmaların Birleşmiş Milletler (BM) için mezarlık görevi görüp görmediğini merak ediyordu. Şimdiye kadarki en büyük uluslararası forumun 78. yıllık oturumunun bu yılki toplantıları, Ukrayna savaşının yarattığı büyük etkiler nedeniyle çifte kaygıyı beraberinde getiriyor.

Bu iki savaşta merkezi rolü göz önüne alındığında bazı Batılı diplomatlara göre Nazi Almanyası’nın 20. yüzyılda Milletler Cemiyeti’nin rolünü ortadan kaldırdığı gibi Rusya’nın eylemleri de 21. yüzyılda BM’nin tabutuna birbiri ardına çivi çakıyor. Ancak Rus yetkililer, Batı’nın bu benzetmesiyle alay ediyor.

Göze çarpan yokluklar

Büyük güçlerin liderlerinin çarpıcı yokluğu, geçtiğimiz on yıldır BM’yi etkileyen zayıflıkları yansıtıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, New York’taki BM Genel Kurulu’nun yüksek kubbesi altındaki ünlü yeşil mermer podyumun yıllık patronları olmazken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın da bu yıl devamsızlık listesine katılması, BMGK’nın beş daimi üyesinin temsilcileri arasında ABD Başkanı Joe Biden’ı yalnız bıraktı.

Putin, Mart 2023’te Kremlin’de Şi’yi kabul etti (DPA)
Putin, Mart 2023’te Kremlin’de Şi’yi kabul etti (DPA)

Şarku’l Avsat’ın Fransız bir diplomattan edindiği bilgilere göre Macron’un Eylül ayındaki gündemi yoğun. Paris ve diğer şehirlerde yaşanan şiddetli protestolar nedeniyle gezisi ertelenen Kral III. Charles’ı, İngiliz hükümdarı olarak 22 Eylül’de Fransa’ya yapacağı ilk ziyarette kabul edecek.

Uzun bir geleneği de bozan Sunak, Genel Kurul’un açılışını kaçıracak ve on yıl içinde bunu yapan ilk İngiliz lider olacak. Bu önemli etkinlikte İngiliz heyetine İngiltere Başbakan Yardımcısı Oliver Dowden ve Dışişleri Bakanı James Cleverly liderlik edecek.

New York’taki üst düzey haftanın en etkili liderlerinden bazılarının yokluğu, örgütün küresel zorluklarla mücadelede çok taraflı bir forum olarak konumunu koruma konusunda karşılaştığı zorlukları yansıtıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan Küresel Adalet Merkezi Başkanı Akila Radhakrishnan “Bugünlerde BM’de her şeyin ne kadar bölünmüş olduğu göz önüne alındığında, BM Genel Kurulu anlamlı bir diplomasi alanından çok bir gösteri mekânı haline gelebilir” dedi.

BM’nin sekiz yıl önce küresel yoksulluğu, cinsiyet eşitliğini, iklim değişikliğini ve diğer acil küresel kaygıları 2030’a kadar ele almaya yönelik bir dizi iddialı hedef belirlemesi de bunun bir kanıtı. Ancak şu ana kadar dünya bu hedeflere ulaşmaktan hâlâ çok uzakta.

Çoğulculuk ve denge

Ancak BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bu etkinlikte önemli liderlerin yokluğunu önemsiz gibi gösteriyor ve uluslararası örgütle ilgili en önemli şeyin taahhütlerini yerine getirmek olduğuna inanıyor. Guterres, bugün üst düzey haftaya kalkınma konulu bir zirveyle başladı ve en çok ihtiyaç duyan ülkelere yardım etme yönündeki geniş kapsamlı hedeflere ulaşmaya odaklanmayı sürdürmeyi umuyor.

Havana’da düzenlenen G77+Çin zirvesinde BM Genel Sekreteri, eski Küba Devlet Başkanı Raul Castro’ya eşlik etti (AFP)
Havana’da düzenlenen G77+Çin zirvesinde BM Genel Sekreteri, eski Küba Devlet Başkanı Raul Castro’ya eşlik etti (AFP)

Birkaç gün önce Guterres, “İnsanlığın derinleşen iklim acil durumundan artan çatışmalara, küresel yaşam maliyeti krizine, artan eşitsizliğe ve büyük teknolojik bozulmaya kadar çok büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu bir zamanda bir araya geleceğiz” dedi. “İnsanlar bu karmaşadan çıkmanın bir yolunu bulmak için liderlerine bakıyor. Ancak tüm bunlar ve daha fazlası karşısında jeopolitik bölünmeler yanıt verme yeteneğimizi baltalıyor” diyen Guterres, çok kutuplu bir dünyanın doğduğuna dikkati çekti. Guterres, “Çok kutupluluk dengeleyici bir faktör olabilir. Ama aynı zamanda gerilimin artmasına, parçalanmaya ve daha kötü durumlara da yol açabilir” şeklinde konuştu.

Bu tür açıklamalar, Guterres’in, BM’nin artık 1945’teki kuruluşuna benzemeyen bir dünyada önemini yitirdiği yönündeki endişesini yansıtıyor.

Geçen ay BRICS zirvesinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Brezilyalı mevkidaşı Luiz Inacio Lula da Silva, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi (AFP)
Geçen ay BRICS zirvesinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Brezilyalı mevkidaşı Luiz Inacio Lula da Silva, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi (AFP)

Yedi Büyük Sanayi Ülkesi Grubu (G7-ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Japonya) ve Yirmi Zengin Ülke Grubu (G20-ABD, Çini Rusya, İngiltere, Fransa, Hindistan, Suudi Arabistan Krallığı, Kanada, Avustralya, Almanya, İtalya, İspanya, Türkiye, Brezilya ve Arjantin, Meksika, Güney Afrika, Endonezya, Japonya ve Güney Kore ve BRICKS Grubu (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika.

Eşsiz bir fırsat

Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana BM ilke ve tüzüklerinin ve kurallara dayalı uluslararası düzenin en büyük savunucularından bazılarının yokluğu, Başkan Biden’ın uluslararası arenadaki bu olağanüstü olayın tüm ilgi odağında olacağı anlamına gelmiyor. Hiç şüphesiz ki uluslararası örgütün genel merkezine ev sahipliği yapan ülkesinin, Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre’in ‘uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerle mücadelede işbirliği, küresel refahı teşvik ve insan haklarını koruma’ olarak ifade ettiği konuyu ele almak üzere dünya liderleriyle buluşmak için sunduğu eşsiz fırsatı değerlendirecek.

Beyaz Saray Sözcüsü, Çin’in nüfuzunun yalnızca bölgesel çevresinde değil, dünyanın her yerindeki büyük artışının yanı sıra, özellikle Rusya’nın 1980’li- 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ​​birlikte büyük uluslararası dengeleri etkileyen Amerikan- Batı tek taraflılığını kırma girişimi nedeniyle uluslararası sistemin karşı karşıya olduğu birçok zorluğa atıfta bulundu.

Zelenskiy’nin katılımı

Dünyanın sadece Ukrayna savaşı konusundaki kutuplaşmanın değil, sayısız krize ve giderek keskinleşen bölünmelere tanık olduğu, ayrıca savaşın artan gıda fiyatları, iklim krizi, eşitsizlik ve insani yardım operasyonları için finansmana erişim yoluyla yoksulları da etkilediği bir dönemde Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, salı sabahından itibaren önemli aleni tartışmalara katılmak üzere New York’a akın edeceklerini açıklayan 140 lider arasında büyük ilgi görüyor. Ama aynı zamanda Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi yarı tarafsız pozisyonlar almaya çalışan ülkeler arasında Zelenski’nin esas olarak ABD ve Batılı ülkelerden aldığı büyük desteğin yansımaları da var.

Zelenskiy, Aralık 2022’de ABD Kongresi’nde konuşurken (AFP)
Zelenskiy, Aralık 2022’de ABD Kongresi’nde konuşurken (AFP)

Bununla birlikte Zelenski, müttefikler tarafından memnuniyetle karşılanacak ve onurlandırılacak. Özellikle çarşamba günkü Güvenlik Konseyi (BMGK) oturumunda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan birkaç adım uzakta oturması bekleniyor. Ukrayna lideri, daha sonra Ukrayna için Kongre’de daha fazla destek toplamak amacıyla Beyaz Saray ve Capitol Hill’i ziyaret etmek üzere Washington'a gidecek.

Uluslararası Kriz Grubu Birleşmiş Milletler Direktörü Richard Gowen, BM toplantılarında ilgi odağı olmasına rağmen Zelenski’nin varlığının diplomatik krize dönüşmemesi için dikkatli davranılması gerektiğini söyledi.

Netanyahu ve Reisi

ABD’nin Ukrayna Devlet Başkanı’na gösterdiği bu konukseverliğin karşılığında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Likud lideri olarak yeniden seçilmesinden bu yana New York’taki Genel Kurul toplantılarının oturum aralarında ilk kez kendisiyle görüşecek olan Biden’dan Beyaz Saray’a böyle bir davet almaması dikkat çekici. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden’in çarşamba günü Netanyahu ile bir araya gelerek, İran’la etkili bir şekilde mücadele etme ve caydırmaya ilişkin notların yanı sıra ABD ile İsrail arasında ortak demokratik değerlere ve daha istikrarlı, müreffeh ve entegre bir bölge vizyonuna odaklanan bir dizi ikili ve bölgesel konuyu ele alacağını belirtti.

Netanyahu ve Biden, 21 Ocak 2016’da Davos Ekonomik Forumu’nun oturum aralarında konuşuyor (AP)
Netanyahu ve Biden, 21 Ocak 2016’da Davos Ekonomik Forumu’nun oturum aralarında konuşuyor (AP)

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de Tahran’ın Washington ile esir takası anlaşmasını tamamlaması nedeniyle toplantıya katılacak. Ancak Biden ile Reisi arasında herhangi bir görüşme gerçekleşmesi beklenmiyor.

Güney Yarımküre

Bu kalabalığın ortasında Gowen, Biden ile görüşecek olan Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva gibi liderlerin ‘diplomasi zamanının geldiğine inandıklarını’ açıkça belirttiklerine dikkati çekti. Gowen’e göre Ukraynalılar ile Güney Yarımküre ülkeleri arasında büyük bir iletişim bekleniyor.

Bu bağlamda Haiti konusunda da yoğun diplomasi yapılması bekleniyor. Öyle ki toplantılar, çete şiddetiyle parçalanan yoksul ülkeye uluslararası bir güç gönderme çabalarını yeniden başlatmaya hazırlanıyor. Pek çok kişi, dünyanın birçok bölgesindeki sorunlu ülkeleri temsil edecek birini beklerken, özellikle Gabon, Nijer, Burkina Faso, Mali gibi bazı ülkeleri askeri darbelere sahne olan Afrika’nın yanı sıra Sudan’daki kanlı çatışma, Orta Amerika’daki göç krizi ve iklim kaynaklı birçok felakete de tanık oluyor.

New York semalarındaki ışık gösterisi, Genel Kurul toplantıları arifesinde iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyarıyor (Reuters)
New York semalarındaki ışık gösterisi, Genel Kurul toplantıları arifesinde iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyarıyor (Reuters)

Pek çok uluslararası diplomatın hayal kırıklığına rağmen Estonya’nın BM Temsilcisi Rin Tamsar, “BM, hala çok taraflılığın ve kurallara dayalı düzenin merkezinde yer alıyor. Ancak özellikle Güvenlik Konseyi’nden edinilen izlenim, artık amacıyla pek uyumlu olmadığı yönünde” dedi. Tamsar, “Bu açık gerçek, BMGK’nin, BM’nin ve onun otoritesinin güvenilirliğini doğrudan baltalıyor” ifadelerini kullandı.

Aynı şekilde birçok yetkili ve uzman da BM’nin değişen zamana uyum sağlama yeteneğinden şüphe ediyor. Uzmanlar, BM’nin İkinci Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld’ün “BM, bizi cennete götürmek için değil, cehennemden kurtarmak için yaratıldı” sözlerini hatırlattı.

Bu anlamda BM, küçük ülkelerin seslerini büyük ülkelere duyurmasında önemli bir yer olmaya devam ediyor. Her yıl düzenlenen zirve, dünya liderlerinin önümüzdeki yıllarda neyi hedeflediklerini gösteren önemli bir barometre ve BM’nin iddialı sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelik ivmeyi yeniden canlandırıp canlandıramayacağına dair kritik bir test niteliğinde.

Öte yandan Suriye’nden başlayarak, Ukrayna’ya, oradan da Sudan’a kadar, uluslararası barış ve güvenliğin tesis edilememesi ve başarısızlık nedeniyle BM’nin de bir gün, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yüz yılı aşkın bir süre önce kurulan Milletler Cemiyeti’nin sonuçlarına benzer hale geleceğine dair korkular devam ediyor.



Eski Endonezya diktatörü Suharto, ülkesinde milli kahraman ilan edildi

Suharto'nun onurlandırılmasını eleştirenler, ülkedeki demokratik değerlere ihanet edildiğini savunuyor (AP)
Suharto'nun onurlandırılmasını eleştirenler, ülkedeki demokratik değerlere ihanet edildiğini savunuyor (AP)
TT

Eski Endonezya diktatörü Suharto, ülkesinde milli kahraman ilan edildi

Suharto'nun onurlandırılmasını eleştirenler, ülkedeki demokratik değerlere ihanet edildiğini savunuyor (AP)
Suharto'nun onurlandırılmasını eleştirenler, ülkedeki demokratik değerlere ihanet edildiğini savunuyor (AP)

2008'de 86 yaşındayken hayatını kaybeden eski Endonezya diktatörü Suharto, ülkesinde "milli kahraman" ilan edildi.

Pazartesi günü başkent Cakarta'daki başkanlık sarayında yapılan törende 10 kişi, "milli kahraman" listesine alındı. 

Suharto'nun eski damadı olan Endonezya Devlet Başkanı Prabowo Subianto'nun başkanlık ettiği törende listeye alınanlar arasında kadın hakları savunucuları, İslam alimleri ve bağımsızlık aktivistleri de var. 

Endonezyalı sendikacı Marsinah ve 1999-2001'de devlet başkanlığı yapan Abdurrahman Vahid'in listeye alınması, Suharto karşıtlarının gönlünü almaya yönelik bir hamle olarak da yorumlanıyor.

Törene Suharto'nun kızı Siti Hardiyanti Rukmana ve oğlu Bambang Trihatmodjo da katıldı. 

76 yaşındaki kızı, etkinlik sonrasında gazetecilere, "Lütfen babamın gençliğinden yaşlılığına kadar neler yaptığını, ülkesi ve Endonezya halkı için verdiği mücadeleyi hatırlayın" dedi. 

BBC, hakkındaki tüm suçlamalara rağmen Suharto döneminde Endonezya'nın kayda değer ekonomik gelişim gösterdiğini bildiriyor. 

1967-1998'de ülkeyi yönetirken pek çok insan hakları ihlaline ve yolsuzluğa imza atmakla eleştirilen Suharto'nun "milli kahraman" ilan edilmesi tepki de topladı. 

30 Eylül Hareketi'nin başarısız darbe girişiminin ardından 1965-1966'da çoğu komünist 500 bine yakın kişinin öldürüldüğü katliamların yanı sıra etnik Çinlilere yönelik toplu tecavüzlerden sorumlu tutulan Suharto'nun diktası, ekonomik krizle birlikte yoğunlaşan protestoların ardından 1998'de çökmüştü.

Suharto'nun listeye alınmaması için Prabowo Subianto'ya yazılan, yaklaşık 16 bin kişinin imzasını taşıyan açık mektup fikir değişikliğine yol açmadı. 

Devlet Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada Prabowo Subianto'nun istediği kişiye bu unvanı verebileceği savunuldu. 

Diğer yandan 14 Şubat 2024'teki seçimde oyların yüzde 58,6'sını alarak Endonezya'nın 8. lideri olan Prabowo Subianto da ciddi protestolarla karşı karşıya. Ekonomik eşitsizlik ve parlamenterlere tanınan imtiyazlar, şiddet olaylarının da görüldüğü eylemlerde güçlü bir şekilde dile getiriliyor. 

Geçmişte Endonezya Özel Kuvvetleri komutanı olan Prabowo Subianto, 1998'de ordu içinde başlatılan soruşturma sonucunda ihraç edilmişti.

Prabowo Subianto, Suharto karşıtı aktivistlerin kaçırılarak işkenceye uğramasından sorumlu tutuluyor. 74 yaşındaki siyasetçiyse üstlerinden aldığı emirleri uyguladığını ve suç işlemediğini savunuyor.

Independent Türkçe, BBC, AFP


Fransız mahkemesi, 20 günlük hapis cezasının ardından Sarkozy'nin serbest bırakılmasına karar verdi

 Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (AFP)
Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (AFP)
TT

Fransız mahkemesi, 20 günlük hapis cezasının ardından Sarkozy'nin serbest bırakılmasına karar verdi

 Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (AFP)
Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (AFP)

Paris Temyiz Mahkemesi, eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, 2007’deki cumhurbaşkanlığı kampanyasının Libya tarafından finanse edilmesi davasında hüküm giyip yirmi gün hapis yatmasının ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına karar verdi.

Tahliye talebinin görüşüldüğü duruşmada, savcılık da Sarkozy’nin yargı denetimi altında şartlı tahliyesi yönünde tavsiyede bulundu. Eski cumhurbaşkanı, duruşmaya Paris’teki La Sante Cezaevi’nden video konferans aracılığıyla katıldı.

Bugün erken saatlerde savcılık, Paris Temyiz Mahkemesi'nden Sarkozy'nin serbest bırakılmasını talep etti. Duruşmaya video konferans yoluyla katılan Sarkozy, “Hapishane zor. Elbette her mahkûm için çok zor. Ben de zor olduğunu söyleyebilirim” dedi.

Sarkozy, tarihte hapse giren ilk eski Fransa cumhurbaşkanı oldu.

Beş yıl hapis cezasına çarptırıldığı komplo suçlamasına ilişkin karara itiraz eden eski cumhurbaşkanı, yaklaşık elli dakika süren duruşmada şu ifadeyi kullandı: “Gerçeğin ortaya çıkması için mücadele ediyorum.”

70 yaşındaki Sarkozy, ‘olağanüstü insancıl davranarak bu kâbusu katlanılabilir kılan hapishane personelini’ övdü.

Fransa Cumhuriyeti tarihinde eski bir cumhurbaşkanının bu benzeri görülmemiş tutuklanması, ülkede hararetli tartışmalara yol açtı ve hiçbir eski devlet başkanının hapse girmediği Avrupa Birliği'nde (AB) bir emsal oluşturdu.

Video konferans aracılığıyla onunla konuşan avukatlarından Jean-Michel Darrois, Nicolas Sarkozy'nin ‘güçlü, kararlı ve cesur bir adam olmasına rağmen, bu tutuklama nedeniyle büyük acı ve ıstırap çektiğini’ doğruladı.

Farklı standartlar

Avukatlarından Christophe Ingrain ise “Asıl tehdit oluşturan Sarkozy değil, onu hapiste tutmaktır” diyerek müvekkilini savundu. Ingrain, Sarkozy’nin güvenlik gerekçesiyle tek kişilik hücrede tutulduğunu ve gözaltı süresince iki polis memurunun koruması altında kaldığını belirtti.

Fransa İçişleri Bakanı Laurent Nunez, alınan güvenlik önlemlerini Sarkozy’nin konumu ve kendisine yöneltilen tehditlerle gerekçelendirdi.

Eski Cumhurbaşkanı’nın eşi Carla Bruni ve oğulları Pierre ile Jean’in huzurunda konuşan savcı Damien Brunet, Nicolas Sarkozy’nin yargı denetimi altında serbest bırakılması talebinin kabul edilmesini istedi. Ancak aynı zamanda, Sarkozy’nin tanıklar ve diğer sanıklarla temas kurmasının yasaklanmasını da talep etti.

Savcı Brunet şöyle konuştu: “Hiç kuşku yok ki Bay Sarkozy, ülkesindeki güçlü aile bağları ve mahkemenizin iyi bildiği mali çıkarları sayesinde mahkemeye temsil açısından son derece açık ve güvenilir garantiler sunuyor. Bu düzeyde bir temsil güvencesine nadiren rastlanır.”

25 Eylül’de Paris Ceza Mahkemesi, Sarkozy’yi, 2007’de cumhurbaşkanlığına ulaşmasını sağlayan seçim kampanyası için Libya lideri Muammer Kaddafi ile yasa dışı finansman teması kurmasına kasıtlı olarak izin vermekle suçlu bulmuştu. Sarkozy, kararı hemen temyize götürmüştü.


ABD-Çin ilişkileri: Şu anda nerede ve nereye doğru gidiyor?

ABD Başkanı Donald Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping (AFP)
TT

ABD-Çin ilişkileri: Şu anda nerede ve nereye doğru gidiyor?

ABD Başkanı Donald Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping (AFP)

Nebil Fehmi

Donald Trump'ın 30 Ekim'de Güney Kore'de Şi Cinping ile yaptığı görüşmenin sonuçları, en azından Trump'ın görev süresinin geri kalanında ABD-Çin ilişkileri üzerindeki potansiyel etkisi nedeniyle geniş çaplı bir ilgi görüyor. Göstergeler, her iki tarafın da gerginliği azaltarak ve temkinli ilerleyerek durumu yönetme arzusunda olduğunu gösteriyor.

 

Bilhassa Trump'ın gümrük tarifelerini daha da yükseltmesi ve diğer ticari önlemleri artırmasının ardından, her iki tarafın da halihazırdaki güçlü ve zayıf yönleri üzerinde duruluyor. Bunlar arasında Çin'in ABD’den soya fasulyesi alımlarını durdurması ve yarı iletkenlerin, silah sistemlerinin, otomobillerin ve hatta akıllı telefonların üretimi için gerekli olan ağır nadir toprak elementleri üzerindeki kontrolü yer alıyor. Bu arada Trump, Çin'in eş zamanlı uluslararası ve yerel ekonomik zorluklarla karşı karşıya olduğunun ve bunun bilhassa gelişmiş yapay zekâ çiplerinin ihracatı yeniden başlarsa ve ABD Tayvan'a askeri desteğini çekerse, kapsamlı bir ekonomik mücadeleye girme isteğini azaltabileceğinin farkında.

Kovid-19 pandemisi dönemi hariç, son on yılda Çin'i neredeyse düzenli olarak ve 2025 yazının başından bu yana da üç kez ziyaret ettim. Görüşmeler büyük ölçüde jeopolitik nitelikteydi ve katkılarımın odağında öncelikle küresel düzen ve Ortadoğu vardı, ancak ABD ile ilişkiler hem Çinliler hem de Amerikalılar için önemli bir ilgi noktası. Bu nedenle, Çin-Amerikan ilişkilerini daha derinlemesine inceleme ihtiyacı hissettim.

ABD-Çin ilişkileri; düşmanca mı yoksa rekabetçi mi? Bu sorunun cevabı, kişinin güvenlik, ekonomi, teknoloji veya ideoloji gibi çalıştığı alana bağlı olarak önemli ölçüde değişiyor. Aslında, iki ülke arasındaki gerilimler her ikisinin de karmaşık bir karışımı; özünde rekabetçi, ancak ulusal güvenlik ve siyasi kimlik söz konusu olduğunda genellikle düşmanca bir davranışa dönüşüyor.

2022 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, Çin'i “uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine ve giderek artan bir şekilde bu güce sahip tek rakip” olarak tanımlıyor. Bu, etkileşim ve entegrasyonu vurgulayan önceki formülasyonlardan önemli bir sapmayı temsil ediyor. Strateji, teknoloji, ekonomik nüfuz ve askeri hazırlıkta “Çin'i geride bırakma” ihtiyacının altını çiziyor.

Pentagon'un Ulusal Savunma Stratejisi de bunu yansıtıyor ve Çin'i ABD'nin askeri modernizasyonu ve stratejik planlamaları konusunda “ivme belirleyici meydan okuma” olarak nitelendiriyor. Obama'nın “Asya'ya yönelme”sinden Trump'ın “stratejik rekabeti” ve Biden'ın “bağları koparmak yerine riskleri azaltma” çağrısına kadar, birbirini takip eden ABD yönetimleri temel bir konuda hemfikirler: Çin artık küreselleşmede bir ortak değil, sistemik bir rakiptir.

Pekin'in resmi dili daha diplomatik olsa da niyeti aynı derecede açık. Çin'in ulusal güvenlik ve savunma alanı ile ilgili resmi belgelerinde, egemenliğin ve toprak bütünlüğünün korunmasının ve “Çin ulusunun büyük ölçekli yenilenmesinin” altı çizilmektedir. Bu belgeler, ABD'yi Çin'in yükselişini kontrol altına almaya çalışan, içişlerine (özellikle Tayvan, Hong Kong ve Güney Çin Denizi) müdahale eden ve böylece Soğuk Savaş zihniyetini sürdüren bir taraf şeklinde göstermektedir. Ancak bu belgeler aynı zamanda Çin'in “hegemonya peşinde koşmadığı” ve “insanlık için ortak geleceğe sahip bir toplumu” desteklediği konusunda ısrar ederek, barışçıl niyeti yansıtırken, stratejik kararlılığı da haklı göstermektedir.

1990'lardan bu yana ABD-Çin ilişkileri büyük ölçüde etkileşim ve karşılıklı bağımlılıkla karakterize edilmiştir. Washington, Çin'in Dünya Ticaret Örgütü'ne (2001) katılımını memnuniyetle karşıladı ve ekonomik entegrasyonun siyasi ılımlılığı teşvik edeceğini varsaydı. 2008 küresel finans krizi, Çin milliyetçiliğinin yükselişi ve ABD'nin fikri mülkiyet hırsızlığı ve teknoloji transferi konusundaki artan endişeleri, bu tonlamayı değiştirdi.

21. yüzyılın ilk on yılında, ticaret anlaşmazlıkları, yaptırımlar ve Huawei tartışması daha derin bir güvensizliği somutlaştırdı. Kovid-19 salgını ve yanlış bilgilendirmeyle ilgili karşılıklı suçlamalar, pozisyonları daha da sertleştirdi. Günümüzde ise ikili ajanda, ekonomik, teknolojik, askeri ve ideolojik olmak üzere tüm stratejik alanlarda rekabeti kapsıyor.

Ekonomik alanda rekabet baskın, ancak düşmanca eğilimler de artıyor. ABD, gelişmiş yarı iletkenlere ihracat kontrolleri uyguladı, yabancı yatırımlarla ilgili incelemelerini sıkılaştırdı ve nadir toprak elementleri ve ilaçlar gibi kritik sektörlerde Çin tedarik zincirlerine olan bağımlılığı azaltmaya çalıştı. Pekin, kendi yabancı yaptırım karşıtı yasasını çıkardı, bazı temel madenlerin ihracatına kısıtlamalar getirdi ve “çifte dolaşım” stratejisi kapsamında kendi kendine yeterliliği hızlandırma çabalarını sürdürdü.

Teknolojik hakimiyet, merkezi öneme sahip sayılıyor. Washington, (Japonya, Güney Kore ve Tayvan ile) Chip 4 gibi ittifaklar kurarak inovasyon ve icat alanındaki üstünlüğünü korumaya çalışırken, Çin'in “Made in China 2025” planı robotik, yapay zeka ve yeşil enerji alanlarında liderliği hedefliyor. Her iki taraf da teknolojik bağımlılığı stratejik bir zafiyet olarak görüyor, bu da ekonomik rekabeti yarı güvenlik mücadelesine dönüştüren bir duruş.

Rekabetin düşmanca davranışlara en çok yaklaştığı nokta ise askeri boyut. ABD, özellikle Tayvan ve Güney Çin Denizi konusunda Çin saldırganlığını caydırmak için tasarlanmış Hint-Pasifik stratejisi, QUAD (Japonya, Hindistan, Avustralya ve ABD) ile AUKUS (Birleşik Krallık, Avustralya ve ABD) aracılığıyla ittifaklarını ve ortaklıklarını sürdürüyor. Çin ise donanmasını genişletti, yapay adalarını güçlendirdi, nükleer cephaneliğini modernize etti ve Tayvan yakınlarında sık sık askeri tatbikatlar gerçekleştirdi. Her iki tarafın savunma önlemleri, diğeri için kışkırtıcı görünüyor.

“Stratejik felsefe” arasındaki fark yanlış anlamaları derinleştiriyor. Sun Tzu'nun “Savaş Sanatı”nda vücut bulan geleneksel Çin düşüncesi, sabrı, aldatmayı ve dolaylı avantajı, yani savaşmadan kazanmayı önemsiyor. Bu yaklaşım, Pekin'in uzun vadeli stratejisini teyit ediyor; açık bir çatışma yerine ticaret, diplomasi ve ekonomik kaldıraç yoluyla kademeli etki.

Buna karşılık, Amerikan “stratejik kültürü” genellikle “anlaşma sanatı” mantığını yansıtır. Trump'ın nüfuz, görünür güç ve anlaşmaya dayalı müzakerelere odaklanması, hızlı ve somut kazanımlar arayan daha anlık ve sonuç odaklı bir yaklaşım ortaya koyuyor. Bu iki zihniyet -biri örtülü, diğeri aleni- etkileşime girip çatıştıkça, yanlış anlamalar çoğalıyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Washington, Çin'in kademeli tavrını manipülasyon olarak görebilirken, Pekin Amerikan açık sözlülüğünü provokasyon olarak görebiliyor.

İdeoloji de rekabeti şekillendiriyor. Trump'tan önce, ABD kendisini uzun süre liberal demokrasinin ve kurallara dayalı düzenin savunucusu olarak tanımlarken, Çin Komünist Partisi bu çerçeveyi Batı'nın bir egemenlik aracı olarak görüyordu. Şi Cinping liderliği, parti egemenliği ve ideolojik disiplin konusundaki Marksist-Leninist vurguyu yeniden canlandırırken, ABD’li yetkililer rekabeti giderek daha fazla “demokrasi ve otoriterlik” arasında bir rekabet olarak nitelendiriyor.

İç siyaset bu ayrışmayı pekiştiriyor. ABD'de Çin'e yönelik partizan şüphecilik yoğunlaştı ve hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler ticaret, güvenlik ve insan hakları konusunda daha sert duruşları destekliyor. Çin'de ise milliyetçilik ve tarihsel aşağılanmayla ilgili anlatılar, Amerikan baskısına karşı dik durmanın siyasi zorunluluğunu vurguluyor.

Binaenaleyh, her iki taraf da kendi iç hedef kitlesine diğeriyle aynı şekilde hitap ediyor ve bu da uzlaşma alanını daraltıyor.

Artan sürtüşmeye rağmen, her iki taraf da açık bir çatışmanın felaketle sonuçlanacağının farkında. Ekonomileri iç içe geçmiş durumda; Çin, aralarında ABD'nin önemli müttefiklerinin de bulunduğu 120'den fazla ülkenin en büyük ticaret ortağıyken, ABD Çin'in birincil ihracat noktası, teknoloji ve finans kaynağı olmaya devam ediyor. Küresel zorluklar (iklim değişikliği, pandemiler, finansal istikrar ve nükleer silahsızlanma) hâlâ iş birliği gerektiriyor.

Dolayısıyla, kontrollü rekabet bir motto haline geldi. Washington “güvenlik bariyerlerinden” bahsederken, Pekin “karşılıklı saygı ve barış içinde bir arada yaşama” çağrısında bulunuyor. Ancak güvensizlik kökleşmiş durumda ve iş birliği çabaları bile rekabetçi bir bakış açısıyla değerlendiriliyor.

Günümüz ABD-Çin ilişkileri, ara sıra yaşanan düşmanlık patlamaları ile sürekli rekabetin bir karışımıdır. Bu patlamalar karşılıklı caydırıcılık, ekonomik bağımlılık, rekabetin kaçınılmaz olduğu, ancak doğrudan çatışmanın kendi kendini yenilgiye uğratmak olduğu ortak bilinci tarafından sınırlandırılıyor.

Sun Tzu'nun da dediği gibi, “Savaşın en büyük sanatı, düşmanı savaşmadan alt etmektir.” Ve Amerikan pragmatizminin de belirttiği gibi, en iyi anlaşma her iki tarafı da ayakta tutan anlaşmadır. ABD-Çin ilişkilerinin geleceği, liderlerinin bu iki felsefeyi ne kadar iyi uzlaştırabildiğine bağlı olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.