BMGK: Biden dört süper güç liderinin yokluğunu fırsata çevirebilir

Şarku’l Avsat, G7, G20 ve BRICS’in yükselişi ortasında BM’nin zayıflığını gözlemledi

New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)
New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)
TT

BMGK: Biden dört süper güç liderinin yokluğunu fırsata çevirebilir

New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)
New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi (EPA)

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) 78. yıllık oturumunun üst düzey toplantılarının 2016 sonbaharında sona ermesinden kısa bir süre sonra Suriye savaşı zirveye ulaştı. O gün Fransız yetkililer, Halep kentindeki şiddetli çatışmaların Birleşmiş Milletler (BM) için mezarlık görevi görüp görmediğini merak ediyordu. Şimdiye kadarki en büyük uluslararası forumun 78. yıllık oturumunun bu yılki toplantıları, Ukrayna savaşının yarattığı büyük etkiler nedeniyle çifte kaygıyı beraberinde getiriyor.

Bu iki savaşta merkezi rolü göz önüne alındığında bazı Batılı diplomatlara göre Nazi Almanyası’nın 20. yüzyılda Milletler Cemiyeti’nin rolünü ortadan kaldırdığı gibi Rusya’nın eylemleri de 21. yüzyılda BM’nin tabutuna birbiri ardına çivi çakıyor. Ancak Rus yetkililer, Batı’nın bu benzetmesiyle alay ediyor.

Göze çarpan yokluklar

Büyük güçlerin liderlerinin çarpıcı yokluğu, geçtiğimiz on yıldır BM’yi etkileyen zayıflıkları yansıtıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, New York’taki BM Genel Kurulu’nun yüksek kubbesi altındaki ünlü yeşil mermer podyumun yıllık patronları olmazken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın da bu yıl devamsızlık listesine katılması, BMGK’nın beş daimi üyesinin temsilcileri arasında ABD Başkanı Joe Biden’ı yalnız bıraktı.

Putin, Mart 2023’te Kremlin’de Şi’yi kabul etti (DPA)
Putin, Mart 2023’te Kremlin’de Şi’yi kabul etti (DPA)

Şarku’l Avsat’ın Fransız bir diplomattan edindiği bilgilere göre Macron’un Eylül ayındaki gündemi yoğun. Paris ve diğer şehirlerde yaşanan şiddetli protestolar nedeniyle gezisi ertelenen Kral III. Charles’ı, İngiliz hükümdarı olarak 22 Eylül’de Fransa’ya yapacağı ilk ziyarette kabul edecek.

Uzun bir geleneği de bozan Sunak, Genel Kurul’un açılışını kaçıracak ve on yıl içinde bunu yapan ilk İngiliz lider olacak. Bu önemli etkinlikte İngiliz heyetine İngiltere Başbakan Yardımcısı Oliver Dowden ve Dışişleri Bakanı James Cleverly liderlik edecek.

New York’taki üst düzey haftanın en etkili liderlerinden bazılarının yokluğu, örgütün küresel zorluklarla mücadelede çok taraflı bir forum olarak konumunu koruma konusunda karşılaştığı zorlukları yansıtıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan Küresel Adalet Merkezi Başkanı Akila Radhakrishnan “Bugünlerde BM’de her şeyin ne kadar bölünmüş olduğu göz önüne alındığında, BM Genel Kurulu anlamlı bir diplomasi alanından çok bir gösteri mekânı haline gelebilir” dedi.

BM’nin sekiz yıl önce küresel yoksulluğu, cinsiyet eşitliğini, iklim değişikliğini ve diğer acil küresel kaygıları 2030’a kadar ele almaya yönelik bir dizi iddialı hedef belirlemesi de bunun bir kanıtı. Ancak şu ana kadar dünya bu hedeflere ulaşmaktan hâlâ çok uzakta.

Çoğulculuk ve denge

Ancak BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bu etkinlikte önemli liderlerin yokluğunu önemsiz gibi gösteriyor ve uluslararası örgütle ilgili en önemli şeyin taahhütlerini yerine getirmek olduğuna inanıyor. Guterres, bugün üst düzey haftaya kalkınma konulu bir zirveyle başladı ve en çok ihtiyaç duyan ülkelere yardım etme yönündeki geniş kapsamlı hedeflere ulaşmaya odaklanmayı sürdürmeyi umuyor.

Havana’da düzenlenen G77+Çin zirvesinde BM Genel Sekreteri, eski Küba Devlet Başkanı Raul Castro’ya eşlik etti (AFP)
Havana’da düzenlenen G77+Çin zirvesinde BM Genel Sekreteri, eski Küba Devlet Başkanı Raul Castro’ya eşlik etti (AFP)

Birkaç gün önce Guterres, “İnsanlığın derinleşen iklim acil durumundan artan çatışmalara, küresel yaşam maliyeti krizine, artan eşitsizliğe ve büyük teknolojik bozulmaya kadar çok büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu bir zamanda bir araya geleceğiz” dedi. “İnsanlar bu karmaşadan çıkmanın bir yolunu bulmak için liderlerine bakıyor. Ancak tüm bunlar ve daha fazlası karşısında jeopolitik bölünmeler yanıt verme yeteneğimizi baltalıyor” diyen Guterres, çok kutuplu bir dünyanın doğduğuna dikkati çekti. Guterres, “Çok kutupluluk dengeleyici bir faktör olabilir. Ama aynı zamanda gerilimin artmasına, parçalanmaya ve daha kötü durumlara da yol açabilir” şeklinde konuştu.

Bu tür açıklamalar, Guterres’in, BM’nin artık 1945’teki kuruluşuna benzemeyen bir dünyada önemini yitirdiği yönündeki endişesini yansıtıyor.

Geçen ay BRICS zirvesinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Brezilyalı mevkidaşı Luiz Inacio Lula da Silva, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi (AFP)
Geçen ay BRICS zirvesinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Brezilyalı mevkidaşı Luiz Inacio Lula da Silva, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi (AFP)

Yedi Büyük Sanayi Ülkesi Grubu (G7-ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Japonya) ve Yirmi Zengin Ülke Grubu (G20-ABD, Çini Rusya, İngiltere, Fransa, Hindistan, Suudi Arabistan Krallığı, Kanada, Avustralya, Almanya, İtalya, İspanya, Türkiye, Brezilya ve Arjantin, Meksika, Güney Afrika, Endonezya, Japonya ve Güney Kore ve BRICKS Grubu (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika.

Eşsiz bir fırsat

Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana BM ilke ve tüzüklerinin ve kurallara dayalı uluslararası düzenin en büyük savunucularından bazılarının yokluğu, Başkan Biden’ın uluslararası arenadaki bu olağanüstü olayın tüm ilgi odağında olacağı anlamına gelmiyor. Hiç şüphesiz ki uluslararası örgütün genel merkezine ev sahipliği yapan ülkesinin, Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre’in ‘uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerle mücadelede işbirliği, küresel refahı teşvik ve insan haklarını koruma’ olarak ifade ettiği konuyu ele almak üzere dünya liderleriyle buluşmak için sunduğu eşsiz fırsatı değerlendirecek.

Beyaz Saray Sözcüsü, Çin’in nüfuzunun yalnızca bölgesel çevresinde değil, dünyanın her yerindeki büyük artışının yanı sıra, özellikle Rusya’nın 1980’li- 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ​​birlikte büyük uluslararası dengeleri etkileyen Amerikan- Batı tek taraflılığını kırma girişimi nedeniyle uluslararası sistemin karşı karşıya olduğu birçok zorluğa atıfta bulundu.

Zelenskiy’nin katılımı

Dünyanın sadece Ukrayna savaşı konusundaki kutuplaşmanın değil, sayısız krize ve giderek keskinleşen bölünmelere tanık olduğu, ayrıca savaşın artan gıda fiyatları, iklim krizi, eşitsizlik ve insani yardım operasyonları için finansmana erişim yoluyla yoksulları da etkilediği bir dönemde Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, salı sabahından itibaren önemli aleni tartışmalara katılmak üzere New York’a akın edeceklerini açıklayan 140 lider arasında büyük ilgi görüyor. Ama aynı zamanda Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi yarı tarafsız pozisyonlar almaya çalışan ülkeler arasında Zelenski’nin esas olarak ABD ve Batılı ülkelerden aldığı büyük desteğin yansımaları da var.

Zelenskiy, Aralık 2022’de ABD Kongresi’nde konuşurken (AFP)
Zelenskiy, Aralık 2022’de ABD Kongresi’nde konuşurken (AFP)

Bununla birlikte Zelenski, müttefikler tarafından memnuniyetle karşılanacak ve onurlandırılacak. Özellikle çarşamba günkü Güvenlik Konseyi (BMGK) oturumunda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan birkaç adım uzakta oturması bekleniyor. Ukrayna lideri, daha sonra Ukrayna için Kongre’de daha fazla destek toplamak amacıyla Beyaz Saray ve Capitol Hill’i ziyaret etmek üzere Washington'a gidecek.

Uluslararası Kriz Grubu Birleşmiş Milletler Direktörü Richard Gowen, BM toplantılarında ilgi odağı olmasına rağmen Zelenski’nin varlığının diplomatik krize dönüşmemesi için dikkatli davranılması gerektiğini söyledi.

Netanyahu ve Reisi

ABD’nin Ukrayna Devlet Başkanı’na gösterdiği bu konukseverliğin karşılığında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Likud lideri olarak yeniden seçilmesinden bu yana New York’taki Genel Kurul toplantılarının oturum aralarında ilk kez kendisiyle görüşecek olan Biden’dan Beyaz Saray’a böyle bir davet almaması dikkat çekici. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden’in çarşamba günü Netanyahu ile bir araya gelerek, İran’la etkili bir şekilde mücadele etme ve caydırmaya ilişkin notların yanı sıra ABD ile İsrail arasında ortak demokratik değerlere ve daha istikrarlı, müreffeh ve entegre bir bölge vizyonuna odaklanan bir dizi ikili ve bölgesel konuyu ele alacağını belirtti.

Netanyahu ve Biden, 21 Ocak 2016’da Davos Ekonomik Forumu’nun oturum aralarında konuşuyor (AP)
Netanyahu ve Biden, 21 Ocak 2016’da Davos Ekonomik Forumu’nun oturum aralarında konuşuyor (AP)

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de Tahran’ın Washington ile esir takası anlaşmasını tamamlaması nedeniyle toplantıya katılacak. Ancak Biden ile Reisi arasında herhangi bir görüşme gerçekleşmesi beklenmiyor.

Güney Yarımküre

Bu kalabalığın ortasında Gowen, Biden ile görüşecek olan Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva gibi liderlerin ‘diplomasi zamanının geldiğine inandıklarını’ açıkça belirttiklerine dikkati çekti. Gowen’e göre Ukraynalılar ile Güney Yarımküre ülkeleri arasında büyük bir iletişim bekleniyor.

Bu bağlamda Haiti konusunda da yoğun diplomasi yapılması bekleniyor. Öyle ki toplantılar, çete şiddetiyle parçalanan yoksul ülkeye uluslararası bir güç gönderme çabalarını yeniden başlatmaya hazırlanıyor. Pek çok kişi, dünyanın birçok bölgesindeki sorunlu ülkeleri temsil edecek birini beklerken, özellikle Gabon, Nijer, Burkina Faso, Mali gibi bazı ülkeleri askeri darbelere sahne olan Afrika’nın yanı sıra Sudan’daki kanlı çatışma, Orta Amerika’daki göç krizi ve iklim kaynaklı birçok felakete de tanık oluyor.

New York semalarındaki ışık gösterisi, Genel Kurul toplantıları arifesinde iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyarıyor (Reuters)
New York semalarındaki ışık gösterisi, Genel Kurul toplantıları arifesinde iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyarıyor (Reuters)

Pek çok uluslararası diplomatın hayal kırıklığına rağmen Estonya’nın BM Temsilcisi Rin Tamsar, “BM, hala çok taraflılığın ve kurallara dayalı düzenin merkezinde yer alıyor. Ancak özellikle Güvenlik Konseyi’nden edinilen izlenim, artık amacıyla pek uyumlu olmadığı yönünde” dedi. Tamsar, “Bu açık gerçek, BMGK’nin, BM’nin ve onun otoritesinin güvenilirliğini doğrudan baltalıyor” ifadelerini kullandı.

Aynı şekilde birçok yetkili ve uzman da BM’nin değişen zamana uyum sağlama yeteneğinden şüphe ediyor. Uzmanlar, BM’nin İkinci Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld’ün “BM, bizi cennete götürmek için değil, cehennemden kurtarmak için yaratıldı” sözlerini hatırlattı.

Bu anlamda BM, küçük ülkelerin seslerini büyük ülkelere duyurmasında önemli bir yer olmaya devam ediyor. Her yıl düzenlenen zirve, dünya liderlerinin önümüzdeki yıllarda neyi hedeflediklerini gösteren önemli bir barometre ve BM’nin iddialı sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelik ivmeyi yeniden canlandırıp canlandıramayacağına dair kritik bir test niteliğinde.

Öte yandan Suriye’nden başlayarak, Ukrayna’ya, oradan da Sudan’a kadar, uluslararası barış ve güvenliğin tesis edilememesi ve başarısızlık nedeniyle BM’nin de bir gün, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yüz yılı aşkın bir süre önce kurulan Milletler Cemiyeti’nin sonuçlarına benzer hale geleceğine dair korkular devam ediyor.



Katz ile Zamir arasında gerginlik tırmanıyor... Savunma Bakanı, 7 Ekim olaylarına ilişkin soruşturmaların yeniden değerlendirilmesini emretti

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
TT

Katz ile Zamir arasında gerginlik tırmanıyor... Savunma Bakanı, 7 Ekim olaylarına ilişkin soruşturmaların yeniden değerlendirilmesini emretti

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)

İsrail ordusu, Savunma Bakanı Yisrael Katz ile Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir arasında gerginlik yaşıyor. Zamir, Savunma Bakanlığı Denetçisine, İsrail ordusunun 7 Ekim 2023'teki Hamas saldırısına ilişkin soruşturmasını inceleyen eski üst düzey subaylardan oluşan dış bir komitenin bulgularını yeniden değerlendirmesi talimatını verdiğini söyledi.

Katz ayrıca, Savunma Kurumu Denetçisi Tuğgeneral Yair Volanski bulgularını sunana kadar İsrail ordusundaki üst düzey atamaları donduracağını duyurdu.

Katz yaptığı açıklamada, Volanski'nin eski üst düzey subaylardan oluşan bir ekip tarafından hazırlanan raporu "kapsamlı bir şekilde inceleyeceğini", "ordunun daha önce soruşturmadığı alanlarda ilave soruşturmalara ihtiyaç olup olmadığı sorusu da dahil olmak üzere... Dışişleri Komitesi'nin gerektiği gibi ve kapsamlı bir şekilde yürütülmediğine karar verdiği alanlarda soruşturmaları tamamlayacağını" söyledi.

Komite, hiçbir zaman araştırılmayan birkaç konuya dikkat çekti; bunların en dikkat çekeni ise İsrail ordusunun, Hamas'ın İsrail'e büyük çaplı bir saldırı başlatma niyetini ortaya koyan 2018'den bu yana alınan istihbarat raporlarını nasıl ele aldığıydı.

Ayrıca Katz, Zamir'in eski üst düzey subaylardan oluşan komitenin bulgularına dayanarak 7 Ekim'deki başarısızlıklarda adı geçen birkaç subayı görevden alacağını açıklamasının ardından, Savunma Kurumu Denetçisi'nden "kişisel sorumluluğun belirlenmesi konusunda eşit standartlarda bir tavsiyede bulunmasını" isteyecek.

Katz, Volanski'nin tavsiyelerini 30 gün içinde sunacağını, böylece "7 Ekim olayları ışığında, yetkim altındaki üst düzey ordu atamaları konusundaki pozisyonumu hızla belirleyebileceğimi" söyledi.

Askeri ataşe krizi

Katz, 7 Ekim'de Güney Komutanlığı'nda görev yapan subayların terfi ettirilmemesi yönündeki tutumunun "değişmediğini" vurguladı, ancak Zamir, Katz'ın daha önce terfilerini durdurduğu veya iptal ettiği üç kıdemli subayın terfi ettirilmesinde bir sorun olmadığına inanıyor.

Katz, ABD'ye yeni bir askeri ataşe atanması konusunun "bu konuyla hiçbir bağlantısı olmadığını ve İsrail ordusunda herhangi bir atamanın geciktirilmesi için hiçbir gerekçe bulunmadığını" iddia ediyor. Katz, askeri sekreteri Tuğgeneral Guy Markizeno'yu askeri ataşe olarak atamak istiyor; Zamir ise bu hamleye karşı çıkıyor.

Katz'ın yeniden değerlendirmeye karar verdiği soruşturmanın bulgularına dayanarak Zamir, bugün "7 Ekim 2023 saldırısını önleyemedikleri için" bir dizi üst düzey İsrail ordusu subayının görevden alındığını duyurdu.

Soruşturmanın ardından Zamir, ordunun "İsrailli sivilleri korumadaki başarısızlığı" nedeniyle üst düzey askeri komutanları görevden aldığını veya disiplin cezasına çarptırdığını belirtti. Etkilenen subaylar arasında Askeri İstihbarat Başkanı Aharon Haliva, Güney Komutanlığı Komutanı Yaron Finkelman ve Harekât Başkanı Udi Basiok da bulunuyordu.


Trump’ın Antifa ile mücadelesi: “Kızıl tehdit” Soğuk Savaşsız dönemde geri mi dönüyor?

Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
TT

Trump’ın Antifa ile mücadelesi: “Kızıl tehdit” Soğuk Savaşsız dönemde geri mi dönüyor?

Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)

Omar Harkous

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, ‘terörle mücadelede’ yeni bir sayfa açtı. Ancak bu kez hedef, cihatçı veya milliyetçi gruplar değil, geçmişteki faşizme karşı mücadelesiyle tanınan Avrupa sol hareketleriydi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Almanya, İtalya ve Yunanistan'daki dört grubu Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terör Örgütü (SDGT) listesine alarak bu grupları ABD’deki sol görüşlü bir anti-faşist ve ırkçılık karşıtı siyasi hareket olan Antifa’nın uzantısı olmakla suçladı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun yaptığı bir açıklamaya göre bu karar ‘Antifa'nın siyasi şiddet kampanyasına karşı koyma’ çabaları çerçevesinde alındı. Washington’ın ‘ulusal güvenliğini korumak için mevcut tüm araçları kullanacağı’ belirtilen bu karar, Almanya'daki ‘Antifa Ost’, İtalya'daki ‘Informal Anarchist Federation/International Revolutionary Front’, Yunanistan'daki ‘Armed Proletarian Justice’ ve ‘Greek Revolutionary Class Self-Defence’ örgütlerini hedef alıyor.

Washington, bu grupları ‘Amerika, kapitalizm ve Hıristiyanlığa düşman olan anarşist ve Marksist sol ideolojilere bağlı olmakla’ ve ‘devrimci değişim aracı olarak şiddet kullanmakla’ suçluyor.

Rubio’nun açıklamalarına göre sınıflandırmanın ardından resmi olarak SDGT listesine dahil edilecekler, bu da varlıklarının dondurulması ve bunlarla ilişkili herhangi bir kuruluş veya kişiyle finansal işlemlerin yasaklanması anlamına geliyor. Bu karar, ‘küresel radikal sol’ olarak adlandırdığı kesimle açık bir çatışma içinde olan Trump yönetiminin ideolojisinden ayrı düşünülemez.

Terörizm tanımının Avrupa'daki sol grupları da kapsayacak şekilde genişletilmesi, Trump’ın ‘anarşistleri ve solcuları’ iç ve dış tehdit olarak gösteren, güvenlik odaklı bir seçim söylemi oluşturma arzusunu yansıtıyor.

ABD’nin kararı, sadece geçici bir güvenlik önlemi değil, daha çok ulusal ve uluslararası terörle mücadele çabalarını temsil ediyor.

Küresel güvenliğin siyasallaşması

ABD'nin terör örgütü sınıflandırmalarının bu coğrafi ve ideolojik genişlemesi, bu hamlenin gerçek amacına dair soruları gündeme getiriyor. Bazı Avrupa ülkelerinde (özellikle İtalya ve Yunanistan) iç güvenlik tehdidi oluşturan ‘anti-faşist’ şiddet ağlarıyla mücadeleye yönelik objektif bir çaba mı, yoksa anti-sol gündemi güçlendirmekle bağlantılı olarak Avrupa müttefiklerine iç siyasi bir tanım dayatmak için küresel güvenlik araçlarının sömürülmesi mi?

ABD’nin kararı sadece geçici bir güvenlik önlemi değil, daha çok ulusal ve uluslararası terörle mücadele çabalarının birleşimini temsil ediyordu. Trump, geçtiğimiz eylül ayında Antifa’yı ‘yerli terör örgütü’ olarak tanıyan bir başkanlık kararnamesi imzaladı. Bu kararname siyasi zemin hazırlasa da ABD'de yabancı terör örgütleri için belirlenen listelerle aynı güçle içerideki terörist unsurları yargılamak için kapsamlı bir yasal çerçeve bulunmuyor. Bu yüzden Avrupa’daki terör örgütlerinin yabancı anti-faşist gruplar olarak sınıflandırılması, ABD yönetiminin, Avrupa’daki bu örgütlerle etkileşimde bulunan ABD’deki herhangi bir örgüte veya şahsa yönelik mali destek ve istihbarat gözetimi gibi güçlü küresel terörle mücadele yöntemlerinin uygulamasına olanak tanıyan yasal bir köprü görevi görüyor ve böylece ifade özgürlüğüne ilişkin iç hukuki kısıtlamaları aşıyor.

dfgt
ABD Başkanı Donald Trump, Adalet Bakanı Pamela Jo Bondi (solda) ve İç Güvenlik Bakanı Kirstjen Nielsen (sağda) ile birlikte, Beyaz Saray’ın Devlet Yemek Salonu’nda Antifa konulu yuvarlak masa toplantısında konuşurken, 8 Ekim 2025 (AFP)

Bu değişim, cihatçılara karşı geleneksel ‘terörle mücadeleden’ ‘ideolojik savaşa’ geçişi temsil ediyor. Varoluşsal tehditler için tasarlanmış aşırı güvenlik önlemlerinin kullanıldığı ve radikal sol ile iç ve dış ideolojik çatışmaya yönlendirildiği, Batı siyasetinde ideolojik düşmanın yeniden tanımlandığı ve ulusal güvenlik kisvesi altında iç siyasi muhalefetin zulmünün kolaylaştırıldığı bir süreç.

Washington'ın Antifa’nın ‘genç Amerikalıları üye yaptığı’ ve üyelerinin kimliklerini gizlemek ve finansman kaynaklarını saklamak için ‘karmaşık’ mekanizmalar kullandığı yönündeki açıklamaları, örgütsel yönlere odaklanıldığını açıkça gösterdi. Gayri resmi yapı ve finansmana odaklanılması, gizli sınır ötesi ağları bozmak için tasarlanmış terörle mücadele araçlarının kullanımını haklı çıkarıyor. ‘Anti-Amerikan’, ‘anti-kapitalist’ ve ‘anti-Hıristiyan’ gibi terimlerin kullanılması, hedefin sadece operasyonel şiddet değil, aynı zamanda radikal solun siyasi felsefesi olduğunu da açıkça gösteriyor. Bu strateji, Soğuk Savaş söylemini kullanarak muhafazakâr tabanı harekete geçiriyor ve siyasi rekabeti Marksist veya anarşist ‘küresel devrimci güçlere’ karşı bir beka savaşına dönüştürüyor.

Trump yönetiminin müttefiklerine uyguladığı baskı, Washington ile AB arasındaki ideolojik ve siyasi uçurumu derinleştiriyor.

Berlin Antifa tehdidini küçümsüyor

Öte yandan Berlin, resmi bir açıklamada Antifa Ost grubunun oluşturduğu tehdidi önemsiz göstermeye çalışarak, bu tehdidin ‘son aylarda keskin bir şekilde azaldığını’ ve grubun en önde gelen üyelerinin ‘ya gözaltında olduğunu ya da suçlardan mahkûm edildiğini’ belirtti. Almanya İç İstihbarat, bu örgütü 2024 yılında sağcı aktivistleri hedef alan bazı saldırın ardından ‘şiddet yanlısı bir ağ’ olarak sınıflandırdığını, ancak faaliyetlerinin ‘artık yaygın bir tehdit oluşturmadığını’ açıkladı. Alman hükümeti, ABD'nin kararından şaşkındı. Hükümet sözcüsü sadece “Washington bağımsız hareket etti” demekle yetindi. Almanya Dışişleri Bakanlığı da Alman vatandaşları için varlıkların dondurulması veya ABD'ye seyahat kısıtlamaları dahil olmak üzere yasal yaptırımlar uygulanacağı konusunda uyardı.

Kızıl Ordu Fraksiyonu’ndan Antifa'ya

Şiddet içeren sol hareketler Avrupa’da yeni bir olgu değildir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri arasında var olmuş ve farklı şekillerde son buldu. Kızıl Ordu Fraksiyonu (Baader-Meinhof) 1970'li yıllardan beri aktif olarak faaliyet göstermiş, devletin ve kapitalizmin sembollerine yönelik suikastlar ve bombalı saldırılar düzenledi. Örgüt, lideri Wadie Haddad aracılığıyla Filistin Kurtuluş Halk Cephesi (FHKC) ile bağlantılıydı, uçak kaçırma eylemleri düzenledi ve Filistinli tutukluların serbest bırakılmasını talebiyle eylemler gerçekleştirdi.

İtalya'da Kızıl Tugaylar (Brigate Rosse) ortaya çıkmıştı. 1978'de dönemin Başbakanı Aldo Moro'yu kaçırıp öldürdü ve başta Paris'te liderlerinin düzenlediği bir eylemle bir Amerikalı ve bir İsrailli diplomatı öldüren Lübnan Silahlı Devrimci Fraksiyonları (LARF) olmak üzere Filistinli ve Lübnanlı gruplarla iş birliği yaptı.

Yunanistan'da 17 Kasım Devrimci Örgütü (17N), onlarca yıl boyunca Amerikan çıkarlarına karşı saldırılar düzenlemesiyle biliniyor. Örgüt, 2002 yılında yetkililer tarafından dağıtıldı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra anti-faşist bir hareket olarak ortaya çıkan Antifa, son yıllarda belli bir liderliği ve merkezi olmayan bir ağa dönüştü. Destekçileri, Afro-Amerikan George Floyd'un polis tarafından öldürülmesinin ardından 2020 yılında ABD’de düzenlenen protestolarda öne çıktı. Trump, o dönemde Antifa’yı ‘şiddeti kışkırtmakla’ suçladı.

Transatlantik gerginlik

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin kararı, Almanya, İtalya ve Yunanistan gibi hükümetlerin ‘solcu şiddet’ konusundaki endişelerini görmezden gelemeyeceği için Avrupa Birliği (AB) ülkeleri için çifte sorun teşkil ediyor. AB ülkeleri, bu kararın yerel grupların siyasi tanımlara göre sınıflandırılmasına olanak tanıyan bir yasal emsal teşkil etmesinden ve bunun da ‘terörle mücadelenin siyasallaşmasına’ yol açarak müttefikler arasındaki güveni zedelemesinden endişeleniyor. Trump yönetiminin müttefiklerine dayattığı bu gerilim, Washington ile AB başkentleri arasındaki ideolojik ve siyasi uçurumu derinleştiriyor. Beyaz Saray, ‘aşırı sol hareketleri’ ulusal güvenliğe bir tehdit olarak görürken, Brüksel, suçlamalar kanıtlanmadıkça bu hareketleri demokratik yapının çeşitli parçalarından biri olarak görüyor. Bu durum, NATO üyeleri arasında güvenlik alanındaki koordinasyonun yanı sıra istihbarat paylaşımı ve aranan kişilerin iadesi gibi konularda iş birliğini zorlaştırıyor.

Washington bugün, diğer ülkelerdeki ‘yeni anarşistlerden’ ulusal güvenliğini ‘korumak’ zorunda kalırken, Avrupa bu kararı, örgütlenme ve protesto özgürlüğüne dayanan liberal demokrasinin temellerinden birine darbe olarak nitelendirerek karşı çıkmaya çalışıyor. ABD'nin ‘aşırı sol’ ile mücadelede daha fazlasını yapması, yeni bir Soğuk Savaş'ın doğuşuna işaret ediyor. Ancak bu kez 1950'lerde olduğu gibi Moskova ile Washington arasında değil, Amerikan muhafazakar sağı ile Avrupa solu arasında yaşanıyor. Kimlik, semboller, sokaklar ve medya üzerinde, göç, iklim ve sosyal adalet konularının güvenlik, sınırlar ve egemenlikle kesiştiği bu savaş, diğer ülkeleri de siyasi muhaliflere karşı benzer sınıflandırmalar benimsemeye teşvik edebilir.

New York... New York

New York'ta, ‘radikal solcu’ Zahran Mamdani, New York Belediye Başkanlığı seçimlerini kazandı. Demokrat Parti içinde ‘ilerici solcu’ veya ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlanan Mamdani'nin zaferi, ABD’de radikal sol akımların yükselişini daha açık bir şekilde yansıtıyordu. Bu durum, Donald Trump ile ilişkilendirilen sağcı popülist hareketin yükselişiyle tezat oluşturuyor. Bu hareket, sol hareketleri de içeren ‘tehdit’ ve ‘iç güvenlik’ perspektifini yeniden ayarlamak için güvenlik sınıflandırmalarına dayanıyor. Ancak ABD yönetimi şimdiye kadar Antifa sınıflandırmasını Mamdani'ye verilen doğrudan seçim desteği ve arka çıkma ile ilişkilendirmiş değil.

Ancak, bu iki eğilim arasındaki eşzamanlı ilişki göz ardı edilemez. ABD’nin ‘radikal sol’ olarak nitelendirdiği kesime yönelik bir tırmanış ve seçimlerde sol hareketin gerçek anlamda yükselişi gözlemleniyor. Bu durum, Trump'ın Demokrat Parti'nin ilerlemelerine karşı Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre'nin her iki kanadındaki kontrolünü sürdürmek için güvendiği gelecek yılki ara seçimler öncesinde, Amerikan sahnesinde bazı kartların yeniden dağıtıldığı ‘ideolojik-seçimsel anlatı’ çerçevesinde anlaşılabilir.

gt
Almanya’nın başkenti Berlin’de İşçi Bayramı'nda Berlin'in Neukölln semtinde düzenlenen devrimci gösteride protestocular anti-faşist bayraklar ve pankartlar taşırken, 1 Mayıs 2025 (AFP)

Araştırmalar, son yıllarda ABD’deki siyasi şiddetin geçişmişte daha çok aşırı sağa yöneldiğini gösterse de son yıllarda ‘aşırı sol’ saldırılarında da artış görülüyor. Geçtiğimiz eylül ayında muhafazakar yorumcu Charlie Kirk'ün, onun görüşlerine karşı olduğu söylenen silahlı bir kişi tarafından öldürülmesi, ABD yönetiminin aşırı sola karşı daha sert bir söylem kullandığı bir dönüm noktası oldu.

Washington şu anda ulusal güvenliğini diğer ülkelerdeki ‘yeni anarşistlerden’ korumak zorunda kalırken, Avrupa bu kararı, örgütlenme ve protesto özgürlüğüne dayanan liberal demokrasinin temellerinden birine darbe olarak nitelendirerek karşı çıkmaya çalışıyor. Bunun sonucunda siyasi şiddetin tanımı ve sivil direnişin meşruiyeti konusunda Batı'da bir bölünme yaşanabilir. Bu, Trump'ın ikinci kez başkan seçilmesinden bu yana Batı ittifakının yaşadığı tek bölünme değil. Zira Batı ittifakında özellikle Ukrayna'daki savaş ve gümrük tarifeleri gibi konularda da benzer bölünmeler yaşandı.

Berlin'den Atina'ya, Washington'dan Brüksel'e kadar, dünya Soğuk Savaş retoriğini anımsatan, ama 21’inci yüzyılın araçlarını kullanan yeni bir ‘ideolojik kutuplaşma’ aşamasına giriyor gibi görünüyor.


Hüküm giymiş bir El Kaide üyesi, yargılanmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Guantanamo mahkemesine geri döndü

El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
TT

Hüküm giymiş bir El Kaide üyesi, yargılanmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Guantanamo mahkemesine geri döndü

El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)

Guantanamo hapishanesinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkûm, El Kaide'ye üye toplamak için propaganda videoları hazırladığı suçlamasıyla mahkûm edildikten 17 yıl sonra perşembe günü yeniden askeri mahkemeye çıktı. 56 yaşındaki Ali Hamza el-Behlül, 2008’deki savaş suçları davasında sergilediği meydan okuma tutumunu bir kez daha tekrarladı.

Behlül, tanık kürsüsüne oturmayı kibar bir şekilde reddetti, gerçeği söyleyeceğine dair yemin etmeyi kabul etmedi ve kendisi için avukat tutulmasını da reddetti.

Bunun yerine, suçlamaların yöneltildiği yıllar önceki oturumda oturduğu aynı yerden, Arapça uzun açıklamalar yaptı; El Kaide’yi övdü, zaman zaman çevirmenlerle tartıştı ve 2001’de Pakistan’da tutuklanmasının ardından yürütülen soruşturmada Amerikan yetkililerini yanıltmayı amaçladığını vurguladı.

Behlül, “Bir soruşturmacı tabancasını kafama dayadı, ben hiçbir tepki göstermedim” dedi ve başka bir soruşturmacının kendisini uzaklaştırdığını anlattı.

fergt
Guantanamo'daki mahkûmlar ortak salonda kitap okuyor. (New York Times)

Geçen hafta yapılan duruşmada ele alınan konu, Behlül’ün tutukluluğunun başlarında Federal Soruşturma Bürosu (FBI) yetkililerine söylediklerinin, başka bir tutuklu olan Abdurrahim en-Neşiri’nin idam cezası davasında delil olarak kullanılıp kullanılamayacağıyla ilgiliydi. Neşiri, 12 Ekim 2000’de Amerikan muhribi USS Cole’a yönelik saldırıyı planlamakla suçlanıyor.

Perşembe günü duruşmada hazır bulunmayan Neşiri’nin avukatları, Behlül’ün ifadelerinin ‘duyuma dayalı tanıklık’ niteliğinde olduğunu ve ifade sırasında kendisine işkence yapıldığı için geçersiz sayılması gerektiğini savundu.

Behlül, Guantanamo’daki 15 tutukludan biri. Neşiri ve 11 Eylül 2001 saldırılarına karışan diğer şüpheliler için idam cezası davalarının açılma girişimleri, hem sanıkların hem de olası tanıkların işkenceye maruz kalması nedeniyle başarısız olmuştu.

Behlül, ABD’yi ‘terörün anası’ olarak nitelendirirken, güncel olaylara dair dikkat çekici bir bilgi birikimi sergiledi. Bir noktada, Savunma Bakanı Pete Hegseth’in ‘Savaş Bakanı’ unvanını benimsemesini övdü ve bunu “ABD’nin saldırganlığını en doğru ve kesin şekilde tanımlayan ifade” olarak değerlendirdi.

Yemenli Behlül, 3 Kasım 2008’de, askeri mahkemede herhangi bir savunma sunmayı reddettikten ve hava kuvvetleri avukatının kendisi adına konuşmasına izin vermedikten sonra askeri bir jüri tarafından suçlu bulundu. Duruşmalarda bazen üzerinde ‘boykot’ yazan Arapça bir pankart salladığı görüldü.

Behlül, yıllarca tek kişilik hücrede tutuldu ve çoğu zaman avukatlarla görüşmeyi reddetti. Bu sırada yüksek mahkemeler, 2008’deki propaganda videosu hazırlama suçuna ilişkin bazı mahkûmiyetlerini düşürdü. Halen Guantanamo’daki en yaşlı tutuklu olan Behlül, tek suçlamadan (komplo) ötürü ömür boyu hapis cezası çekiyor.

Görünümü ve sesi, duruşmalar sırasında sergilediği hale benzer, tek fark sakalının koyu griye dönmüş olması.

rgt
Küba'daki Guantanamo Körfezi'nde bulunan ABD deniz üssünün görünümü (AFP)

Ayrıca neden mahkemeye çıkarıldığının farkında değilmiş gibi görünüyordu ve başlangıçta sadece hâkimin sorularını yanıtlayacağını söyledi. Bir noktada, Behlül “Ben işkence gördüğümde...” diye rahatça konuştuktan sonra Yargıç Albay Matthew Fitzgerald onun sözünü kesti.

Zaman ilerledikçe Başsavcı Yüzbaşı Timothy Stinson ile daha fazla etkileşime girmeye başladı, ancak cevaplarının çoğu konu dışıydı. Daha sonra, savunma avukatı Jessica Manoli’nin ABD’de tutulduğu süre boyunca maruz kaldığı olası kötü muameleyle ilgili sorular yöneltmesi üzerine daha işbirlikçi bir tutum sergiledi.

Yargıç, Neşiri’nin duruşma tarihini, Yemen açıklarında 17 Amerikan denizcinin ölümüne neden olan El Kaide intihar bombalamasından 25 yıl sonra, 1 Haziran olarak belirledi. Neşiri, 2002'den beri ABD tarafından gözaltında tutuluyor.

2001 yılında yakalanan Behlül, 11 Ocak 2002'de hapishane açıldığı gün Guantanamo'ya nakledildi.

Mahkemede yaklaşık yedi saat süren duruşma boyunca Behlül, USS Cole bombalaması ve 11 Eylül saldırıları da dahil olmak üzere El Kaide saldırıları hakkında önceden hiçbir bilgisi olmadığını, çünkü Usame bin Ladin'in medya sorumlusu olarak hassas operasyonel bilgilere erişimi olmadığını tekrarladı.

Duruşmanın sonuna doğru Behlül aniden “Bu bir yeniden yargılama mı Sayın Hâkim?” diye sordu. Hâkim, “Hayır, değil” diye cevap verdi.

Kısa bir süre sonra Behlül, son kez mahkemeye çıktığından bu yana neredeyse yirmi yıl geçtiğini belirtti ve “eğer hâlâ hayatta olursa” 2048'de tekrar ifade vermeye çağrılıp çağrılmayacağını sordu.

Yargıç, geleceği tahmin edemeyeceğini söyledi.